04-14-2010, 14:26 | #301 |
Hani hep itiraz ediyorlar ya meclisten üye seçilmesi yargıyı siyasallaştırır diye. İşte emekli olurken yaptığı açıklama ile AK Parti'ye ofsayttan bir gol atarak giden dönemin başkanı Mustafa Bumin'in hazırlattığı teklifin 146.maddesinin gerekçesine kelimesi kelimesine aynen şu ifade yazılmıştı: "Üyelerin seçimi, yargı bağımsızlığı ilkesi esas alınarak ve ulusal iradenin de katkısı sağlanmak üzere "(Anayasa Mahkemesinin hazırladığı Anayasa Mahkemesi'ne ilişkin anayasa değişikliği Önerisi sayfa 2, paragraf 6)
Yani milli iradenin katkısının gerekli olduğuna işaret etmiştir. Oysa bu değişikliğe itiraz edenler milli iradenin katkısını yargıya müdahale olarak görüyorlar. HSYK üyelerinin doğrudan hâkimler ve savcılar tarafından seçilmesine de aynı mantıkla karşı çıkmıyorlar mı? Hatta şimdiden Anayasa Mahkemesini şartlandırmak için üyelerin seçimle işbaşına gelmesini siyasetin yargıya müdahalesi olarak değerlendirmiyorlar mı? Oysa Anayasa Mahkemesi kendi hazırladığı teklifin gerekçesine milli iradenin katkısının yargıya müdahale değil elzem olduğunu yazmış ve belgelendirmiş. Ama bu belgeyi görmek için göz lazım. Kimilerinin gözleri var görmüyor, kulakları var işitmiyor. |
|
04-15-2010, 09:31 | #302 |
Baykal, anayasa değişikliği taslağının mevcut Anayasa'nın temel ilkelerine aykırı olduğunu ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldırdığını, bu nedenle kabul edemeyeceklerini ifade ediyor. Bu tutum, CHP ve liderinin genetik, kalıtsal bir durumudur ve normal karşılanmalı. Peki ya MHP ve liderinin tutumuna ne demeli? Seçmenine, AK Parti ile 'Evren Yasası'nı değiştirme konusunda uzlaşmayacaklarını haber veriyor. General ve yargıçlardan oluşan senfoni orkestrası eşliğinde Baykal ve Bahçeli kol kola girmiş kolbastı mıdır, şemmame midir, belli olmayan bir halay çekiyorlar.
Tek yumurta ikizi olan ancak iki ayrı ortamda büyüyen bu iki parti arasında AK Parti'ye karşı "seviyeli birlikteliğin" nedenlerini "28 Şubat postmodern darbesi"ne giderek anlayabiliriz. Zikrettiğimiz bu talihsiz dönemden beri devam eden bu yaklaşma birleşmeye kadar uzadı. AK Parti'nin Meclis'e getirdiği anayasa değişikliği taslağına/teklifine karşı birleşen bu ikiz kardeşler istiyor ki askerî vesayet devam etsin, 'Milli şef dönemi' devam etsin, darbeler anayasası ilelebet mahkemelerimizi kuşatsın. İstiyorlar ki vatandaşa rağmen yarım yüzyıldır devam eden generaller ve yargıçlar koalisyonu bozulmasın. Özgürlüklere, sivil iradeye, demokrasiye, insan haklarına, değişime, gelişmeye aykırı olan bu mevcut Anayasa'yı halkın ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda değiştirmek her zaman ve şartta Meclis'in görevi ve hakkıdır. Meclis bu işi beceremezse millet bunu referandum ile yapacaktır, bu da milletin demokratik ve temel bir hakkıdır. Değişiklik paketi Baykal'ın iddia ettiği gibi yargı bağımsızlığını ortadan kaldırmak yerine, tam tersine yargıyı normalleştirecektir. Evet, bu taslağın/teklifin mükemmel olmadığını AK Parti de kabul ediyor. Ancak bu bir başlangıçtır ve hep birlikte daha iyiye doğru, el ele birlikte çalışmak gerekiyor. İyi niyetin, milletten yana, hukuktan, özgürlük ve demokrasiden yana olmanın göstergesi ve gereği de budur. |
|
04-16-2010, 12:40 | #303 |
Şimdi BDP, bazı mihraklar tarafından kendisine sunulan bu malzemeyi olabildiğince sündürmeye uğraşıyor. Anayasa tartışmalarında mızıkçılığı oynaması için çok iyi bir gerekçe buldu. Bütün tabanını yumruk üzerinden yeniden kızıştırmaya, gergin tutmaya çalışıyor. Her ne kadar Ahmet Türk son derece makul ve dengeli ifadeler kullanmış, itidale ve barışa çağırmış olsa da öyle makul insanların siyaset yapmasını devletin bizzat kendisi istemiyor. Böyle olunca, BDP'nin kendi tabanına karşı sündüre sündüre kullanacağı bir malzeme altın tepside sunulmuş oluyor. Yani anlayacağınız statüko ile BDP yine doldur boşalt oynuyor.
