07-02-2012, 01:15 | #1 |
Hikmetini bilende de bilmeyende de Zat var
(Selamun aleyküm)
Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimiz miraçta her aştığı mertebedekileri terk ederek, onlarda gözü olmayarak Zat'a dek uruç etti; muazzam bir idrak, muazzam bir hazım, muazzam bir genişlik söz konusu... Kendi algılamama göre Zat'a doğru Zat'ta olan uruç asıl miraçtır fakat aslında son noktaya doğru olup henüz son noktaya varmamış olan uruçlar da o kulun o andaki hakiki miracıdır; tıpkı emmare nefsin safiye kademesinin de olduğu gibi... Kulun bulunduğu âlemden hazmına göre bir (tek)-(kün) kez (adım) genişlemesi (derinleşmesi-bilincinin arınması ve inşirah hâlinde bütüne nötr yani duygu ile zulüm görmeden, yargılamadan o perdenin arkasındaki Zat'ı duyarlılık ve vicdan ile görmesi) o kulun miracıdır zaten fakat bu uruçların sonsuza dek kalıcı ve güvenilir olabilmesi için, geçici olmaması için asıl kulun hazmındaki rabbına kulun miraç etmesi gerekir ki o zaman kul her bir urucun arka planındaki ana hikmeti saf-tâhir olarak görür... Her bir uruç asıl miraçtır çünkü miraç tektir, varlık tektir, bilinç tektir, Allâh tek! Her hareket aslında Zat'tan Zat'a doğrudur... Zat'a doğru giderken Zat'a gelince Zat'ta olmak mes'elesi değil bu... Daha yolun başında da kul Zat'tadır ve Zat'ta hareket hâli olur, müşahede etmek gerek... Sadece perdelerimiz, şartlanmalarımız, sahte benliğimizden ötürü yüzeydeki Zat'tan bakarak derûnumuzdaki Zat'ı ve yaşanılanların Zat'taki hikmetini idrâk edemiyoruz... İşin hikmeti verin müşahede, anlayış, basîret gözü ile idrâk edilebiliniyor... Eğer kul bu müşahede ile yetiniyorsa o zaman bazı işlerin, acıların, korkuların hikmetini idrâk ederek bunlardan ara sıra feraha, selâmete, genişliğe çıkmak o kulun cenneti olmuş oluyor. Kul urucunu yaşamaz ise beden-ruh olan nefste bedensellik (tabiat hayatı) ağır basıyor ve nefs mutmain olmamış, beden rahatlık ve tatmin bulmuş olarak ruh aslına dönüyor fakat nefs nûr yapıda değil de nâr yapıda kaldığı için nefs zulmet âleminde korkuları, şartlanmaları, perdeleri ve hayal âlemiyle kala kalıyor hakikatten perdeli olarak. Rasûlallâh'ın (s.a.v.) şefaati kendi miracımızda belli olur. O'nun (s.a.v.) sünnetine uymak demek gelinen her makamın tepside sunulan lütuflarına göz ucuyla bile bakmama basiretini gösterebilerek seyre, uruca, müşahedeye, idraka devam edebilmektir ta ki "kendini bilen, rabbını bilir" hâline kavuşana kadar ya da zaten Zat'ın kendinden kendine bir kavuşmuşluk içinde olduğunu kendi hayalimizden uyanıp görene kadar! Nâr'da olan nefs nûr'dan-hikmetten perdeli olduğu için oluşları kendi hayal âleminden görür ve ona göre değerlendirir-yargılar, tepkisel-duygusal hareket eder; duyarlılık-vicdan yok olur bu durumlarda ve bu durumlar o nâr'daki kişinin zaten cehennemidir fakat o cenneti öylesine bilmiyor ve öylesine bir kibri var ki kendi cehenneminin aslında "zevk dolu" bir cennet olduğuna kendisini ve çevresindekileri kendi şartlanmalarına göre inandırmaya çalışıyor. İnsanın aklı, mantığı ruhunun ferahlık bulduğu yeri hissedebilir ve orasının doğru olduğunu kişinin kendisine sezdirmeye çalışabilir fakat kişinin de nefsinin hoşuna giden yerlere çekimi daha ağır basabilir ve bu ağır basma ve oraya yönelmeden dolayı da sorumluluğun-hakikatin ağırlığını üzerinden atmak için de yönelişinin haklı olduğunu kendisine ve çevresine inandırmaya çalışabilir; bunun için de gerekli araştırmayı-düşünmeyi yaparak, felsefî fikirler üretebilir ve belli bulduğu doneler, veriler, kanıtlar ile bu hayal dünyası içinde kendini kandırıp rabbını idrakten daha da uzaklaşarak sonsuza dek kaybolacak ortamı oluşturabilir; nefsine zulmedebilir... Bunların hakikati görmemek, hazımsızlığın ağırlığından kurtulmak için oyalanmaktan, kendini uyuşturmaktan, uyumaya daha da derinden devam etmekten başka bir şey değildir! Bunlar yapılmaz ise acı vardır, bu yüzleşmektir; fakat bu yanış olmadan da olmuyor; bu yanıştan kurtuluş ya idrak edip olanların hikmetini görüp feraha çıkmak ile mümkün tabi bu belli yanışlar ve hazımlar sonucu verilen bir lütuftur ya da kendimizi uyuşturup, uyutup yüzleşmekten kaçmak ile mümkün ki aslında hakikatte bu daha büyük bir yanıştır çünkü buradaki olay necis olanın sol eliyle yaptığını sağ eliyle toparlamaya çalışırken sol eliyle daha da büyük bir bela yapmak ve böylece eski yapılan belayı unutmak ve acısından kurtulmak çünkü onu unutturacak daha büyük bir bela açmaktır ve böylece sağ elin onu toparlaması için daha büyük bir efor sarfetmesini sağlamaktır.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|