![]() |
#11 |
![]() KÖŞE YAZARLARI OKTAY EKŞİ İyiler ve tuzaklar "..."Taslakta gerçekten demokratikleştirici öneriler var." Örneğin demokratik işleyişin temel koşullarından biri olan "halkın gerçekleri öğrenme hakkı" bu taslakta "anayasal bir hak" haline getiriliyor. Bu amaçla yürürlükteki Anayasa'nın 74'üncü maddesine "Herkes bilgi edinme hakkına sahiptir" hükmünün konması isteniyor. Yeri gelmişken belirtelim: Halen "Bilgi edinme hakkı"nı düzenleyen bir yasamız var ama onu uygulamak için çıkartılan Yönetmelik kötü. Çünkü halktan bilgiyi saklayan bürokratı caydıracak bir yaptırım mekanizması yok... Önerinin "Yüksek Askeri Şûra" ve "Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu" kararlarını yargı denetimine açan hüküm getirmesi de yerinde... Keza, savaş hali dışında "Sivil kişilerin hiçbir nedenle askeri mahkemede yargılanmayacağına" ve "askeri mahkemelerin" görev alanının "asker kişilerin sadece askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri askeri suçlarla" sınırlı olması gerektiğine ilişkin hükümler de yerindedir. Özellikle son iki yıldır kamuoyunu meşgul eden suçlamalar ışığında bakınca bu hüküm demokrasi ve hukuk devleti yönünden ihtiyaç olarak görünmektedir. Ancak, bir yandan askeri yargının yetkileri budanır öte yandan da sivil yargı -bugünkü iktidarın istediği gibi- yürütme gücünün emrine sokulursa, adaletsizlik misliyle katlanır. Asıl büyük sorun o zaman çıkar. Bazıları öneri paketinde bulunan "Kamu Denetçisi" (ombudsman) oluşturma önerisi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden önce Anayasa Mahkemesi'ne başvurma yolunu açan "Bireysel Şikâyet Hakkı"nı da "demokratikleşme" yönünde atılmış bir adım gibi görüyorlar. Doğrusu, köklü bir "Danıştay"a ve oturmuş bir "İdari Yargı" sistemine sahip olan ülkemizde bu Ombudsman'ın ne işe yarayacağını merak ediyoruz. Keza "Bireysel Şikâyet Hakkı"nı da bir özenti gibi görüyoruz. Söylemeye bile lüzum yok ama ihmal etmiş olmayalım: "Geçici 15'inci madde"nin yürürlükten kaldırılmasının da zamanı gelmişti. Bunu öneren hüküm de yerindedir... Asıl mesele bellidir. İktidar partisi: Hem Anayasa'nın korumaya çalıştığı laik devleti kendi özlediği (İslamî) devlete dönüştürmek hem de bu yüzden kapatılmamak istiyor. Yargıyı kendi dümen suyuna sokmak istiyor. Ve en önemlisi Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olacağı bir Türkiye'nin altyapısını hazırlıyor..." YALÇIN DOĞAN ‘Seçim 17 Temmuz 2011'de' "...MADEM ki, TV programında reklamlar için ara veriliyor, o arada biz sohbete dalıyoruz. Sohbetten çok speküle edilen seçim tarihi ile ilgili bir haber çıkıyor... Ama, haber birinci elden. Önceki akşam Kanal 24'te Mustafa Karaalioğlu'nun sunduğu tartışma programı. Prof. Dr. Serap Yazıcı, AK Parti Grup Başkan Vekili Bekir Bozdağ ile birlikte biz iki gazeteci Avni Gürel ve benim katıldığım bir program... Bekir Bozdağ normal olarak taslağı savunuyor. Eleştirilere rağmen, Prof. Yazıcı ile Avni taslaktan yana. Ben karşıyım, 3'e karşı 1, durum bu... Programa reklamlar için ara verildiğinde, Bekir Bozdağ'a soruyorum: "Taslak referanduma giderse, siz iktidar olarak referandumu güven oyu olarak kabul edecek misiniz?" Bozdağ tereddütsüz yanıt veriyor: "Hayır, öyle düşünmüyoruz." Ben üsteliyorum: "Kabul edilirse de, edilmezse de, fark etmeyecek mi?" Bozdağ aynı kararlılıkla: "Referandum sonucuyla iktidara güven arasında bağlantı kurmuyoruz." Sıra herkesin aklını kurcalayan soruya geliyor: "Sonuç şöyle çıkarsa erken seçime gideriz, böyle çıkarsa gitmeyiz, gibi, referandumla genel seçim arasında bağ kuruyor musunuz?" Bozdağ tarih veriyor: "Seçimle referandum arasında bağ yok. Seçimler 17 Temmuz 2011'de." Yanılmıyorsam, tarih ilk kez dile geliyor. Başbakan Erdoğan sık sık erken seçim olmayacağını söylüyor. Yakın çevresinden önemli biri tarih veriyor. 17 Temmuz 2011. Bu tarih muhtemelen partinin dar kadrosunda konuşuluyor..." ŞAMİL TAYYAR Genç hakimler rahatsız "...CHP-Danıştay-Yargıtay-HSYK ittifakı ve medyadaki uzantıları, yeni anayasayla yargının kuşatıldığı iddiasında... Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun 7 üyesi var; Adalet Bakanı ve müsteşar dışında bunların 5'i Yargıtay (3) ve Danıştay'dan (2) seçilerek geliyor... Başka bir ifadeyle, yüksek yargı dedikleri Yargıtay ve Danıştay ile HSYK arasında düzen kurulmuş. Yurdun değişik bölgelerinde görev yapan 12 bin civarındaki hakim ve savcının hiç söz hakkı yok. Sakın, bu seçimde liyakatın tek başına yeterli olduğunu da düşünmeyin... Elbette, seçilmek için ceza hukukçusu olma şartı yok. Ancak, Ergenekon soruşturması ve faili meçhul cinayet soruşturmasını yürüten savcılar ile bu davalara bakan mahkeme üyelerini görevden almaya kalkanların hukuki formasyonuna bir de bu gözle bakmakta yarar yok mu sizce?... Gelelim, getirilmek istenen sisteme... HSYK'nın üye sayısı 21'e çıkarılıyor. Bakan ve müsteşarı geç, hadi cumhurbaşkanının atayacağı 4 üyeyi de geç, kalan 15 üyenin 10'unu 12 bin civarındaki hakim ve savcı birinci sınıf meslektaşları arasından oylarıyla belirliyor, Yargıtay 3, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay 1'er üye gönderiyor... İşte, sıkıntının kaynağı burası... Yoksa mesele, siyasi iktidarın yargıyı kuşatması falan filan değil... Hatırlatayım, HSYK'ya üyelik için adaylık şartlarından biri, statüsünün birinci derece olmasıdır. Kaba hesapla, bir hakimin birinci dereceye yükselmesi için ortalama 15 yıllık maziye sahip olması gerek. Tercüme edelim; AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra göreve başlamış hiçbir hakimin HSYK üyeliği için aday olma imkanı yoktur... O halde sorun nedir? Gayet açık; HSYK-Yargıtay-Danıştay üçgenindeki ballı saltanat döneminin sona ermesi istenmiyor... Yeni düzenlemede, Adalet Bakanı HSYK Genel Kurulu başkanlığı sıfatını korusa bile eskiden olduğu gibi daire toplantılarına katılamayacak. Müsteşar toplantıya katılmasa bile HSYK üyeleri karar alabilecek. Kurul müfettişleri de bakanlıktan alınıp HSYK'ya bağlanacak. Mevcut düzenlemenin çok ilerisinde HSYK'nın özerklik alanını daha da genişleten bir öneriyle karşı karşıyayız... Sorunun özeti şudur; Ankara'daki yüksek yargı, yetkilerini tabandaki hakim ve savcılarla paylaşmak istemiyor. Gerisi, hikayedir. Yazımızı espriyle noktalayalım, genç hakimler rahatsız..." EMRE AKÖZ Hukuk Yoluyla Darbe Anayasasını Koruma Komisyonu "...Gerek parti kapatma girişimi, gerek anayasa tartışmalarında sıkça sözü edilen kurumlardan biri de 'Venedik Komisyonu' oldu... Venedik Komisyonu verdiği fikirlerle söz konusu ülkelerin demokratikleşmesine ciddi katkılarda bulundu. Zaten konuşlandığı kentten hareketle kısaca Venedik Komisyonu dediğimiz kuruluşun asıl adı: "Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu."... Zaten Venedik Komisyonu da, "demokrasiyi nasıl kurarız ve nasıl derinleştirebiliriz" diye kafa patlatan üyelerden oluşuyor. Yani asla, "Fazla demokrasiyi bünyeyi bozar" demiyorlar! Türkiye'de ise tuhaf bir durum var: Bizdeki hukukçuların önemli bir bölümü, dünyaya kıyasla yerel bir ideoloji olup, resmi devlet görüşü haline getirilmiş olan Kemalizm'e bağlı. Sorun şurada: Demokrasi ile Kemalizm örtüşen, uyum gösteren fikirler değil. Örneğin Kemalizm'in veciz bir ifadesi olan '6 Ok'a baktığınızda, ilkeler arasında demokrasiyi bulamazsınız. İnsan haklarını ve hukukun üstünlüğü fikrini de bulamazsınız. Demokrasi... Cinsi, rengi, etnik kökeni, sınıfı, zümresi ne olursa olsun... İnsanların, siyasetten eğitime, çalışma hayatından kültüre, her türlü haktan eşit biçimde yararlanmasını gerektirir. Kemalizm ise insanları ikiye ayırır: "Çağdaşlar/Çağdaş olmayanlar"... "İlericiler/Gericiler"... "Aydınlananlar/Karanlıkta kalanlar", "Özde vatandaşlar/Sözde vatandaşlar" gibi... Dolayısıyla kendini Kemalist olarak gören bir kişinin, aynı zamanda demokrat olması mümkün değildir. Eğer bu kişi, yükseklerde yer alan bir hukukçuysa, demokrasi açısından durum daha da kötüleşir. Çünkü hukukun özü olan, "adaleti sağlama" dürtüsüyle değil... İdeolojisi gereği, "eşitsizlik yaratma" hedefiyle hareket edecek... "A posteriori" değil, "a priori" kararlar alacaktır..." HASAN BÜLENT KAHRAMAN Darbe 'hukukunun' mantığı "...Anayasa değişiklik önerilerine gösterilen iki tür tepki var. Birincisi sivil, diğeri bürokratik. Sivil tepki daha genel kapsama dönük konuları içeriyor. Bürokratik tepki ise öncelikle yargı meselesini ele alıyor... Bürokratik tepkiyi rejimin korunması oluşturuyor. Bir ülkede herkesin yakındığı, galiba 16 defa değişmiş fakat yetersizliği gene de herkes ve her kesim tarafından ifade edilen bir anayasa değiştirilmek istendiğinde kıyamet kopuyor. İşte bu anlaşılmaz ve "absürt" durumu doğuran şey rejimin korunması içgüdüsüdür... Anayasa değişikliği önemli, zorunlu fakat yetersizdir. Çünkü çok kısıtlıdır... Değişiklik konusunda öne sürülecek en önemli "keşke" bence "mutabakat" falan değildir. Asıl "keşke" bu kapsamın daha geniş olmasıyla ilgilidir... Anti demokratik bir darbe rejimini koruma içgüdüsü olarak nitelendirdiğim bürokratik tepkilerin altında yargıya dönük girişimler yatıyor. Değişikliklerin hukuka müdahale olduğu söyleniyor. Bu nasıl bir mantıktır anlamak olanaksız... Çeşitli yargı bürokrasisi kurumları muhafaza ediliyor sadece kompozisyonu değiştiriliyor ve kurullara Meclis'ten insan atanıyor diye hukuka müdahale oluyor öyle mi? Üstelik de AB kriteri yerine getirilmemiş, mesela Adalet Bakanı ve Müsteşarı yerinde bırakılmışken... İkincisi ve daha önemlisi şu: 12 Eylül rejimi hukuk düzeni kurmadı. Bütün rejimler gibi kendi oluşturmak istediği sistemin hukuksal/yargısal dayanaklarını hazırladı... Siyasal unsurların değil yöneticilerin, meşhur tabiriyle atanmışların yani bürokratların kontrol edeceği bir düzen istiyordu. Bunun siyasal bilim terminolojisinde bir adı var: korporatizm. Bu korporatist rejimin ikinci önemli hamlesi kuvvetler ayrılığı ilkesini laf olarak anayasaya yerleştirmek ama yürütmeyi ve yasamayı sürekli olarak yargıya denetlettirmekti. Her yürütme yasaya ve yargıya açıktır. Olmalıdır. Hukuk devleti budur. Buradaki anlayış "gemlemektir."... Üçüncüsü, 12 Eylül Anayasası devletin kutsallığı ilkesi üstüne kurulmuştur. Sadece faşist rejimlerde gösterilen bu kabul de diğer iki unsurla birleşince ortada sivil bir toplumdan, onu belirleyecek siyasetten ve demokrasiden söz edilemez... Bu tartışmaları siyasal ve anayasal kuramın temel bir ilkesini unutarak yapıyoruz. O unuttuğumuz kural bize hukuk ideolojiktir der. Onu hatırlayınca 12 Eylül faşist darbesinin ve rejiminin de kendi anladığı hukuk düzenini kurmak istediğini ve kurduğunu çıkarsayabiliriz. Şimdi bu sistem değiştirilirken üretilen, geliştirilen tepkinin özünde "bu" rejimin korunması içgüdüsü yatıyor. Rejimi koruma çabası bürokrasinin siyaset karşısındaki hükümranlığını kaybetmemesi girişimidir. Başka bir şey değildir..." HASAN CEMAL Matbaaya direnir gibi direniyorlar! "...Yüksek yargı alarm zilleri çalıyor. Neden öyle? En başta, yeni anayasa değişikliği paketiyle, yüksek yargıya üye seçiminde bugüne kadarki ‘kapalı kast sistemi'ne dokunulduğu için... Organların oluşumunda parlamento ve daha geniş bir çevre oylarıyla devreye sokuldukları için... Bu nedenle bağırıyor yüksek yargının sözcüleri, "Kalkın ey ehli vatan, yargı elden gidiyor!" diye... İnandırıcı olabiliyorlar mı? Bence hayır. Bakın, Türkiye'de Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Meclis yok. Oysa Almanya'da Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümü parlamento tarafından seçilir. Polonya'da da öyledir. Macaristan'da da öyledir. İspanya'da Anayasa Mahkemesi üyelerinin büyük çoğunluğu siyasal organlarca, parlamento ve hükümet tarafından seçilir. İtalya ve Portekiz'de de öyledir. Fransa'da Anayasa Konseyi'nin 9 üyesinden 3'ü cumhurbaşkanı tarafından, 3'ü Millet Meclisi Başkanı tarafından, 3'ü Senato Başkanı tarafından seçilir. Amerika'da ise anayasal yargıyı temsil eden Yüksek Mahkeme üyelerinin tamamı, Başkan tarafından Senato'nun onayıyla ömür boyu seçilir. Ve aklı başında hiçbir kul çıkıp da, bu seçim modelleri yüzünden bu ülkelerde ‘yargının bağımsız olmadığı'nı ya da ‘yargının siyasallaştırıldığı'nı, yargının hükümetlerce kullanıldığını öne sürmez... Bizde bugün Yargıtay ve Danıştay üyeleri, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu(HSYK) üyelerini seçiyor. HSYK üyeleri de, Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçiyor. Tam