![]() |
#1 |
![]() Muğla’da düz lisede okurken yurtdışında üniversite okuma hayalleri kuran Prof. Dr. Suat Gezgin, gözünü karartıp gittiği Fransa’da yaşadığı tüm zorluklara rağmen önemli başarılar elde etmiş bir akademisyen. Devlet memuru bir babanın çocuğu olarak lise döneminde Muğla’ya gelen turistlerle kurduğu sıcak diyaloglar ve takip ettiği yabancı yayınlar sayesinde Fransızcayı öğrendiğini söyleyen Suat Gezgin, kabul edildiği Fransa'daki Aix Marsilya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji ve Etnoloji Bölümü'nde lisans öğrenimi görmüş. Ardından Paris VII Üniversitesi'nde Master ve Doktora çalışmalarını tamamlamış. Lisansüstü öğrenimi sürecinde Aix Marsilya Üniversitesi'nde Asistan, Başasistan görevlerinde bulunmuş. Ardından aynı üniversitede Doçentlik kadrosunda görev almış. Yaklaşık 20 yıl Fransa’da yaşayan Gezgin, öğrencilik yıllarında Hürriyet Gazetesi Dış Haberler Temsilciliğinde görev almış. Bir ara Fransa Müzeler Genel Müdür Yardımcılığı yapmış. ""Artık ülkem için çalışmalıyım"" düşüncesiyle yurda dönen Prof. Dr. Suat Gezgin, şu anda İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı olarak üçüncü kez görev yapıyor.
Yurtdışına çıkış maceranız nasıl başladı? Yurtdışında öğrenim görmek çocukluk hayalimdi. O zamanlar yurtdışında öğrenim görmek için üniversitelerden ""kabul belgesi"" isteniyordu. Fransa ve Belçika’daki çeşitli üniversitelerle bağlantı kurup, buralardan yanıt beklemeye başladım. Bu arada memleketim olan Erzurum’daki Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü’nü kazanmıştım. Ancak, Fransa’daki Aix Marsilya Üniversitesi’nden yanıt gelince babamdan da onay alarak, Atatürk Üniversitesi’ne kayıt yaptırmadan soluğu Fransa’da aldım. Fransa’daki eğitim sisteminin ücretsiz olması ve Fransızcaya olan yatkınlığım, beni burada eğitim almaya cesaretlendiren etkenler oldu. İlk gittiğinizde dil konusunda adaptasyon sorunu yaşadınız mı? Tabiî ki yaşadım, çoğumuz yaşadık. Biz orada yaklaşık 50 Türk öğrenciydik. Bu Türk öğrenciler arasında Galatasaray, Saint Benoit gibi Fransızca eğitim veren okullardan mezun olanlar vardı. Onlar da pratikleri olmadığı için belli bir süre zorluk çektiler. Ama bu sorunu kısa zamanda aştık. Fransa’da Edebiyat Fakültesi’ne kaydolduğumda fakültenin dil laboratuarları, kütüphaneleri gibi pek çok olanaklarından, ben de diğer pek çok öğrenci gibi ücretsiz olarak faydalanabildim. Bu da, Fransızcamı daha da geliştirmem de bana ek bir olanak sağladı. Nitekim, yabancı dil eğitiminin en iyi öğrenebileceği yer, dilin ait olduğu ülkedir. Yurtdışındaki eğitim sistemini Türkiye ile karşılaştırdığınızda arada ne gibi farklıklar görüyorsunuz? Fransa’daki işleyişi anlatayım: Lisansüstü bir programa kabul edildiniz. Hocanızla konuyu seçtiniz. Bu lisansüstü programın derslerine devam ederken diğer taraftan hocanızla seçtiğiniz konu üzerinde çalışıyorsunuz. Tezinizi zamanında yetiştiremediyseniz, ek süre talebinde bulunabiliyorsunuz ve bir sonraki sene tezinizi teslim etme olanağı size sunulabiliyor. Tez savunması ise, bölüm hocalarının ve diğer yüksek lisans öğrencilerinin huzurunda yapılıyor. Avrupa’da multidisipliner sistem geçerli. Örneğin, yüksek lisans veya doktoranızı sosyoloji anabilim dalında yaparken, ekonomi veya politika konularına ilginiz varsa, bu anabilim dallarına başvurup, buralardan da ders alabiliyorsunuz. Nitekim, Türkiye’de de bu sistem son birkaç senedir uygulanmaya başladı. Fransa’da biliyorsunuz eğitim sistemi ücretsiz. Türkiye’deki gibi çok düşük tutarlarda harç bedelleri ödeniyor. Öğrenciler, ödedikleri bu çok düşük miktarlar karşılığında sosyal sigortalardan ve üniversitenin tüm sosyal faaliyetlerden ücretsiz olarak yararlanabilme olanağına sahip oluyor. Yine, yıllık 5 Frank gibi, çok düşük bir aidat karşılığında, Kampüs’teki tenis, yüzme, fitness gibi pek çok spor aktivitelerinden faydalanabilme olanağı da var. Ayrıca Öğrenci Yurtları oldukça ucuz ve herkese tek kişilik odalar