AK Gençliğin Buluşma Noktası
Önden Giden Atlılar Önlerinde okyanus, Kızgın bir çöl arkada, Asıl içlerindedir, Zaptedilmez bir deniz, Önden giden atlılar...



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-14-2012, 00:45   #1
Kullanıcı Adı
Seyyah
Exclamation Erzurumlu İbrahim Hakkı l MARİFETNÂME ' den kıssalar.
***





Ey mümin ve mimine kardeşler,
İslam dünyasında ilim yapmış alimlerimiz çoktur fakat bilinirlikleri sayıları ile ters orantılıdır.
Bu konu altında İbrahim Hakkı'nın efsanevi eseri Mağrifetname'den kıssaları sizlerle paylaşmak isterim, amacım içeriğini birinci elden görüp temin etmeniz veya okumanız.
Eser maddi ve manevi aleme dair çoğu konuyu kapsayan bir ansiklopedi gibidir,
Tıp, metaloji, geometri, matematik, edebiyat, astroloji vs..

İsterseniz Arş'ın yaradılışı ile başlayalım..


***



Kur'an âyetleri ve Peygamber hadislerinin bildirdiği şekilde itimat ve itikat olunacak dinî hususlara ve kesinlikle ihtiyaç ola İslâm bilginlerinin görüşlerine göre; Arş'ın yaratılışının tertibini, Kürs'ü, Cennetleri, gökleri, yerleri, denizleri, ışıkları, kıyamet alâmetlerini, kıyametin hal ve durumlarını, cihanın harap oluşunu ve yokoluşunu, Rahman'a kavuşma âleminin (Ahiretin) ebediliğini dört bölümle tafsil eder.



Özet olarak âlemin yaratılış tertibini, Arş-ı Azam'ın büyüklüğünün keyfiyetini, Arş'ın taşıyıcılarını, o muhterem kürenin, çevresinde olan nehirleri, melekleri ve sair toplulukları ve altında olanr Kürs'ü, Sidre'yi, Levh-i Mahfuz'u ve Kalem'i altı madde ile beyan eder.

Cihanın yaratıcısının, âlemde olan güzel sanatlarını derin derin düşünmeye sevkeden açık alâmetleri bildirir.


Ey aziz, malum olsun ki, Hak Teala bu âlemi, varlık ve birliğine alâmet edip, bütün eşyada, görecek gözü olanlara sanatını ortaya çıkarmakla hikmetinin hakikatlerini duyurmuştur. Kullarını, kendini tanıma hususunda rağbete getirmek için Kelam-ı Kadim'inde azametle şöyle buyurmuştur: (Burada yazılan âyetler, Kur'an'daki tertib üzerinedir.)
Bismillahirrahmanirrahim
"Hamd, âlemlerin Rabbine Mahsustur." (1/2)
"Göklerin ve yerin hükümranlığının Allah'a ait olduğunu bilmez misin? Allah'dan başka dost ve yardımcınız yoktur." (2/107)
"Allah, kendisinden başka tanrı olmayan, kendisini uyuklama ve uyku tutmayan, diri, her an yaratıklarını gözetip durandır. Göklerde olan ve yerde ola ancak onundur. Onun izni olmadan katında şefaat edecek kimdir? Onların işlediklerini ve işleyeceklerini bilir, dilediğinden başka ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. Hükümdarlığı, gökleri ve yeri kaplamıştır, onların gözetmesi ona ağır gelmez. O, yücedir, büyüktür." (2/255)
"Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah'dan gizli kalmaz. Ana rahminde sizi, dilediği gibi şekillendirir. ondan başka tanrı yoktur. Güçlüdür, hakimdir." (3/5-6)
"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. İşler Allah'a varacaktır. (3/109)
"Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. onlar, ayakta iken, otururlarken, yan yatarlarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: "Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın, sen münezzehsin. Bizi ateşin azabından koru," derler. (3/190-191).
"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ındır. Allah, her şeyi kuşatır." (4/126)
"Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin hükümdarlığı Allah'ındır. Dönüş onadır." (5/18)
"Göklerin, yerin ve onlarda olanların hükümdarlığı Allah'ındır. Allah, her şeye kadirdir." (5/120)
"Göklerin ve yerin Allah'ı, içinizi, dışınızı bilir, kazandıklarınızı da bilir." (6/3)
"Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ancak o bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu -ki apaçık bir Kitap'dadır- ancak o bilir." (6/59)
"Göklerde ve yerde olanlar onundur; hepsi ona boyun eğmiştir." (30/26)
"Yakinen bilenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin hükümranlığını şöylece gösterdik." (6/75)
"Doğrusu ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratana, doğruya yönelerek çevirdim, ben puta tapanlardan değilim." (6/79)
"Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arşa hükmeden, gündüzü -durmadan kovalayan- gece ile bürüyen, güneşi, ayı, yıldızları, hepsini buyruğuna baş eğdirerek var eden Allah'dır. Bilin ki, yaratma da, emir de onun hakkıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir."(7/56)
"Göklerin ve yerin hükümdarlığı elbette Allah'ındır. Dirilten ve öldüren odur. Allah'dan başka dost ve yardımcınız yoktur." (9/116)
"Yerde ve gökte hiç bir zerre Allah'dan gizli değildir; bundan daha küçüğü veya daha büyüğü şüphesiz apaçık bir Kitaptadır." (10/61)
"Göklerde ve yerde olana bakın, de" (10/101)
"Göklerde ve yerde olan herşey Rahman'ın kulundan başka bir şey değildir. And olsun ki ilmi onları kuşatmış ve teker teker saymıştır." (19/93-94)
"Eğer yerle gökte Allah'dan başka tanrılar olsaydı, ikisi de bozulurdu. Arşın Rabbi olan Allah, onların vasıflandırdıklarından münezzehtir." (21/22)
"Rabbinin gölgeyi nasıl uzattığını görmez misin? İsteseydi onu durdururdu. Sonra biz, güneşi, ona delil kılıp yavaş yavaş kendimize çekmişizdir." (25/45-46)
"Dağları yerinde donmuş sanırsın, oysa onlar bulutlar gibi geçerler. Bu herşeyi sağlam tutan Allah'ın işidir. Doğrusu o, yaptıklarınızdan haberdardır." (27/88)
"Rüzgarı gönderip bulutları yürüten, oları gökte dilediği gibi yayan ve kısım kısım yığan Allah'dır. Artık sen de aralarından yağmurun çıktığını görürsün. Allah'ın kullarından dilediğine verdiği yağmurla daha önceden kendilerine yağmur indirilmesinden ümitlerini kesmiş oldukları için onlar seviniverirler. Allah'ın rahmetinin belirtilerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphesiz ölüleri o diriltir, her şeye kadirdir." (30/48-50)
"Allah'ın geceyi gündüze, gündüzü geceye kattığını, her biri belirli bir süreye doğru hareket edecek olan güneşi ve ayı buyruk altında tuttuğunu; Allah'ın yaptıklarınızdan haberdar olduğunu bilmez misin?" (31/29)
"Gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden Allah'dır. Ondan başka bir dost ve şefaatçiniz yoktur. Düşünmüyor musunuz?" (32/4)
"Hamd, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar kendisinin olan Allah'a mahsustur. Hamd, ahirette de ona mahsustur. O, hakimdir, her şeyden haberdardır. Yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilir. o, merhametlidir, mağfiret sahibidir. Gaybı bilendir. Göklerde ve yerde zerre kadar olanlar bile onun ilminin dışında değildir. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü de şüphesiz apaçık Kitaptadır." (34/1-3)
"Doğrusu zeval bulmasın diye gökleri ve yeri tutan Allah'dır. Eğer onlar zevale uğrarsa ondan başka, and olsun ki, onları kimse tutamaz. O, şüphesiz halimdir, bağışlayıcıdır." (35/41)
"Orada hurmalıklar ve üzüm bağları var ederiz, aralarında pınarlar fışkırtırız. Onu ve elleriyle yaptıklarının ürünlerini yesinler; şükretmezler mi? Yerin yetiştirdiklerinden, kendilerinden ve daha bilmediklerinden çift çift yaratan Allah münezzehtir. Onlara bir delil de gecedir: Gündüzü ondan sıyırırız da karanlıkta kalıverirler. Güneş de yörüngesinde yürüyüp gitmektedir. Bu güçlü ve bilgin olan Allah'ın kanunudur. Ay için de sonunda kuru bir hurma dalına döneceği konaklar tayin etmişizdir. Aya erişmek güneşe düşmez. Gece de gündüzü geçemez. Her biri bir yörüngede yürürler. Onlara da bir delil: Soylarını dolu gemiyle taşımamız ve kendileri için bunun gibi daha nice binekler yaratmış olmamızdır." (36/34-42)
"Gökleri ve yeri yaratan, kendilerinin benzerini yaratmaya kadir olmaz mı? Elbette olur; çünkü o, yaratan ve bilendir. Bir şeyi dilediği zaman, onun buyruğu sadece, o şeye: 'Ol' demektir, hemen olur. Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah yücedir." (36/81-83)
"Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi, güçlüdür, çok bağışlayandır." (38/66)
"Onlar, Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü onun avucundadır; gökler onun kudretiyle dürülmüş olacaktır. O, putperestlerin ortak koştuklarından yüce ve münezzehtir. (39/67)
"Sur'a üflenince, Allah'ın dilediği bir yana, göklerde olanlar, yerde olanlar baygın düşer. Sonra sura ir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp bakışır dururlar. Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şehitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir. Her kişiye işlediği ödenir. Esasen Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir. inkar edenler, bölük bölük cehenneme sürülür. Oraya vardıklarında kapıları açılır. Bekçileri onlara: "Size, içinizden, Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi?" derler. "Evet geldi," derler. Lakin azap sözü inkarcıların aleyhine gerçekleşir. Onlara: "Temelli kalacağınız cehennemin kapılarından girin; böbürlenenlerin durağı ne kötüdür!" denir. rabblerine karşı gelmekten sakınanlar, bölük bölük cennete götürülürler. Oraya varıp da kapıları açıldığında, bekçileri onlara: "Selam size, hoş geldiniz! Temelli olarak buraya girin," derler. Onlar: "Bize verdiği sözde duran ve bizi bu yere vâris kılan Allah'a hamdolsun. Cenette istediğimiz yerde oturabiliriz. Yararlı iş işleyenlerin ecri ne güzelmiş!" derler. (39/68-74)
"Sizin içi yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Allah'dır. İşte Rabbiniz olan Alah budur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir." (40/64)
"Dikkat edin; onlar Rabblerine kavuşmaktan şüphededirler; dikkat edin, Allah şüphesiz her şeyi bilgisiyle kuşatandır." (41/54)
"Göklerin ve yerin yaratanı, size içinizden eşler, çift çift hayvanlar var etmiştir. Bu suretle çoğalmanızı ağlamıştır. Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O, işitendir, görendir." (42/11)
"Gökte de tanrı, yerde de tanrı odur. Hakim olan, her şeyi bilen odur. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların hükümranlığı kendisinin olan Allah ne yücedir! Kıyamet saatini bilmek ona aittir. Ona döneceksiniz." (43/84-85)
"Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi yarattık. Ama insanların çoğu bilmezler." (44/38-39)
"Övülmek, göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Göklerde ve yerde azamet onundur. O, güçlüdür, hakimdir." (45/36-37)
"Göklerde olanları, yerde olanları, hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda düşünenler için dersler vardır." (45/13)
"Göklerdeki ve yerdeki ordular Allah'ın. Allah, bilendir, hakimdir." (48/4)
"Göklerin ve yerin hükümralığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir." (48/14)
"Göklerde ve yerde olan kimseler, her şeyi ondan isterler; o, her an kainatı tasarruf etmektedir. Öyleyse Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?" (55/29-30)
"Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, ancak yüce ve cömert olan Allah'ın varlığı bakidir." (55/29-30)
"Göklerde ve yerde olanlar Allah'ı tesbih ederler. O, güçlüdür, hakimdir. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur; diriltir, öldürür. O, her şeye kadidir. O, her şeyden öncedir, kendisinden sonra hiç bir şeyin kalmayacağı sondur; varlığı âşikardır; gerçek mahiyeti insan için gizlidir. O, her şeyi bilir. Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden, yere gireni ve ondan çıkanı, gökten ineni ve oraya yükseleni bilen odur. Nerede olursanız olun, o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür. Göklerin ve yerin hükümranlığı onundur. Bütün işler Allah'a döndürülür. Geceyi gündüze katar, gündüzü geceye katar; o, kalblerde olanı bilendir." (57/1-6)
"Göklerde olanları da, yerde olanları da Allah'ın bildiğini bilmez misin? Üç kişinin gizli bulunduğu yerde dördüncü mutlaka odur; bunlardan az veya çok, ne olursa olsunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü, işlediklerini onlara haber verir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir." (58/7)
"Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah'ı tesbih ederler. Hükümdarlık onundur, övülmek ona mahsustur. O, her şeye kadirdir." (64/1)
"Gökleri ve eri gerektiği gibi yaratmıştır. Size şekil vermiş ve şeklinizi güzel yapmıştır. Dönüş onadır. Göklerde ve yerde olanları bilir; gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilir; Allah, kalblerde olanı bilendir." (64/3-4)
"Yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratan Allah'dır. Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve ilminin her şeyi kuşattığını bilmeniz için Allah'ın buyruğu bunar arasında iner durur." (65/12)
"Hükümdarlık elinde olan Allah yücedir ve her şeye kadirdir. Hanginizin daha iyi iş işlediğini belirtmek için ölümü ve dirimi yaratan odur. O, güçlüdür, bağışlayıcıdır. Gökleri yedi kat üzere yaratan odur. Rahman'ın bu yaratmasında düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir aksaklık görebilir misin." (67/1-3)
"And olsun ki yakın göğü şıklarla donattık, onlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve şeytanlara çılgın alev azabı hazırladık." (67/5)
"Sizi yerde yaratıp yayan odur ve onun huzurunda toplanacaksınız." (67/24)
"Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş, güneşin ışık saçmasını sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollardan ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için onu size yayan odur." (71/15-20)


Alemin yaratılış düzenini özet olarak bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki; Allah Teala Hazretleri, birlik mertebesinde gizli bir hazineyken, tanınmayı ve bilinmeyi istemesi ve sevmesiyle, ruhlar ve cesetler âlemini yaratıp, kendi rahmetinin güzelliğini, celal ve azametini, bağış ve nimetini, sanatının çeşitliliğini ve hikmetinin sırlarını göstermeyi diledikte; bütün yaratıklarından önce yokluğun sırrından pırıl pırıl yeşil cevheri vücuda getirmiştir. Bazı rivayetlere göre, kendi nurundan oldukça hoş ve büyük bir cevher var edip, ondan kâinatın tümünü derece derece ve düzenli biçimde ortaya çıkarmıştır. Buna, ilk cevher, nur-u Muhammedî, Cevh-i mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh diye adlandırırlar ki, bütün ruhların ve cesetlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir. Çünkü Hak Teala muhabbetle o cevhere bir bakmıştır; o anda cevher, utancından eriyip su gibi akmıştır, halis özü üstüne çıkmıştır. O özden ilk olarak küllî nefsi yaratmıştır. Sonra meleklerin ruhlarını, bitkilerin ruhlarını, tabiatların ruhlarını sırasıyla yaratmıştır. Bu ruhlar için mertebelerine göre belirli makamlar tayin edip, her sınıf kendi belli makamlarına gitmiştir. Her ruh, kendi cinsini bulup, topluluklar oluşturmuş ve her topluluk makamında kalmıştır. Ruhlar ve melekler âlemi, bu ondört çeşit ruhla tamam olmuştur. Bu âlemin en yüksek, en saf ve en güzel olanını gayb âlemi, lâhut âlemi, ceberut âlemi diye adlandırırlar. Ortasına, ruhlar âlemi, mânâlar âlemi, emirler âlemi, derler. Alt kısmına, en kesif ve cisimlere yakın olan kısmına mücerret âlemi, berzah âlemi, misal âlemi derler.
Melekler ve ruhlar âleminin yaratılmasından ikibin yıl sonra Hak Teala'nın ezeli iradesi diledi ki, nam ve şanını ortaya çıkarmak için cisimler âlemini yarattı. Bunun üzerine ilk cevhere muhabbetle bir daha bakmıştır. Onun yüzü suyu, utancından harekete gelip dalgaları yükselmişti r ve cevherin yüce özünden arş-ı âzam vücuda gelmiştir. Öteki özlerinden kürsü, cennet, cehennem, yedi gök, dört unsur vücuda gelip şekillenmiştir. Arş-ı âlâdan esfel-i sâfiline dek bu sûret âlemi, bu tertip üzere düzen bulup, onbeş çeşit cisimle mülk âleminin ortaya konuşu tamam olmuştur. Bu âlemin üst tabakasına ulvî âlem, beka âlemi, ahiret âlemi derler; orta tabakasına orta âlem, gök cisimleri âlemi, felekler âlemi, gökle âlemi derler; alt tabakasına süflî âlem, cisimler âlemi, unsurlar âlemi, oluş ve bozuluşlar âlemi, dünya âlemi derler. Ruhlar ve melekler âlemindekilerle mülk âlemindekilerin toplamı yani ruhların çeşitleri ile basit cisimlerin sınıflarının hepsi, harfler misali yirmi dokuzda tamam olmuştur. Her iki âlemin varlıklarının birleşmesinden üç kısım bileşik cisim vücuda gelmiştir: Madenler, bitkiler ve hayvanlar. Tıpkı hece harflerinden isim, fiil ve harflerin vücuda gelip, insanların lisanı olduğu gibi, her iki âlemdekilerden de üç bileşim ortaya çıkıp, onlardan cihan kitabı sonsuz mânâlar kazanmıştır. Şu halde ibret gözüyle âleme bakan ârifler, her nesnede nice hikmetler görmüşlerdir ve Allah dostları, Allah'ın yüce sanatının sırlarını anlayarak, birer harf olan eşyadan mânâya ulaşıp, Hak'kın huzuruna ermişlerdir.
Rubai
Alem ki tamam nüsha-i hikmettir
Mânâsını fehm eyleyene cennettir
Mahrum-u şuhûd olanların çeşminde
Zinda-ı belâ çah ve gam-ı mihnettir.


Arş-ı âzamı ve muhterem taşıyıcılarının keyfiyetini bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler, söz birliği ile demişlerdir ki; Hak Taâlâ, âlemin tamamını bir anda yaratmaya kâdirken altı günde yaratması, yani pazar gününden başlayıp âlemde bulunanları cuma gününde tamam eylemesi, kullarına her işte sabır ve ihtiyatı öğretmek ve anlatmak içindir. Nitekim buyurmuşlardır ki: "And olsun ki gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve biz bir yorgunluk da duymadık." (51/38). Hak Teala kudretiyle, yeşil cevherin yüksek özünden arş-ı âzâmı yaratmıştır ki, onun nurunun büyüklüğü anlatılamaz. Bunun etrafı kırmızı yakut olup, bütün yaratıkların sıfat ve sûretleri burada nakşolunmuş, resmedilmiştir. Göklerin üstünde Rahman'ın arşı, meleklerin kıblesi kılınmıştır. Nitekim yeryüzünde Kâbe, yerdekilerin kıblesi kılınmıştır. Arş-ı âzamın yetmiş bin lisanı vardır ki, her bir lisanı başka bir lügatla Hak Taala'ya tesbih eder, zikredicidir. Arş-ı âzamın dört sütunu vardır ki, her biri yerin derinliklerine ulaşır. Arş-ı âzam su üzerinde, su rüzgâr üzerindeyken Hak Taala dört büyük melek yaratmıştır; halen arşı taşıyanlar onlardır. Kıyamet gününde başka dört büyük melek yaratsa gerektir ve arşın taşıyıcıları o gü sekiz olsa gerektir. Arşın taşıyıcılarının her birinin dört yüzü vardır ki; bir yüz insan sûretinde tasvir olunmuştur. Her bir yüz, yeryüzünde kendi benzeri olan yaratıklar için Allah'dan rızık istemektedir. Arşın taşıyıcıları daima ayakta durup, arş-ı âzamı boyunları üzerinde yüklenmişlerdir. ayakları ise yedi kat yerden aşağıdadır. Allah'a yakın meleklerin hepsinden, Allah katında daha muhterem olan arşın taşıyıcılarıdır. Bu meleklerin birinin adı israfil'dir ki, arşın bir ayağı onun boynu üzerinde sapasağlamdır. Hak Taala'ın katında hepsinden daha aziz ve kerim olan odur. Sûrun sahibi odur ki, kıyamete dek Levh-i Mahfuza bakar. Sûra üflemek için hazır durur. Levh-i Mahfuzdan, Cebrail, Mikail ve Azrail aleyhisselamların işlerini, durumlarını ve amellerini açıklamakta, haber vermekte ve kendilerine ulaştırmakta mahirdir. Arşın taşıyıcılarından her birinin dört kanadı vardır ki, dört yöne yayılmışlardır. Arşın taşıyıcılarının yarısı kar, yarısı ateştir ki, biribirlerini söndürmeyip, yıldız böceği gibi biribiriyle kaynaşmışlardır. Arşın taşıyıcılarının cüsseleri öyle büyüktür ki, kulak memeleriyle boyunları arası kuş uçuşuyla yediyüz yıllık mesafedir. Arşın taşıyıcılarına "büyük melekler" adı da verilmiştir. Arşın taşıyıcılarının kelimeleri, sürekli tesbih olup, şu sözler lisanlarının virdi kılınmıştır: "Sübhane zi'l' mülki ve'l-melekut. Sübhane zi'l-arşi ve'l-izzeti ve'l-azameti ve'l-heybeti ve'l-kudreti ve'l-kibriyai ve'l-ceberuti Sübhane'l-meliki'l-mabudi Sübhane'l-meliki'l-mevcudi Sübhane'l-meliki'l-hayyi'llezi Lâ yenâmü ve lâ yemutü sübbuhun kuddûsün Rabbünâ ve Rabbü'l-melaiketi ve'r-ruh."


Arş-ı âzamın çevresinde olan nehirleri ve melekleri bildirir.


Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler tam bir ittifakla demişlerdir ki: Hak Taala, arş-ı âzamın çevresinde sekiz nehir yaratmıştır ki, dördü kardan beyaz ve soğuk, dördü baldan tatlı ve temizdir. Bu sekiz nehir, sürekli akarak, arş-ı âzamı tavaf ederler. Hak Taala, orada Harkail namında bir melek yaratmıştır ki, bütün eşyanın sırlarına yetmiştir. O melek, arşa gitmek isteyip, Hak Taaladan destur isteyerek arşı tavafa gitmiştir. Üç bin sene boyunca, sekizbin kanadıyla uçmuş ve bitkin düşmüştür. Hak Taala ona kuvvet verip, tekrar uçmasını murat etmiştir. Üç bin yıl daha arşın çevresinde gitmiştir ve acze düşmüştür. Hak Taala ona tekrar kuvvet ve kudret vermiş ve uçmayı emretmiştir. Üç bin yıl kadar yine gitmiştir ve tekrar acze düşüp görmüştür ki, dokuzbin senede ancak arşın bir ayağından ötekine yetmiştir. O, hayretteyken, Hak'dan şöyle nida gelmiştir: "Ey Harkail! Eğer kıyamete dek uçsan, arşımı tamamıyle tavaf edemezsin."
Sekiz nehrin gerisinde arş-ı âzamın çevresinde bin perde nurdan, bin perde karanlıktan yaratılmıştır; ta ki, arşın nurunun şiddetinden çevresinde bulunan melekler yanmasınlar, iye onları perdelemiştir. Bu perdelerin arasında yetmişbin melek yaratılmıştır; arşı kuşatan Rahman'a sürekli tesbih ederler. Arşı tavaf için çevresinde giderler ve günde iki defa arşı yüklenenlere selam verirler. Bunlara "saf tutan melekler" derler. Bunların arasında da yetmişbin saf melek yaratılmıştır. Bunlar ebedî ayakta durup: "Sübhanallahü ve'l-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü ve'llahü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvee illâ billahi'l-aliyyi'l-azim."2
Bu safların gerisinde bir büyük yılan vardır ki, arş-ı âzamı kuşatır. Yılan, başını kuyruğu üzerine koymuştur. Başı beyaz inciden, vücudu sarı altından, gözleri kırmızı yakuttan yaratılmıştır. Onun yüz bin kanadı vardır ki, kanatlarının her saçağının yanında bir melek tesbih eder bulunmuştur. O sarı yılanın tesbihinin sadasından melekleri titreme alır. Zira, bu, bütün meleklerin tesbihinin sadasına galip gelmiştir. ağzını açtıkça, gökleri ve yeri bir lokma etmesi mümkündür. Eğer o büyük yılan tesbihinde taltif ile ilham olunsaydı, onun sadasının mehabetinden bütün yaratıklar helak olurlardı.
Hak Taala, melekleri, değişik nurlardan ve çeşitli tavırlardan yaratmıştır. Arşa yakın olan meleklerin nurları şiddetli ve belirgindir. Arş meleklerinin nurlarına, sidre melekleri tahammül edemezler. Sidre meleklerinin nurlarına, göklerin ve yerin melekleri tahammül edemeyip, yanarlar. Bütün melekler, Hak'kın emirlerine göre amel ederler. Onar, insanlar gibi Hak Taala'ya âsi olmazlar. Gıdaları tesbihtir: Yemezler, içmezler, uyumazlar ve cinsi münasebette bulunmazlar. Çoğu insan suretinde olup, kanatları kuş kanatlarına benzer. Cisimleri latif olduğundan çeşitli suretlerde teşekkül ederler. Hak'kın emri ile hizmette göz kamaştıran şimşek gibi giderler. Her biri bir hizmettedir. Kimi, arşın çevresinde tesbih ve tavaf eder, kimi kürsüde, kimi sidrede, kimi cennette, kimi cehennemde, kimi gökte, kimi yerde, kimi ayakta, kimi kuutta, kimi rükuda, kimi secdede; sürekli tesbih ederler. Kimi, insanların hizmetine vekildir; gece-gündüz onları koruyup, amellerini yazarlar. Bunlara "Kiramenkatibin" ve "hafaza/koruyucu" derler. Meleklerin de kendilerinden peygamberleri vardır. Biri İsrafil aleyhisselamdır ki, sureti yukarıda anlatılmıştır. Biri Cebrail aleyhisselamdır ki, altıyüz kanadı vardır, her kanadının yüz saçağı vardır. Her saçağının uzunluğu doğu ile batı arası kadardır. Bütün kanatları değişik renkte nurlardandır. Büyük cüssesi kardan beyazdır. Ayakları yerin altındadır ve öyle kuvvetlidir ki bir saçağıyla dağları unufak eyler. O, Hak Taala'dan yeryüzündeki peygamberlere selam ve kelam getirmeye vekildir. Şekil ve azamette İsrafil aleyhisselam gibidir. Biri Mikail aleyhisselamdır. kanatlarının sayısını ancak Hak Taala bilir. O, denizdeki meleklerin vekilidir. Çünkü gökler ve yer meleklerle doludur. Her biri, yağmur yağdırmak gibi nica hizmetlere memurdur. Yağmur tanelerinin her birini bir melek indirir, kıyamete dek de bir daha ona nöbet gelmez. Her yere inen yağmur, Mikail aleyhisselamın reyi ve tedbiriyledir. Zira bu görev ona verilmiştir. O da, cüssece Cebrail aleyhisselam gibidir. Peygamberlerden biri de Azrail aleyhisselamdır. O, can almaya vekildir. Bütün ruhları kabzeden odur. Bütün yeryüzü, onun huzurunda bir sofra misalidir. Rahmet ve gazap meleklerinden nice yüzbin ordusu vardır. Şekil ve büyüklükte, kanatlarının çokluğunda Mikail aleyhisselam gibidir. Hazreti İsrafil, Cebrail, Mikail ve Azrail (selam onlara olsun) dördü de bütün meleklerin reisi ve peygamberidirler ki; göklerde ve yerde olan meleklerin hepsi bunların emrine itaatkâr ve boyun eğmiş durumdadır.




Arş-ı azamın altında olan kürsü, levh-i mahfuz, kalem, sidretülmünteha, tuba ağacı, İsrafil'in uru ve ruhların berzahını bildirir.


Ey aziz, malim olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala arş-ı azamın nurundan ve onun altında, kırmızı yakut renginde arşın ayağına bitişik dört sütun üzerinde bir büyük kürsü yaratmıştır. Onun sütunları yerin derinliklerine erişmiştir. Gökler, yerler ve kaf dağı kürsünün boşluğunda, çölde bir sofra misalidir. Ama u tür benzetmelerden muart, miktarları sınırlamak değildir, büyüklüklerini anlatmaktır. Çünkü onların miktarlarını ancak onları var eden âlemin yaratıcısı bilir. Arştan murat, taht mülküdür, kürsüden murat da Allah'ın ilmidir, diye itikat edenler, hata etmişlerdir; âyet ve hadislere muhalif gitmişlerdir.
Hak Taala, arş-ı azamın altında, onun nurundan yeşil bir zebercet renginde büyük ve yeşil bir levha yaratmıştır. Etrafını kırmızı yakut renginde yer etmiştir. Zümrüt renginde bir yeşil kalem yaratmıştır ki, uzunluğu yüz yıllık mesafe gitmiştir. Onun içinde mürekkebi beyaz nur çıkardı. Çünkü Hak Taala, ona: "Ey kalem yaz!" diye nida kılmıştır. O an, bu heybetten kalem, ıstıraba gelmiştir ve gök gürültüsü sadası gibi bir sada ile tesbih edip, Hak'kın yürütmesiyle levh-i mahfuz üzerinde yürümüştür ve kıyamete dek hep olup olacakları yazmıştır. Levh-i mahfu yazıyla dolmuştur. Ondan sonra 5akan aktı kalem kurudu) tabirince, kalem kuruyup kalmıştır. iyi olan iyi, kötü olan kötü olmuştur. Lakin Hak taala, her gece ve gündüzde levh-i mahfuza üçyüzaltmış kere nazır edip, her nazarda bir nesne mahvedip yerine bi nesne koyar. Murat ettiğini işler. Nitekim: "Allah dilediği hükmü kaldırır, dilediğii de yerinde bırakır. Bütün kitapların esası onun katındadır." (13/39) buyurmuştur Hak Taala bütün kulların işlerini levh-i mahfuza yazmıştır ki, göklerdekiler ve yerdekiler şunu bilsinler: Bütün yaratıkların hükümleri oradaki ilim üzere yürür ve ona uyar. O halde, levh-i mahfuzu ve kalemi inkar eden münafıktır.
Hak Taala arş-ı azamın altında ve onun nurundan, kürsü karşısında, cenetlerin üstünde beyaz inci benzeri bir boşluk yaratmıştır ki, bu, sidretülmünteha ve tuba ağacının asıl beslendiği yerdir. cebrail'in ve ona yakın meleklerin makamı buradadır. Hak Taala sidretülmüntehada büyük bir ağaç yaratmıştır ki, ona tuba ağacı derler. Onun aslı sarı altındandır. Dallaı kırmızı mercandandır. Yaprakları yeşil zümrüttendir. Çeşitli meyveleri şekerdendir. Sonsuz dalları, cennet köşklerine sartmıştır. Sayısız meyvelerinden, cennettekiler zevkle toplarlar. Sidretülmünteha ve arş-ı azam arasında yetmişbin perde tabakası yaratılmıştır; ta ki, sidrede olan melekler, arşın nurunun şiddetinden yanmayalar. Hak Taala arş-ı azamın altında ve onun nurundan arşın ayağına bitişik, kırmızı mercan renginde, boynuz ve kovan şeklinde, oldukça büyük ve uzun, içi boş bir nesne yaratmıştır. Onun boşluğunda birinci ve ikinci berzahı kılıp, yani insanların bedenlerine gelecek olan ruhların ve gelip gitmiş ruhların mekanı olup, göklerin ve yerlerin tabakaları yuvarlak ekmekler gibi onda düzülüp, o, onlara dokunmaksızın hepsini kuşatmıştır. Bu kuşatıcı boşluk, İsrafil'in surudur. Onun iç düzeyi, bal kovanındaki mumun yüzündeki gözenekler gibi göz göz olup, ilk berzah aleminde, bedenlere gidecek ruhlar için, ikinci berzahta bedenlerden çıkıp haşrı bekleyen ruhlar için o yüzeyin gözenekleri mesken ve sığınak olmuştur. Ruhlar, o çukurcuklarda, mertebelerine göre kıyamete kadar yuva ve makam tutup, her biri kendi makamında ikamet kılmıştır.


