Derginin 3. sayısının dosya konusu: `Demokrasi, Cumhuriyet ve Otokrasi
2009 yılının Ocak ayında Ümit Aktaş yönetiminde yayın hayatına başlayan ve 3 aylık periyotlarla çıkan Özgün Düşünce dergisi 3. sayısında ‘Demokrasi, Cumhuriyet ve Otokrasi’ konularını masaya yatırdı.
İlk sayısında ‘İslamcılık’ konusunu işleyen ve ses getiren Özgün Düşünce, 2. sayısında ‘Sol, Sosyalizm; İslami Sol’ konusunu işlemişti.
Çıra Yayınları bünyesinde çıkan ve yaptığı dosya konularıyla alanında bir boşluğu dolduran Özgün Düşünce Dergisi yeni sayısındaki yazılarla yine ses getirecek.
Okurların ilgiyle izledikleri ve zengin bir içeriğe sahip olan dergi 207 sayfadan oluşmakta.
Derginin İçindekiler:
Ümit AKTAŞ: Bir Toplumsallık Kurgusu Olarak Siyaset
Ali BULAÇ: Sevgi ve Aşk Üzerine!
Abdurrahman ARSLAN: İSLAMCILIK: Tercihi Olmayan Bir İmtihan Hasılası -2
Cihan AKTAŞ: İran’da Yeni Siyasal Gruplaşmalar
Abdulaziz TANTİK: Sekülerizm, Demokrasi ve İslam
Ömer ÇAHA: Demokrasinin On Erdemi
Yusuf Yavuz YILMAZ: Abdulvahap el-Efendi’nin İslam ve Devlet Üzerine Görüşleri
Muhammed ÖRTLEK: Osmanlı Devletinin Hayaleti: Neo–Osmanlılık
Asım ÖZ: Mütefekkir Sanatkârın İslami Düşünce Temrinleri
Adil YURTKURAN: Endonezya İslam’ına Kısa Bir Bakış
Özgün Düşünce Genel Yayın Yönetmeni Ümit Aktaş’ın Sunuş yazısı:
Son yüz yıl içerisinde siyaset, toplumsalın bir kendisini ifade ve temsil etme tarzı ya da yöntemi olmaktan ziyade, salt bir yönetim usûlü ya da biçimi arayışı ve tartışması olarak, neredeyse bütün gündemimizi işgal etmekte. Toplumun çöküşü kadar, kurtuluşu da, siyasete yüklenilen bu biçimsel öneme atfedilmekte. Toplumsalın nasıl dahil edileceğinin kestirilemediği, ve hatta bu dahlin pek de umursanmadığı bir kararcılık, sanki tüm edimsel meşruiyet kadar, toplumsalın kaderinin de yegane belirleyicisi imiş gibi, otokrat zihniyeti beslemekte ve desteklemekte. Toplumsalın bir kendisini ifade etme yöntemi ve temsil kabiliyeti olması gereken demokrasi bile, cumhuriyetçi otokratlığın bir yönetme tekniği olarak anlaşılmakta. Biçimle öz arasındaki bu mutabakatsızlık, siyaseti de minvalinden çıkararak, tüm kurtuluş umutlarının kendisine bağlandığı bir esasa dönüştürmekte; dolayısıyla sair alanlar üzerindeki ilgi ve gelişmeleri de kısırlaştırmakta. Nitekim ülkemizin son yıllarda içerisinde bulunduğu asker-sivil, laik-dindar, irtica-çağdaşlık, örtülü-açık ekseninde yoğunlaşan tartışmalar, bu temel sorunun birer belirtisidirler. Bu, aynı zamanda, bir tür söylemsel tıkanmışlığı da ele vermekte.
Bu tıkanmanın temel nedeni ise, her şeyden önce Cumhuriyetçilerin tartışılmasını imkansızlaştırdıkları bazı kırmızı çizgiler, dokunulmazlıklar ve tabuların, entelektüel dünyamıza vurduğu prangalardır. Belki de bu yüzden, temelinde otokrat olan bir yönetim biçimi, ülkemizde, rahatlıkla bir cumhuriyet ve hatta demokrasi olarak takdim edilebilmektedir. Ve yine bu yüzden, neredeyse yüz yılı aşkın bir süredir sürdürülen bu “demokrasi, cumhuriyet, otokrasi” tartışmalarına ve biçimsel bazı değişimlere rağmen, gerçekte bir arpa boyu yol alınmış değildir. Beri yandan siyasal aktörler ve sosyopolitik tarafların da bu konuda kafaları oldukça karışıktır. Kimin nerede, niçin ve hangi amaçla durduğunu kestirmek ve anlamlandırmak, çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu konuda da başat belirleyiciler, ne yazık ki, kurumsallaşmış gelenekler ve toplumsal deneyimlerden ziyade, konjonktürel etkenlerdir. Bu ise siyasetin özgül koşullarının kendi toplumsal özgünlüğümüze dayanılarak üretilmemesinden kaynaklanan bir nahiflik ve kırılganlığı da ele vermekte. Toplumsal özgüllükler bastırılmaya çalışılırken, bir üst yapı kurumu olarak siyasete dahil edilmeye çalışılan kavramlar ve aktörlerle toplumsallık arasındaki uyuşmazlıklar, sosyopolitik sorunları daha da bir derinleştirmektedir.
Elbet bu konuda ülkemiz yegane örnek değildir. Genel olarak İslam dünyasında, gerek bu konuda, gerekse neredeyse tüm diğer alanlarda da benzer bir tıkanmışlık göze çarpmaktadır. Bu, kuşkusuz ki, İslam dünyasının yeterli araçlardan yoksun olmasıyla değil, bu araçları kullanma konusunda içerisine düşmüş olduğu bunalımla alâkalı bir sorundur. Nitekim benzer tartışmalar tüm İslam dünyasında da sürdürülmekte; ama ne yazık ki bu temel bunalım koşulları aşılamadığı için, bu tartışmalar çoğu yerde terörize edilerek minvalinden çıkarılmaktadır. O zaman ise haksız bir biçimde İslam ile terör arasında bir koşutluk ilişkisi kurulmaya çalışılmaktadır. Oysa ki İslam dünyasını bu terör koşullarına sürükleyen, şimdi İslam dünyasını terörizmle suçlayan emperyalist “batılı” güçlerdir. Ancak, bu yine de bizim kendi nefsimizi aklamamız için bir gerekçe olamaz. Çünkü sonuçta terörize olmamak, sorunlarını aklı başında bir biçimde çözebilmek de, kendi ergenlik ve sorumluluğumuzla alâkalı bir husustur.
Bu nedenle biz de, Özgün Düşünce Dergisi olarak, bu sayımızda, bu temel tartışma konusuna eğilerek, “demokrasi, cumhuriyet, otokrasi” meselelerini irdelemek istedik. Bu tartışmaya Ömer Çaha, “Demokrasinin On Erdemi” başlıklı, kendi deyimiyle “provakatif” bir yazı ile katılmakta. Tabii bunun yanında, bir yandan da, önceki kapak konularımıza ilişkin tartışmaları sürdürmekteyiz. Abdurrahman Arslan, ilk sayıda başlatmış olduğu İslamcılık-modernizm konulu tartışma ve analizlerini bu sayıda da sürdürmekte. Ali Bulaç ise, ikinci sayımızda “birey” üzerine başlattığı tartışmasını, bu sayıda da aşk ve sevgi minvalinde hem sürdürmekte, hem de derinleştirmekte. Cihan Aktaş ise, komşumuz İran’da, belki bizimkiyle biçimsel olarak asimetrik olsa da, özünde aynı olan ve seçimler münasebetiyle alevlenen yönetim tartışmalarını irdelemekte.
Bir sonraki sayımızın kapak konusu ise “ulusalcılık, faşizm, etnisite, kemalizm”. Bu konularla ilgili katkılarınızı beklerken, bir sonraki sayıda buluşmak üzere, selam (barış ve esenlik) üzerinize olsun...