04-13-2011, 03:01 | #11 |
Hazreti Ömer, radıyallahü anh, belinde kılıcı, üstünde ok ve yayı olduğu halde işte Kâbe-i Şerifi tavaf ediyor. Etrafta kalabalık bir müşrik cemaati var. O'na bakıyorlar. Büyük Müslüman, üzerine dikili nefret dolu bakışlara aldırış etmiyor. Huşu içinde ibadetini yapıyor. Kâbenin etrafında yedi defa dönüp duasını yaptıktan sonra kâfirlere dönüyor:
-İşte ben de gidiyorum! Dinimin hatırı için ve Allah rızası uğruna ben de Mekke'den vazgeçerek Medine'ye hicret ediyorum. Anasını ağlatmak, karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen kahraman varsa yoluma çıkabilir... İslâm düşmanları, kendilerine meydan okuyan bu arslan karşısında gıklarını çıkaramadılar. O'nun dediklerinde tam kararlı olduğu ve önüne çıkanın bu cür'eti hayatı ile ödeyeceği öylesine belliydi ki....bu yüzden Hazreti Ömer ve yanındaki yirmi kişi Mekke'den Medine'ye en rahat göçen insanlar oldu. ..... Suheyb bin Sinan, Mekke'nin zenginlerinden. O da mümin...birgün Talha bin Ubeydullah'ı da yanına alarak bir fırsatını bulup Medine yoluna düştüler; fakat,Allah'a şirk/ortak koşanlar, ıssız bir yerde yollarına çıkarak onları durdurdular... -Durun bakalım...Nereye? -Gidiyoruz... -Medine'ye! -Evet, Medine'ye gidiyoruz.. -Gidemezsiniz. -Sebep? -Şimdi kendiniz gider, yarın servetinizi de çıkartırsınız.. Servet, mal, mülk kimin gözünde? Müminler için tek gaye var: Kâfirlerin elinden kurtulmak. Süheyb hazretleri önlerine çıkan eşkiyanın zaafını anlamıştı. Onlara "hayır" diyemiyecekleri beklenmedik bir teklifte bulundu: -Peki bütün servetimi, hatta Mekke'deki alacaklarımı size versem bizi görmemiş olur musunuz? Adamların dili tutulacaktı...Muazam bir servet onların oluyordu. Şaşırmışlardı... kılıçlarını yere indirdiler. Sahi mi söylüyor gibisine önce birbirlerine sonra Süheyb, radıyallahü anhın, yüzüne baktılar... -Doğru mu diyorsun ya Süheyb? -Evet, bize ilişmeyin bütün varlığım ve alacaklarım sizin olsun... -Öyleyse çabuk kaybolun; biz sizi görmedik... ..... Peygamberimiz, hadiseyi işitince aynı sözü iki kere tekrarladılar: -Süheyb kazandı!.. Süheyb kazandı... Ne güzel bir haber... ..... İnsanlar gidiyor... Gece karanlığında, gün ortasında, seher vaktinde elegeçen her fırsatta gidiyorlar... ...gittiler, gittiler, gittiler. Herkes gitti... Hazreti Ali, Hazreti Ebu Bekr, ve Hazreti Peygamberden başka nerede ise kimse kalmadı. Mekke müminden tamamen boşalmak; Medine taçlanmak üzere. Az kaldı; Medine'nin taclanmasına az kaldı.. Efendimiz, "gidiniz" dediler; herkes gitti... Hazreti Ebu Bekr; büyük dost...Allah'ın Resulüne soruyor: -Ben de gidebilir miyim? Efendimiz, aziz dostu yanlarından ayırmak istemiyorlar: -Sabret. Öyle ümid ediyorum ki Allahü Teâlâ bana da müsaade edecektir. O vakit birlikte hicret ederiz, buyurdular... Peygamber âşığı Ebu Bekr radıyallahü anh'ı bundan daha fazla sevindirecek bir haber tasavvur etmek mümkün mü? Sevinçten yüzü coşkun aydınlıklarla doldu: -Ah, ne diyorsun ey Allah'ın Resulü? Anam babam uğruna feda olsun. Bu mümkün mü? Peygamberimiz, aziz arkadaşını daha yüreklendiriyor. -Evet; mümkün... Hazreti Ebu Bekr, deve pazarına giderek tanesi dörtyüz dirhemden iki güzel deve satın alarak ahıra çektirdi. Maksadı izin gelince vakit kaybetmeden hemen yola çıkabilmek şimdi gözünde hem hicretin hem de Resulullahla birlikte gitmenin hasreti tütüyor. Bu hasretle dolu olduğu gecelerden birinde bir rüya gördü: ...ay gökten yere inmiş, Mekke'ye yakın bir noktada ışık saçıp duruyor. Ümmülkur'a sahrası onun nurundan gündüz gibi aydınlık...derken ay göğe çıkıyor ama tekrar yere iniyor; fakat bu defa Medine'ye iniyor. binlerce yıldız da onunla beraber Medine'ye iniyor. Şehir apaydınlık. Bir zaman sonra ay ve yıldızlar yine göğe çıkıyor ve oradan bir daha Mekke'ye konuyorlar. Mekke pırıl pırıl. Ne varki dörtyüze yakın ev bu aydınlıktan nasiplenemiyor; onlar karanlıklar içinde...Ay ondördüncü gecedeki gibi Mekke'nin etrafını dolaştıktan sonra Medine'ye yöneliyor. Bu şehirde Hazreti Aişe'nin evi önüne gelip kapıdan giriyor ve sonra toprağa süzülerek kaybolup gidiyor... Hazreti Ebu Bekr, "Hayırdır inşaallah" diyerek derin uykudan sıçradı.. Rüya kendisine, nedense çok tesir etmişti...Bir zaman gözyaşlarını tutamadı; öylesine ağlıyordu. Sabah olunca meşhur bir rüya tabircisine gitti.... Adam, Hazreti Ebu Bekr'i ilgiyle dinledikten sonra anlattı: -Ay, Peygamber, yıldızlar eshabıdır. Yıldızlar, Hazreti Peygamberle birlikte Medineye hicret etmekte fakat tekrar Mekke'ye dönmekteler. Bu, Mekke'nin Müslümanlar tarafından fethedileceğine işarettir. Ayın Aişe'nin kapısına gelmesi Ebül Kasım'ın O'nunla evleneceğine, yere süzülmesi ise Medine'de vefat edeceğine delalet etmektedir. Karanlıklar içindeki dörtyüz evin mânâsı ise zaten açık. Mekke'den Medine'ye göç, şu iki kelimenin tarih içinde ifadesini bulmasına ve bu kelimelerin unutulmaz bir mânâ ve şeref kazanmalarına sebep oldu: Muhacirîn... Ensar... Muhacirin: Vatanlarını Allah ve Resulullah için terkederek Mekke'den Medine'ye hicret eden müminler. Ensar: Kardeşlerine kollarını açarak, o müminleri bağırlarına basıp acılarını paylaşan Medineli Müslümanlar... Şimdi, Mekke müşrikleri tedirgin olmaya başlamışlardı; uykuları kaçıyordu. Hemen hemen bütün Muhammediler bir yolunu bulup Medine'ye geçmişti. Ne hapis, ne dayak, ne sevenleri birbirlerinden ayırma onları durduramamıştı. Gelen haberlere nazaran Medineli Müslümanlar, onları sevinçle karşılıyorlardı. Ya şimdi Peygamber de Medine'ye hicret eder ve bir kuvvet haline gelen Müslümanların başına geçerek Mekke'nin üstüne yürürse? Önünde sonunda olacak da budur. Müslümanlar, Medine'de bir kuvvet haline gelmiştir. Bu kuvvet, birgün elbette teşkilatlanacak ve yapılanların hesabını soracaktır. .... Mü'minlerin mes'elelerini görüşüp fikir birliğine vardıkları istişare meclisleri olduğu gibi Mekkeli kâfirlerin du kurultaylarını yaptıkları bir yer var. Kusayy İbni Hakim'in evi; Darun Nedve. Peygamberin Medinedeki Ensar ve Muhacirîn kuvvetlerinin başına geçme ihtimali Medine için fevkalade tehlike arzetmektedir. Bu yüzden Ebu Cehil başta olmak üzere Meysere Bin Haccac, Münebbih Bin Haccac, Nadr İbnil Hâris, Ukbe Bin Ebi Muayt ve diğer Kâfir büyükleri Darün Nedve'de toplanmış alınacak tedbirleri münakaşa ediyorlar... Konuşmalar hararetli şekilde sürerken kapı açıldı ve içeriye Necdli bir ihtiyar kılığında İblis girdi: -"Hah", dedi, öncekiler, "işte tecrübesinden faydalanacağımız bir pîri fani" İblis, sırıttı. Bilmez bir saflıkla ve sanki oraya tesadüfen girmiş gibi sordu: -Müşgiliniz nedir? Neyi tartışıyorsunuz? .... Kâfirler, mes'eleyi ve muhtemel neticelerini, her birinin düşündüğü çareyi anlattılar. İblis, bunlardan ilk defa haberdar oluyormuş da düşünecek zaman kazanıyormuş gibi sahte bir filozof tavrı ile sakalını sıvazladı ve sesine inandırıcı bir ton vermeye çalışarak müthiş telkinini yaptı: -Iıı. Bunların hiç biri çare değil. Zira O'ndaki güler yüz ve tatlı dil, her tedbiri boşa çıkarır. İşi kökten halletmelisiniz! Ebu Cehil, îmayı derhal anladı. Kendisi de aynı fikirdeydi. Hazır böyle bir destek bulmuşken arkadaşlarını da bu fikre razı etmek için mantığının bütün imkânlarını seferber etmeliydi. -Öyle anlıyorum ki ey ihtiyar, O'nu öldürünüz; başka tercihiniz yoktur diyorsun öyle mi... -Evet, tutacağınız başka hiç bir yolla Muhammedden kurtulamazsınız.. Ebu Cehil kurultaydakilere döndü: -Dinlediniz!.. Necdli zat "öldürün" diyor. Ya öldüreceğiz ya öleceğiz. Eğer biz, O'nu öldürmezsek, sonumuzun uzak olmadığı kanaatindeyim. Bunu böyle bilin. Kaşlar çatılmış, yüzler gerilmiş, bakışlar donuklaşmıştı. Bir kıvılcımla tutuşacak hale gelmişlerdi. ...Ve Ebu Cehil; bu katmerli kâfir, emri vakiyi kabul ettirdi. -Bu gece evinin etrafını saralım. Her kabilenin en iyi kılıç kullananı oraya gelsin. Yarın sabah dışarı çıktığı zaman, o, iyi kılıç çekenler, hemen üzerine hücum etsin ve muhtelif kılıç darbeleri ile öldürülsün...dedi ve sesini yumuşattı. Böylece kimin katlettiği belli olmayacağından akrabaları mecburen kısas yerine diyete razı olurlar. Biz de kan bedelini vererek bu büyük dertten kurtulmuş oluruz. İblis, fikre bayıldı. Çünkü aslında teklifin özü kendisine aitti...ve nice zamandır böyle bir ânı beklemişti. Putperestler, derhal Mekke'nin en gözüpek cengâverlerini bularak o gece mubarek evin etrafını sardılar. Maksatları, Ebül Kasım, bir yere kıpırdamasın ki sabah emellerine nail olalar...tabi gafiller bilmiyorlarki yüce Allah, izin vermedikçe hiç bir şeyin vukuu mümkün değildir. Cenab-ı Hak,kâinatı uğruna yarattığı aziz Sevgiliyi, kâfirlerin elinde kim vurduya getirecek!... Buna imkân varmı? Necdli libasına bürünmüş lanetli şeytan da, küfürde inatlı anlı şanlı Mekke asilzadeleri de bu ince noktayı muhakeme edemiyorlar. Zaten bunu kavrayabilseler her şey bitecek. Bu basirete malik olabilseler geriye ne kalır ki...ahmaklıkları zekâlarını örtmüş. ..... O akşam, Vahiy Meleği Cebrail aleyhisselam, Peygamberimizin saadethanelerine gelerek ayeti kerime getirdi. Darün Nedve'de alınan karar, bütün