05-10-2009, 10:01 | #1 |
KAVGAMIZ KALEM OLUNCA
KAVGAMIZ KALEM OLUNCA
ALPEREN GÜRBÜZER Sanki hayatın kanunu kavga üzerine kurulu. Kabil’in Habil’i katletmesiyle başlayan kavga kıyamete kadar hiç tükenmeyecek gibi. Çünkü Kabil nizamsızlığın kutbudur, Habil ise nizamın. Nizam ve kalem anarşinin tersidir. Onun için nizamla oynanmaz. Oynanırsa devlet ile toplum arasında anarşi meydana geleceği muhakkak. O halde bizim kavgamız kalem ve kuvvetimiz nizamı âlem olmalı. Calvin; ‘Tek meşru din uğruna yapılan savaştır’ diyor ve ekliyor; ‘Karşılık beklemeyeceksin, yaptıklarına üzülmeyecek sevinmeyeceksin, vazife en büyük ibadet’ İslamiyet din uğrunda verilen mücadeleye cihad adını verir. Cihat’tan maksat sırf kılıç anlamı çıkarmamalı, ilimde cihattır. Hele hele nefisle mücadele en büyük kavga olarak (cihad) olarak nitelenir. Bütün değişiklikleri yapan kılıç değil, bilakis ilim, tefekkür ve kafadır. Kalem olmayınca medeniyette olmuyor zaten. Yeni kavgalar barışçı olamadılar. İdeolojiler insanlığa huzur yerine kan ve revan getirdi hep. Onların kavgasının yemişi iskelettir. Bizim gıdamız ise nizamı âlemdir. Avrupalıların hak dediği kuvvettir, kuvveti ise zulüm ve vahşettir. Şiddet, öç, nefret ve kin yıkar ama, asla bir medeniyet inşa edemez. Biz yıkmak için değil yapmak için varız. Kalemle sevgiyle fethedilemeyecek hiçbir kale yoktur çünkü. Tüm mesele kalemimizi ve sevgi ruhumuzu kaybetmiş olmamızdır. Yeniden kaleme ve sevgiye kavuştuğumuzda; çoğu zifiri karanlık gecelerin pembe şafaklarla doğacağı günler yakın olacak elbet, bu konuda ümit varız. Kavgamız kalem olunca dirilişimiz de anbean vücut bulacak demektir. Yeter ki niyet halis akıbet hayır ola. Demek ki; kalemle verilen kavgalar toplumca kabul görür her daim. Kuru kavgalar hep geçicidir. Çünkü kuru kavgaların kazandığı başarıyı bir başka kavga bertaraf edebiliyor. Fakat sözle, yazıyla verilen mücadeleler ebediyete taşınır. Yani geçici olmaz, kalıcıdır. Hele hele beyinle kol bir araya gelince aksiyon doğar ki, artık bu aksiyonun önünde hiçbir engel duramaz. Beyinle kolun bir araya gelmesi nadir vakalardan sayılır, hem de biranda gerçekleşmesi de zordur. Ah bir gerçekleşse toplumun sıhhate kavuşması an meselesi demektir ki, bu durum medeniyet demektir, aynı zamanda yeniden diriliş muştusudur bu. Aksiyon (beyinle kolun bir arada olması) bir güçtür. Bu güce sahip olamayan devlet kolay kolayda medeniyet olamıyor. Tarihte görülen kan ırk kavgaları bir değer ifade etmediğini cümle âlem bilmekte. İnsanlara şahsiyet kazandıran ne madde, ne de kandır. Yine hakeza, kitlelere yücelik veren ne biyolojik yapı ne de paradır. O halde tek değer insanlaşmaktır. İnsanlaşmak biyolojik kavgaların esaretinden kurtulmak demektir. İmam-ı Azam hem Emeviler hem de Abbasiler zamanındaki halifelerin kadılık teklifini reddetmiş. Sebebi ise onların zulümlerine alet olmak endişesiydi. Maalesef İmamı Azam, Halife Mansur zamanında hapishanede şehit edildi. Oysa O uğradığı zulme rağmen kavgasını isyana dönüştürmemişti. Üstelik Müslüman kanı dökülmesine de meydan vermemişti. Kavgasını kalemiyle ispatladı, nitekim en büyük hukuk âlimi özelliği ile çağımızı da ışıklandırmaya devam ediyor. Onun içtihatlarıyla Müslümanlar meselelerini çözmeye çalışıyor hala. Bugün Halife Mansur’un adı konuşulmuyor, ama konuşulan Ebu Hanife’dir. Onun kalem kavgası hem tarihe hem bugüne hem de yarınlara mal olacaktır. Zulüm işkence hiçbir devirde payidar olamadı, olamayacakta. Resulüllah(s.a.v); Cihadın en faziletlisi zalim sultana karşı hak kelamı söylemektir. (Nevevi, Müslim Şerki-Kitab İmaret) diyor. İmamı Azam bu hadisi şerifin mana ve ruhunu bizatihi nefsinde yaşayan bu uğurda şehit olan fıkıh üstadımızdı. İmam Hanbelî’de Halifeye itaat etmemiş, Halife Mu’tasım Billâh, İmam Hanbelî’den Kur’an’ın mahlûk olduğuna dair inanmasına ve fetvaya zorlamış. Tabiî ki o büyük bir âlim kabul eder mi, kabul etmeyince olanlar oldu kendisiyle birlikte yedi yüz âlimde şehit edilmiştir. Hâsılı O da kavgasını isyan üzerine kurmadı, aksine kalemi ve etkileyici sözüyle itaat etmemekle bedel ödediler. Ehlisünnet âlimlerinde görülen ölçü; hak ve hakikat dışı olan her şeye itaat etmemektir. İsyankârlık onların hayatlarında görülmediği gibi kabulde görmez. Bütün işkencelere karşı sabırla katlanmak düsturu esastır. Bu arada unutmamamız gereken İtaat ile isyanın ayrı şeyler olduğu gerçeği, yani ikisini birbirine karıştırmamalı. İslam, sultana itaati emretmekle beraber, bu itaati mutlak da kılmamıştır. Resulüllah (s.a.v); Allaha isyan olan şeyde kula itaat edilmez. İtaat ancak maruftadır buyuruyor. Fetava-i Hindiye kitabının yaprakların çevirdikçe Emri Bi’l Ma’ruf ve nehyanül Münkeri: “—Ümera el ile —Ulema dil veya kalemi ile —Avam-ı Nas kalbi ile yapar’’ tarzında yorumlanmaktadır. Peygamberimiz(s.a.v)’in; ‘Bir yerde kötülük gördüğünüz zaman elinizle, elinizle gücünüz yetmiyorsa kalbinizle buğz ediniz ki, bu imanın en zayıf derecesidir’ hadisi şerifleri sanıldığının aksine bu yetkinin uluorta herkese verilmediğinin gerçeğini Fetava-i Hindiye eseri sayesinde öğrenmiş oluyoruz böylece. Kuvvet kanundadır. Kanunu tatbikte devletin görevidir. Kişiye adam öldürme yetkisi verilmemiştir, devletin sadece idam cezaların uygulamada yetkisi vardır. Fertlerin bu işe kalkışmaları anarşi doğurur. Bir âlimin görevini cahilin yapmaya kalkışması da fikri anarşiye yol açar çünkü. Görüldüğü gibi İmamı Azam, İmam Hanbelî gibi nice âlimlerin kavgası isyan üzerine değil, sadece Allah isyan durumunda itaate etmemek kavgasıdır. Onlar İtaati Emri’bil Marufta bulmuşlar ve hayatlarında uygulamışlarda. İsteselerdi bir işaretle kitleleri isyana sürükleyebilirlerdi, ama o büyük zatlar buna tevessül etmedikleri gibi zulme uğrama pahasına da olsa kendilerine uygulanan tüm işkencelere karşı sabırla karşılık verdiler. Canları can kafesinde emanet bilip isyana girişmediler. İşte hakiki iman kavgası budur. Bediüzzzaman’da bütün haksızlıklara karşı mahkemelerde hukuk kuralları çerçevesinde savunmasını yapmış, hiçbir talebesini isyana teşvik etmemiştir. Yirmi sekiz sene hapis hayatı yaşamış, sürgün ve çilelere muhatap kalmış, buna rağmen isyan