bir kapalı kast sistemi... Bizdeki HSYK gibi bir organ bazı Avrupa demokrasilerinde hiç yok. Olanlarda ise üye seçimi, örneğin İngiltere, İsveç ve Çek Cumhuriyeti'nde devlet başkanı ya da hükümete, Almanya'da ise eyalet yönetimlerine bırakılmış... Avrupa demokrasilerinde durum böyle... Yargıtay'ın, Danıştay'ın yapısına hiç ilişilmiyor. Askeri Yargıtay, Yüksek Askeri İdare Mahkemesi yerli yerinde duruyor. Bir başka deyişiyle, Avrupa demokrasilerinde hiç olmayan iki başlı yargı sistemi hâlâ devam ettiriliyor. Ama siz ayaklanıyorsunuz, yargı elden gidiyor diye... Bir de siyasal partilerin kapatılması konusu var. Bizdeki durum, Avrupa standartlarına göre yerlerde sürünüyor.Avrupa Konseyi'ne bağlı Venedik Komisyonu'nun geçen yılki raporuna göre, Türkiye'de kapatma davası açılması, "Hiçbir siyasi ve demokratik fren ve denge olmaksızın" cumhuriyet başsavcısının yetkisine bırakılmış olması bakımından, Türkiye Avrupa'da tek istisnai örnek olarak gösteriliyor. (Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türkiye'nin Anayasa Krizi, Liberte Yayınları, s.217) Almanya'da, İspanya'da siyasal partilerle ilgili kapatma davasının açılabilmesi için önce parlamentodan, hatta hükümetten izin çıkması gerekiyor... Anlaşılan, ille de darbenin yargı düzeni devam etsin istiyorlar. Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can'ın deyişiyle: "Matbaaya direnir gibi direniyorlar!"..." GÜNERİ CIVAOĞLU Sürat Limiti "...Anayasa değişikliği paketine TÜSİAD da (Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği) "yeşil ışık" yakmadı. Başkan Ümit Boyner, "insani değerler" için aynı görüşlerin paylaşıldığı ama "kuvvetler ayrılığı" konusunda farklı düşündükleri mesajını verdi... Burada gerçekten mantıklı sorular yöneltilmekte. Şöyle ki: Askeri Şûra kararlarına itiraz etme hakkına karşı mısınız? Siyasi partilerin kapatılması için milli iradenin yansıdığı TBMM'nin kararı gerekmez mi? HSYK kararlarına itiraz yolu neden açık olmasın? Darbe gibi vahim iddialarda sivil mahkemelerin yetkili olması hukuk devletinin ilkeleri kapsamında değil midir? Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı çağdaş insan haklarıyla örtüşmüyor mu? Bunun için de elbette üye sayısının artması gerekir. Ayrıca Anayasa Mahkemesi kararlarının da kesin olmaması ve itiraz yolunun ve merciinin öngörülmesine nasıl itiraz edilir? Neden bu kuşkular?... Üstelik AB ülkelerinde bu son anayasa değişikliği paketinde yer alan hükümler uygulamada. Bu kuşkuların en derinlerdeki bilinçaltı kaygılarından ürediğini düşünüyorum. AKP'nin alternatif ajandasının olabileceği gibi bir önyargı henüz giderilmiş, silinmiş değil. YÖK, RTÜK gibi kurumların yanına Anayasa Mahkemesi'nin ve HSYK'nın da kaydırılacağı endişeleri hayli yoğun. Ayrıca öngörülen hükümlerde bazı duyarlı konular için "nitelikli çoğunluk" düzenlemesi yapılmış değil. Keşke, Cumhurbaşkanı yetkilerini daha da genişleten ve ona özellikle Anayasa Mahkemesi için üye seçim kontenjanını büyüten hüküm yerine Meclis'in seçim yapması ve bunu anayasa değişikliğinde olduğu gibi nitelikli çoğunluğa bağlama hükmü getirilseydi... Böylesine önemli ve duyarlı bir paketin yangından mal kaçırırcasına aceleye getirilerek Meclis'e getirilmesi neden? 8 yıldır iktidar olan parti son ana mı sıkıştırmalıydı bu düzenlemeyi?... Daha paketin içeriği bile henüz 4 gün önce açıklandı. 26 maddelik anayasa değişikliği bu... Bu Anayasa'nın değişmesi gereğine inanıyorum ama FORMULA 1 yarışlarındaki sürat denemesine dönüşmesini yanlış buluyorum. Ve..."Neden bu acele?" sorusunun genelde paylaşılması doğal oluyor. Anayasa bulvarında sürat kontrolü de yok, hız limiti de... Kaza kaygıları var..." İHSAN DAĞI Bunlarla uzlaşmak mümkün mü? "...İdeal beklenti ile karşılaştırıldığında eksik, Özbudun taslağından geri. Ama Anayasa'ya şimdiye kadar yapılan değişikliklerle kıyaslandığında bu taslak, hepsinden ileri giden, egemenliği millete daha çok yaklaştıran, hukuk devletinin alanını genişleten, bireysel özgürlükleri biraz daha perçinleyen bir özelliğe sahip. Bu olumlu özellikleriyle de Türkiye'de statüko yanlılarından asla destek alamayacak ve AK Parti'nin önerisi olarak kalacak. İşte tam da bu nedenle AK Parti, değişiklik paketini 'maksimum demokratik reform' anlayışı içinde genişletmeli. Mevcut metin, hâlâ bir uzlaşı metni; muhalefetle müzakere etmek üzere hazırlanmış 'sınırlı' reformları içeren bir taslak. Bu içerikle ne kapsamlı bir yargı ve yerel yönetimler reformu mümkün ne de laikliğin demokratikleşmesi ve Kemalizm'in resmî ideoloji olmaktan çıkarılması... Mevcut paket veya Anayasa Komisyonu'nda genişletilecek bir versiyonu muhalefet partileri tarafından desteklenmeyecek. Yani anayasa değişikliğinin gerçekleşme yöntemi 'uzlaşma' olmayacak, çünkü karşınızda demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti ilkeleri üzerinde uzlaşabileceğiniz muhataplar yok. 'Uzlaşın' diyenler, aslında kurumların, yani bürokrasinin 'onay'ının alınmasını kastediyorlar... Keşke uzlaşılabilse. Ama ne mümkün? Bu 'yargıçlar kast'ı için daha çok demokrasi, daha adil temsil, daha geniş özgürlükler rejimi mevcut sistem içindeki iktidarları ve imtiyazları için birer tehdit. Normal bir demokrasiye razı değiller. Peki muhalefetteki siyasî partilerle uzlaşılamaz mı? Haydi uzlaşın CHP ile de göreyim! Tarihi boyunca herhangi bir serbest seçimi kazanarak tek başına iktidar olamamış bir parti demokrasinin pekişmesine, temsili siyasetin gelişmesine destek olur mu?... Anayasa değişikliği iktidarın, imkânların yeniden dağıtımı demek... 'Uzlaşma'yı dillerinden düşürmeyenler, 'Kemalist bürokratik elitler ve onların sosyal uzantıları izin vermeden değişim mümkün değil' demek istiyorlar. Kusura bakmayın ama, anayasa değişikliği zaten bu 'vesayet'i kırmak için yapılıyor..." MUSTAFA ÜNAL CHP+Yüksek Yargı eşittir... "... En sert itiraz 'yargıya ilişkin düzenlemeye'... HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değişmesine. İlginçtir, karşı çıkış üslubu 27 Nisan sürecini hatırlatıyor. Yine aynı çevreler. Aynı isimler, aynı yüzler... Üye sayısının artacağı doğru... Hiçbirisi AK Parti teşkilatlarından seçilmeyecek. HSYK'nın da, Anayasa Mahkemesi'nin de temsil zemini genişleyecek. Yeni düzenleme gerçekleşirse 'dar alanda kısa paslaşmalar' sona erecek... Anayasa değişikliğine karşı giderek keskin bir cephe oluşuyor. Siyasette başı CHP çekiyor. Bir sol parti olmasına rağmen statükonun yılmaz savunucusu. Değişimin önünde Berlin Duvarı gibi duruyor. İlk kez 12 Eylül Anayasası'nın ruhuna ilişen reform paketini engellemek için her yola başvuracağı kesin. AK Parti heyetinin sunduğu dosyanın kapağını açmış değil. Daha muhtevaya bakmadan gardını aldı. Bizzat değişimin kendisine karşı... Değişime kapalı bir sol acaba başka ülkelerde var mı? Bugünden, arka bahçesi gibi gördüğü Anayasa Mahkemesi'ne gitmenin, referandumun önünü kesmenin hesaplarını yapıyor. Oysa CHP anamuhalefet partisi olarak daha fazlasını istemeliydi. 'Yirmi küsur madde yerine en az yarısını değiştirelim' diyebilmeliydi. Toplumun kahir ekseriyeti mevcut anayasayı 'kendisine zorla giydirilmiş deli gömleği' diye niteliyor. Ve her değişikliğin eskisinden daha iyi olacağını düşünüyor. Dünyanın her yerinde iktidarlar statükocu, muhalefet değişimcidir... Türkiye'de tersine döndü. İktidar değişim yanlısı. Muhalefet ise fren... Ne siyasetten ne de yüksek yargı sözcülerinden gelen itirazların hiçbiri somut gerçeklere dayanmıyor. HSYK Başkan Vekili 'Çatı çöker' dedi. Üye sayısının artması, kurula Yargıtay ve Danıştay dışından yeni üyelerin gelmesi niye çatıyı çökertsin?... Yüksek yargının itirazları hukuki dayanaktan yoksun. Söyledikleri siyasi ve ideolojik. Bildiriler, ayak üzeri yapılan açıklamaların üslubu ve içeriği statükoyu koruma kaygısından öte amaç taşımadığını ele veriyor... Hem siyasetin hem yargının reforma karşı çıkarken daha sağlam gerekçeleri olmalı. İtirazların 12 Eylül darbesinin inşa ettiği statükoyu korumaktan öte anlamı yok..." REHA MUHTAR Tayyip Erdoğan'ın; Atatürk, Hüseyin Çelik'in; Türkan Saylan açılımı... "...Dün Milliyet'in "Baba Beni Okula Gönder" gecesinin görüntülerini ve haberini gördüğümde "Nihayet..." dedim "Artık belki de bir şeyler değişecek..." Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Hanzade Doğan Boyner'den ödülünü alırken "Genç kızların okumaları için verdiği çabalardan dolayı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin kurucusu Türkan Saylan'ı rahmetle anıyorum..." dedi... Onun için Milli Eğitim Bakanı, Türkan Saylan'a teşekkür edip, ona rahmet okuyunca "Tanrım ne büyüksün" diye geçirdim içimden, "Kimsenin yaptığı iyilik de kötülük de sonuçsuz kalmıyor... Herkes ödülünü de cezasını da mutlaka alıyor..." Ama hayatı boyunca darbeye karşı çıkıp, darbe kuşkusuyla evi aranan Türkan Saylan'a "müteşekkir olmak" onu rahmetle anmak başka bir şeyin daha göstergesi... Milliyet'in Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'yle ortak düzenlediği "Baba Beni Okula Gönder" kampanyasında, bunların AKP'li Milli Eğitim Bakanı'nca söylenmesi önemli bir farklılıktır... Çünkü bir önemli farkı daha görmekteyim... Bugüne kadar 3 Atatürk filmi çevrildi... Biri Can Dündar'ın Mustafa'sı, ikincisi Zülfü Livaneli'nin Veda'sı, bir de Turgut Özakman'ın senaryosunu yazdığı Dersimiz Atatürk filmi... Bu filmlerden Can'ın Mustafa'sı, Atatürkçü ve laik çevrelerden çok ağır eleştiriler almıştı... Turgut Özakman'ınki daha yeni başladı, ancak Zülfü Livaneli'nin Veda'sı, Atatürkçü kesimin ağlayarak seyrettiği bir filmdi... Bu filme Tayyip Erdoğan'ın başörtülü kızı Sümeyye ile birlikte gitmesi, önemlidir... Başörtüsünden bahsetmemin nedeni şu... Filmin bir yerinde Atatürk'ün Kıyafet Devrimi yaparken konuştuğu sahnelerde, ilginç ve tarihsel replikler vardır... Bu repliklerin filmde olduğunu bilmeden, filme gitmiş olması mümkün değildir Tayyip Erdoğan'ın... Bunu bile bile gitmesini Tayyip Erdoğan'ın bilinçli iki mesajı olarak algılıyorum ben: Birincisi, Atatürk'ün çocukluğunu oynayan küçük çocuğu sevmesiyle gösteriyor ki, bu tarihsel kurtarıcıya uzun zamandır değişik yelerden yapılan ağır saldırıların yanında olmayacaktır... Öyle bir görüntü var, bu filme gidişte ve Atatürk'ü oynayan çocuğu sevmede... İkincisi ve bence çok önemlisi şu: Zülfü Livaneli'nin filminde Atatürk'ün Büyük Millet Meclisi ile ilgili sözleri de yer alıyor... "En büyük gücün, halkın seçtiği Meclis" olduğu çok güçlü bir şekilde vurgulanıyor... Tayyip Erdoğan, darbelerden ve darbecilerden uzak durduğu bilinen ve filminde de bunu gösteren Zülfü Livaneli'nin filmine giderek, "Darbecilikle bağlantısı olmayan Atatürk ve Atatürk'çülüğe yakın durmasa da, karşı olmadığını bir bağ kurmak arzusunda olduğunu gösteriyor..." Elbette bunların hepsi politik hamlelerdir... Ama AKP iktidarının politik hamlelerinin ve açılımlarının nihayet Atatürk'e ve Türkan Saylan'a yönelmesi, sevindiricidir..." OKAY GÖNENSİN Hangi Meclis'in yetkisi "..BDP dışında Meclis'te grubu olan iki parti, CHP ve MHP, anayasa değişikliği tartışmasında kendilerini "asla olmaz"a sıkıştırdı. AKP'nin hazırladığı taslakta birçok maddenin "olumlu" ve "çağdaş" nitelikte olduğunu, "önyargısız" fikir beyan edenlerin tümü ifade ediyor... "AKP hükümeti anayasa yapamaz" noktasından kımıldamayanlar ise taslaktaki herhangi bir olumlu madde üzerine hiçbir şey söylemiyor. CHP ile MHP, hangi maddelerde, nasıl değişiklik isteyeceklerine ilişkin olarak da bir ipucu vermiyorlar. Ancak CHP ve MHP'nin "Bu Meclis anayasa yapamaz" tepkisinin, demokratik sistemin temel kavramları açısından hiçbir açıklaması bulunmuyor. "Bu Meclis yapamaz." Neden? CHP ve MHP "neden" yapmaması gerektiği konusunda oldukça karmaşık şeyler söylüyor. Örneğin, milletvekilleriyle ilgili dosyalardan söz ediyorlar. Ama her Meclis döneminde durumun farklı olmadığını gizliyorlar. O zaman Anayasa'ya "belli sayıda suçlama dosyasının bulunması durumunda o Meclis filanca işleri yapamaz" diye bir madde koymak gerekiyor. Bu kadar saçma ve "küçük" bir mantıkla yapılan muhalefet, ancak anayasa konusuna tümüyle önyargıyla bakan, AKP'nin her yaptığının arkasında sadece kötülük arayan çevrelerden alkış alabilir. MHP lideri "Yeni seçilecek Meclis yapsın" dedi. Eğer önümüzdeki genel seçimde Meclis çoğunluğu yine AKP'den oluşursa diyecekleri bir şey kalmayacağına göre susmaktan başka yapacak bir şeyleri de olmayacak. "Bu Meclis yapamaz" mantığı sonuçta "halk tarafından seçilmiş Meclis'ler yapamaz"a geliyor. O zaman kim yapar? 1961'de ve 1980'de olduğu gibi "atanmış" atayan görüşün yanında hazırola geçmişler mi?.." TAHA KIVANÇ Tesadüf diyen elini kaldırsın "... Türkiye'nin içinden geçtiği şu kritik dönemde ışıl ışıl parlamaya başladı daha önce kendini belli etmekten kaçınan gerçekler; birileri üstlerini örtmeye çalışsa bile, örtü fosfora dönüşüp "Ben buradayım" diye haykırıyor... 'Balyoz' adıyla literatüre geçen darbe planıyla ilgili her kafadan bir ses çıkıyor... Herhalde benim bu konudaki tezimi işittiniz: 'Balyoz Planı'nın çatısı çatıldığı günlerde ABD Irak'a müdahaleye hazırlanıyor ve Türkiye'den ikinci cephe talep ediyordu. Hükümet bu amaçla bir tezkereyi Meclis'e sundu. Tezkereye geçit verseydi Meclis, 60 binden fazla Amerikan askeri Türkiye'de konuşlanacak, Samsun'dan İzmir'e yarım düzine limanımız Amerika'nın denetimine geçecekti... Meclis'in tezkereyi reddetmesi tam bir sürprizdi; özellikle de askerler için... Şimdi de kronolojiye bakalım: 1 Mart (2003) tezkerenin Meclis'te görüşülmesi... 5 Mart (2003) İstanbul 1. Ordu'da sonradan 'Balyoz' adıyla anılacak tatbikat seminerinin başlaması... Doğru tefsir şu: Türkiye ABD'nin yanında Irak savaşına katılsaydı Irak'ın kuzeyinde cirit atacak veya oradan sınırlarımızı geçecek jetlerle itdalaşı olacaktı... İstanbul'daki belli başlı hedeflere bombaları da Irak-kökenli teröristler veya 'el-Kaide' türü örgütler koymuş olacaktı. Ne zaman bu konu açılsa dediğim bir şey var: Planda yer alan türden eylemler aynı yılın sonuna doğru bir başka biçimde hayata geçirildi. İki Sinagog ile HSBC Bankası ve İngiliz Başkonsolosluğu 15 gün arayla bombalandı... Sinagoglara yapılan ilk saldırı sonrasında durum: "O günlerde Başbakan da herkes gibi saldırıları El-Kaide'ye bağlıyor, tepkisini o tesbit doğrultusunda veriyordu. 18 kasımdaki, yani MİT'in Ergenekon raporunun kendisine iletilmesinden bir gün önceki konuşması tamamen bu çerçevedeydi." Sonra? Sonrası şu: "20 kasımda HSBC ve İngiliz Konsolosluğu'na saldırı gerçekleştiğinde, Başbakan artık MİT'in kendisine sunduğu raporu okumuş bir Başbakan'dı. 2 aralıkta parti grubunda yaptığı konuşmada yine 'dinci terör'den söz etti. Fakat araya, o gün konuşmanın genel bağlamının dışına çıkmış görünen, bugünkü bilgilerimizle birlikte değerlendirildiğinde ise bambaşka ihtimallere kapı aralayan birkaç cümleyi de sıkıştırıverdi: Başbakan, 'Vakti saati geldiğinde fikir, düşünce planında, demokrasi çerçevesi içinde hesaplaşacakları' birilerinden söz ediyor, 'Bunun da belgesi, bilgisi, delilleri, her şeyi elimizdedir' diyordu." Alper Görmüş 15 gün arayla gerçekleşen iki saldırı sonrasında Başbakan Erdoğan'ın değişen söylemini MİT tarafından kendisine iletilen 'Ergenekon' konulu rapora bağlama eğiliminde. Sonradan ele geçirilen Ergenekon belgelerinde, bir komutanın düştüğü 'Gökkuşağı Deterjan' ibaresiyle İstanbul'da bulunan kilise ve sinagogların listesi de göze çarpıyormuş. 2003 yılının mart ayına ait belgeler bunlar. O listede kırmızı kalemle işaretlenen iki sinagoga sekiz ay sonra 'Gökkuşağı Deterjan Fabrikası'nda imal edilen bombalarla saldırılmış... "Yok canım, tesadüftür bunlar" mı dediniz? Herhalde öyledir..." FEHMİ KORU MHP'ye yakışmıyor "...Anayasa değişikliği ciddiye binince CHP'nin benimsediği tavrı anlamak sonuçta kolay: Ak Parti'nin her dediğine itirazı 'misyon' bilen bir parti o; değişiklikler gerçekleştiğinde geleneksel iktidar ittifakları darbe yiyecek; Türkiye'nin daha demokrat ve hukuk devleti özelliklerine sahip olmasını da varlığına 'tehdit' sayıyor... Peki de, bu kargaşadan MHP'nin beklediği ne?... Ertuğrul Özkök'ün "411 el kaosa kalktı" manşetini uygun gördüğü, CHP'nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi'nin 'yetkisi dışına çıkarak' iptal ettiği, Ak Parti'yi kapatma davasında 'en sağlam kanıt' olarak kullanılan girişim... Bir 'AKP-MHP ortak girişimi' idi o... Aynı MHP şimdi 'anayasa değişikliği' sözünü duymak, pakette neler bulunduğunu öğrenmek bile istemiyor... 1982 Anayasası'nın amaçladığı yeni düzende MHP ideolojisine yer olmadığını en yetkili ağızlardan işitmiştik. 'Görünmeyen iktidar' kendisi için Ak Parti'yi ne kadar 'hasım' görüyor ise MHP ve kadrolarını daha büyük bir 'düşman' sayıyor. MHP, bu gerçeklere rağmen, 1982 Anayasası'nın 'görünmeyen iktidara' imkân sağlayan maddelerinin değiştirilmesine karşı çıkıyor, pakette neler olduğunu dinlemek bile istemiyor. Size de tuhaf gelmiyor mu bu durum? Tuhaf gelmeyecek, doğru olan tavır, bugüne kadar hiçbir 'sağ' iktidarın cesaret edemediği rejimi vesayetten kurtarmayı amaçlayan anayasa değişikliği girişimini ciddiye almak, paketin eksikleri varsa onları gidermek, yanlışları varsa düzeltilmesini talep etmek olmalıydı. MHP'den gelecek makul tek çıkış, "Neden paketi birlikte hazırlamadık?" serzenişi olabilirdi. Pakete kulaklarını tıkamış, anayasa değişikliği girişimine geçit vermemeye hazırlanan MHP görüntüsü partinin bugüne kadar izlediği politik çizgiyle çelişiyor... Anayasa değişikliği siyasi zemini kristalize etti; etrafınıza bir bakın, herkes kendisinden beklenebilecek tavrı derhal aldı. Antrenör bile ortaya çıktı; kendisi moral ve itibar olarak yerlerde sürünürken peşine takılacakları aynı derekeye düşürmenin derdinde olan antrenör... Ve bunların yanında MHP... Bazıları "Yakışıyor" dese de, konuşlandığı yere hiç mi hiç yakışmıyor MHP..." MURAT YETKİN Davutoğlu: Ermeni diasporasıyla temas istiyoruz "..Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin yalnız Ermenistan ile ilişkilerin düzelmesini değil, Türklerle Ermenilerin gerçek bir barış yaşamasını istediğini, bu amaçla Ermeni diasporasıyla temasa geçmek istediklerini açıkladı. Davutoğlu, "Diasporadaki makul Ermenilerle temasa geçmek istiyoruz. Ve bu noktada bütün Ermenileri tek bir kategoride, tek taraflı yaklaşan bir kitle olarak göremememiz lazım. Belki de daha köklü bir barış dönemi önümüzde duruyor" dedi. Davutoğlu bu açıklamaları 24 Mart akşamı Fikret Bila ile birlikte CNN Türk için hazırladığımız Ankara Kulisi programında yaptı. Davutoğlu'nun sözleri tam olarak şöyle: Hukuki ve siyasi tedbirleri almak hükümetin, yani bizim görevimizdir... Onun için biz sadece Ermenistan ile ilişkileri düzeltmek istemiyoruz. Aynı zamanda diaspora ile, diasporadaki makul Ermenilerle de temasa geçmek istiyoruz. Ve bu noktada bütün Ermenileri tek bir kategoride, tek taraflı yaklaşan bir kitle olarak görmememiz lazım. Bunu çok iyi anlayalım. Diyalog kurabileceğimiz Ermeni toplulukları olacaktır. Hrant Dink'in vefatından sonra diasporadan da gelen, cenazeye katılan diasporanın birçok öncü isimlerin, bir çok açıklamalarında Türkiye'yi tanımaktan, Türk halkının Hrant Dink'e sahip çıkmasından duydukları hissiyatı ifade ettiklerine ben bizzat şahit oldum... Bizim şimdi sabırla öfkelenmeden ve milli onurumuza sahip çıkarak, bizim acılarımıza da saygı gösterilmesini bekleyerek, hiçbir tarih bilgisine sahip olmayan, sadece bir kaç lobinin desteğini almak üzere şu veya bu yönde oy kullanan komite üyelerinin tutumlarına mahkum olmadan, onların tavırlarını kabul edilebilir görmeden bunu yapmamız lazım. Davutoğlu'nun açıklaması, Türkiye'nin Ermeni soykırım iddialarını uluslararası yargıya taşıyıp taşımadığı günlerde ayrı bir anlam taşıyor. Ondokuzuncu yüzyılın sonu ve yirminci yüzyılın başında Rusya ile yaşanan savaşlar döneminde meydana gelen katliamlar ardından Andaolu'dan kaçan Ermeni nüfustan oluşan diaspora, özellikle ABD ve Fransa'da siyaseten çok etkin. 1915 olaylarının değişik ülke parlamentolarınca soykırım ilan edilmesinde etkili olan diaspora Ermenileri, şimdiye dek Ankara tarafından Türkiye'nin batıyla ilişkilerini baltalayan ve Ermenistan'la ilişkilerin gelişmesini istemeyen yekpare bir blok olarak görülüyordu. Davutoğlu'nun bu açıklaması o nedenle ‘diaspora açılımı' olarak adlandırılmayı hak edecek siyasi önem taşıyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Serkisyan'ın, işgal altındaki Azerbaycan topraklarının bir kısmından çekilmeye başlayabilecekleri açıklamasını yaptığı sırada Ankara'dan verilen bu güçlü mesaj, Türkiye ile ABD arasında 24 Nisan yaklaştıkça artan Ermeni tasarısı gerilimini de olumlu etkileyebilir..." MEHMET ALİ BİRAND Ak Parti, ilk defa bilgi verme zahmetine girdi... "...AK Parti'nin genelde en büyük şikayeti medyadır. Ne zaman ki eleştiriler artar, hemen medyayı suçlarlar. Kendilerinde eksiklik aramazlar. "Acaba biz gerektiği gibi bilgi verdik mi?" diye sormazlar. Genel yaklaşımları şöyledir: Herhangi bir konuda politika saptamış veya bir yasa tasarısı hazırlamışlarsa, bunu kamuoyuna pek fazla anlatmak zahmetine girmezler... İlk defa bu durumun değiştiğini fark ettim. Galiba, gereken duyarlılığı göstermedikleri taktirde eleştirilerin altında kalabileceklerini ve daha da önemlisi, artık kesinleşmiş gibi görünen referandumda büyük bir yara alabileceklerini görmüş olacaklar ki, son derece ince hesaplanmış bir kampanya hazırlanmış. Yapılan tüm değişiklikler, özellikle de Anayasa Mahkemesi ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki değişiklikler için çok ayrıntılı broşürler hazırlanmış. Bugünkü uygulamaların, değişiklik sonrası nasıl olacağı anlatılıyor. Ayrıca, tüm eleştirilere ayrı ayrı yanıt veriliyor. Avrupa Birliği'ndeki uygulamalarla karşılaştırılıyor. Bir de, ilgili tüm bakanların katıldıkları bilgilendirme toplantıları yapılıyor. Ayrıca, yine her bakan isteyen her TV programına katılıp görüş veriyor. Hangi kanalı açsanız, karşınızda Sadullah Ergin, Cemil Çiçek, Hüseyin Çelik veya Bekir Bozdağ'ı bulabiliyorsunuz. Eskisi gibi nazlanan yok. Sonuçta, ben kendi hesabıma söyleyeyim, kamuoyunda sorulan soruların önemli bir bölümüne yanıt veriliyor. Daima eleştirilecek bir nokta bulunabilir tabii. Hele Ak Parti'nin bu ülkeyi bir din devletine dönüştüreceğine inanıyorsanız, Ak Parti'liler ağızlarıyla kuş tutsalar dahi, yine de sizi ikna edemezler. Ancak bu kampanya sayesinde, değişikliği içine sindiremeyenlerin sayısında önemli bir azalma yaratabileceklerdir. Demek ki, olabiliyormuş. Bu işler Hüseyin Çelik'in yeni göreve gelmesinden sonra değişmeye başladı. Bakalım, böyle sürecek mi? Ak Parti'ye kuşkuyla bakanların bu kampanyadan etkilenip fikir değiştireceklerini sanmayalım. Ancak kararsızların bu bilgilendirme sonucunda oylarını değiştirebileceklerini söyleyebilirim. Son bir not; çok büyük bir olasılıkla haziran ayında referandum için sandığa gideceğiz..." ALİ ATIF BİR Türkiye'nin sorunları sistemik "... Önerilen Anayasa paketi içerisindeki "sivilleşme" değişikliklerinin çoğu doğru değişiklikler. Hele Anayasa değişikliği için bireysel başvuru hakkı, ombudsmanlık kurumunun kurulması mükemmel açılımlar. Eğer aldığımız lise eğitiminin, üniversite eğitiminin, yüksek lisans ve doktora eğitimlerinin askeri lise ve yüksekokullarda alınan eğitimlerden daha aşağı olmadığını düşünüyorsak hepimizin sivilleşmeden yana olması lazım... YÖK, Siyasi Partiler Yasası, Seçim Yasası'nı da ele alan daha geniş bir paket hazırlanmadan "bölük pörçük" değişikliğin bizi istediğimiz demokrasiye götürmesi mümkün değil. Diğer yasaları Anayasa ana işletim sistemi altında çalışan software'ler gibi düşünün. Siz işletim sistemini değiştirdiğinizde software hatalı çalışmaya devam edecek hatta ana işletim sistemini çalışamaz duruma getirebilecektir. Türkiye'nin sorunları sistemik ve bazı damarlara müdahale edip onları açmanız sistemsel sorunları çözmez. Aksine "yürütme"nin elini güçlendirip şikâyet ettiğimiz sorunların daha da kronikleşmesine neden olabilir. Aynı Anayasa değişikliklerini kafalarına tuğla düşüp CHP ya da MHP getirse de soğuk dururdum. Onların değişen Anayasa maddelerinin geçerli olduğu bir Türkiye'de tek başına iktidar olduklarını düşünsenize! Hepimizi keserler valla!..." LALE ŞIVGIN Cumhurbaşkanı ne yapacak? "... AKP'NİN hazırladığı anayasa taslağı tüm itiraz ve uyarılara rağmen pazartesi günü TBMM'ye gelecek. Paket, TBMM'de yapılacak oylamadan sonra Cumhurbaşkanı'nın önüne gidecek. Paketin kaderi de işte burada belirlenecek... Taslak 330 ile 366 arasında kabul oyu alırsa, Cumhurbaşkanına iki seçenek kalacak: Paketi yeniden görüşülmek üzere TBMM'ye göndermek, ya da halkoyuna sunmak... Ancak Ankara kulislerinde Abdullah Gül'ün AKP'nin Cumhurbaşkanı gibi görünmekten rahatsız olduğu biliniyor. Ayrıca Gül'ün toplumun hassasiyetini göz önünde bulunduracağı beklentisine sahip olanlar hiç de az değil. Bu çevreler, Cumhurbaşkanı'nın kutuplaşmayı artırmak niyetinde olmadığını savunuyor. Bu görüşe bakılırsa Cumhurbaşkanı muhalefetin önerilerine kulaklarını tıkamayacak... Aslında muhalefet medyada yer aldığı gibi anayasa değişikliğine tamamen kapılarını kapatmış değil. Burada çok ciddi bir medya çarpıtması ile karşı karşıyayız. Pek çok yayın organı muhalefetin paketi tümüyle reddettiğini, kapılarını kapattığını belirtiyor. Oysa muhalefet köprüleri atmadığı gibi, iktidara yöntem göstererek, farklı çözüm önerileri getiriyor.CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Cumhurbaşkanına, paketin bütün olarak değil de maddelerinin ayrı ayrı değerlendirmesi çağrısında bulunuyor... Bu da CHP'nin paketi tümüyle reddetmediğini ortaya koyuyor. Maddelerin ayrı ayrı oylanması için en ciddi çalışmayı yapanlardan biri de Saadet Partisi. Genel Başkan Numan Kurtulmuş, hazırladıkları örnek oy pusulasını gazetecilere göstererek, maddelerin tek tek oylanmasını talep etti... MHP'nin durumu da farklı değil. MHP de AKP'nin taslağına karşı alternatif bir çözüm önerisi getiriyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, TBMM'de bir komisyon kurulmasını ve teklifin bu komisyonca değerlendirilmesini öneriyor. MHP'nin görüşü, anayasa paketinin ilk genel seçimde milletin iradesine teslim edilmesi yönünde. Yani bu işin aceleye gelmemesi talep ediliyor. Bu şartlar altında muhalefeti uzlaşmazlıkla suçlamak pek de adil değil..." ATILGAN BAYAR Aikido "... Siyasi analistlerin çoğu 'Anayasa Referandumu' konusunu CHP ile AK Parti arasında bir rekabet olarak değerlendiriyor. Ben işlemin, AK Parti ile diğer partiler arasında olduğu, CHP'nin ise kenarda durduğu kanaatindeyim. Uzlaşmaz tutumuyla CHP, kendi tabanını koruyabilir. Ancak, BDPden MHP'ye, oradan SP ve BBPye kadar diğer partilerin tabanlannın 'Anayasa Değişikliği'ni desteklemek için çok çeşitli sebepleri var. Bu da, olası bir referandumun AK Parti saflarına BDP, MHP, BBP ve SP'den seçmen taşıyacağına, bu oyların bir kısmının seçimde de AK Parti'de kalabileceğine işaret ediyor... Oy oranını korumak maksadıyla bu diyalektikte pozisyonunu koruyan CHP'nin ise kazançlı çıkacağını söylemek çok zor. Belki oy oranını koruyabilir ama rakibinin güçlenmesine seyirci kalması, 'AK Parti'nin yüzde 50'leri bulan bir oy almasına razı olarak ana muhalefet olmak' anlamına gelmiyor mu?... Toplumun kahir ekseriyetinin 'değişim' talep ettiği bir dönemde; değişimin tek temsilcisini, değişim taleplerine itiraz ederek veya kayıtsız kalarak yenmek mümkün müdür?..." EMİN PAZARCI Devletin temeli çöker "...Gündem anayasa değişikliği... CHP'nin tutumu malum: Ana Muhalefet Partisi uzlaşmaz bir tavır içinde. Konu ne olursa olsun, değişiklikle hangi düzenleme gelirse gelsin, AK Parti'nin anayasa değişikliğini gerçekleştirmesini istemiyor. MHP de benzer bir tutum içinde: MHP de bu Meclis'in anayasa değişikliğini gerçekleştirmesine karşı... Geriye kalıyor bağımsızlarla BDP. AK Parti, bağımsızlardan bir kısmının desteğini alabilir. Ancak, BDP ile uzlaşması kedi ile çuvala girmekten farksız! BDP'liler, daha şimdiden AK Parti'nin yalnızlığından faydalanmak için atağa geçtiler... Şu sıraladıkları isteklere bakın: TCK'nın 215. Maddesi'ndeki "suç ve suçluyu övme" ifadesine takılmışlar. Bunun kaldırılmasını istiyorlar. Daha açık bir ifade ile Abdullah Öcalan başta olmak üzere terör örgütü militanlarına övgüler düzülmesinin önünü açmaya çalışıyorlar. TCK'nın 216. Maddesi'ndeki "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" düzenlemesinin değişmesi için dayatıyorlar... Bir başka istekleri, taş atan çocuklarla ilgili. İktidar, bu konuda zaten değişiklik yapmayı düşünüyor. Hatta muhalefetten bile destek geliyor. Ama, BDP için bütün bunlar yetmiyor. "Köklü çözüm" sloganı ile daha büyük bir problem ortaya çıkarmak için çırpınıyorlar. Olacak iş değil, ama TCK'nın 314. Maddesi'nin bile değiştirilmesini teklif edebiliyorlar. Bu madde, "Devlet güvenliği ve anayasal düzene karşı silahlı örgüt kurmak ve üye olmayı" suç sayıyor... Bunlar, PKK Terör Örgütü'nün talepleri. BDP de bu talepleri dile getirerek, PKK ve Abdullah Öcalan'ın önünü açmak istiyor... Bunlar, tartışılması bile mümkün olmayan konular. Terör ve teröristin önünü açıp, devleti temelden çökertmeye yönelik teklifler. Doğal olarak kabul de görmeyecek. Durum bu olunca, değişikliğin Meclis'ten geçmesinin ardından halkoyuna sunulması kaçınılmaz görünüyor. AK Parti de bu tablo içinde siyasi partilerden çok, vatandaşa yönelik mesajlara ağırlık verecek..." MUHARREM SARIKAYA Anayasa'ya itiraz zamanı "... ANAYASA paketi daha Meclis'te görüşülmeden geleceğine ilişkin ilginç bir tartışma başladı. Tartışmanın odağında iki konu var. İlki Anayasa Mahkemesi'ne iptal davasının hangi aşamada açılacağı? İkincisi ise 97 vekili bulunan CHP'nin iptal davası için gerekli 110 imzayı nasıl bulacağı?.. Kanunlar yürürlüğe girdiği anda Anayasa Mahkemesi'ne dava açılabilir. Eğer referandumlu bir sonuç çıkarsa (330-367), Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası hangi aşamada açılabilecek? Yani, Meclis'te kabul edilip Cumhurbaşkam'nın referanduma sunmak üzere Resmi Gazete'de yayınını sağladığı anda mı? Yoksa henüz süreç tamamlanmadığı varsayılıp referandumun sonucunun ilanıyla mı? İkincisinin kabul görmesi halinde doğuracağı sonuç çok ağır... Çünkü bu durumda, halkın çoğunluğu tarafından kabul edilmiş bir Anayasa maddesinin, 11 kişilik Anayasa Mahkemesi'nin takdirine bırakılması gibi bir durum ortaya çıkacak... Anayasa Mahkemesi'nin görev ve yetkilerini düzenleyen 148'inci maddesi şu hükmü taşıyor: "... Kanun yayınlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; defi yoluyla da ileri sürülemez." Bir de Anayasa'nın referandum ile ilgili 175'inci maddesine bakalım: "Meclisçe üye tam sayısının beşte üçü ile veya üçte ikisinden az oyla kabul edilen Anayasa değişikliği hakkındaki kanun, Cumhurbaşkanı tarafından Meclis'e iade edilmediği takdirde halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete'de yayımlanır." Her şey açık... Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmak üzere Resmi Gazete'de yayımı tarihinden başlamak üzere 10 gün içinde dava açılabilir... Daha önemlisi, paketi Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacağını söyleyen CHP'nin 110 imzayı nereden bulacağı? Çünkü Anayasa değişikliğinde grup kararı alınamadığı için anamuhalefet partisinin Anayasa Mahkemesi'ne doğrudan başvuru hakkı da bulunmuyor; 110 imzanın toplanması gerekiyor. Dolayısıyla 97 sandalyeli CHP'nin 13 milletvekiline daha ihtiyacı bulunuyor. CHP'nin bunu karşılayacağı yer, bağımsızlar veya MHP... Peki, MHP, CHP ile birlikte Anayasa Mahkemesi'ne gider mi? MHP yöneticileri kişisel görüşleri olduğunu belirtse de CHP'ye destek verme niyetinde değildi. Çünkü MHP de AK Parti gibi referanduma gidilmesi ve meydanlarda kıran kırana mücadeleyle sonuca ulaşılmasını istiyor. Öyle görülüyor ki her yol referanduma, yani meydanlara çıkıyor..." YASEMİN ÇONGAR Referandumda ‘evet'çünkü vesayete ‘hayır'... "... Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Çan'ın dün bizim gazetede yer alan açıklamaları, askeri vesayetten de "demokrat" görünmekten de vazgeçmek istemeyen şizofren güruhun "ama... ama... ama..."larla yarattığı toz dumanı tek üfleyişte dağıtan kuvvetli bir nefesti adeta... Özetle şöyle dedi Can: "Biz reformları yetersiz olarak değerlendirmiyoruz. Sonuçta bir darbe sistemi içerisinde, demokratik iradenin etkin olmadığı bir siyasal sistemde yaşıyoruz. Anayasası darbe anayasası, yasaları darbe yasaları olan bir sistem. Özlediğimiz değişim öyle bir anda olacak bir şey değil... Darbe koşullarının yapısal koşullarını kaldırmaya yönelik atılan her adımı, demokratikleşmeye dair her girişimi önemsemek, beslemek ve desteklemek zorundayız. Türkiye'de çok ciddi anlamda bir adım atma ortamı oluşmuştur ve bu adımın ciddi bir şekilde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu hayati Referandumda 'evet' çünkü vesayete' hayır'.. bir görev, çünkü Türkiye'de yargı yok... Yargının temel hak ve özgürlüklerle demokrasiyle hiçbir ilgisi yok. Şimdi, ilk defa darbe mantığının, darbe siyasetinin ve darbe hukukunun yapısal unsurlarına dokunuluyor. Zaten gürültü de bu yüzden çıkıyor." Bu sözler, referanduma gitme ihtimali yüksek görünen Anayasa değişikliği paketi karşısındaki "demokrat'' tavrın tarifini yapmakla kalmıyor, toplumun ekseriyetinin pakete neden "evet" diyeceğini de anlatıyor bence... Gürültü ve toz duman var, çünkü benim "sürekli darbe" dediğim süreci mümkün kılan, askeri vesayeti ayakta tutan yapı ilk kez çatırdıyor... Ve şuna samimiyetle inanıyorum ki, Türkiye'de seçmenin çok büyük bir bölümü, o yapının yıkılmasına, AKP yöneticilerinden bile daha istekli, daha hazır. Bunun için de, muhtemel referandumda "evet" oyları AKP seçmeninin oylarının çok üstünde olacak gibi geliyor bana... Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın dün NTV'de Murat Akgün'a yaptığı açıklamaları da bu nedenle "gerçekçi" buldum ben. Arınç, referanduma gidilmesi halinde CHP seçmeninin yüzde 40'tan, MHP seçmeninin ise yüzde 50'den fazlasının anayasa değişikliğine "evet" oyu vereceğini söyledi... Nitekim "Elimizde ona yakın anket var. Hepsi de halk tabanında bu tekliflere sıcak bakan müthiş bir potansiyel olduğunu gösteriyor" dedi ve ekledi: "Siyasetçiye ilkeli olmak yakışır. 'Hayır' diyeceklerse çıksınlar Anadolu'ya 'hayır' deyin desinler. Göreceklerdir ki sözlerine hiç itibar edilmeyecek." Arınç'a katılıyorum. Askerî vesayetin, iktidara gelse bile "muktedir" olmamaya mahkûm ettiği Anadolu'nun, bu anayasa değişikliğine "hayır" demeyecek kadar çıkarının farkında, geleceğine sahip ve sağduyusu yerinde olduğuna inanıyorum..." HASAN KARAKAYA HSYK üyeleri... İdeolojik yargının cüppeli sultanları! "... Herhalde sizlerin de dikkatinizi çekiyor olmalıdır... 26 maddelik "anayasa değişikliği taslağı" konusunda, üzerinde en fazla konuşulan konu, "yargı" ile ilgili maddeler... Özellikle de "HSYK'nın yapısı" konusunda "sert bir direniş" var... Kimi "yargı kuşatmasından dem vuruyor, kimi "yargının ele geçirilmek" istendiğinden!.. Demek oluyor ki; HSYK'yı bir "kale" olarak görüyorlar ve bu kaleyi "teslim etmemek" için, son güçleriyle direniyorlar... Öyle ya; bütün "hakim ve savcıları" parmağında oynatan, onları "her emre amade" birer "kurşun asker" haline getiren HSYK; bu "saltanat"tan, bu "hükümranlık" ve "buyurganlık"tan elbette vazgeçmek istemez... Hakim ve savcıların "atamasından "terfi"sine kadar hemen her konunda "yetkili" olan bir kurumu, siz olsanız kaybetmek ister misiniz?.. Onlar da istemiyor işte!.. Direniyorlar!.. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın dün ifade ettiği gibi; kendilerini "yargı" yerine koyarak!.. Hani, "devekuşu"na sormuşlar ya; "Deve misin, kuş musun?" Devekuşu, "Ben kuşum" deyince, "Öyleyse uç" demişler... Devekuşu, bakmış ki pabuç pahalı, bu defa da "Ben deveyim" deyivermiş!.. 0 zaman, "Madem devesin, şu yükleri taşı" demişler!.. Devekuşu çaresiz... Yine başa dönmüş: "Ben kuşum!" Herhalde o günden beridir ki, tartışılıp durulur: Devekuşu "deve" midir, "kuş" mu?.. "Koşmasına" bakanlar "deve" zanneder, "kanarlarına bakan da "kuş!" Ama, ne "deve"dir, ne de "kuş!" "Bir garip yaratık"tır devekuşu!.. Sayın Bülent Arınç'ın da ifade ettiği gibi; HSYK, "ne olduğuna" bir karar vermelidir artık... "Deve" midir, "kuş" mu?.. Pardon; "Yargı organı" mıdırlar, "idari kurul" mu?.. Onlar, "ne olduklarına" henüz karar vermemişler ama, kendilerinin "seçilmiş" olduklarını çoktaan ilân etmişler!.. Dünkü açıklamalarında, "HSYK'nın seçilmiş üyeleri" gibi "komik bir ifade" kullanmışlar ki, katıla katıla gülmekten kasıklarıma ağrılar girdi!.. "Seçim" dediğin, "11 bin hakim ve savcı" tarafından yapılır... Ama, HSYK üyeleri, işte böyle bir seçime "direnç" gösteriyor... "Kendi meslektaşları tarafından seçilmek" istemiyorlar!.. Bence, HSYK üyeleri, kendi kendilerine "statü" kazandırma işlerinden vazgeçip, "ne olduklarına" bir karar verseler ve artık "yargının sorunlarına eğilseler daha iyi olacak gibime geliyor..." |
|
![]() |
![]() |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
ak, akp, basın, forum, haber, ishak, köşe, medya, parti, rapor, tanıtım, yazı, yılmaz |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|