Ama artık toplum eski düzen oyunları ve oyuncularının bir hayli farkında... |
|
04-16-2010, 17:31 | #304 |
Uyarmalıyız; statüko ile pazarlık olmaz. Pazarlık demek, statükoya nefes aldırmak, kendini tahkim etmesi ve yeniden üretmesi için suni teneffüs yapmak demek. Demokratik siyasete, açık topluma, piyasa ekonomisine ve dünya ile bütünleşmenin yarattığı 'aydınlanmaya' yenik düşen bir yapı var karşımızda. Statükoda hâlâ müzakere edilecek güç görmek yanlış, temsilcilerini muhatap almak abes.
Şimdi durduramadıkları değişimin siyasal aktörü görünümündeki AK Parti ile pazarlık yapıp iktidarı 'paylaşmak' istiyor. Oysa statükonun ne pazarlık yapacak gücü kaldı ne de yaşama imkânı ve değişime karşı 'şart' öne sürme şansı. Her türlü pazarlık, kendi anakronizmasında can çekişen statükonun ayağa kaldırılması demek olur. Türkiye 1989'un Doğu Avrupa ülkelerini andırıyor şu sıralarda; prangalarından kurtulmak üzere olan bir toplum var yeni ekonomik gücü ve siyasal temsiliyle. Vesayet rejimi çatırdıyor. 'Ara yolcu' yaklaşımlar geç kalmış bir yıkımı daha da geciktirecek. Statükoyu yıkacak dinamikler durdurulamaz nitelikte. Türkiye'nin sosyolojisi, ekonomisi ve siyaseti artık üzerine giydirilen deli gömleğine sığmıyor. Uluslararası konjonktür de değişimden yana. Statüko güçleriyle yaptıkları ittifak soğuk savaşın bitimiyle işlevsiz, anlamsız hale geldi. Despotik, oligarşik bir Kemalist rejimin şiddet ve istikrarsızlık kaynağı olduğunu dünya biliyor. Ortadoğu, Kafkasya, Karadeniz ve Balkanlar'da barış ve işbirliği yerine çatışma ve gerginlik yaratmayı iş edinen bu kesimlerle artık 'iş tutmuyorlar'. Türkiye'nin demokratik istikrarı bölgesel ve küresel barış için şart. Vesayet rejiminin yerine tam demokrasiyi kurmak için daha uygun bir konjonktür bulunamaz. |
|
04-17-2010, 09:23 | #305 |
Nasıl ki dinin atomlarını parçalamak hormonlu dincilere kaldı ve her parçası Allah rızası için ticarethanelerde açık arttırmayla satıldı ve insanlar dinden bu hörgüç tüccarları tarafından soğutuldu Türklük de faşist kralcılar tarafından yerle bir edildi elini kutsallaştıran bileğini dayadı ve biz de safça bilenerek ırkımızdan soğutulduk.
Şimdi bu kafaların varlığına karşı buz kesiyorum. Şimdi bu kafalar bir Kürt annesinin suratına kaç tane türk tokadı indirecek! Özdilden ağzı yanan kaç tane sözde entelektüel Türk, Yılmaz'ı üfleyecek ve yumruğumun yazarı ilan edecek. Vayyy şerefsiz vayyy diyerek şeref üstadı olmuş yayın balıkları yumrukla kaç tane manşet atacak ve Türklük egosunu alkışlatacak! Müslümanım azizim ben sadece Müslüman! Ayetin çağırdığıyım askerin çağırdığı değil. Irkın kolonisini kurup kabileci marşlarınızı kendi Türklüğünüze saklayın. Sen Türküm dedikçe Kürt olan Kürtüm diyecek! Sen kendini ırkınla hatırlatıp mührünü de yumruğunla basarsan sonuçları karşısında “ bunlar hak etti” deme yoksunluğunu her an yaşayacaksın ve katlanacaksın. Allahın cenneti hepimize yeter eğer gideceksek tabii. |
|
04-19-2010, 09:45 | #306 |
Krizden çıkış güçlendi
Ülkemiz siyasetin ekonomiden daha çok konuşulduğu ve geleceği belirlediği bir yerdir. Biz ise siyaseti uzmanlarına bırakaıp ekonomik gelişmeleri gündeme getirme çabasındayız. Bu bağlamda bir neden olmadan vatandaşın moralini bozanlara da sempati ile bakmayız.
Şu anda ülkemizde ekonomik trend tersine dönmüş bulunuyor, yani pozitif gelişmeler giderek kuvvetleniyor. Sayılar böyle gösteriyor ama sorunların adı da değişiyor. Fakat kafalarımız ya kapalı ekonomi mantığından kurtulamadığından ya da salt siyasi görüş, ekonomik yorumlarımızı etkilediğinden endişe ve korku içindeyiz. Ancak toplumumuzda hâlâ anlaşılmayan şey artık (2008 sayıları ile) 130 milyar dolar ithalat, 200 milyar dolar ihracat yapan ve 700 milyar doları aşan toplam GSYİH büyüklüğü ile nerede ise yüzde elli dış ticarete açık bir ülke olduğumuz gerçeği. Bu nedenle bugün de ve gelecekte de, dış âlem ekonomik anlamda teklediği zaman zaman bizim de tekleyeceğimizi bilmeliyiz. Anlamamız gerekir ki bu krizi biz çıkarmadık. Bu sefer katil değil kurbanız. Bu nedenle de iç talebi ne kadar canlandırsak total sonucu belirleyen esas faktör dış taleptir. Dış talep demek de Türkiye dışındaki ülkelerin toparlanması, canlanması ve bizden mal ve hizmet satın almaları demektir. Bu nedenle dış âlemdeki gelişmeleri yakından incelemeliyiz. Dış talep yani ihracat da bir tür bağımlılıktır. Deniz Gökçe |
|
04-22-2010, 10:41 | #307 |
Danıştay binasının güvenliği OYAK'a ait olduğuna göre hesap verecek kişi ve kurumlar belli demektir. Kim, hangi hakla, hangi endişeyle güvenlik kamerasındaki görüntüleri silmeye cesaret edebildi?
Bilindiği gibi Danıştay davası, Ankara'da görülmüş ve bir sonuca bağlanmıştı. Ergenekon davasına bakan yetkililer elde ettikleri bilgi ve belgeler ışığında dosyayı İstanbul'a istedi. Eğer bu dosya Ergenekon soruşturmasının kapsamına alınmasaydı kamuoyu asla bazı gerçekleri öğrenemeyecekti. Düşünebiliyor musunuz önce seyredilmiş, sonra başka dosyalarla karıştırılmış, daha sonra da silinmiş güvenlik görüntülerini hiç bilemeyecekti! Çünkü Danıştay saldırısı adeta örtbas edilmişti. Ülkeyi kaosa sürüklemek, darbe şartlarını oluşturmak ve psikolojik harp taktikleriyle masum kitleleri sindirmek isteyenler Danıştay saldırısını vesile ederek korkunç bir proje ortaya koydu. O kadar ki, cinayetin yaşandığı ilk saniyelerden itibaren kara bir propaganda başlatıldı. Apar topar sokaklara dökülenler, lanet okuyanlar, faturayı muhafazakâr kitlelere kesenler... Bugün ortaya çıkan gerçekler karşısında büyük bir üzüntü duyuyorlar mı acaba? Hele kendini toplumun önüne atarak insanları hedef gösterenler o gün yaptıkları yanlıştan pişman oldular mı? Keşke herkes o gün konuştuklarını, yazdıklarını hatırlasa. Ve sorsa kendi kendine: "Cumhuriyet tarihimizin en korkunç cinayeti işlenirken neden x-ray cihazları çalışmadı? Neden güvenlik kameraları silindi? Neden?" |
|
04-22-2010, 10:43 | #308 |
Hatırlayalım. DTP'nin kapatılması için düğmeye basıldığında, Tokat'ın Reşadiye kasabasında çarşıdan dönen silahsız askerlerimiz, tuzağa düşürülerek şehit edildi. İki günlük tereddütten sonra, PKK eylemi üstlendi. Kürt açılımının konuşulduğu sırada, bu şaibeli eylem, Kürt sorununun barışçı çözümünü isteyenleri sarstı. Taraf gazetesi, olay üzerine, "PKK, iki halkın düşmanı" diye manşet attı. Sonrasını, Ahmet Altan 4 gün önce Taraf'ta yazdı. PKK'ya yakın internet sitelerinde ve Roj TV'de, Taraf'a yönelik bir saldırı kampanyası başlatıldı. Taraf, daha sonra Öcalan'ın, "bu Reşadiye işini ben anlamadım" diyen açıklamasını yayınladı. Bu defa bir PKK yöneticisi, Reşadiye baskınına sahip çıktı. İki gün önce de, Habertürk gazetesinde Amberin Zaman'ın, Murat Karayılan ile yaptığı mülâkat yayınlandı. Karayılan, "Hareketin merkezi olarak tertiplediği bir eylem değildi. Bizim tasvip etmediğimiz bir şey olarak eleştirilmiştir. Biz açıklama istedik. 'Neden' diye sorduk..." diyordu. Eylemi PKK üstleniyor ama başka PKK'lar, eleştiriyor. Kaç tane PKK var ve hangileri derin yapılarla irtibatlı?
|
|
04-22-2010, 18:18 | #309 |
Bu mânâda öze dönüş, milletçe varlık ve bekâmızın önemli bir şartı olduğu gibi, yabancı değerlerin hücumundan kurtulma ve zaman zaman millî ruh şahikalarını bir duman gibi saran yabancı düşünce ve asimilasyonlardan da zarar görmemenin tek yoludur. Öze dönme hamlesinde muvaffak olan toplumlar, aynı zamanda, yitirdikleri tabiatlarını da kazanmaya, kendileri gibi düşünmeye, kendileri gibi konuşup kendileri gibi soluklamaya muvaffak olurlar.
Ne acıdır ki, yıllar yılı bu ülkede, kendinden kaçan bir kısım müstağripler, hep başkalarının nefeslerini solukladı, hep sun’î teneffüsle yaşadı; bir kere olsun kendileri olarak tabiî teneffüste bulunamadı ve tabiîlikteki derin zevki duyamadılar. Dolayısıyla da, halkla kendileri arasında ortak idealler köprüsü kurulamadı; bu ideallere varış yolları belirlenemedi; yığınların donmuş, hareketsiz ruhlarına onları canlandıracak iman, şuur ve heyecan aşılanamadı. Böylece aydın (!) bir tarafta, halk yığınları diğer tarafta, herkes kendi anlayış ve düşüncesi veya kendi hezeyan ve isyanlarıyla çürüyüp gitti. Bunun neticesi olarak da, kalb, ruh, his ve düşünce dünyamızda kendimizi koruyup kollayamadığımız gibi, kendilerini taklit çizgisinde bulunduğumuz milletlerden de hiç mi hiç yararlanamadık. |
|
04-25-2010, 00:03 | #310 |
"""Biliyorsunuz, dil ile tasdik kalp ile iman etmiş adama “Müslüman” bütün bunların ötesinde ise ibadetlerini aksatmayıp dünyaya ve nimetlerine kör olmuş Müslüman’a da “mümin” diyoruz.
Ben ne zaman bir cümle kursam argo falan deyip edep dersi veriyorlar ama kimse çıkıp da “Umarım” diye sözlerine başlayan bir Müslüman’ın münafıklığından bahsetmiyor. İslamcılık, laik ortamlarda “inşallah” yerine “umarım” kelimesinin kullanılmasıyla başladı. Dilimiz Müslümanken beden dilimiz, beden dilimiz Müslümanken dilimiz Müslüman olamıyor artık. Yani öyle ya da böyle dilimizi kaybettik, büyüdükçe korkuyor, oy aldıkça tırsıyoruz.""" B.Akyürek |
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
bugün, bölüm, bölümler, etkileyen, hayat, hayatınızı, okuduklarınızda |
Konuyu Toplam 8 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 8 Misafir) | |
|
|