verilebilmekte. Okurken çalışmak nasıldı? Bu konuda bizimle paylaşabileceğiniz bir anınız var mı? Fransız hükümeti, yaklaşık üç ay kadar süren yaz tatili süresince öğrencilere çalışma izni tanıyordu. Ben de eğitimimi devam ettirebilmek için bu dönemlerde pek çok farklı işlerde çalıştım. Bu arada gazetecilik de yaptım. Hürriyet Dış Haberler Servisi’nde çalışmaya başladım. Hazırladığım haberleri fotoğraflarıyla birlikte direkt Almanya’ya gönderiyordum. Pek çok haberi manşete taşıdım. Hala unutamadığım bir anım var: Yaptığım bir haber sonucunda Marsilya’daki Türk Konsolosluğu Kültür Ataşesi görevinden alınmıştı. Bir gece mantar zehirlenmesinden bir işçinin öldüğü haberini aldım. Hemen olay yerine gittim. Oradaki işçi arkadaşlarla Türk Konsolosluğu’nun önüne geldik. Yedi bin frank karşılığında işçinin cenazesi gönderiliyordu. Ama bu para temin edilemeyince, cenaze maalesef bir haftaya yakın bir süre ortada kaldı. Konuyla ilgili hazırladığım haber, ""Dirinin değeri yok, ölünün nasıl olsun"" başlığıyla manşetten çıktı. diye. Sonuçta, hem Kültür Ataşesi hem de Konsolos görevinden alındı. Ben oradaki işçilerin sorunlarını Ankara’ya duyurmakla kendimi sorumlu hissediyordum ve nitekim bunu da yaptım. Bu noktada bir konuya daha değinmeden geçemeyeceğim: Yurtdışında Türkiye olarak çok fazla tanınmıyoruz. Gençlerimize tavsiyem, yurtdışında bulundukları zaman boyunca kendi ülkelerini ve kültürlerini tanıtmaları için ellerinden geleni yapmaları olacaktır. Kültür şoku yaşadınız mı? İlk zamanlar sokakta yakınlaşan çiftleri görünce çok şaşırıyordum. Biz eski jenerasyondan geldiğimiz için bazı şeyleri kabullenemiyorduk. Tabiî zamanla yadırgamamaya başladık. Yine, Fransa’da bir boykot ya da gösteri yürüyüşü düzenlendiği zaman hiçbir şekilde kavga, gürültü olmazdı. Sloganlar atılır, konuşmalar yapılır, sonrasında herkes kendiliğinden dağılırdı. 70’li yılların Türkiye’sinden çıkıp gitmiştim. O zamanlar Türkiye’de insanlar birbirlerini öldürüyorlardı. Sağ-sol kavgalarının en şiddetli olduğu dönemlerdi. Fransa’daki demokratik ortam beni çok etkilemişti. Diğer bir farklılık da misafirperverlik konusudur. Fransız kültüründe insanlar birbirlerini yeterince tanımadan samimi ortamlara girmezler, insanların kendilerine yaklaşmalarına izin vermezler. Bizim kültürümüzde ise yeni tanıştığımız bir kimseyi konuk olarak ağırlamak, ikramda bulunmak çok olağandır. Bu bağlamda çok farklıydık. Bu gibi farklılıklara rağmen çok da mutluydum. Tabiî ki ülkemi özlüyordum. Özellikle ilk zamanlar, Türkiye’ye ziyaretlerim hiç bitmesin istiyordum. Ancak sonraları Türkiye’ye dönmek bana zor geldi. Bunda çalıştığım üniversitedeki hocamın da katkısı büyük olmuştur. Hocam Fransa’da kraliyet ailesinden bir profesördü. Bana çok güvenirdi, beni çok severdi. Yurtdışında yaklaşık 20 yıl kaldınız. Uzun yıllar sonra Türkiye’ye dönmeye nasıl karar verdiniz? Kendisi de Fransa’ya öğrenim için gelmiş bir Türk olan eşimle burada tanışmıştık. Eşim öğrenimi sonrası Türkiye’ye döndüğünde evlenmiştik. Ancak, ben Fransa’da yaşadığımdan, benimle birlikte yeniden Fransa’ya geldi. Çocuğumuz dünyaya gelince, Türkçe ve Fransızca arasında bocalamaya başladı. Aradan zaman geçtikten sonra eşim Türkiye’ye dönmek istediğini belirtti. Aile ve vatan hasreti ağır basmıştı. Belli bir zaman sonra konuyu hocamla paylaştım. Hocam Fransa’dan ayrılma isteğime olumlu yaklaşmadı. Bunun üzerine eşim ve kızım Türkiye’ye döndü. Kızım Türkiye’de okula başladı. Daha sonra bana ayrı kalmak çok zor geldi ve Hocama, kesin olarak dönmek istediğimi bildirdim. Zor da olsa isteğimi kabul ettirdim. Şimdi, iyi ki gelmişim diyorum. Türkiye’nin en köklü üniversitesi olan İstanbul Üniversitesi’nde ve de yine Türkiye’nin gazetecilik eğitimi veren en eski yüksek öğretim kurumu olan İÜ İletişim Fakültesi’nde çalışmaktan onur duyuyorum. Yetiştirdiğimiz öğrencilerin çalışmalarını da görmek de beni çok mutlu kılıyor.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |