12-11-2009, 20:07 | #1 |
Şamil Tayyar "Reşadiye’de pusuyu gerçekte kim kurdu? "
Başbakan Erdoğan’ın ABD ve Meksika gezisi, Reşadiye baskınından Washington’daki lobi kuşatmasına kadar yaşanan olaylar zincirine daha küresel bir perspektiften bakma ihtiyacını ortaya koydu. Mevlana’nın özdeyişinden hareketle diplomaside “pergel” paradigmasına sarılan Türkiye, bölgesel güç olmanın yanı sıra küresel aktör olarak etkinliğini artırıp uluslararası ilişkilerdeki yerleşik değerleri sarsmaya başlayınca, iç düşmanlarına dışarıda da yenilerini ekledi. Ortak paydada buluştular Siyasi iktidarı etkisizleştirme veya devirmeye yönelik girişimlerin bundan sonra daha da yoğunlaşacağını söylemek, kehanet değildir. Reşadiye gibi provokasyonlara ucu açık bir yolda yürüdüğümüzü herkes bilmelidir. Ergenekon’un hem içeride hem ABD, İngiltere, Almanya ve İsrail başta olmak üzere dışarıda faal olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul’da yaşayan İngiliz gazetecinin siparişle Ergenekon davası üzerine fantastik bir rapor hazırlaması, “uzman” olarak pazarlanıp ABD ve Avrupa ülkelerinde görücüye çıkarılması, tesadüfi değildir. İngiliz gazetecinin Doğan Grubu’na ait gazetelerde boy boy röportajlarının yayınlanması ve kimi yazarların methiyeler dizmesi ise bu bağlamda değerlendirilmelidir. Vergi cezası nedeniyle hükümete karşı harekete geçen Doğan Grubu, hükümeti baskı altına alacak her türlü girişime destek veren bir görüntü sergiliyor. İç muhalefete ek olarak ABD Kongresi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Yayıncılar Birliği’nin hükümetin üzerine salınması girişimleri, yabana atılmamalıdır. Türkiye’nin birçok konuda olduğu gibi son dönemde özellikle İran ve Afganistan politikasına tepkili olan ABD Neo-Conları ile İsrail ve Amerika’daki lobi uzantıları, Türkiye’yi kuşatmaya çalışıyor. Rus derin devleti, Türkiye’nin yeni rolünden çok rahatsız. Ayrıca, bazı Ergenekon sanıklarıyla gönül bağının varlığı ve Avrasya politikasının zayıflamasına tepkili olduğu biliniyor. İran, Türkiye’nin uluslararası arenada verdiği destekten hoşnut kalsa da artan ağırlığını kabullenmek istemiyor. Türkiye’nin bunca desteğine rağmen arabuluculuk girişimlerinin İstanbul’da yürütülmesi projesine karşı çıkıp toplantıyı Cenevre’ye taşıması, dikkat çekicidir. Sadece İran mı? Hindistan ve Çin başta olmak üzere dünyanın bir yerinde Türkiye, çok yakından takip ediliyor. Meksiko City’deki akademi toplantısında Erdoğan’ı izlemeye gelenler arasında çok sayıda büyükelçi vardı. Türkiye’nin ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorlardı. Bölge sınırlarını aşıp önce Afrika, ardından Latin Amerika açılımı yapan Türkiye’nin Brezilya, Arjantin ve Meksika’da etkinliğini arttırması, Kolombiya, Paraguay ve Urugay’da elçilik açma girişimi, bu ilişkiler ağına zamanla diğer Latin ülkeleri katma düşüncesi, dünyada şaşkınlık yaratıyor. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine büyük sürpriz yaparak 153 oyla seçilen Türkiye’nin pergel politikası, yani bir ayağı sabit diğer ayağı dünyanın her yerini çerçeveleyen diplomasisi, “Türkiye ne yapmaya çalışıyor?” sorusunu gündeme getiriyor. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile konuştum. “Eğer böyle davranmazsanız yeni dünyada yeriniz olmaz” dedi. Global Ergenekon işbaşında Hal böyle olunca elbette sizi kendi halinize bırakmazlar. Şu anda Türkiye, Global Ergenekon’la karşı karşıyadır. Başbakanın Washington’a indiği sabah Reşadiye’de askerlerimize pusu kurulması, basit bir eylem değildir. Doğrudur, yine demokratik projelerin tartışıldığı dönemde, Bingöl’de 1993 yılında yeni terhis olmuş 33 gencin katledilmesi gibi gizemli bir eylemdir. Reşadiye baskını, Global Ergenekon’un taşeron (şimdilik PKK) aracılığıyla gerçekleştirdiği bir eylem gibi gözüküyor. PKK’nın bu saldırıyı üstlenmesi Global Ergenekon gerçeğini değiştirmez. Burada önemli olan, tetikçilerin arkasındaki iradedir. Çünkü, ABD Başkanı Obama ile 5 Kasım mutabakatının güncellenmesi amacıyla yola çıkıldığı gün, demokratik açılımın tartışıldığı bir süreçte, böyle bir eylemin, daha derin bir yüzü vardır. Sakın ola, sahnede görünen oyuncuların replikleri sizleri şaşırtmasın. Asıl dikkat kesilmeniz gereken, senaryo ve yazarıdır. Mesela; demokratik açılımın tartışıldığı ilk günlerde “Şahsım önemli değil, yeter ki demokrasiyi başaralım” diyen Abdullah Öcalan’ın son dönemde süreci kendi ekseninde projelendirmek istemesi, sadece kişisel beklentilerle açıklanabilir mi? Yakalandığı günden bu yana yaklaşık 11 yıldır kaldığı İmralı’da devletimizin derin yüzüyle tanışan ve teması eksik olmayan Öcalan’ın açılıma ilişkin konsept değişikliğinin bir sırrı olması gerekir. Yeni oyunun parçası mı, düşünmeliyiz. AK Parti iktidarının açılım sürecinde geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini ve oy kaybetmeye başladığını düşünenler, Öcalan üzerinden hamle mi yapıyor, bakmalıyız. Oyunun bir başka parçası, farklı saiklerle de olsa iktidara karşı kutsal ittifak kuranların askeri kendi saflarına çekme senaryosudur. Bu senaryoya ordu içinden ciddi katkı sağlayanların varlığını, son tartışmalarda yakın izledik. Bilek güreşi Gelinen noktada durumu şöyle özetlemek mümkün: Hükümetle bilek güreşine tutuşan ve demokratik açılımı yumuşak karnı gibi gören Global Ergenekon, içerideki dostlarıyla birlikte bu süreci silaha dönüştürmek istiyor. 7 yıldır süreci iyi yöneten, ancak son günlerde yalpalamaya başlayan AK Parti iktidarı, kendini toparlarsa, derin oyuna asla yenik düşmez. İnadına demokratik açılıma sahiplenirse bu silahı tersine çevirebilir. Erdoğan’ın Washington’daki kirli ilişkiler ve kirli oyunlara dikkat çekerek yaptığı şu açıklama umut vericidir: “Altını çizerek söylüyorum, çetelerle, mafyayla, hukuk dışı örgütlenmelerle mücadeleyi erteleseydik ya da hiç yapmasaydık ne iç ne dış politikalarda ne demokratikleşmede bugün ulaştığımız seviyeye asla ulaşamazdık.” Ben de altını çizerek söylüyorum, yerden göğe haklıdır. Ancak TCK’da değişiklik yaparak basına yönelik ceza artırımı, bu düşüncenin ürünü olamaz. Aksi halde, bugün altını çizerken yarın üstünü çizeriz, olan Türkiye’ye olur.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|