04-06-2009, 14:07 | #1 |
Farkında Olma ve Nasip Arasındaki Bağıntı
İnsanoğlu kendi içinde küçük bir âlem olduğu için, dünyasında farkında olması ve gözetmesi gereken birçok varlık ve hadiseler vardır. İnsanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, ya şuursuz ve otomatik (arka beyin) tarzda yönetilir, ya da ön beyinle temsil edilen şuurlu farkındalık (farkı fark etme) biçiminde kontrol edilir. İnsanın tabiî eğilimi, azamî tasarruf prensibi gereğince, mümkün olduğu ölçüde aşina olduğu şeylerle hayatını geçirmektir. Bu münasebetle zihnî aktivite olarak, insanın bildiği şeylerle hayatını devam ettirmesi ile, yeni şeyler öğrenerek hayatını sürdürmesi arasında mâliyet farkı vardır. Yeni şeyler öğrenmekle kazanılacak nimetler ve rahatlamanın faturası yüksek olduğundan, insan daha ucuz olan ve arka beynin kontrolünde –bildiği şeylerin çerçevesinde– hayatını sürdürmek ister. İnsanın tabiî eğilimlerinin tuzağına düşmeden, ön beynin kontrolünde yeni şeyler öğrenme rampasında kalabilmesinin yolu; “vücudundaki ve dış dünyadaki olup biten şeylere karşı şuurlu farkındalık” geliştirmesidir.
Allah herşeyi insanın gelişmesi, olgunlaşması için yaratmıştır. İnsan kâinatı mânâlandıran, çözen, bir anahtardır. Zihin, sonsuz ilimden açabildiği kapıları açmak; gözler, sanat eserlerindeki sanatı görebilmek; kulak, kâinattaki armoniyi dinlemek; dil ise, söylemek için insana verilmiştir. Her insan şahsiyet ve kabiliyet motifine göre, kâinatı anlar ve yorumlar. Her insanın şahsî hususiyetleri, iç istek motifleri farklı olduğu için, fertler farklı şeyleri görür ve fark eder. İnsanın bir başka özelliği de, kendi kabiliyetlerini ve alıcılarını yeterli görmeyip, başkalarına ihtiyaç duymasıdır. Tek başına fark etmediğimiz şeyleri, insanlarla karşılıklı münasebete geçince fark ederiz. İstişarelerde, fikir alışverişinde veya diyalog toplantılarında fark edilen şeyler “kolektif şuura ait farkındalığı (farkı fark etmeyi)” oluşturur. İçiçe geçmiş halkalar Farkı fark etmek, algılamayla; algılama da, zihindeki alıcıların açık olmasıyla sağlanır. İnsan farkı fark etmeden, iletişim kuramaz ve kendini geliştirme sürecine giremez. Üstün Dökmen bu meseleyi şöyle ifade etmektedir:“Nesneleriyle, bitkileriyle, canlılarıyla, insanlarıyla ve ulaştığı uygarlık düzeyiyle Dünyayı fark ediniz. Eğer siz Dünya’yı fark ederseniz, Dünya da sizi fark eder. Fark ettiğiniz Dünya’yı seversiniz. Sizi fark eden Dünya’yı ise, daha fazla seversiniz.” Bir başka önemli nokta da, farkına varmadığımız, kıymet ve önemini idrak edemediğimiz yolların, metotların ve nimetlerin aslında bizim olmamasıdır. Şuurlu farkındalıkla özümsenip bizim haline gelmeyen şeyler, bizde olsa bile, bize çok faydası olmamaktadır. Nitekim, evrensel ve en güzel dine mensubuz, ama; bu dinin güzelliklerini fark etmediğimiz zaman, o güzellikler bizim olmaktan çıkıyor ve defineler adasında yaşarken hazinelerden mahrum bir hayat sürüyoruz. Oysaki fark etme seviyesini ve şuurunu genişletip yükselten bir insan, varoluş seviyesini biyolojik hayatın üstüne çıkarıp; zihin, kalb ve ruh boyutunda daha kaliteli ve doyurucu bir hayat sürme imkânına kavuşur. İnsanlar içiçe geçmiş halka yapısındaki farkındalık dairelerinin bir kaçına veya hepsine karşı farkındalık geliştirilebilirler. Meselâ : – Dış dünyanın, canlı cansız nesnelerin, hâdiselerin ve süreçlerin farkına varabilirler. – Diğer insanlarla empati kurabilir. (Bu farkındalık sayesinde, insan; öteki insanları anladıkça, dinledikçe, saygı gösterdikçe, anlaşılmayı, dinlenilmeyi ve saygı görmeyi hak eder..). – Kâinatın birbiriyle bağlantılı bir bütün oluşturduğunun farkına varabilirler (Küçük ve önemsiz şey yoktur prensibini fark etme gibi.) . İnsan kendi iç dünyasının, düşüncelerinin, duygularının, istek ve ihtiyaçlarının farkına varabilir, onları yönetebilir. Aksi takdirde farkına varamadığımız duygu, istek ve düşünceler bizi yönetir. Farkındalık; zihin haritamızda yeni şemaların oluşmasına yol açar ve insanın şuur ve idrak alanının genişlemesine vesile olur. Fertler geçmişe ait pişmanlıkların ve geleceğe ait kaygı ve endişelerin tesirinde kaldığından, içinde bulundukları anı verimli yaşayıp değerlendiremezler. Sadece şu an için var olduğunu fark edenler ise; anı, anlamlı bir yatırıma dönüştürebilirler. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz andaki fırsatları görebilirsek zamanımızı değerlendirebilme imkânımız olur. Bakmakla, görmenin aynı şey olmadığı kabul edilir. Herkes bakar ama çok az insan farklılıkları görebilir. Dolayısıyla başarılı ve başarısız iki kişi arasındaki fark, gözlerin ve şuurlu farkındalığın kullanımında yatar. Farkı fark etme potansiyelini kullanabilen insan için varlık ve hadiselerdeki farklılıklar, kişinin ilerlemesini sağlayan fırsat kapılarıdır. Kâşifler veya mucitler, çoğu insanın dikkate almadıkları şeylerde farkına varabildikleri özellikleri kullanarak icatlarını gerçekleştirirler. Nasibin yolu farkı fark etmekten geçer Farkındalık veya farkı fark etmek, güzelliklere açılan bir kapıdır. Nasip kapısını çalabilmek için önce neyi istediğimizi bilmeliyiz. Fark etme, ön beyin veya şuur kullanılırsa ortaya çıkar. Bir şeyin fark edilebilmesinde aşağıdaki hususlar önemli rol oynar. Kişi, hangi alanda eğitilmişse ve sosyal enerjisini nereye yoğunlaştırıyorsa, o alanla ilgili şeyleri görüp fark edebilir. İlk defa duyduğu, gördüğü veya okuduğu şeyi, mevcut zihin yapısıyla ve haritasıyla bağdaştırıp onu anlamlı şekilde tanımlaması gerekir. Tanımlayıp, alâka kurduğu bu şeylerin ona heyecan vermesi ve arzu uyandırması gerekir. Yukarıdaki hususlar, belli seviyelerde gerçekleşirse, kişide yöneldiği şeylere karşı farkındalık gelişir. Bir vâdinin tepesinde biri emlakçı biri ressam, biri de jeolog olan üç adamın vadide neleri görebildiklerini düşünelim. Emlakçı, vadideki geniş arazilerin verimliliğini, ormanlar içine yapılacak villaları ve ekonomik getirisini görürken, jeolog toprağın mahiyetini, jeolojik yapısını, nehirlerin debisini ve su kaynaklarını algılayıp zihninde canlandırır. Ressam ise, bir sanatçı gözüyle vadiye bakar, yemyeşil vadileri, nehirleri yalçın tepeleri, vadideki beyaz evleri, puslu gökyüzünü tuvaline geçirmeye çalışır. Her adam, ilgi alanı ve kazandığı birikimler ışığında vadinin farklı özelliklerini ve boyutlarını yakalayıp, onları seslendirir. Farkındalık derecemiz ile nasibimizi fark etme seviyemiz doğru orantılıdır. Her an, her saniye insanın karşısına yüzlerce fırsat çıkar, talih kapısı açılır, ama biz sadece bunlardan farkına varabildiklerimizden faydalanırız. Çünkü insan farkına varamadığı ve idrak edemediği şeyden faydalanamaz. Bir şeyi kimler fark ediyorsa, o şey, onlar için vardır. Belli şeylere karşı farkındalık duygusunu geliştiremeyenler için o şeyler, sadece onlar için yoktur. Farkına vardığımız şeyleri çoğaltarak, var olan nasibimizi elde etme ihtimalimiz de artar. İlâhi ihsanlar ve yardımlar hariç, yerinde oturup, gözleri kapalı vaziyette nimetlerin ayağımıza gelmesi beklenmemelidir. Rızk ile istihkakın aynı şeyler olmadığını fark ettiren bir atasözünde şöyle denilmektedir. “Allah fındığı verir ama kırmaz.” Farkı fark etme gibi bir nimetten nasibi olmayan insanlar da vardır. Bu noktadan kişinin belli şeylere karşı, farkındalık geliştirip geliştiremeyeceği de bir nasip ve kısmet meselesidir. Nasip, çoğu zaman şuurlu farkındalıktan sonra gelir. Bazı insanlar, aşağıdaki ince ayrımı fark edememektedirler. O da şudur. Allah, yeryüzündeki icraatlarını üç temel kanun (kader, kaza ve atâ) çerçevesinde gerçekleştirmekte ve kullarına muamelede bulunmaktadır. ALINTIDIR
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|