![]() |
#1 |
![]() İlâhî aşkın sembolü olan İbrahim -aleyhisselâm- mancınıkla ateşe atılacaktı. O esnada melekler imdada koştu. Başta Cebrâil -aleyhisselâm- olmak üzere hepsi de Hazret-i İbrahim’e:
“–Ne yapmamızı arzu edersin ey Halîlullah?” dediler. İbrahim -aleyhisselâm- ise, mütevekkil ve Rabb’inden râzı bir hâl içerisinde şu cevabı verdi: “–Dostla dostun arasına girmeyin!” İşte bu muhabbet ve mârifet kıvamıdır ki, kulu meleklerden üstün makamlara yükseltmektedir. Çünkü bu iki sır, yani muhabbet ve mârifet sayesinde insanoğlu, bütün çilelerin, sıkıntıların ve imtihanların üstesinden başarıyla gelebilmektedir. Zira muhabbet ve mârifet, en dayanılmaz acıları bile en tatlı bir bala dönüştüren iksir-i ilâhîdir. Onun içindir ki, bütün peygamberler, kendilerine toplumları tarafından yapılan eziyetlere son derece rızâ hâlinde sabretmişler ve böylece nice ulaşılmaz rütbelere vâsıl olmuşlardır. Bilhassa Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, insanların ve bütün peygamberlerin en çok çile çemberinden geçeni olmuş, fakat aynı zamanda en yüce makamlara, peygamberlerin imamı olmak makamına ve «Habîbullah» iltifatına mazhar olmuştur. Bütün bunlar, muhabbetteki yükseklik ve derinliğin tecellîleridir. Kimde bu muhabbetten bir nebze varsa, o da Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- istikametinde yüceliklere doğru kanat açar. Fakat kimin de muhabbeti yoksa ona da ballar bile zehir tesiri gösterir. Bu bakımdan; GÂFİLE ÖLÜM GÖRÜNEN, ÂŞIĞA VUSLATTIR Bütün hâdise ve hakikatlerin durumu, onları yaşayacak olan kimselerin durumlarına göre farklı farklı mahiyetlere sahiptir. Meselâ son nefes ânı, dıştan bakanlar için bir ölüm tecellîsi, ancak ârif ve âşık kimseler için ise bir vuslat ânıdır. Nitekim Hazret-i Mevlânâ o ânı bir şeb-i arus, yani düğün gecesi olarak değerlendirir ve geride kalanlara vuslat neşesi içinde şu vasiyette bulunur: “Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme!” “Sakın ola ki öldüğüm için bana ağlama! «Yazık oldu, yazık oldu!» deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır!” “(Fakat ben rûhumla büyük bir coşku içerisinde vuslata doğru kanat açtığımda sakın ola ki) cenazemi görüp de; «Ayrılık, ayrılık!» deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, (Rabbimle) «buluşma» yani vuslat vaktimdir!” “Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; «Veda, veda!» deme! Çünkü mezar, öteki âlemin, cennetler mekânının perdesidir!” “Batmayı, gözden kaybolmayı gördün ya, bir de doğmayı gör! Düşün ki, güneşle ay batıp gözden kayboldukları zaman onların nûruna bir ziyan gelir mi?” “Bu hâl, sana; batmak, kaybolmak gibi görünse de, aslında doğmaktır, yeniden hayata kavuşmaktır! (Hem de ebedî bir hayata ![]() “(Dıştan bakınca toprağın kara bağrında bir çukurdan ibaret olan şu) mezar, insana hapishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında rûhun (dünyanın iptilâ ve musibetlerinden) kurtulduğu (ve huzur bulduğu) yerdir!” “Hangi tohum toprağa atıldı, ekildi de tekrar bitmedi; vakti gelince topraktan filizlenmedi? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?” “Hangi kova suya sarkıtıldı da dolu çıkmadı? Can Yusuf’u neden kuyudan ziyan görsün, niçin feryât etsin?” “Bu dünyaya ağzını yumunca, öte tarafa aç! Artık senin hayhuyun ve uğraşmaların mekânsızlık âlemindedir!” Hazret-i Mevlânâ, bir ömür bu ruh hâli içinde yaşamış ve gerçek hayatın âhiret hayatı olduğu düstûru ile vuslat iklimine kanat açmıştır. Bu tecellîyi de şöyle ifade etmiştir: “Ben ölü idim, dirildim; ağlamaktaydım, güldüm. Aşkın devleti geldi, ebedî devlet buldum ![]() İşte ilâhî aşk yolunda erilmesi gereken en yüce hâl. Aşk ile dirilmek hâli. Kulluktaki bütün maksat, Allâh’a bu hâl içerisinde secde ederek yaklaşabilmek. Bu durumda; EN BÜYÜK İMTİHANIMIZ Dünyada en büyük imtihanımız, muhabbet ve mârifet imtihanıdır. Bu iki imtihanı en güzel şekilde kazananlar; bütün imtihanların, çilelerin, ıstırapların, belâ ve musibetlerin üstesinden kolaylıkla gelirler. Dünyaları da âhiretleri de vuslat cennetine döner. Her zaman Hak’la beraberliğin feyzi ve bereketi ile yaşarlar. Velhâsıl; TOHUM TOPRAKTA İNKİŞAF EDER Bütün kitâbî ve zâhirî bilgiler, hakikatte tohumlara benzer. Tohumlar, toprağa ekilmeyip sadece ambarda kaldığında yıllar geçse de onlar yine tohumdan ibaret kalırlar. Üstelik bazen de haşerâta yem olurlar. Bunun gibi, kitâbî ve zâhirî bilgiler de yalnızca satırlarda veya raflarda kaldığında durum aynıdır. Buna mukabil toprağın bağrına ekilen tohumlar ise, vasıflarına göre inkişâf eder, fidan olup serpilir. Hattâ bazıları devâsâ çınarlar hâline gelir. Tıpkı bu şekilde gönül toprağına ekilen ilim, irfan ve ilâhî aşk tohumları da, kalpleri birer mâneviyat bahçesi hâline getirir ki, onların gerçek meyveleri, yani kemâl tecellîleri ömrün her mevsiminde tezahür eder. Yâ Rabbî, cümlemize muhabbet ve mârifet vadisinde bu tecellîler ile yaşamayı nasip eyle! Bütün acıları lezzete, bütün elemleri safâya ve bütün seyyiâtımızı hasenâta tebdil edecek, hasretimizi yakınlığa ve fânîliğimizi ebedî vuslata dönüştürecek gerçek muhabbetler ve mârifetler ile ömrümüzü müzeyyen eyle. Bizleri ancak aşk-ı Muhammedî ile huzuruna erdir! Sev, sevdir, sevindir Allâh’ım! ![]() Âmîn! ![]() Alıntıdır..
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|