06-07-2009, 18:26 | #1 |
MOSTAR KÖPRÜSÜ VE TASAVVUF
MOSTAR KÖPRÜSÜ VE TASAVVUF
ALPERENGÜRBÜZER Mostar ismini andığımızda hep heyecanlanırız. Özellikle doğudan batıya doğru yayılan ışığı hatırlatan köprüsü ile ruhumuzu ötelere taşır. İlk ışık Mekkede doğup önce Allah Resulünün elinde Medine’ye ve derken Hülafa-i Raşidinle ötelere taşındı. Avrupa’nın ötesinde tüm haşmetiyle karşımızda duran Mostar Köprüsü’nün ilk projesinin izlerini Mimar Sinan’ın talebelerinden Mimar Hayreddin’in 8–10 yaşlarında yaşadığı hatıradan anlamak mümkün. Zira bir gün çocuk yaştaki arkadaşlarıyla birlikte nehrin karşı tarafa yüzerek geçmek isterlerken, bir anda arkadaşının biri akıntıya kapılıp aşağılara kadar sürüklendiğini görünce kendi kendine; “Ben büyüyünce buraya köprü inşa edeceğim’’ diyeand içiyor. İşte diline düşen bu sözlerden kendine hedef belirlediğini görüyoruz… Nihayet bu hedef doğrultusunda İstanbul’a gelir ve uzun bir eğitim sonrasında Mimar olur. Böylece küçük yaşta hayal ettiği Mostar Köprüsü hayal olmaktan çıkarıp, gerçeğe dönüştürerek sözünü yerine getirmeyi başarır da. Osmanlı yaptığı her eserde bir, iki, üç ve beş gibi anlam içeren kilit taşları kullanmış. Mostar Köprüsünde de bir kilit taşı yerleştirilmiş. Burada ki bir kilit taşı tevhidi simgelemektedir. Avrupa tevhidi simgeleyen bu kilit karşısında durdukça gözünü Mostar köprüsüne dikmiş, böylece o gün bugündür bu kilit taşını hedef alırcasına köprüyü yıkmayı hedef edinmişler. Nitekim de 9 Kasım 1993’te Hırvat topçusunun ateşiyle tarihi Mostar Köprüsü yıkılmıştır. Mostarı bu anlamda topa tutarak amaçlarına ulaşacaklarını sanmışlardı. Oysa biz tarihte zulüm yapmadığımız gibi her ırktan, her dinden ve her çeşit insana adil davranmış ve geniş özgürlükler tanımıştık. Bugün bile Foynica şehrindeki Fransiskon Kilisesi’nin duvarında 526 yıldır asılı duran, 1478 tarihli Fatih Sultan Mehmed Han’ın ; “ Ben Fatih Sultan Mehmet Han, bütün dünyaya ilan ediyorum ki; Bosnalı rahipler ve kiliseleri ve her din ve her milletten herkes himayem altındadır… Emrediyorum ki hiç kimse (bende dahil) bu insanların özgürlüklerini sınırlamayacak ve onlara zarar vermeyecektir..’’ yazılı fermanı adil davranışımızın en iyi göstergesidir. Osmanlı’dan önce 13. yüzyılın ortalarında Moğol kasırgasından hicret ederek Balkanlara ilk gelen gönül ereni Sarı Saltuk’tur. Sarı Saltuk’un attığı ilk nüve ile ardından diğer gönül Sultanlarının gelmesine de vesile olur, derken Anadolu kültürü buralara taşınır.. Bektaşi dervişi olan Sarı Saltuk’un Balkanların çeşitli yerlerinde tıpkı bizim Yunus gibi Saltuk türbeleri vardır. Nakşîlerde üç dalga halinde buralara gelerek toplumsal aydınlanma görevi yapmışlar; ilk öncü olarak Ubeydullah Ahrar (k.s) ve Abdullah İlahi Hz.leriYunanistan’da, ikinci dalga olarak Şeyh Lutfullah Üsküpte, üçüncü dalga olarak da Şemsi Dede ve Ayni Dede Fatih’in ordusuyla birlikte Bosna’ya gelip irşat etmişler Balkanları. Aslında bir asıra yakın zaman diliminde Nakşîler Halveti tarikat-ı aliyyenin gölgesinde kalmışlar, daha sonraları yani XVIII. yüzyılın sonlarına doğru doruk noktaya ulaşmışlardır. Hüseyin Baba Zukiç Foynitsa’da temel dini eğitimini aldıktan sonra Hocasının işaretiyle sırasıyla; Konya, Semerkand ve Buhara’ya gelerek tasavvufu öğrenmiş, daha sonra da Bosna’ya dönerek Vukelyiçi’de Nakşibendî Tekkesini açmıştır. Böylece Bosna’nın Hüseyin Babası olmuştur. XVII. yüzyılın başlarında Mevlevi ve Kadiri Tarikatı mensupları Balkanlara gelir, onlarda zaman içerisinde güçlenerek tekkeler kurmuşlardır. Hatta Hacı Bayram Veli’nin sofileride gelmişler ve tekke kurup toplumsal aydınlanmaya hizmet etmişler. Nitekim Rufailer de öyle, onlar da iki koldan dal budak salarak Bedevi ve Şazeli tarikatı olarak özellikle Saraybosna’da yerini almışlardır, fakat zamanla nispetleri yok olmuştur. Ne zaman ki Osmanlı Balkanlardan elini ayağını çekince Tarikatlerde etkisini yitirerek güç kaybına uğradılar. Hele hele Yugoslavya’da kominizmin nüksetmesiyle tekkeler resmi olarak kapılarına kilit vuruldu. Ancak 1970 yılında yeniden nefes alabilmişler ve 1974 yılında da tarikatlar bir araya gelerek Tarikatlar Birliği adında entegresyona giderek yeniden toplumsal aydınlanmaya yönelik faaliyetler içerisine geçebilmişlerdir. Böylece 1980 yılına kadar tasavvuf Bosna kültüründeki yeri tekrar önem kazanır. Sırpların 1991–1995 yılları arasında bütün dünyanın gözü önünde giriştikleri katliamda Tasavvuf Erbablarının direnişi ve mücadelesi tarihte yerini alacak türdendir. O’nlar Bosna-Hersek savaşında canları pahasına kahramanca savundular, yılmadılar usanmadılar ve ellerinden gelen her nevarsa ortaya koydular. Dün tasavvufun gönül erleri Balkanları nasıl aydınlattılarsa, bugünde Avrupanın ortasında Müslüman ülke olan Bosna Hersek aynı ruhla hale dipdiri ve tertemiz olarak güneş gibi duruyor. O ışık orda durduğu sürece belliki boş durmayacaklar. İnanmışlar bir kere Allah nurunu tamamlayacak diye. Balkanlardanda öteye taşacak bu nur elbet. Bu nuru ne kadar engellemeye kalkışsalar da güneş balçıkla sıvanmaz. Bu böyle biline. Vesselam.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|