tafsilatı ile Resulullaha haber verildikten sonra o gece evinde uyumaması isteniyor ve ertesi gün de hicret etmesi bildiriliyordu. Emri ilahi üzerine Peygamberimiz, Hazreti Ali'ye: -Ya Ali! izin geldi. Ben de hicret edeceğim. Medine'ye gidiyorum. Bu gece yatağımda sen yatacaksın. Örtüme sarın ve uyu; hatırına hiç bir şey gelmesin. Hiç korkma. Mekkelilerin bana bıraktıkları emanetleri yarın sahiplerine teslim edersin. İnşaallah Medine'de buluşuruz. Dedi ve Yasin Sure-i Şerifesinin baştan oy ayeti kerimesini okuya okuya kapıya geldi; açtı, yerden bir avuç toprak alarak kâfirlerin üzerine saçtı ve onların bakan, ama görmeyen gözleri önünde çıkıp gitti...Bu topraktan kimin üstüne düştü ise daha sonra Bedir cenginde O'nun canı cehennemi boyladı. /Yâsîn. O, hikmet dolu Kur'ân'a andolsun ki sen, hiç şüphesiz insanlara gönderilen Peygamberlerdensin! Dosdoğru bir yoldasın. Bu Kur'an da kudretiyle her şeye üstün gelen, rahmetiyle herkesi esirgeyen Allah'ın indirdiği bir kitabdır ki; ataları azabla korkutulmuş, bu yüzden; gaflet içinde kalmış olan bir kavmi korkutman için sana indirilmiştir. And olsun ki bunların çoğuna o azap sözü hak olmuştur. Artık bunlar iman etmezler. Gerçekten, biz, onların boyunlarına bu kağılar geçirdik ki bunlar çenelerine kadar dayanmıştır. Şimdi onlar, kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış bir haldedirler. Biz, onların önlerinden bir sed, arkalarından da bir sed çektik. Onları öylece bıraktık artık görmezler./ Mekke müşrikleri hane-i saadetin önünde böylece saatlerce beklerken birisi ortaya çıktı ve "siz ne bekliyorsunuz" dedi. Onlar sebebini söyleyince o adam: -Bana kalırsa beklediğiniz şahıs içerde değil, şu evdeki sakinliği görmüyor musunuz? Deyince İslâm, Allah ve Resulullah düşmanları bu hesap dışı lafa sinirlenerek yalın kılıç kapıya yüklenip içeri doldular. Baskın üzerine zaten tetikte uyuyan Hazreti Ali, Efendimizin yatağından fırlayarak edepsizlerin karşısına dikildi...karşılarında bir arslan heybetiyle duruyordu. Bir tarafta elleri kılıçla Mekke Kâfirleri; aradıklarını kaçırmış, planları altüst olmuş insanlar, diğer tarafta tek başına onlara karşı koyan Hazreti Ali...Gerginlik en zirve noktada. Azgınlar, Allahın arslanını tartaklamak istiyor: -Ebûl Kasım nerede, nereye gitti, nereye saklandı; çabuk söyle!!! Hazreti Ali soğukkanlı... -Bilmiyorum. Siz bana böyle bir vazife mi vermiştiniz... Hırstan kuduran zorbalar, Ali, radıyallahü anh, efendimizi gözaltına aldılar... .... O gece Hak teâlâ, Cebrail aleyhisselam ile Mikail aleyhisselama sordu: -Hanginiz hayatını diğeri uğruna feda edersiniz? İki büyük melek suali samimiyetle cevaplandırdılar: -Ya Rabbi hiç birimiz hayatımızı diğerine bağışlamayız... Allahü teâlâ buyurdu ki: -Halbuki Ali, öyle yapmadı. O, Peygamberinin hayatını kendi hayatından aziz tuttu. Şimdi zordadır; yardımına koşunuz... Hakikaten, Sevgili Peygamberimiz "Ya Ali. Yatağımda yat. Ben hicret edeceğim; gitme zamanım geldi" anlamında talimat verince, Hazreti Ali, her türlü korku hissine yabancı olarak denileni yaptı. Çünkü O, Peygamber uğruna ölmenin yaşamanın ana gayesi olduğuna tam iman etmişti. Hal böyle olunca kim, müşrikin kılıcından, hapsinden tehdidinden korkar... Nezarette bir mikdar kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Serbest kalır kalmaz da Efendimize bırakılan emanetleri sahiplerine götürdü. İşte bu ahlâk İslâmiyeti yüzyıllardan yüzyıllara taşıdı. O'na iman etmiyorlar; ama, mallarını emanet edecek tek insan olarak yine Muhammedül Emin'i görüyorlar. O üstün ahlak sahibi Peygamberin ise en zor ânında ilk hatırladığı şey emanetler. "Ya Ali emanetleri sahiplerine ulaştır!" Ve gerçekten Hazreti Ali serbest kalınca bir yolunu bulup kaçma yerine bu defa kendisine emanet edilmiş olan malları sahiplerine götürüyor...Bu ahlâkı, hangi kılıç yenebilir? Emanete titizlenen, en olmadık bir vakitte bile emaneti unutmayan görülmemiş bir üstün ahlâk. Büyük Peygamber, o gece meçhul bir yerde saklandıktan sonra ertesi gün ıssız bir ânda sevgili arkadaşının evine doğru geliyor. Vakit öğlen... Birisi Hazreti Ebu Bekr'e haber veriyor: -Ebûl Kasım size geliyor. Haberiniz olsun... Ebu Bekr, radıyallahü anh, hayrette kalıyor ve mırıldanıyor; -Sevdiklerim yoluna feda olsun; acaba niçin bu öğlen vaktinde teşrif buyuruyorlar. Zira; Efendimizin âdetleri, Ebu Bekr'in evine sabah veya akşam uğramak. Bu güne kadar hep böyle olmuş...Herhalde mühim bir şey var ki âdetlerini bozmuşlar. Hazreti Ebu Bekr, kapıya fırlıyor: -Buyur ey Allahın Resulü. Buyur. Hoşgeldin, şeref verdin. -Yabancı kimse var mı? -Hayır ya Resulallah... .... İçeri girdiler. Fahri kâinat apaydınlık bir ifade ile müjdeyi bildirdiler: -Rabbimden haber geldi; hicret edeceğim. Sâdık dost, heyecanlandı; -Ayağının tozları başıma tac, gözüme sürme olsun ey Allah'ın Sevgilisi,ben; bana da izin var mı? Tebessüm buyurarak yumuşacık cevaplandırdılar: -Evet. .... Ebu Bekr-i Sıddık sevinç ve heyecandan ağladı ve: -Ya Resulallah, develer hazır, dedi. İstediğini alabilirsin. Peygamberimiz: -Bana ait olmayan deveye binmem... Hicretin bütün nimetlerine kavuşmak için kendilerini taşıyacak bineğin parasını vermek istiyorlardı.Bu sebeple: -Bedelini kabul etmeni rica edeceğim. dediler. Tam teslimiyet sahibi büyük insan ne diyebilir?: -Nasıl emrederseniz. Yeter ki mubarek gönlünüz hoşnud olsun. .... Evi bir ânda bir heyecandır doldurdu...İşte yol azığı hazırlanıyor: Et, ekmek ve yola dayanıklı yiyeceklerden bir çıkın... Hatta Ebu Bekr'i Sıddık'ın kızlarından Esma, çıkının ağzını bağlamak için bir ânda belinden kuşağını çıkartıp ortadan ikiye yardıktan sonra bir parçasını tekrar beline bağladı; ikinci parça ile çıkının ağzını sıkı sıkıya sardı. Bu güzel günün ve bu güzel tezcanlılığın hâtırasına Esma radıyallahü anh'ın ismi o günden sonra "Çifte Kuşaklı Esma" oldu...Bir küçük bez parçası ile gönüller fethetmişti. Hem de son Peygamberin gönlünü...Ana zamanlama ne kadar isabetli, ne kadar denk. |
|
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|