etmemiştir. Bu yüzden kanuni yollardan kalemi ile mücadelesini veren Said Nursi’den insanlığın nice alacağı dersler olsa gerektir. Kocaman yüreğindeki ışıkla bizim ondan daha çok öğreneceklerimiz var. Sözün ve kalemin gücünü daha yeni fark ediyoruz onun sayesinde. Öyle ki, O inancını savurmuş doğurgan toprağa, rüzgârlar da bereketli toprağa eşlik ederek Risale-i Nur hakikatlerini ötelere taşımış. O kutbul aktab kabul ettiği Abdülkadir Geylani ve İmam-ı Rabbani Hz.lerinin ruhaniyetlerinden aldığı feyizle karanlığı ışığa çevirmeyi başaran zattır. Nice beşeri tabular ve putlar hep kalem ve sözle yıkılmıştır usul usul. Risale-i Nur billurları ile buluşan bir kısım insanlar ümit tazelemiş böylece. Demek ki üstadın yüreği yürekmiş, en büyük şansı da kendisinden önceki nice ehlisünnet âlimlerin himmet ve bereketlerinin üzerinde tesir yapmasıdır. Onu için kalemin esprisini iyi anlamamız gerekiyor. İşte, kalemin gücünü gördükten sonra başımızı kuma gömüp, o kadarda karamsar olmaya da gerek yok, zira ümitsizlik en büyük felaket. O halde Said Nursi Hz.leri gibi aydınlık fenerleri olduğu sürece ümit var olacağız. Bediüzzaman, kendi çağında bütün kötülüklere karşı mücadele veren büyük bir deha örneği. Dünyada dikensiz gül bahçesinin olamayacağını hayatıyla ispatlayan ve kendi coğrafyamızdan fışkıran yeni nesle örnek bir remz. Hayatı boyunca hep deccallara (kalemsizlere) karşı çıkarak gözünü kırpmadan meydan okuyan bir volkandır. O önce susmuş, ama sabrını zaman zaman zorlayanlar olmuş, bu durumda ister istemez bir volkan gibi patlayarak ihanetleri bala çevirmiş. Kalemiyle bütün kaleleri yıkmış ve bu yüzden adı tarihe geçmiştir. Kelimenin tam anlamıyla kalem (Risale-i Nur ), Said Nursi Hz.lerinin elinde çağımızı aydınlatan üniversiteye dönüşmüş. O aynı zamanda ateş olmuş yüreği ile geleceğe yol göstermeye devam ediyor, edecekte. Çünkü O gönüllerde hala taptaze, geleceğe miras bıraktığı Risale-i nur ışığı sönmeyecek gibi. Risale-i Nur ışıksız kalan hayatın güneşidir bu yüzden. Bediüzzaman’ın verdiği kavga ile diğerlerinin kavgası arasındaki fark da iman hakikatleri uğruna yapılan mücadeledir. O iman hakikatlerini diliyle, kalemiyle hayata geçirdi. Başkaları için ses veya tılsım olan kelimeler, Said Nursi’nin dilinde ve kaleminde silahtır adeta. Bu bildiğimiz ateşli silahlar değil, iman ve gönlün ifadesi olan bir yürek silahıdır. Haşir risalesini okuyan bir gayri Müslim hemen telaşa kapılır ve heyecanla etrafına: —Derhal şu ahiret risalesini yok edin, der. Az daha okusam ahiret sokaklarında dolaşır olacağım dercesine üstadın kaleminin etkili olduğunu teyit etmiştir. Hâsılı Din mazlumları diye andığımız nice âlimlerimiz zulme uğradılar. Hatta bir kısmı da canından olmasına rağmen bugün anlıyoruz ki kazanan zulüm kavgası değil, kalem kavgasıdır. Onlara zulmü reva görenlerin ismi dahi zikredilmezken kalem mazlumları her devirde yaşıyor, yaşamaya devam edecekte. Peygamberimizin Âlimlerin mürekkebi şehit kanlarından üstündür dediği hakiki kalem erbabına ne mutlu. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|