Sidretülmüntehada olan meleklerin vasıflarını ve durumlarını, arşın horozu olan tavusun renklerini ve zikirlerini bildirir.


Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere demişlerdir ki: Hak Taala, sidretülmüntehada vekil kıldığı meleği, büyük bir cüssede ve acaip şekilde yaratmıştır. Onun yetmiş yüzü vardır. Her yüzünde yetmiş ağzı vardır. Her ağzında yetmiş dili vardır. Her dili, başka bir lügatla Hak Taalayı devamlı tesbih eder. Hak Taala, sidrede dörtbin saf melek yaratmıştır. Her saffın meleklerinin sayısı onbine yetmiştir. Birinci safta olan melekler, sürekli secdeye varıp: "Sübhanallah" derler, ikinci safta bulunan melekler, daima oturup: "Elhamdülillah" derler. Üçüncü safta duran melekler, hep rükua varıp: "La ilahe illallah" derler. Dördüncü safta kalan melekler, kıyamda durup: "Allahü ekber" derler.
Hak Taala, sidrede, yeşil zümrütten, minare şeklinde bir büyük direk yaratmıştır ki, sidreden yüksekliği yetmişbin fersah mesafededir. O direğin başında beyaz inciden büyük bir kubbe yaratmıştır. O kubbenin üzerinde tavus kuşu şeklinde, çeşitli cevherler renginde bir acaip melek yaratmıştır. Oun bin beşyüz kanadı vardır. Her kanadında yüzbin saçağı vardır. Her bir saçağı üzerinde üç satır yeşil yazıyla yazılmış yazılar vardır. Birinci satırda: "Bismillahirrahmanirrahim", ikinci satırda: "La ilahe illallah Muhammedün resulüllah", üçüncü satırda: "Onun zatından başka her şey yokluğa mahkumdur" (28/88), yazılmıştır. İşte buna arş horozu derler ki, o kanatlarını yaydıkça, onun saçaklarından cennettekiler üzerine nisan yağmuru gibi Hak'kın izniyle rahmet iner. Namaz vakitlerinde, o arş horozu, kanatlarını birbirine vurup, feryat ile öter. Kanatlarının her bir saçağından başka bir sada peyga olup, cennetlerin ağaçlarının dallarını sabah rüzgarı gibi sallar. Onun ötüşünden, cennette olan huri ve gılman mesrur olup, odalardan başlarını çıkarıp, birbirlerini müjdelerler ki; "Muhammed sallallahüaleyhivesselamın ümmetinin namaz vakti gelmiştir. Şimdi hepsi ibadetle meşguldür." Hak Taâlâ, arş horozuna nida eder ki: "Ey kuş, niçin böyle feryat edersin?" O melek der ki: "Ey Allahım, mümin kulların dünyada sana ibadete yöneldikçe, ben onlar için senden rahmet isterim." O zaman ona, Hak'kın hitabı gelir ki: "Ey kuş, dünyada beş vakit namazını eda eden kullarıma rahmet edip, cehennem ateşinden azat ederim. Naim cennetleriyle onları hisselendirir ve sevindiririm." Bu hitap ile arş horozu hoşnut olmuştur. (Kudretiyle kainatı yaratan Allah münezzehtir. O, kainatları hikmetiyle benzersiz yaratmıştır. İlmiyle her şeyi kuşatmış ve her şeyi tek tek saymıştır.)

***

 


Konu Seyyah tarafından (02-18-2012 Saat 18:10 ) değiştirilmiştir..
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-14-2012, 01:08   #2
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
Cennetlerin isimlerini, vasıflarını ve sayılarını onlarda olan nehirleri, ağaçları, binalarının çeşitlerini, nimetlerini, hurilerini ve gılmanlarını dört madde ile açıklar.



Cennetlerin isimlerini ve sıfatlarını ve onlarda olan nehirleri, ağaçları ve meyvelerini, yüksek şatoları ve gözalıcı elbiseleri bildirir.

Ey aziz, malum olun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala, arş ve kürsün altında, yedi göğün üstünde, arşın nuru ile sudan ekiz cennet yaratmıştır. Bunlar, biribirinden yüksektir. En yükseği adn cennetidir ki, Mevla'nın görülme yeridir. Birinci cennetin ismi, darülcelaldir ki, beyaz incidendir. İkinci cennetin ismi, darüsselamdır ki, kırmızı yakuttandır. Üçüncü cennetin ismi, cennetülme'vadır ki, yeşil zebercettendir. Dördüncü cennetin ismi cennetülhulddur ki, sarı mercandandır. Beşinci cennetin ismi, cennetünnaimdir ki, beyaz gümüştendir. Altıncı cennetin ismi, cennetülfirdevsdir ki, kırmızı altındandır. Yedinci cennetin ismi, cennetülkarardır ki, misktendir. Sekizinci cennetin ismi, cennetüladndir ki, terleyen incidendir. Bu adn cenneti, surlarla çevrili bir şehrin ortasındaki yüksek dağın üzerinde bulunan iç kale gibidir. Bütün cennetlerin içinde ve ortasında olduğundan, hepsine komşu, şereflendirilmiş bir mekandır; cennetlerin nehirlerinin çoğunun kaynağıdır. Burası sıddıkların, hâfızların makamıdır. Rahman'ın tecelli mahallidir.
Her cennetin bir kapısı vardır ki, uzunluğu ve genişliği yüz yıllık yoldur. Her kapı iki kanatlıdır ve tek parça sarı altındandır. Çeşitli renklerde cevherle işlenmiş ve nice bin nakış ile süslenmiştir. Birinci cennetin kapısı üzerinde: "La ilahe illallah Muhammedün resulüllah" yazılmıştır. Öteki kapıları üzerinde: "La ilahe illallah diyene azap etmem" yazılmıştır. Bütün cennetlerin toprağı misk, taşları cevher, bitkileri, zaferan çiçeklerinin renginde, kıpkırmızıdır. Binalarının bir cephesi altın, bir cephesi gümüş ve sıvası anberdendir. Sarayları terleyen incidir, köşkleri sarı yakuttur. Sarayların ve binaların kapıları hep mücevherdir. Her sarayın önünde dört nehir akar. Nehirlerden biri abıhayat, biri halis süt, biri tertemiz şarap, biri saf baldır. Nehirlerin etrafı meyveli ağaçlarla baştan aşağı bezenmiştir. Cennet ağaçlarının dalları kurumuz, yaprakları dökülüp çürümez, Meyveleri sürekli tazedir. Yedi cennetin en âlâsı olan sekizinci cennette nice akan ırmaklar daha vardır. Bunlardan biri rahmet nehridir ki, bütün cennetleri dolaşır. Suyu, hepsinden saf ve baldan tatlıdır. Rengi kardan beyazdır. Kum inciden üstündür. Cennet nehirlerinin biri dahi kevser nehridir. Hak Taala, onu, sevgili Habibi Muhammed sallallahu aleyli vesellem hazretlerine vermiştir. Nitekim ona hitap edip: "Biz sana kevseri verdik," (108/1) buyurmuştur. O nehrin genişliği üçyüz fersah mesafedir. Onun kaynağı arşın altı olup, oradan sidreye gelir, oradan cennet-i firdevse dökülür. Öyle süratli akar ki, yaydan fırlayan ok gibi firdevs-i âlayı ve altında olan cennetleri geçerek dolaşır. Rengi sütte beyaz, tadı şekerden şirin, kokusu anberden hoştur. ondan bi kere içen bir daha susamaz. asla bir illet ve hastalık görmez. Lezzeti ebedi damağından gitmez. İlk cennetin kapısı yanında, kevser nehrinin kenarında, renkli cevherlerden kâseler vardır, sayıları yıldızlardan çoktur. Ümmetlerin haşrinden sonra, cehennem köprüsünden geçenler, Habib-i Ekrem sallallahü taala aleyhi vesellem cennete girmeden önce ümmetiyle ondan içseler gerektir. Kevser nehrinin kenarlarında, terleyen inciden ve kırmızı yakuttan daha saf yüksek ağaçlar vardır ki, dalları çeşitli sadalarla nağme ederler. Dallar üzerinde cins cins kuşlar değişik seslerle tesbih ederler. Cennet nehirlerinin biri, kâfur nehridir. Biri tesnim nehri, biri selsebil nehri, biri mühürlü rahik nehridir. Bu nehirlerden başka yüksek cennetler içinde nice bin akan nehir vardır ki, etraflarında nice yüzbin meyveli ağaçlar vardı. cennetlikler için nice ipek döşekler gibi, nice bin gözalıcı elbise vardır. Nice çeşit lezzetli yiyecekler ve tertemiz içecekler vardır ki, hesabını ancak Hak Taala bilir.
Cennetlerin genişliği, yani sekiz sûrundan her iki sûrun arası, yer ve gök arası kadar farz olunup, cennetlerin uzunluğu hudutsuz ve sınırsız sayılmıştır. Fakat cennetlerin derecelerinin tümü, altıbin altı yüz altmışyedi derece bilinmiştir; Kur'an âyetleri sayısınca hesaplanmıştır. Her iki derecenin arası, beşyüz yıllık mesafe bulunmuştur. Çünkü cennetlikler, ezberledikleri Kur'an ayetleri adedince derecelere nail olmuşlardır. O halde Kur'an hâfızları, cennetlerin en üstününü bulmuşlardır ve adın cennetinin ortasına ulaşmışlardır.



Cennet nimetlerinin çeşitlerini ve cennetlerde bulunan huri ve gılmanları, Rahman'a kavuşmayı ve görmeyi bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak üzere beyan etmişlerdir ki: Cennetlikler için olan nimetler, her durumda hazır olup, arzu ettiklerinde önlerine gelir. Yüksek ağaçların sarkan meyveleri, işaretleriyle ellerine gelir ve her anca çeşitli meyvelerle lezzetlenirler. Her ne yiyecek ve içecek isterlerse hazır bulurlar. Kazanmaya ve pişirmeye hacet yoktur. Zira cennette zahmet ve ateş olmaz.
Cennet ağaçlarının en büyüğü tuba ağacıdır ki, kökü sidrede, dalları ve meyveleri cennet saraylarının içindedir. Tıpkı dünyada güneşin yukarıda bulunup, ışığı bütün evlere girdiği gibi. Tubanın aslı, cennetin yukarısında olan sidrede bulunup, sayısız dalları cennet saraylarına inmiştir. Cennetlikler, onun çeşitli meyvelerinden meyvelenip, her demde nice lezzet bulmuşlardır.
Müminler için renkli döşeklerle süslü saraylarda ve şatolarda, yastıklar üzerinde aner saçlı, hilal kaşlı, kara gölü, güneş yüzlü, şirin sözlü, işveli ve nazlı, inci dişli, mercan dudaklı, gül yanaklı, selvi boylu, güzel huylu, gülden taze ve taravetli huri kızları vardır. Bunlar cennetliklerin temiz eşleridir. Her birisi yetmiş kat elbise giymiştir. Renkleri çeşitli, ölçüleri hafiftir. Her hurinin taravetli teni cam gibi şeffaftır. Başlarına nur renkleriyle ışıldayan taçlar koymuşlardır. Çeşitli cevherlerle işlenmiş tahtlar üzerinde oturup, müminlere bakarlar. Karşılarında hizmet için nice bin çocuk ve gılman saf saf dizilmişlerdir.
Cennetlere giren müminler ebedî orada kalırlar,r asla çıkmazlar. Selamla şirin sohbetler edip, boş sözle asla hatır yıkmazlar. Cennetlikler için asla ihtiyarlama yoktur. Elbiseleri eskimez. Gönülleri zengin, gözleri toktur. Yerler, içerler fakat ayak yoluna gitmezler. Yiyip içtikleri latif bir buhar gibi olup, gül suyu gibi bedenlerinden sızar, asla küçük su dökmezler. Oradaki huriler ve kadınlar, hayızdan, nifasdan ve buna benzer şeylerden uzak ve pak olmuşlardır. Cennetlikler her an ve her zaman emniyet içindedirler. Üzüntüden, gamdan, bir şeyler tedarik etmekten kurtulmuşlardır. Hastalıklardan ve sakatlıklardan selamet bulmuşlardır. Sıhhat ve âfiyette ebedî sevinçlidirler. Saadetleri sonsuzdur. Müminler için Rahman'ın melekleri, her hafta bir kere mücevherle donatılmış buraklar getirip, Hak Taalanın selam ve davetini tebliğ ederler, müjdelerler. Onlar da, buraklara binip, adn cennetine yükselip giderler. Hak Taalanın misafirhanesine varıp, ikram ve izzetlerini görüp, çeşitli nimetlerini yiyip, selam ve kelamını işitip, Hak'kın cemalini gözleriyle müşahede ederler. Görüntüsünün lezzetinden mest olup, cennet nimetlerini unutup giderler. Oradan Hak'kın izniyle yine kendi makamlarına dönerler.
Bütün cennetleri bekçisi ve hâkimi, sevimli ve büyük bir melektir. Şekli insan, ismi Rıdvan'dır. Cennetler içinde gece ve gündüz olmaz. Bütün cennetler bir an ışıksız kalmazlar. Çünkü cennetlerin gökyüzü Rahman'ın arşıdır. Her an arşın nurları onları ışıklandırır.



Cennet nimetlerinin hülasası ve o devlete nail olanı bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, Hak Taala kutsî hadiste azametle şöyle buyurmuştur: "Ey insanoğlu! Sen dünyaya nice rağbet ve iltifat edersin ki, o fanidir. Nimetleri geçicidir, hayatı sınırlıdır. Gerçekten benim katımda, bana itaat eden insan için sekiz cennet hazırlamışımdır. Kapıları dahi sekizdir. Her bir cennette zaferandan yetmiş bin bahçe vardır. Her bir bahçede inci ve mercandan yetmiş bin belde vardır. Her bir belde içinde kırmızı yakutta yetmişbin saray vardır. Her bir sarayda zebercetten yetmişbin daire vardır. Her bir dairede sarı altından yetmişbin oda vardır. Her bir oda içinde sarı yakuttan yetmiş bin yatak vardır. Her bir yatak üzerinde süslü ipekten yetmiş bin döşek döşenmiştir. Her bir döşek üzerinde bir huri kızı ve her bir hurinin önünde sarı altından bir sini vardır. Her bir sinide renkli cevherlerde yitmişbin tabak vardır. Her bir tabakta başka çeşit yemek vardır. Her bir saray altında akan dört nehir vardır. Bunlardan biri su, biri süt, biri şarap, biri saf baldır. Her bir nehrin kenarında yetmiş bin ağaç vardır. Her bir ağacın yetmişbin çeşit meyvesi ve yetmişbin renk yaprağı vardır. Her bir ağaç üzerinde renkli kuşlardan yetmişbin çeşit kuş vardır. Her bir kuş yetmişbin çeşit sada ile bana tesbih eder. Benim itaatkar kullarıma bunlardan başka her bir saatte yetmişbin çeşit hediye bahşederim ki, ne gözler görmüş, ne kulaklar işitmiş ve ne gönüllerden geçmiştir. Cennetliklerin elbiseleri yetmiş kat cennet elbisesidir. Bunlar, incelik ve zerafetlerinden dolayı biribirini gizlemeyip, alttaki elbiselerin renkler pırıl pırıl olup, üsttekilerin renkleriyle karışarak ortaya çıkar. Cennetlikler, cennetlerden ne çıkarlar, ne de ölüm görürler; ne ihtiyarlar, ne gam yerler. Ne korku, ne hüzün çekerler. Ne namaz kılarlar, ne oruç tutarlar. Ne hastalanırlar, ne ağlarlar. Ne küçük su dökerler, ne büyük su; ancak gül suyu gibi ter dökerler. O halde, kim ki benim rızamı ve cennetimi isterse, dünyadan az ile kanaat edip, dünyanın gâni olan izzet ve lezzetlerini terk etsin. Habibime uyarak, onun yolunda gitsin."
Beyt
Ebedî cennet nimetleri helaldir o kimseye
Elini dudağını sürmez cihan nimetlerine


Liva-yı hamd ve Beyt-i mamuru bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taala, Habib-i Ekrem sallallahü taala aleyhi vesellem hazretlerine bahşeylediği Liva-yı hamd ismiyle adlandırılan sancak-ı şerifdir ki; mahşer gününde Muhammed ümmeti onun altında toplanıp o ümmetinnin şefaatçisi olan Peygamber, kendisine vaad edilen makam-ı mahmuda erip, liva-yı hamd altında bulunan ümmetine şafaat eylese gerektir. Halen o Liva-yı hamd, cennetin en yüksek yerinde, sonsuz bir sahrada hamd dağı üzerinde dikilmiş büyük bir alemdir. Uzunluğu bin yıllık mesafedir. Gönderi beyaz gümüştendir, yeşil zebercettendir; alemi kırmızı yakuttandır. Onun üç köşesi vardır ki, her iki köşesinin arası beşyüz yıllık mesafedir. Üzerinde nurdan üç satır yazılmıştır. Her bir satırın uzunluğu beşyüz yıllık mesafedir. Birinci satır: "Bismillahirrahmanirrahim," ikinci satır: "La ilahe illallah Muhammedün resulüllah", üçüncü satır: "Elhamdü lillahi Rabbilalemin." büyük livanın altına yetmiş bin liva daha vardır. Her birinin altıda yetmişbin melek safı vardır. Her bir safta yetmişbin melek durup, Hak Tealaya tesbih ederler.
Beyt-i mamur, firdevs cennetinde kırmızı yakuttan bir yüksek kubbe idi. Hak Taala, Adem aleyhisselaı cennetten yeryüzüne indirdiğinde, tevbesini kabul eylemişti. Ona ikram içi Beyt-i mamuru yüksek cennetten bu dünyaya indirip, Kâbe'nin yerine koymuştu. Ta ki bu, Adem aleyhisselam içi cennet yadigârı olup, onu tavaf ve ziyaret kıla. Beyt-i mamurun iki kapısı vardı. Biri doğuya, biri batıya açılmıştı. Beyt-i mamurun içinde nurdan üç kandil vardı. Onların ışığı, ne kadar yeri aydınlatmışsa, o arazi halen Kabe4nin haremi olmuştur. Hak'kın emriyle, yedi gökte sakin melekler, nöbetle inip, hazreti Adem aleyhisselamla Beyt-i mamuru tavaf ederlerdi. Beyt-i mamur, hazreti Adem aleyhisselamdan sonra hazreti Nuh aleyhisselamın zamanına değin yeryüzündeydi. Buradan, tufandan önce dünya göğüne kaldırılmıştır. Kıyamete kadar orada kalıp, sonra yine cenette yolan mekanına kaldırılsa gerektir.
Beyt-i mamurun yeryüzünde olan mekanında, hazreti İbrahim aleyhisselam, Hak'kın emriyle Kâbe'yi bina etmiştir. Eğer Beyt-i mamur, gökten düşse, Kabe'nin üzerine iner. Yerdeki Kabe ile gökteki Beyt-i mamurun arası haram-ı şeriftir. Halen Kabe'nin duvarında bulunan ve öpülen hacer-i es'ad, beyt-i mamurdan yadigâr kalmıştır. Bu taş, kırmızı yakut iken, tufanda Hak'kın emri ile hacer-i esved (siyah taş) olmuştur. Beyt-i mamurun dünya semasında bulunuşu odur ki; her gün ona yetmiş bin melek girip, onda namaz kılarlar. Onlar bir sınıf melektir ki, onlara "cin" dahi derler, zira ki "iblis) onlardandır. Onların sayıları o kadar çoktur ki, onlardan beyt-i mamura bir kere girene kıyamete değin bir dahi sıra gelmez.


Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-14-2012, 04:18   #3
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
İnsan bedeninin sıhhatini koruma kaide ve esaslarından olan altı zarurî
sebebi bildirir.

Ey aziz, malum olsun ki, tabibler demişlerdir ki: Bedenin oluşum bekasının
zarurî sebebleri altıdır.
Birinci sebeb: Bizi kuşatan havadır ki, onu teneffüs edip, akciğer içinde
ruhun dumansı buharı olan fazlalıklarını nefesin itilmesiyle çıkarıp, ruha
itidal vermek için zorunlu olmuştur. Bu hava, madem ki hali üzere safî ve
mutedil kalıp, piş rüzgârlar ve çirkin dumanlarla karışmamıştır. Bedenin
oluşum bekasını ve vücut sıhhatini koruyucu bulunmuştur. Eğer hava, kötü
duman ve rüzgârlarla değiştiyse, hükmü dahi değişmiş bilinmiştir. şu halde
dört mevsimin her biri, kendine uygun olan hastalığı verip, zıttını
giderir. Gerçekten, yaz mevsimi, safrayı çoğaltmakla hastalıklar verip,
rutubeti ayrıştırma ve kalbi ısıtma ile susuzluk ve hareketi ortaya
çıkarır. Sonbahar, gece ve gündüzü, sıcaklık ve soğukluğu değiştirmekle
hastalıkları çoğaltıp, meyveleri çoğaltma ile kanı azaltır, sevdayı
çoğaltır. Kış mevsimi, balgamı çoğaltma ile hastalıkları verip, başın
maddelerini sıkma ile nezle ve öksürüğü ortaya çıkarır. İlkbahar,
karışımları hareket ettirmekle bademcikleri şişirip, kanı çoğaltma ile
maddeli hastalıkları ortaya çıkarır. Bu mevsim, mevsimlerin en
sıhhatlisidir. Hayat ve sıhhat için en uygun ve en latif ve en tatlıdır.
İkinci sebeb cismani sükun ve harekettir. Bu beden hareketi, zaaf ve
kuvvete, azlık ve çoğunlukta, yavaşlık ve süratte muhtelif olduğundan; az ama
çok kuvvetli ve süratli hareketin, bedeni ayrıştırmasından ısıtması daha
çok bulunmuştur. Zayıf ve yavaş olan çok hareketin tesiri, onun aksi
bilinmiştir. Hareket ve sükunun ifratı bedeni soğutur. Hareketin itidali,
yeme ve içmeyi düzenler ve hazma yardım eder.
Üçüncü sebeb: Nefsanî hareket ve sükundur. Bu nefs hareketi, ruh ile kanın
hareketiyle olur. Bu durumda ruh, ya bedenin dışına defaten hareket eder,
şiddetli gazap halinde olduğu gibi. Veya tedric ile hareket eder, ferah ve
lezzet sırasında bulunduğu gibi. Veya ruh bedenin içine defaten hareket
eder. Korku ve ürperme halinde olduğu gibi. Veya yavaşlıkla hareket eder,
hüzün ve keder vaktinde bulunduğu gibi. Veyahut iç ve dışa ard arda hareket
eder. Hacalet zamanında bulunduğu gibi. Ruhun bu anılan hareketlerinde
bedenin üzerine hareket olunan tarafının suhuneti ve kendisinden hareket
olunan tarafın soğukluğu lazımdır. Zira ki, bedenin ısınması kanın
hararetindendir. Soğuması, azlığındandır. Bu hareketin ifratı helak
edicidir. Bu durgunluğun ifratı, soğutucudur.
Dördüncü sebeb, uyku ve uyanıklıktır ki, uyku sükuna benzer, uyanıklık
harekete benzer. Zira ki uyku halinde, ruh, kendi hararetiyle yemeği hazım
içim beden içine yönelip, bedenin dışı, soğukluğu üzere kalır. Onun için
beden, uyurken uyanıklık halinden ziyade örtünmeye muhtaç kalır. Uykunun
ifratı, bedeni ziyadesiyle rutubetlendirir ve soğutur. Eğer uyku, ruhun
girmesiyle beden içinde hazmı kabil gıda bulduysa, onu hazmedip, bedeni
ısıtır. Eğer hazmı kabil olmayan gıdayı veya karışımı bulduysa harareti
hareket ettirmekle onu neşredip, bedeni soğutur. Gece uykusuzluğunun
çokluğu, dimağı zayıf, hazmı bozuk edip, maddeyi ayrıştırarak tabii
rutubetle açlığı verir. Gündüz uykusu dahi iyi değildir. Zira ki, o, rengi
bozar, dalağa zarar verir ve üzüntüyü artırır. Eğer gündüz uykusu itiyat
olunup, ikinci tabiat bulunduysa, terki caiz olmaz. Ancak yavaş yavaş terki
gereklidir. Uyku ile uykusuzluk arasında tereddüt dahi kötü olup, şaşkınlık
ve eleme sebep olur.
Beşinci sebeb yiyecek ve içeceklerdir. O, bedene ya keyfiyetiyle tesir eder
ki, o halis ilaçtır. Ya salt maddesiyle tesir eder ki, o halis gıdadır.
Veya sadece suretiyle tesir eder ki, eğer onun özelliği bedenin mizac ve
hayatına uygun ise tiryaka şamildir. Eğer muhalif ise, öldürücü zehir
gibidir. Veya hem maddesiyle, hem keyfiyetiyle tesir eder ki, o has gıdadır.
Veya hem keyfiyeti hem suretiyle tesir eder ki, o, özel etkisi olan ilaçlar
böyledir. Sekmoniya gibi. Veya hem maddesiyle hem suretiyle tesir eder ki,
o, özelliği olan gıdadır. Elam gibi.
Gıda ise kâh latif, kâh kalın ve kâh orta olur. bunların her birinin bedene
gıdası ya çok olur veya az olur. Mutlak su basit olduğundan bedene gıda
olmaz, ancak o, gıdayı yumuşatmak ve pişirmek için ve onu dar yollara
geçirmek için kullanılır.
Altıncı sebeb istifra ve hapsetmedir. bunların mutedili cisme faydalı ve
sıhhati koruyucudur. İstifranın ifratı, bedeni soğutur ve boşaltır. Meğer
ki o istifra olunan kan ve safraya üstün olan balgam ve sevda gibi soğuk ve
kuru ola. O surette ifrat derecede istifra, bedeni rutubetlendirir. İfrat
derecede hapsetme, kan kanallarını doldurur, kokuşma, rutubet, iştah
kesilmesi ve ağırlık yapar. Soğuk su ile gül suyu yüze çarpılsa, her
hareketi itip, tabii harekete takviye verip, fenalığı önler. Ancak ârif ve
âgah olan hepsini Allah' dan bilir.
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 11:45   #4
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
***


Alemin, Âdem için yaratıldığını bildirir.


Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: Hak Taâlâ iki cihanı ve
onlarda olanın tamamını insan için icat ve mevcut eylemiştir. Ta ki âlemde
olan sanatlara bakıp, eşyada bulunan hikmetleri bilsin. Hepsinin benzerini
kendi vücudunda buldukta; nefsini bilmeye erip, ondan Allah'ı tanıma kolay
olsun. Zira ki Hak Taâlâ Nazm-ı Kerim'inde: Ben insanları ve cinleri ancak
bana ibadet etsinler diye yarattım,È (51/56), buyurmuştur. Hadis-i kudside:
Ey insan! Beni tanımak için nefsini bil, emr-i şerifiyle, nefsi bilmenin
Rabbi tanımaya vesile olduğunu duyurmuştur. Çünkü Hak Taâla insanı, kendi
tanınması için yaratıp, kendi tanınmasını, insanın nefsini tanımasına bağlı
kılmıştır. Şu halde elbette insana, kendi nefsini bilmek istidadını
vermiştir. Ta ki nefsini bilmekten, yaratıcısını bilmeye erişsin. Nitekim
haberde: Nefsini bilen, Rabbini bildi,È vârit olmuştur. Allah'ı tanımanın
anahtarı, nefsi bilmek bilinmiştir. Nefsi bilmenin anahtarı, âlemi bilmek
kılınmıştır. Lakin Hak Taâlâ'nın âlemin ufuklarında olan eserlerinin
benzersiz sanatını herkes görüp, sırlarına ermek, insana nefslerinde
bulunan kudretinin kemal ve tavırlarını tamamıyla bilip, nurlarını görmek,
ondan yüce istek olan Mevla'yı tanımaya ermek çok suğul, zor ve esrarlı iş
bulunmuştur. Zira ki insana, mümkün ve müyesser değildir ki; dağların
tepesine çıka, denizlerin dibine ine ve yerin içine görüp, süflî âlemin her
birini görebile ve bütün durumlarına ve sırlarına muttali ola. Göğün üstüne
çıkamaz ki, feleklerin ve yıldızların incelik ve hakikatlerine tamamiyle
erip, ulvî âlimin durum ve sırlarına gereği gibi vâkıf ola. Göklerin
melekût âlemine giremez ki, ruhlar âleminin durum ve sırlarını gereği gibi
vâkif ola, feleklerin nefs ve akıllarını müşahede kıla. Ondan alemin
yaratıcısının bunca kâinatı yaratmasından ve âlimin cüzlerini zerre zerre
an an değiştirip, yetiştirmesinden işlerini temaşa ile isim ve sıfatlarına
muttali olup, ondan zatını tanımaya yol bula.
Şu halde rauf ve rahim olan âlemlerin Rabbi hazretleri, esirgemesinin
olgunluğundan, inayetinin sonsuzluğundan, iç ve dış âlemde, ulvi ve süflî
eşyadan her ne ki bu insan vücudunun dahi iç ve dışını o tavır ve tarz ile
en güzel biçimde üzere âlimin nümunesi olarak yaratmış ve tasvir etmiştir.
Her ne vasıflar ile ki, pak zatı sıfatlanmıştır, bu insan ruhu dahi o
vasıflar ile sıfatlanmıştır. Nitekim âlemi, bütün cüzleriyle kendisine
itaatli ve boyun eğici eylemiştir. Ta ki bu insan, kendi vücuduna bakıp,
azasının bileşiminden ve kuvvetlerinin düzeninden süflî ve ulvî âlemde
kolaylık üzere benzer ve alâmetlerini bulup, kendini âlemin numunesi
bilsin. Kendi ruhunun cisminde olan türlü tasarruf ve tedbirlerinden Hak
Taâlâ'nın âlemde olan türlü tasarruf ve tesirlerini bulsun. Ondan
fiillerine ve sıfatlarına vâkıf olup, pak zâtına muhabbet ve ibadet kılsın.
Onu tanıma saadetine erip, âriflerden olsun.
NAZM
Bil ey insan / Elbet sen kâinatın toplamısın
Varlığı içine alansın / Varlık senin yanında göresin
Görünmez sana görünür / Basiret ve irfanla
Onu şu anda hatır bil / Cismin karanlık ve süflî
Ruhun nurlu ve ulvî / Sırrın Rabbanî ve safî
Zatınla sevin / Sıfatını anla ve oku
Müjde sana, topla dağınıklığını / Kalbin Rahmen'ın evidir
Beyanını yüksek ve geniş ) Ey ârif kadrini bil
Güzel tatlı latifelerin / Bilgiler sendedir uyan
Dostlar içinde giy taç / Zamanlar içinde an hayatını
Sabit ve sakin ey şaşkın / Dairelerin kutbu sensin
Gözler senden ışıklanır / Ondan öğren ey insan
Sen elbette hazreti insansın

Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 11:48   #5
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
İnsan âlemini, büyük âlime tatbik ve bazı uzuvlarını yeryüzüne uydurmak
yolunu bildirir.


Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: İnsan bedeni, küçük
âlemdir. İnsan ruhu, büyük âlemdir. Zira ki, her ne ki âlemde
yaratılmıştır, hepsinin benzeri insan vücudunda bulunmuştur. Şu halde
insanın cisim ve canlı, bütün âlemin nüshasıdır. İki âlem tamamıyle insanda
mevcut ve belirli bilinmiştir. Mesele bütün hissedilen cansızlara misal
uzuvlarıdır. Bütün canlılara misal, insan ahlakıdır. Dört mevsime misal,
insan dişleridir. Adet ve sanayie misal, insanın his ve kuvvetleridir.
Berzah âlemine misal, insanın hatıra ve fikirleridir. Melekût âlemine
misal, insanın gönül ve canıdır. Bu misal ve benzerliklerin ayrıntısı
sınırsızdır. Bu kitaba değil, böyle yüzbin kitaba sığmaz. Ancak ârifin
kalbine sığar. Biz burada, güneşten zerre, deryadan damla açıklarız. Ta ki
bu insan, büyük âlem olduğunu öğrenip, nefsi bilmeye bürhan ola, Onunla
Allah'ı tanıma kolay ola.
ålemin nüshası olan insanın şerefli bedeni, yer ve gökler mesabesindedir
ki, bu cihandır. Ay ve yıl mesabesindedir ki, zamandır. Belde
mesabesindedir ki, mekândır.
İnsan bedeninin yere bir benzerliği budur ki, yerde dağlar olduğu gibi,
bedende de kemikler olur. Yerde ağaçlar ve bitkiler olduğu gibi, bedende de
saç ve uzuvlar olur. Bir benzerliği budur ki, yerde iklimler ve kıtalar
olduğu gibi, bedende uzuvlar vardır. Yerde zelzele olduğu gibi, bedende
titreme ve aksırma vardır. Yer vadileri arasıda akan nehirler var ise,
beden damarlarında akan kan vardır. Yerde değişik tatta kaynaklar varsa,
bedende de, kulak akıntısı, göz yaşı ve burun akıntısı gibi değişik
tatlarda kaynaklar vardır. Kulak akıntısının acı olduğuna hikmet budur ki,
insan uykuda iken kulağına yer haşereleri girmek istediğinde, kulak
akıntısının hissine ulaşıp, geri dönsünler. O uyuyanın kulağına girmekle
onu helak etmesinler. Gözyaşı o yönden tuzludur ki, gözün akı yağdandır.
Yağ ise tuzsuz bozulur. Ta ki, akı taze kalıp, sürekli gözü aydınlık olsun.
Burun karışımları onun için nâhoştur ki, onda olan koklama hissi, güzel
kokulardan kokulanıp, lezzet alsın. Zira ki eşya, zıtlarıyle bilinir. Ağız
suyu onun için hoştur ki, dilde olan tat alma kuvveti, daima lezzette
bulunsun. İnsan bedeninde bulunan ilahî hikmet sonsuz bilinmiştir. Burada
ancak iki âlem birbirine tatbike ve uyuma ihtimam olunmuştur. Nitekim dış
âlemde bulunan eşya, insan âleminde bulunan eşyaya nümune bulunmuştur.

Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 11:52   #6
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
İnsan âleminin feleklere benzerliğini bildirir.



Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: İnsan bedeninin göklere
bir benzerliği budur ki, burçlar sahibi göğün oniki burcu olduğu gibi,
bedenin de dışından içene oniki yolu vardır: İki kulak, iki göz, iki burun
deliği, ağız, iki meme, göbek ve iki abdest yolları. Bir benzerliği dahi
budur ki, feleklerde yedi gezegen olduğu gibi bedenin içinde de yedi aslî
uzuv vardır: Akciğer aya, mide utarite, böbrek zühreye, yürek güneşe, safra
merihe, karaciğer müşterie, dalak zühale benzer bulunmuştur. Gökte bir çok
sabit yıldız olduğu gibi, bedende de çok sinir vardır. Felekte yirmsekiz
meşhur menzil olduğu gibi, bedende de yirmisekiz his ve sayılan güçler
vardır. Felekte üçyüzaltmış derece olduğu gibi, bedende de açıklanan
üçyüzaltmış kan damarı vardır. Küllî ve cüzî feleklerin, sabit ve gezegen
yıldızların türlü tabii hareketleri olduğu gibi, bedenin de bu tavır üzere
türlü zorunlu ve ihtiyarî hareketleri vardır. Felek dört unsuru kuşattığı
gibi, beden dahi dört karışımı kuşatmıştır ki: Safra, ateş gibi kuru ve
sıcaktır. Kan, hava gibi sıcak ve rutubetlidir. Balgam, su gibi rutubetli
ve soğuktur. Siyah köpük, toprak gibi soğuk ve kurudur. Dört unsurdan üç
ana bileşim doğduğu gibi, bedende de dört karışımdan uzuvlar doğmuştur.
Gündüze misal, insanın sürurudur. Geceye misal, onun hüznüdür. açık havaya
misal, yayılmasıdır. Buluta misal, sıkılmasıdır. Gök gürültüsüne misal,
sesidir. Şimşeğe misal, onun gülmesidir. Yağmura misal, onun ağlamasıdır.
Rüzgâra misal, onun nefesleridir. Oluşum ve bozuşuma misal, kelamının
lafızlarıdır. Gökkuşağına misal, yay kaşıdır. Hilale misal, kulağıdır.
Dolunaya misal, yuvarlak yüzüdür. Gece karanlığına misal, onun saçıdır.
Sabaha misal onun alnıdır. Dış âlemin, bu insan âleminin açıklanan
benzerliklerinden gayri, benzerliği çoktur. Lakin ârife işaret yetmekle,
uzatmaya hacet yoktur.

Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 11:53   #7
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
İnsan bedeninin zaman ve mekana yani ay ve yıla ve onda, ruhun sultana
benzerliğini bildirir.


Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: İnsan bedeninin ay ve yıla
benzerliği budur ki, bir senede dört mevsim olduğu gibi bedende de dört
karışım vardır ki: Balgam, ilkbahar gibi rutubetli ve soğuktur. Safra, yaz
gibi sıcak ve kurudur. Kan, sonbahar gibi sıcak ve rutubetlidir. Siyah
köpük, kış gibi kuru ve soğuktur. Bir benzerliği dahi budur ki; İlkbahara
uygun, çocukluk yaşıdır. Yaza benzer, gençlik ve olgunluk yaşıdır.
Sonbahara uygun duraklama yaşıdır. Kışa uygun ihtiyarlık yaşıdır. Bir
benzerliği dahi budur ki, bir senede oniki ay olduğu gibi, bedende de oniki
menfez vardır. Bir haftada yedi gün olduğu gibi, bedende de yedi uzuv
vardır. Bir haftada yedi gün olduğu gibi bedende de o sayıda kan damarı
vardır.
Bedenin şehre benzerliği budur ki, şehre bir padişah olur. Sonra veziri,
emniyet âmiri, maliyecisi olur. Padişahın sarayı, memleketi, bineği,
tabası, hazinedarı, bekçileri, elçileri, casusları ve hakimleri olur. Şehir
içinde sanatkârlar olur. Mesela mimar, yapı ustası, ekmekçi, tabib, kasap,
kuyumcu vesaire olduğu gibi, insan bedeninde de bütün bunların benzeri
vardır ki: İnsan ruhu, âlemin padişahıdır. Nazari akıl, veziri azamdır,
gazap kuvveti emniyet âmiridir. Şehvet kuvveti, maliyecidir. Bu padişahın
sarayı, yürektedir. Memleketi bu bedendir. Bineği, hayvanî nefstir. Tabası,
beden uzuvlarıdır. Hazinedarı, tutma kuvvetidir. Bekçileri, gözlerdir.
Elçileri, kulaklardır. Polisleri, ellerdir. Casusları, koku alma
kuvvetidir. Hakimi, tatma kuvvetidir. Bedende de sanayi erbabı vardır ki:
Mimar, ameli akıldır. Bina tabiattır. Marangoz, çekme kuvvetidir. Değirmen,
dişlerdir. Ekmekçi, sindirim kuvvetidir. Tabib, ayırma kuvvetidir. Kasap,
şekil verme kuvvetidir. Kuyumcu, büyütme kuvvetidir ki, beden şehrine neşvü
nema verip, zengin eder. Çöpçü, itme kuvvetidir ki, beden şehrinden
fazlalıkları itip, çıkarır. Şehrin sair sanat erbabı benzerleri, bedenin
sair kuvvetleridir. Şimdi, bu açıklamadan ortaya çıkan budur ki; insan
ruhu, şehrin sultanıdır ve vücut ve bedende, diri ve dost olan Allah'ın
halifesi olmuştur.

Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 11:57   #8
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart
İnsanın kalbinde bulunan kötü ahlakın hayvan suretlerine benzemesini,
vakaların ve rüyaların tabirlerini harf sırasıyla bildirir.


Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: ëlemde insan ahlâkı, türlü
hayvanların şekil ve suretlerinin benzer ve misalleri, insan nefsinde de
vardır ki, hayvanî kötü ahlâklardır. Meselâ kibir sureti, kaplana
benzerdir. Tasallut sureti, aslana benzerdir. Haset sureti, kurda
benzerdir. Nitekim hazreti Yakub aleyhisselam evladının hazreti Yusuf
aleyhisselama olan hasetlerinden, ayrılık olayından önce, rüyasında, yedi
kurt suretinde Yusuf aleyhisselamın üzerine hamle ile hücum eder görmüştü.
Onun için çocukları ona: Onu bizimle gönder, dediklerinde, onlara: Onu
kurt yemesinden korkarım. demesiyle bahane buyurmuştu. Şu halde, gönülde
gazap sureti, köpektir: hile sureti, tilkidir; gaflet sureti, tavşandır;
ferce yönelik şehvet sureti, eşektir; arkadan yaklaşma sureti domuzdur;
midevî şehvetin sureti, koyundur; oburluk şehvetini sureti, inektir; tama
sureti, karıncadır, cimrilik sureti, faredir; kin sureti, beyaz devedir;
vecdin sureti, kırmızı devedir; düşmanlık sureti, yılandır; ezanın sureti,
akreptir; vesvese sureti, sarı arıdır ve diğer ahlâk suretleri, sair
hayvanların şekillerine benzerdir. Hatta kötü ahlaktan birine galip olan
gönül, rüyada kendini o surette olan hayvana dahi galip görür. Mesela ferce
yönelik şehvete üstün gelen kimse, rüyasında bile eşeğe binici olur. Eğer
mağlup ise, kendini eşeğin altında bulur. Diğer ahlaklar dahi bu kıyas ile
malûm olur. Çünkü insan, dolayıcı berzah ve her şeyin ortaya çıktığı yerdir.
Bu durumda, bütün hayvan suretleri ve kâinatın şekilleri, insanın içinde ve
dışında suret bulup, şekillenmiştir. Gereğince meydana gelmiştir. Ahlakını
güzelleştiren gönül, ayna gibi safia olup, her şeyi kendinde bulmuştur. Safî
olmayan gönül, uyku halinde rüya ile geçmiş ve gelecek işlerden haber
almıştır; ya misal ile veya tabir ile bilmiştir.
Anlaşılması güç olan rüya,
bu manzume ile açık olmuştur.


NAZM
Çün buhar-ı gıda dimağa gelir
Ruh-u hayvanî ol zaman ne eder
Pes havass-ı burun muattal olur
Çün dimağın havassı kalbe iner
Kalbe ilham olur işaretler
Bî vesait bulursa nâfiadır
Kalb eğer vasıta ile olsa habîr
Pes gelir kalbe gördüğü rüya
Arabî ismin evveli alınır
Elif ululuğa işaret olur
Evvel havas buruna hail olur
Zahir-i cismi kor derune gider
Halet-i nevmi cism onunla bulur
Kalb o dem enderun-u ruha döner
Asıldan kalb alır beşaretler
Aynı vâki olur ki vâkıadır
Gördüğü düşten olunur tabir
Ya işaret veya beşaret ona
Ne ise ol huruf ile bilinir
Ref'at-i gadrine beşaret olur
Ba ise cism ve cana rahattır
Se ise düşman üzre nusrettir
Ha ise izzet ve saadettir
Dal ise zahme ve meşakkattir
Ra dahi devlete delalet eder
Sin emin olmağa alâmettir
Sat kâm olmağa beşarettir
Tı ise düşmanı helak olacak
Ayn ise dilde bula teşvişi Fe ise rütbesi olur âli
Kef ise gaibi gelr hurrem
Mim olursa muradını alacak
Vav ise işleri olur âsân
Ya ise taate muvaffak olur
Ta ise ol husul-ü hacettir
Cim ise fırsat ve ganimettir
Hı ise her murada vuslettir
Zel ise malü ülkü devlettir
Zı metin itakade kalbi yeder
Şin ise fiiline nedamettir
Dad mal bulmağa işarettir
Zı ise kalbi hüzün ile dolacak
Gayn ise zulmü nefs olur işi
Kaf ise bula devlet ve mali
Lem ise ol emin olur hoş dem
Nun ise hâtırı melül olacak
He ise hüzün ile olur giryan
Hep bu tabirler muhakkak olur


(Gıdanın buharı beyne geldiğinde, önce burun hislerine hail olur.
Hayvanî ruh o zaman ne eder? Vücudun dışını bırakıp, içine gider, O an
burun hisleri muattal olur. Uyku halini cisim, onunla bulur. Beynin
hisleri kalbe indiğinde, kalb o an ruhun içine döner. Kalbe işaretler ilham
olur. Asıldan kalb muştular alır. Vasıtasız bulursa faydalıdır. Aynısı
çıkarsa vakıadır. Kalb eğer vasıta ile haberdar olsa, gördüğü düşten tabir
olunur. O an gelir kalbe gördüğü rüya; ona ya işaret veya müjdedir. Rüyada
görülen şeyin arapça isminin ilk harfi alınır. Ne ise o harflerle bilinir.
Elif, ululuğa işaret olur. kadrinin yükseleceğine müjde olur. Be ise, cisim
ve cana rahattır. Te ise, hacetin elde edilmesidir. Se ise, düşman üzere
yardımdır. Cim ise, fırsat ve ganimettir. Ha ise, izzet ve saadettir. Hı
ise, her murada kavuşmaktır. Dal ise, zahmet ve meşakkattir. Zel ise mal,
mülk ve devlettir. Rı ise, devlete delalettir. Zı, metin itikade kalbe
yeder. Sin, emin olmağa alâmettir. Şin, yaptığına nedâmettir. Sad, kâm
almağa müjdedir. Dad, mal bulmağ işarettir. Tı ise, düşmanı helak olacak.
Zı ise, kalbi hüzün ile dolacak. Ayn ise, gönülde karışıklık bula. Gayn
ise, nefsine zulüm olur işi. Fe ise, rütbesi yükselir. Kaf ise, devlet ve
malı bula. Kef ise, kaybettiği sevinçli gelir. Lem ise, o emin olur hoş
dem. Mim olursa, muradını alacak. Nun ise, hatırı melûl olacak. Vav ise,
işleri kolay olur. He ise, hüzün ile gözyaşı döker. Ye ise, taate muvaffak
olur. Bu tabirler hep, muhakkak olur.)

Konu Seyyah tarafından (02-16-2012 Saat 11:59 ) değiştirilmiştir..
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 12:01   #9
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart

Ufukların ve nefslerin birbirine tatbik olunduğunu, insan âlemi şeklinin
büyük âlemin yapısının aksi kılındığını ve iki âlemin gönül âleminde
tamamen bulunduğunu bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, ârifler demişlerdir ki: Her yönden afâka her
vecihle nefsler uygun ve mutabık bulunmuştur. Zira ki, bütün âlemin bazı
cüzleri açık, bazı cüzleri gizli kılınmıştır. Açıktakiler, dokuz felekler,
dört unsur ve üç bileşiktir. Gizli olanlar, on akıl, dokuz nefstir. İnsanın
dahi dışı ve için vardır ki, dışı beden uzuvlarının hepsidir. İçi, on
histir ki, bütün eşyayı idrak edendir. Şu halde insan vücudu cihan
kitabıdır. Bir mecmua kılınmıştır ki, âlemde her ne bulunmuşsa, bir insanda
da bulunmuştur. Bu insan sureti, bir küçük âlemdir ki, büyük âlemde bulunan
feleklerin ve unsurların benzerleri, onda da bulunmuştur. Nitekim defalarca
açıklanmıştır. Lakin bu küçük âlem, büyük âlemin yapısı aksince
bilinmiştir. Zira ki, büyük âlemin dış kabuğu çevresi hududu bulunan atlas
feleğidir ki, şeriatçıların dili ile en büyük yerdir. Onun içinde burçlar
feleğidir ki, o kürsüden ibarettir. Onun içinde zühal feleğidir, onun
içinde müşteri feleğidir. Onun içinde merih feleğidir. Onun altında güneş
feleğidir. Onun altında zühre feleğidir. Onun altında utarit feleğidir.
Ondan içeri ay feleğidir. Onun içinde su küresidir. Onun içinde âlemin iç
dudağı olan toprak küresidir ki, büyük âlemin yapı ve şekli böyledir.
İnsan âleminin yapı ve şekli onun aksidir. Zira ki, bunun kuşatıcı kabuğu
topraktır ki, bu bedenin derisidir. Onun içinde sudur ki, kandır Onun
içinde havadır ki canın buharıdır. Onun içinde ateştir ki, yürekte hayvanî
ruhtur. Onun içinde yedi yedi göktür ki, kalbin yedi tavrıdır. Gönül içinde
insanî ruhtur ki, onun dışı kürsi ve içi Rahman'ın Arş'ıdır. Zira ki,,
âriflerin kalbe Hazret-i Rahman'ın evidir. Nitekim Hak Taâlâ: 'Yere göğe
sığmam, lakin vera' sahibi mü'min kulumun kalbine sığarım,' buyurmuştur. Bu
insan ruhu, en büyük âlem olduğunu duyurmuştur. Şu halde bu Hazreti insan,
mânâda en büyük âlemdir. Gerçi surette en küçük âlemdir. Ruh ile âlemin
babasıdır. Gerçi bedenle insanın çocuğudur. Huzur ile hepsinden öncedir.
Gerçi meydana gelişle hepsinden sonradır. Meselâ: Büyük âlem cüz'leri ile
bir ağaçtır ki, insan âlemi ondan vücuda gelmiş meyvedir. Şu halde âlemin
son gayesi bu insan türüdür. Nitekim ağacın aslı meyvenin çekirdeğidir.
Bunun gibi cihanın aslı, bu insan ruhudur. Nitekim ağacın neticesi
ortadadır. Onun gibi âlemin sonucu insan bedenidir. Nitekim her meyvenin
çekirdeklerinde kendi ağacı topluca mevcuttur. Onun gibi bu insan ruhunda
bütün kâinat toplu olarak mevcuttur. Nitekim meyvenin vücudu, dalların
olgunluğu sonucudur. Onun gibi insanın vücudu esasların mizası sonucudur.
Nitekim meyvenin cüz'leri ağacın bütün cüz'lerinden yükselip, tepesinden
ortaya çıkmıştır. Onun gibi insan vücudunun cüz'leri bütün cihan
cüz'lerinin yükseklerinden geçme ve alçaklarından yükselme ile her
cüz'ünden bir menfaat, bir zarar ve bir özellik alıp, hepsini toplayarak
ortaya çıkmıştır. Feyz kabulüne istidatlı olup, bu derece ile sair
yaratıklar arasında tek olup, bunca kerem, fazilet ve en güzel şekil ile bu
yüksekliğe yetmiştir.
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 02-16-2012, 12:04   #10
Kullanıcı Adı
Seyyah
Standart

İnsanın iç ve dışının, cihanın iç ve dışına uygun olduğu hâkimâne bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: İnsana önce kendi
nefsini bilmek lâzımdır. İç ve dışı ne hakikat ve yaratılışta, ne
özellikler taşımakta. Ta ki bu sanattan sanatkârını bilip, onun isim ve
fiillerini, tecelli ve tasarruflarını âlemin içinde ve dışında bula.
Nefsinden, Rabbine gönül yolundan dönüşle revan ola. Ona eşyanın
hakikatleri ve mânanın incelikleri açık ola. Huzur ve ünsiyet ile ebedî
kala. Zira ki insan suretinde bir küçük âlemdir ki, ondan dışta bulunan
büyük âlemdir. Çünkü büyük âlemde her ne var ise, onun benzeri bu küçük
âlemde de bulunmuştur. Nitekim büyük âlemin, dört denizi bilinmiştir. Onun
gibi insan âleminin dahi dört denizi bulunup, ona uydurulmuştur. Büyük
âlemin dört denizi: Gizli hazine sevgisi, ilk cevher, melekût âlemi ve mülk
âlemidir. İnsan âleminin dört denizi: Baba sülbünde meni, ana rahminde
nutfe, iç ruh ve dış bedendir. Çünkü Hak Teâlâ ezeli sevgisiyle: 'Ben gizli
bir hazine idim, bilinmeyi sevdim,' buyurmuştur. Yani sevgi, âlemin
yaratılma esası olduğunu duyurmuştur. O ilâhî sevgi, büyük âlemin cevher
vücuda gelmiştir. O, büyük âlemin ikinci denizi olmuştur. O cevherin içi ve
dışı vardır ki, içinden felekler ve unsurların hayatı hâsıl olmuştur. O,
melekût âlemidir ki, büyük âlemin üçüncü denizidir. O cevherin dışından
felekler ve unsurlar olan basit cisimler vücuda gelmiştir. O, mülk âlemidir
ki, büyük âlemin dördüncü denizi olmuştur. Onun dört denizi bununla son
bulmuştur.
Yedi gezegen feleğine yüksek babalar; unsurlara ve dört tabiata aşağı
analar denilmiştir. Bu babalar ve analar sürekli hareket kılmaktadır.
Bunlardan üç bileşik vücuda gelmektedir. Nitekim Hak Taâlâ: 'Nun ve kalem,
bir de yazdıklarına andolsun,' /63/1), buyurmuştur. Yani (nun) gizli hazine
sevgisi, (kalem) ilk cevher, (yazdıkları) mülk âleminin müfredatı ve
melekût âleminin mücerretleri olduğunu duyurmuştur. Fertler ile mücerretler
an an yazılmadadır. O yazılmadan, bu bileşik cisimler vücuda gelmededir ki,
bunlar kitabın kelimeleri benzeri hikmetle düzen bulmuştur. İlâhî kelimeler
sonsuz olduğunu, Hak Taâlâ bize lütûyle duyurmuştur. Nitekim Kur'an'da:
'Allah'ın kelimeleri tükenmez,' (31/27), buyurmuştur.
Seyyah isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi