04-23-2009, 23:23 | #1 |
İstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un Örnek Ahlak ve Karakteri
MEHMET AKİF ERSOY’UN AHLAK VE KARAKTERİ Edebiyat tarihleri, yüzlerce binlerce sanatkarın hayatı karakteri fikirleri şahsiyeti arasındaki benzerlik, hatta ayniyet Mehmet Akif’inki kadar olabilmiştir. “Sadece edebiyatçıların değil, birçok idealist insanın hatta lider önder durumunda örnek insan konumunda olan bazı kişilerin de sözleri, hayatları ve yaptıkları arasında önemli tezatlara rastlarız. Fakat bir de özü sözü bir, söyledikleri ile yaptıkları birbirini tutan, hayatları ile eserleri arasında tezat bulunmayan, ömürleri boyunca dupduru yaşayan gökteki yıldızlar gibi pırıl pırıl tertemiz olan, herkesin imrenerek büyük bir gıptayla baktığı insanlar vardır. İşte İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif Ersoy da böyle bir şahsiyettir. Kuran-ı Kerim Ahlakı Örnek İnsan Onun üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken hayat ölçüleri vardı. Dostlarını, arkadaşlarını, çevresini hep bu ölçüleri kullanarak seçerdi. Mithat Cemal Kuntay anlatır: “Akif, Tevfik Fikretle üniversitede tanıştı. Meşrutiyette ikisi de orada hocaydı. Akif’e, “Fikret sende nasıl bir tepki uyandırdı? Diye sordum. Akif, “bu adamı sevemedim, benim gibi ilk defa gördüğü bir adama yirmi yıllık arkadaşını çekiştirdi” dedi. Müzdarip Şair Hiçbir Kimse Karşısında Eğilmeyen Baş Sıradan Selamların çeşit çeşit verildiği bu paşa konaklarına Akif, ölçüsü ömrünce hiç değişmeyen tek selamıyla girip çıkıyordu. Hiçbir kapı altından geçerken onu eğilmeye mecbur edemedi. O, bu saray parçalarının yüksek tavanları altında küçülmüyor, üstünde yalnız gökyüzü duran bir başla oturuyordu. Akif’in yakın arkadaşı Mithat Cemal Kuntay, bu derslerle ilgili bir hatırasını şöyle anlatır: “Hususi derslerini anlatırken Osmanlı İmparatorluğunun müşirlerinden birinin oğluna verdiği hususi dersini söylemedi. Ben neden diye sordum, “Onu bıraktım, Çünkü biteviyelerden birisi Hz.Muhammed hakkında ağzından kötü bir laf kaçırmıştı” dedi. Arkasından da yüzüme dik dik baktı. “Mithat bey dedi, isteyen güneşe tapar isteyen ateşe, fakat ben kimsenin Allahına Peygamberine karışmam, kimse de benimkine karışmamalı, Birisi benim babama sövebilirmi ? O halde Peygamberime nasıl söver ? dedi. Mehmet Akif Ersoy hayatı boyunca birbirine benzemeyen dört değişik dönem gördü. ( II.Abdülhamit devri, II.Meşrutiyet devri, Mütareke Devri ve son olarak Cumhuriyet dönemi ) O devirlerin hiçbirinde hiçbir kimse karşısında eğilmedi. Hiçbir kimse onu inandıkları ile ters düşüremedi. O bütün ömrü boyunca beğenmediği hiçbirşeyi alkışlamadı. Doğru bildiklerini de söylemekten çekinmedi. Verilen Sözün Ne Anlama Geldiğini Bilen Adam “Meşrutiyetin ilk seneleri, bir Cuma günü adam boyu kar yağdı. O gün Vapur Tramway, Araba gibi şeyler çalışmıyordu. Çapadaki bizim eve o gün sütçü ekmekçi gibi adamlar bile gelemedi. Öğle yemeğinden sonra biz hala ekmekçiyi beklerken birdenbire kapı çalındı. Akif bey gelmişti ! bıyığının yarısı soğuktan donmuştu. Şaşırdım, nasıl geldiğini merak ettim ve sordum bana şöyle dedi “ insanlar pekala beşiktaştan çapaya yürüyerek de gelebilir” Bu adam boyu karda, soğukta tipide yürünülen mesafe beni şaşırttıktan sonra Akif bey de beni hayretime şaşırıyordu. “Gelememem için kar tipi adam boyu kar değil, vefat etmem lazımdı. Çünkü geleceğim diye söz vermiştim.” İnsanların birbirlerine verdiği sözün bu kadar korkunç olması o gün beni ürküttü. Ve Akif’e o günden sonra söz vermekten korktum. Onun gözünde verilen sözün şiddetli lodosa ve tipiye bile tahammülü yoktur. Yine Mithat Cemal’ın anlattığı aşağıdaki olay da, Akif’in verdiği söze ne kadar önem verdiğini gösteren bir başka örnektir. Veteriner Fakültesi’nden sınıf arkadaşı Hasan Efendiyle Akif, o kadar dost olmuş, o kadar birbirlerini sevmişler ki bir gün birbirlerine söz verirler ileride çoluk cocuk sahibi olurlarsa, ölenin çocuklarına kalan bakacaktı. Ve aradan yıllar geçti. Hasan efendi ve Akif evlenip çoluk çocuk sahibi oldular. Bu sırada Meşrutiyet ilan edilmişti. Mehmet Akif Ersoy da tarım bakanlığında genel müdür yardımcısı olmuştu. İşte tam o günlerde Akif’in genel müdürü görevinden haksız bir şekilde alınmıştı. Akif, bu haksızlığa tahammül edemedi ve genel müdür yardımcılığı görevinden istifa etti. Artık işsizdi. Para biriktirme adeti olmayan, elindeki ve avucundakilerini anında çevresindeki yoksul insanlara harcayan Akif, eşi ve çocukları ile büyük bir maddi sıkıntıya düştü. O kadar ki, o günlerde Akif’in evinde beraber kitap okumak için sık sık gelen ve öğle yemeklerini Akif’in evinde yiyen Mithat Cemal, bu maddi sıkıntıyı açıkça gördüğünden çeşitli mazeretler bularak akifin evine yemekten sonra gitmeye başlamıştı. Gerisini Mithat Cemal’den dinleyelim; “Bir Cuma günü, Akif’in evinde sekiz çocuk buldum. Teker teker çok sevimli olan çocuklar bir araya gelince evde sekiz kişilik bir kıyamet kopuyordu. Akif’in beş çocuğuna katılan bu üç çocuğun komşudan gelmiş ufak misafirler olabileceği düşüncesiyle bir dahakine karşılaşmam sandım. Fakat her Cuma sekiz çocukla sofrada aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna katlanıyordu. Bir Cuma Akif’e sordum: “kim bu yavrular?” Akif baştan cevap vermedi. Sonra da bir an duraksayarak, “onlar misafir çocukları değil, benim çocuklarım” dedi. Ben de sordum: 2-3 haftada üç çocuğun nasıl olur? Diye o da şöyle dedi: “Hasan Efendi öldü de, daha önce tarım bakanlığında beraber çalışırken birbirimize söz vermiştik, ileride evlenir çoluğumuz çocuğumuz olursa ölenin yerine hangimiz kalırsak onun çocuklarına bakacaz, işte bunlar da vefat eden Hasan Efendinin çocukları…. Fakat Akif bu çocuklardan daha güzeldi. Mektepte yıllar önce verdiği sözü unutmayan bir çocuk… Geride Utanılacak Herhangi Bir Şey Bırakmayan Adam Akif, herkesin özlem duyduğu ve çok iyi bildiği parayı bilmiyordu. Akif paraya muhtaç olduğu dönemlerde bile paranın özlemini çekmedi. Zenginliğe hiç önem vermedi. Mısır’da prens Abbas Halim Paşa’nın misafiri olarak yaşadığı yıllarda, yirmi binlira gibi o dönem için çok büyük bir miktar olan emekli ikramiyesini almaya gitmedi. Mısırda öylesine sıradan bir hayat sürdü ki Eşref beyin verdiği bilgiye göre Akif’in evinde eşya namına birkaç kanepe, iki demir ayak üzerine oturmuş birkaç tahtadan ibaret karyola vazifesi gören bir şey, bir hasır seccade, bir çift nalın (terlik) birde Hikmet beyin Afganistandan hediye olarak gönderdiği bir seccade. Bu seccade en kıymettar bir hediyeydi onun için. Evini taşırken hep gece taşırdı, Komşuları eşyalarını görmesin diye. O sadece Mısırda iken de böyle değil, Ankara’da Milletvekiliyken de böyle yaşardı. Yakın arkadaşı Hasan Basri o günleri şöyle anlatır: “hiç unutmam, Akif bir akşam bizi Ankara da evine çay içmeye çağırmıştı. Biz tam ona gitmek üzere iken o koşa koşa geldi ve, “akşam çayını sizde içeceğiz” dedi. Tabii ben buna memnun oldum. Fakat sebebini öğrenmek istedim. Sordum ve gülerek dedi ki, “bizim odanın kilimini bir fakire vermişler” Zaten Akifin evinde tek bir kilim vardı, ve o kilimi de fakirin birine veren kendisinden başka biri değildi. Koca Akif, ömrü boyunca dünya nimetlerinden uzak yaşadı. Ama hiçbir zaman cimrilik nedir bilmedi, cimri insanları da sevmezdi. Bir gün zengin ve aynı zamanda cimri bir hastaya, “Bir doktor çağırsanız, durumunuz kötü görünüyor” dedi. Hasta kişi ise ölüm döşeğinde bile cimriliğinden taviz vermiyordu, “Dünyanın binbir türlü hali var evlat, masraf yapmamak gerek” Akif o zavallı insanın haline acı acı güldü ve şöyle dedi “ İşte dünyanın binbir türlü hallerinden biri de senin hastalanıp yatağa düşmendir”. Bütün bu özellikleriyle Mehmet Akif Ersoy, sadece safahat şiirinin şairi değil, Çanakkaleyi destanlaştıran bir yazar değil, İstiklal Marşı’nın şairi değil aynı zamanda örnek bir karaktere ve Ahlaka sahip bir insandır. Onun bu örnek hayatının yeni nesillere anlatılması, sevdirilmesi büyük bir vazifedir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|