04-04-2009, 10:28 | #1 |
GENÇKEN YAŞLI, YAŞLI İKEN GENÇ OLABİLMEK
GENÇKEN YAŞLI, YAŞLI İKEN GENÇ OLABİLMEK
ALPEREN GÜRBÜZER Derler ki; Hz.İbrahim(a.s)’e kadar yaşlılığın alameti olan saç sakal ağarması yoktur. Hz.İbrahim (a.s) : —Ya Rabbi! Madem bu dünya fani, madem bu dünyadan göç edeceğiz, hiç olmazsa öteki âleme yaklaştığımızın emaresi bir şey ver. İşte bu münacattan sonra ihtiyarlığın zişanı diyebileceğimiz saç sakal ağarması olduğu rivayet olunur. Tarihi dönemlerde insanlar zaman içinde yüzüyordu adeta, gözünü açar açmaz sanki biranda kendini dışarıda oyun oynarken buluyordu, ardından evlenip çoluk çocuğa kavuşabiliyordu, hatta yirmi yaşlarına geldiğinde dört beş savaşta bulunabiliyordu. Eskiden insanlar uzun ömürlü idi. İstatistikler bugün için dünya ölçeğinde yaş ortalamasının altmış olduğunu bildiriyor. Üretmek genç yaşa has olgu, yaşlılar üretemedikleri için modern toplum bir anlamda onları fonksiyonsuz kılıyor. Genç nüfus azalıyor her geçen gün, yaşlı kuşak çoğunluğa doğru yol almakta, ileri Avrupa ülkeleri bu gerçekler ışığında yaşlı nüfus için projeler geliştiriyor ve mutlu olmaları için çaba sarfediyor. Bizde ise; ‘hızlı yaşa cesedin yakışıklı olsun’ türü argo ifadelerle gençlik ön plana alınıyor. İnsanlık; açlık, savaş ve hastalıklarla boğuşa boğuşa geldi günümüze. Şimdi de yaşlılığı önleme ya da geciktirme ile mücadele ediyor. Doğurganlığın düşük seviyelerde olması düşündürüyor yaşlı Avrupayı. Sosyal güvenlik tedbirleriyle meseleye el atsalar da yaşlıların tüketim sınıfını oluşturduğunun bilincindeler. Sanayi toplumu öncesi yaşlısı, genci, çocuğu aynı aile içerisinde barınabiliyordu, geldiğimiz noktada ise tam tersi durum var, büyük aileden çekirdek aile yapısına dönüşüm sözkonusu. Yaşlıların aleyhine işleyen bu süreç insanlığın önüne problem olarak yansımıştır. İnsanlık yeniden aile olmanın, aileye dönüşün hesaplarını yapmaya başladı bile. Bir yandan evlenmeyi teşvik, bir yandan da çocuk sahibi olmayı motive etmek için çocuk başına ücret artışı düzenlemelerine geçilmesi meselenin ciddi olduğunun göstergesi, buna mukabil mesele bir çırpıda halledilebilecek gibi görünmüyor. İhtiyarlarımız kimseye muhtaç olmadan ahır ömrünü geçirmenin derdiyle yanarken, şöyle zaman zaman tarihin sayfalarına kendilerini göz atmaktan geri alamıyorlar; ‘Ah nerde o eski günler’ diyorlar. Bizden öncekiler bir şekilde aynı aile içinde torunlarıyla bir arada yaşıyorlardı, hayatın nasıl geçtiğini anlayamazlardı, istisna da olsa aile içinde bakılamayan yaşlılar varsa onlar da Selçuklu ve Osmanlı’da olduğu gibi devletin şefkatli kollarına teslim edilir ve hayatları gül bahçesine çevrilirdi. Selçuklular bu bilinçle 11. yüzyılda Dar’ül reha (huzur evi), Osmanlı da özellikle Abdülhamit’le Darülacezesini kurmuş, atalarımız biliyorlar ki; yaşlısına hürmet etmeyen millet iflah olmaz. Bu şuurla, gerek İslamiyet öncesi Türklük’te, gerekse sonrasında ‘ata’ kültürünün çok saygın bir yeri var. Sanayi toplumu sonrası anlayışımız çekirdek aile yapısıyla dumura uğramış ve değerler altüst olmuş ama, yine de o kültürün izleri tamamen silinmiş değil, geçim derdiyle ailenin her birinin bir yerlere göç etmiş olsa da senede bir ya da bayramlarda sıla-i rahim ihmal edilmiyor, anne ve babaların eli öpülerek hayır duasının alınması hedefleniyor. Sıla-i rahim yapamayanlar da teknolojik imkânları kullanarak telefonla da olsa gönülleri alınmaktadır. Yaşlı insan hayat tecrübesi ile doludur, adeta yaşayan tarihtirler her birisi. Devleti idare eden yaşlı bürokratlar geleceğin idarecilerine tecrübelirini aktarmanın heyacanıyla icra yaparken, evin içinde dedelerimiz ve ninelerimiz de torunlarına tek bir harf de olsa aktarmanın sevdasındalar. Hiçbir şey veremeseler de yüreğini vermek için canhıraşdırlar. Yüreği bu günkü modern toplum anlamasa da o tadı almış nesil hala aramızda mevcut. O nesil yaşlı ile çocuk arasında cerayan eden o gönül bağını yaşamış, görmüş ve hissetmiş ama, o aynı bağı kendi çocukların da görememenin hüznünü yaşıyor. Kelimenin tam anlamıyla aile bağları hızla zayıflıyor, insanlar yaşlılıktan ürker hale geliyor, birde bunlara ölüm korkusu eklenince hayat çekilmez oluyor adeta. Orta yaşlı olanlarında durumu içler acısı, hem çocukların hem de ebeveynlerinin istekleri arasında sıkışmış durumda, her ikisine karşı sorumlulukları var, yani orta yaş krizi tablosu ortaya çıkıyor bu arada... Kadın erkek arasında yaş farklılığı, kadını erken yaşta dul kalmasına zemin hazırlıyor, bu da bir başka kadın problemini doğuruyor. Batıdan toprağımıza sıçrayan aidiyet eksikliği, yaşlıyı ve onun tecrübeleri ile aramızda duvar örüyor. Baş tacı olan yaşlılarımız bir ayağı çukurda olan kitle olarak algılanmaya hızla devam ediyor. Sadakat dediğimiz canı gönülce davranışımız kütüphanemizin tozlu raflarında gömülü artık. Böyle devam ederse yaşlılarımız selamlanmaktan çıkıp kovulan duruma düşecek. Oysa bu topraklarda yaşlanmak bir başkaydı. Kutsal Hac vecibenin ağırlığını ancak yaşlılarımız kaldırabilir düşüncesiyle, Kâbe’ye hep onlar uğurlanmış ve karşılanmıştır. Bayramlar da hep yaşlıların evi şendir, şimdilerde sahiller şen. Gençliği kutsayarak yaşlılığı durduracağımızı sanıyorsak büyük yanılgı içerisindeyiz demektir. Ölümü durdurma adına çareler arayan tıbbın derman olacağınızı sanıyorsanız nafile. Farzedelim ki yaşlılığı engellemeyi başardınız, hayatın su misali akıp gittiğini anlamaktan yoksun kalacaksınız, son dem, son nefes, bedeninde ve ruhunda yaşanılan değişim evrelerinden bihaber bu dünyadan göç etmiş olacaksınız demektir. Çocukluk toy çağında, gençlik delikanlılık çağında, olgunluk da yaşlılık çağında güzeldir. Biz bunların hangi evresindeyiz acaba? Hiç sorduk mu kendimize? Dünyanın fani olduğunu, yalan dünya şarkılarını dinleyerek mi fark edeceğiz? İlkbahar yaza, yaz sonbahara, sonbaharda kışa dönüşürken, bütün bunlar bize bir anlam kazandır mıyor mu? Hayatın dönüşümünü kendi bedenimiz de yaşamıyacaksak, varlığımız bize ne renk verecek? Yüz yaşını aşan kağanlarımız mezarlarından kalkıp da bizim bu halimizi görseler gençlikle yaşlılık arasında sıkışık kaldığımıza şaşarlardı. Örnek aldığımız yaşlılara hürmet konusunda her geçen gün geri kaldığımız sürece girdiğimizin farkında mıyız? Batıda her ne kadar aile çöktü değerlendirmeler yapılsa da yaşlılar sürekli kurumsal yapılarla tıpkı Osmanlı ve Selçuklu da olduğu gibi desteklenmektedir. Onlar hiç olmazsa çöküşü önlemeye yönelik projeler geliştiriyor, ya biz? Kapımızı çalan bir tehlike var, o da bizim gibi geleneksel kültürle modern kültür arasında yalpa yapan toplumlar da yaşlılar şok presle ömürlerini törpülemekle karşı karşıya olmalarıdır. Çünkü daha henüz yaşlılara yönelik ciddi anlamda proje geliştirmiş değiliz, batı bu konuda çoktan mesafe katetti bile. Velhasıl çocukluk gençliğe, gençlik yaşlılığa, yaşlılık da yerini ölüme terk edecektir elbet. Bu kaçınılmaz, önemli olan yaşlı iken genç olabilmek, gençken yaşlı olabilmektir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|