01-08-2010, 22:12 | #1 |
Aziz ÜSTEL "Kemal Tahir’e uğradım birlikte Hülya’yı seyrettik "
Akşam hadi dedim kendi kendime, Kemal Tahir’e bi uğrayayım. Semiha Yenge sofrayı kurmuştur; hem karnımı doyururum, hem de ruhumu.
Kapıyı çaldım, Ratip Tahir açtı; Kemal Ağabey’in kardeşi. İçeri girdim. Aman efendim kimler yok kimler: Behiya Aksoy’la Münir Nurettin bi köşede laflıyorlar, Ahmet Kaya da onları dinliyor. Üstad Necip Fazıl köşeye oturmuş, Ahmet Hamdi Bey’le Huzur’u tartışıyorlar. Yorgo Bacanos gelecekmiş, yanında üç beş saz ustasıyla birlikte. Kemal Ağabey, fasıl yaparız demiş. O sırada kapı çalındı, en yakın ben olduğumdan açtım. Orhan Kemal gelmiş, Salah Birsel’le birlikte: “Kapıyı kapama Aziz!” dedi. “Niye Ağbi?” “Sait Faik geliyor. Ömer Seyfettin’i almış. Köşede de senin adaş Aziz Nesin’le, Atilla İlhan’ı gördüm. Bağıra çağıra bi şeyler tartışıyorlardı.” Salah Birsel lafa girdi hemen: “Öyle Ben Sana Mecburum gibi laf mı olur?” dedi demedi, Orhan Kemal patladı: “Oğlum sen hiç karasevdaya yakalanmamışın, onun için anlamazsın!” “Sen yakalandın sanki!” “Her gün!” Neyse birazdan Aziz Nesin’le, Atilla İlhan da geldi. Tabi sofrada yer yok herkese. Önüne gelen bir tabak kapıyor; kuru fasulye, pilav, turşuyla karışık başlıyor kaşıklamaya. Bu arada Kemal Tahir ‘Rahmet Yolları Kesti’ adlı kitabını anlatıyor; verip veriştiriyor Yaşar Kemal’in ‘İnce Memet’ine: “Yahu eşkıyadan kahraman olduğu görülmüş mü? Eşkıya bildiğin baldırı çıplak, hal kım kursağına girecek üç beş lokmayı çalan serseri! Bunu kahramanlaştırdın mı, başkaları da öykünür eşkiyalığa.” Tabii Orhan Kemal hemen topa girdi: “Yaşar, kurulu ağalık düzenine karşı çıkıyor. Hem eşkiyayı kahramanlaştırmak edebiyatta hep vardır. Batı’da da. Bak Robin Hood’a. O da kurulu düzene karşı çıkmıyor mu?” “Orhan, Robin Hood başka. Düzen dağılmış o dönem İngiltere’de. Adam, Kral gelip de düzeni yeniden kuruncaya kadar bölgesinde düzeni sağlamaya çalışıyor. Tahtı kapmaya çalışanlara karşı savaşıyor!” “Desene Fetret Devri ve Şeyh Bedrettin...” Kemal Ağabey top gibi gürlüyor “Şeyh Bedrettin, Bizans casusu! Çelebi Mehmet’e karşı Bizans’la tezgah kuruyor... Her şeyi birbirine karıştırdın gene! “ Tam bu sırada Yorgo Bacanos, Selahattin Pınar falan dalıyorlar içeri. Sedire kuruluyorlar. Behiye Ha nım, Münir Nurettin’in bi adım arkasından geliyor; saz heyetinin ortasına oturuyor. Herkes sus pus. Ve Münir Nureddin başlıyor: “Bir tatlı huzur almaya geldim, Kalamış’tan...” diye. Huşu içinde dinliyoruz. Birazdan “Rintlerin Akşamı”na geçer diye düşünürken ben, köşede Ruhi Su’ya takılıyor gözüm. Tamam diyorum kendi kendime, bu gece sabahçıyız. Kalamış biter bitmez, sazlar tam başlayacak, Semiha Abla atılıyor: “Yahu durun biraz. Hülya Avşar’ın programı var onu seyredelim; bakalım kimi çıkaracak.” “Ben gazetede okudum. Zeki Müren varmış bu akşam...” “Yok yok... Safiye Ayla...” Bu arada Ruhi Su söze giriyor: “Bana selam söylemiş galiba bu hatun. Öldüğümü bilmiyor mu?” Necip Fazıl gevrek gevrek gülüyor: “Adını bildiğine şükret! Bizlerin adını bile duymamıştır.” “Durun durun... Başlıyor programı...” “İyi akşamlar efendim. Önce bana lütfedip çiçek gönderen Cahide Sonku Hanımefendi’ye teşekkür ederim. Sayın Başbakanımız Adnan Menderes’e de saygılarımı sunarım...” Askıda kahve İtalya’da oturuyorum. Kahvemi yudumluyorum. İçeri üç kişi giriyor: “Bize dört espresso, biri askıda!” Garson üç kahveyi getiriyor, bir kağıt parçasına da ‘espresso’ yazıp köşedeki askıya takıyor ve dört kahvenin parasını alıyor üç müşteriden. Bu böyle devam edip gidiyor. Örneğin, beş müşteri geliyor: “Beş kahve, bi tane de askıda” diyor, altı kahve parası ödeyip gidiyor. Neden sonra, pejmürde kılıklı bi adamcağız giriyor içeri: “Bana bi kahve, askıdan...” Garson kahvesini veriyor. Adam içip, parasını ödemeden çıkıyor. Garson askıdaki kağıtlardan birini alıp kasaya koyuyor. Parası olan bi ya da iki kahve parası ödüyor fazladan. Yoksul da geliyor kahvesini bedavadan içiyor. Duyduğuma göre aynı uygulamaya Isparta’da üç fırında da başlamışlar. Gidip “dört ekmek ver, biri askıda!” diyormuşunuz. Sonradan gelen yoksul bi yurttaşımız, askıdan ekmeğini bedavaya alıyormuş. Keşke bu, bütün illere yayılsa! Toplumsal dayanışmanın ne güzel bi örneği değil mi? DAVUTOĞLU BULGARLAR’A DERSİNİ VERDİ! Hatırlayacaksınız, Bulgaristan Dışişleri Bakanı Raykov, 1913 yılında Türkiye’den Bulgaristan’a göç eden Bulgarların mal varlığı karşılığında, Türkiye’den 20 milyar dolar tutarında bi tazminat istemişti. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Jivkov döneminde neredeyse 2 milyona yakın Türk’ün Bulgaristan’dan kovularak Türkiye’ye geldiğini hatırlattı meslekdaşına. Tabii bunu da göz önüne aldınız mı, Bulgar’ların herhalde borcu 100 milyar doları geçer. Onun için de Raykov ani bi U dönüşü yapmış ve bizim “resmi tutumumuz Türkiye’nin, AB üyeliğini sonuna kadar desteklemektir” demiş. Ve konu da böylece kapanmış.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|