AK Gençliğin Buluşma Noktası
Kitaplar ve Dergiler Kitaplar ve Dergi içerikleri, değerlendirme ve tavsiyeler.



 
Stil
Seçenekler
 
Prev önceki Mesaj   sonraki Mesaj Next
Alt 05-05-2011, 20:54   #1
Kullanıcı Adı
Kur'ânTalebesi
Standart Yaşar Kaplan’ın “Kalem ve Kelepçe” kitabından notlar…

• Toplum olarak bir zifirî karanlıkta ilerlemekteyiz. Semalarımızı kuşatmış olan bu koyu karanlıkların ortasında bir beyaz delik açmaya savaşmalıyız. Bir mekteb olarak algılamak zorunda olduğumuz tebliğ çalışmalarımızla her çevrede biz iz bırakmanın, her kalbe bir iyilik tohumu ekmenin özlemi ve çabası içinde olmalıyız.

• Belki küfür karanlığından kurtulmuştur, ama insanımız tembelliğin karanlığı içinde yüzmektedir. İnsanımız iman zayıflığnın işareti olan sorumsuzluğun ve vurdumduymazlığın karanlğında yüzmektedir. İnsanımız dedikodunun, kötümserliğin, beğenmemenin karanlığında yüzmektedir.

• Eline para değenler davaları için bir yatırım yapacaklarsa, mutlaka insana yatırım yapmalıdırlar, diyeceğim ama, zaten bu yapılıyor diye itirazlar geleceğini de biliyorum. Onun için hemen diyorum ki, burda sözkonusu edilen insan herhangi bir insan değil, nitelikli insan.

• Zaten sayıları az olan okuyucu kesiminin eline geçirebildiği kadarıyle birşeyler okuyor olması bizi, içine yuvarlanmakta olduğumuz kısırlıktan kurtarmaya yetmemektedir. [...] Yetenekli insanlara ve bu insanların ortaya koydukları değerli eserlere önem vermeliyiz.

• Din vardır, adına “Hakk’ın dini” deriz; din vardır, adına “Halkın dini” deriz. Bir kısmımız “Hakk’ın dini”üzere yaşar gideriz, bir kısmımız “Halkın dini” üzere yaşar gideriz.

• Tuhaftır ki, halk kendi dinini kendisi yaratmakla kalmamış, “aydın” geçinen, “tahsilli” bilinen insanları da bu dine çekmeyi başarmıştır. Artık halkla birlikte, tahsilli ve aydın kesimin büyük çoğunluğu da Hakk’ın dini üzere değil halkın dini üzere yaşamaktadır. Bu bakımdan, “halk” veya “avam” dediğimiz zaman aklımıza sadece okumamış, diploma ve titr sahibi olmamış insanlar gelmemeli; medreselerde hocalık hatta din hocalığı pâyelerine ermiş profesörler, şeyhler, efendiler, üstadlar, düşünerler de bu avam tabakası’na mensub sayılmalıdırlar; çünkü bu takımdan olan insanların pek çoğu da Hakk’ın dini hususunda halktan fazla birşey bilmemekte ve halktan farklı düşünmemektedirler. Bu halleriyle Hakk’ın dini üzere değil, halkın dini üzere yaşamakta; dünyaya Hakk’ın dini zâviyesinden bakmakta; olayları Hakk’ın dinine göre değil, halkın dinine göre yoruma tâbi tutmaktadırlar.

• Halkın dini üzere yaşayanlar her zaman çoğunlukta görünseler bile, insanı ve insanlık tarihini omuzlarında taşıyanlar, insanı ve insanlık tarihini onurlandıranlar, daima, Hakk’ın dini üzere yaşayanlar olmuştur.

• Halk daha çok, alışkanlıkları üzere yaşamayı sever ve herhangi bir alışkanlığının değiştirilmek istenmesinden hoşlanmaz. Halka göre doğru olan, alışıldığı şekilde yaşamaktır. Avam şöyle düşünür: Birşey doğru olmasaydı yüzyıllardır yapılıp gelir miydi hiç? Yanlışlar o kadar âlim ve dava adamına rağmen alışkanlık haline gelebilir miydi?

• Saltanata sevdalanmak soysuzluğa sevdalanmaktır. Asâlet peşinde olanlar, hakikatin peşine düşmelidirler.

• Hakikatin bulunduğu yerde saltanat yaşamayacağı gibi, saltanatın bulunduğu yerde de hakikatten eser olmayacaktır. Bunun için, İslam’ı saltanata dönüştürenler veya İslamî hayatı ve İslamî mücadeleyi saltanat içinde arayanlar, kendilerini ve kendileriyle birlikte onlara ayak uydurmuş çaresiz kalabalıkları kandıran zavallı insanlardır.

• İslam’a yol arayanlar hakikate dost ve yoldaş olmalıdırlar. Saltanata dost ve yoldaş olunarak İslam menziline ulaşıldığı hiç görülmemiştir.

• Saltanat kavgasının erleri “şişirilmiş kahramanlar”dır. Hakikat kavgasının erleri ise, gizli ve gerçek kahramanlardır.

• Saltanatın kulları insanı korku ve dehşetle teslim almak isterken; hakikatin kulları insanı sevgi ve barışla teslim almayı hedefler. Korku ve dehşet saçmak, zaman zaman hakikat erlerinin de başvurduğu bir yöntemdir, ama bu yöntem insana karşı değil, insanı kul yapmaya kalkışanlara karşı kullanılır.

• Bağlandığımız değerler bizden ter istiyor, kan istiyor. İnandığımız dogrularımız bizden, yanış yoldaşları terkedip doğru yoldaşlar seçmemizi bekliyor. Hakikatin bu topraklarda yeniden yeşermesi ve bu toplumda yeniden ayağa kalkabilmesi için, herşeyden önce, hakikate bağlı olanlarla hakikate düşman olanların gizli ittifakına son vermemiz gerekmektedir.

• Son yıllarda herkes birilerinden hazır düşünce tabletleri elde etmenin uyanıklığı içinde. [...] Hazır bilgi birikimlerinin üstüne konmak isteyenlerden geçilmiyor. Akıllı adam olmak için, kendi emeğiyle, alın teriyle elde ettiği bilgileri kullanmak yerine, başkalarından ödünç blgi alma yolu tercih ediliyor. [...] Hep başkalarında ödünç bilgi almaya alışmış insanlar, giderek akıllarını rafa kaldırır ve ödünç akıllarla yaşamaya başlarlar. Başkalarından ödünç alınan akılla nereye kadar gidilebilir?

• Gençlere galiba herşeyden önce ceketlerinin önünü kapatmalarını öğretmek gerekiyor. Büyük işlere soyunuyorlar, ama hâlâ iki yakalarını bir araya getirmesini bilemiyorlar. Öğrenememiş daha. Kimsecikler öğretmemiş. Daha doğrusu, öğretecek kimse(cikler) çıkmamış. Daha da doğrusu, büyüklerinden öyle görüyor gençler. Gençlerimiz iki yakalarını bir araya getirmesini öğrenemedikleri müddetçe, bu toplumun da iki yakası bir araya gelmeyecektir.

• Şimdiki çocuklar, yazar ve hatîb oluyorlar; makam ve meslek sahibi oluyorlar, ama adam olmakta hayli zorlanıyorlar.

• Şekil ve şemâil bakımından müslümana benzemek de yetmiyor. Ahlâk bakımından ecnebîlere benzeme hastalığı şimdi çok yaygın. Ve bu hastalık ötekinden çok daha tehlikeli.

• Hakikat aşıkları, gerçekleri konuşma pahasına birçok meşakkat ve sıkıntıya maruz kalırlarken, bazıları ise sadece seyirci kalırlar. Aslında bu kavgada bir yerde saf tutmaları gerektiğini düşündükleri halde, sıkıntıları paylaşmaya yanaşmazlar. Tarafsız gibi davranırlar ama onların tarafsızlığı bîgâne kalmaktan ibarettir. Dolayısıyle, taraf tutmamak adına, kötünün yanında saf tutmuş olurlar.

• İslam’ı günümüzde ve bu topraklarda ihya edecek olanlar, düşünceyi bir uyuşturucu olarak kullananlar değil, düşünceyi bir hayat enerjisi olarak kullananlardır. Tarihe ve insanlığa karşı İslamî sorumluluklarını yerine getirecek olanlar, her vesileyle pervasızca tartışanlar, çekişenler, atışanlar değil; susacağı veya konuşacağı yeri bilerek ve sorumluluk taşıyarak konuşan ama sadece konuşmakla kalmayıp aynı zamanda çalışanlardır.

• Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler (Tevbe, 32; Saf, 8); bunun için de sürekli üfürürler. Hâlâ da üfürüyorlar. Bıkmadan, usanmadan üfürüyorlar. Üfürdükçe üfürüyorlar. Gazetelerinden üfürüyorlar, dergilerinden üfürüyorlar… Radyolarından üfürüyorlar, televizyonlarından üfürüyorlar… Tek başlarına üfürüyorlar, topluca üfürüyorlar. Gece demiyor üfürüyorlar, gündüz demiyor üfürüyorlar. Sağdan üfürüyorlar, soldan üfürüyorlar. Allah’ın nûrunu söndüreceklerini zannediyor ve durmaksızın üfürüyorlar. Gazete ve dergi yöneticileri, köşe yazarları, tv yorumcuları durmaksızın üfürüyorlar. Okuyup okuyup üfürüyorlar.
İlim zannettikleri halde hiçbir ilmî değeri olmayan birtakım safsataları okuyup okuyup üfürüyorlar… Doğru ve geçerli zannederek benimsedikleri bâtıl görüşleri okuyup okuyup üfürüyorlar…
Mîâdını doldurmuş ideolojilerin anlatıldığı (dışı kara olmasa da içi kara) kitabları okuyor ve öğrendikleri yeni hurafelerle nefeslerinin açıldığını zannederek yeniden Allah’ın nûruna yöneliyor, yeniden üfürmeye başlıyorlar. Fakat nefesleri bu çağlarüstü aydınlığı söndürmeye yetmiyor. Bu çağdaş üfürükçüler; bu ilâhî nûru cılız nefesleriyle söndürebileceklerini sanıyorlar; fakat aldanmakta olduklarını bir türlü kavrayamıyorlar.
Müminlere yönelik karalama kampanyaları ve iftiralar, hep Allah’ın nûrunu söndürmek istemelerindendir. Sürekli iftira ediyorlar, sürekli karalıyorlar. Yazılı ve sözlü olarak karalıyorlar, sesli ve görüntülü olarak karalıyorlar. Fakat her seferinde de kararan onların düşünceleri ve vicdanları oluyor, aydınlığını koruyan ve aydınlatmaya devam edense, söndürmeye çalıştıkları ışık kaynağı oluyor.
Çağlardan beri bütün insanlığın yolunu aydınlatıp gelen bu kutlu ışık kaynağına karşı durup durup üfürüyorlar. Fakat bütün çabaları nâfile. Çünkü, Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar, fakat kâfirlerin hoşuna gitmese de Allah nûrunu mutlaka ama mutlaka tamamlayacaktır. Çünkü Allah, müşriklerin hoşuna gitmese de, dinini bütün dinlere üstün kılmak için göndermiştir (Saf, 9).

• İnsanlığından şüphe eden (ve edilen) ve idüğü belirsiz bazı mahlûklar maymunluk iddiasında bulunuyor ve ille maymunlaşmak istiyorsa bizce onların maymunlaşmasında bir sakınca yoktur.
Nitekim, onların maymunlaşması Kur’ân-ı Mübîn ile de teyid edilmiş bir gerçektir. Fakat Kur’ân-ı Mübîn’e göre insan, maymunluktan insanlığa değil, insanlıktan maymunluğa geçiyor.

• İslam’ın yüceliğine ve Hakk din olduğuna delîl olarak gösterecek başka birşeyimiz kalmamış gibi, İslam’ın yüceliği denildiğinde sürekli mühtedîleri öne sürmemiz ve kendimizi hep onların ardına sığınarak kabul ettirmeye çalışmamız, aslında bizim bir müslüman olarak dinimize değilse bile kendimize güvenimizi yitirmiş olmamızın bir nişânesidir.
[...]
Nedir bizim yapamadığımız ama onların yapmayı başardığı şey? Bugüne kadar bağlandığımız değerleri, inanç sistemi halinde benimsediğimiz ilkeleri yeniden gözden geçirerek, yeni bir dîne giren insanın heyecanı ve arzusu ile İslam’ı yeniden tanımaya çalışmak… Taklîd ehli olmaktan kurtulup, tahkîk ehli olmaya çaba sarfetmek.
Biz bunu yapamadığımız ve “Nasıl olsa biz zaten müslümanız ve İslam’ı bilmemiz gerektiği kadar biliyoruz.” diye düşündüğümüz için, İslam’ın birçok inceliğini tanımaktan yoksun kalıyoruz ve değil iki günümüzün birbirine eşit olmaması, bütün yıllarımız birbirine eşit olarak geçip gidiyor da farkına varmıyoruz.
Batılı onca imkânsızlık içinde Allah’ın takdiri olarak tamamen kendi imkânlarıyla hidayete ersin, burada da bizim müslümanın keyfi yerine gelsin. Kendisi birşeyler yapmaya yanaşmayanlar, başkalarının yaptıkları şeyle övünerek yaşamayı tercih edenler, nasıl kurtuluş ümîdi besleyecekler?

• Ele alınması ve adam edilmesi gereken ilk kişi olarak kendimizi değil de başkalarını hedef seçtik mi, o andan itibaren hedefte önemli bir sapma var demektir.

• İyi bir tebliğci olmak ve insanlara veya İslam’a tebliğ yoluyla hizmet etmek amacında olanlar, ilgi alanlarına önce kendi kişiliklerini almalı ve tebliğlerine herkesten önce kendini hedef kılmalıdırlar. Bu anlamda kendilerine yardımı dokunmayanların, başkalarına ve hele dinlerine hiç yardımları dokunamaz.

• “Aman bizim adamımızdır bunlara dokunmayalım, birlik bozulmasın…” gibi mülâhazalarla birbirimizi uyarmazsak, din bozulur. Sapmaları veya şeriate malolma ihtimali bulunan hataları konuşmazsanız, herkes dini kendi cemaatinin özel malı gibi görerek tekeline almak isterse, zaten birlik diye birşey kalmaz. Mevcûd durum da böyle değil midir?

 

  Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
 


Konuyu Toplam 3 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi