04-29-2014, 01:10 | #1 |
Salih Tuna - Başbakan İşi Yine Gürültüye Getirdi Kurtar Bizi Haşim Bey
Salih Tuna
Başbakan işi yine gürültüye getirdi kurtar bizi Haşim Bey Martin Heidegger, 'yeni ruhun öncü savaşçısı' telakki ettiği Hitler'e yazdığı mektupta şöyle demişti: 'Ah, Führerim, siz bizim insanlarımızın ihtiyaç duyduğu kurtarıcısınız...' Hitler de mâlûmunuz 'genosit' marifetiyle Yahudilerden kurtarmıştı Heidegger'in insanlarını. İş işten geçtikten sonra, Yahudiler 'yeni ruhun inşası' uğruna soykırıma (genosit) uğratıldıktan çok sonra, Der Spiegel'e (ölümünden sonra yayımlanmak şartıyla) verdiği söyleşide kırk dereden su getirecek, Nazilere katılmasını üniversitenin ve bilimin siyasileşmesine engel olma niyetine bağlayacaktı. (Meraklısına not: Heidegger'in ölümünden on yıl önce, yani 1966'da gerçekleşen söz konusu uzun söyleşi, '1933'te Neler Oldu?' adıyla Yapı Kredi Yayınları arasında çıkmıştı.) Heidegger herhangi bir filozof değildi; 'Varoluşçu felsefenin' öncü isimlerindendi. Bilgi, birikim, kültür deseniz, Şimon Peres'i milyonla çarpsanız onun seviyesine erişemezdi. Lakin, dünya tarihinin görüp geçirdiği en deli en çılgın en zalim Hitler'e, 'eine Minute' diyemedi. Hadi karşı çıkmasından geçtik, sessiz kalmayı bile başaramadı. 'Sein und Zeit'in müellifi o koca filozof, yazık ki yazık, Nazileri destekledi. Kuantum Fiziği deyince akla gelen isimlerden, 'Belirsizlik Kuramı'nın babası Werner Heisenberg de çok farkı bir tutum sergilemedi. Nazi iktidarı tarafından Otto Hahn'la atom bombası yapmakla görevlendirildiğinde 'eine Minute' demek şöyle dursun, hiç itiraz etmeden kolları sıvadı. (Neyse ki, Alman bütçesinin yetersizliği buna izin vermedi.) Örnekleri çoğaltmak mümkün ama maksadımız hâsıl oldu, dahasına gerek yok. Demek ki... Dünyanın sayılı filozoflarından yahut sayılı bilim adamlarından biri olmanın, yani çok bilgili, çok birikimli, çok deneyimli, çok kültürlü olmanın yetmediği zamanlar vardır. An gelir... 'Sieg Heil' diyen çılgınlara karşı 'eine Minute' veya 'One Minute' diyebilmek için ne filozof, ne bilim adamı, ne büyük sanatçı, ne şu ne bu, sadece 'adam gibi adam' olmak gerekir. An gelir... Câlût (Golyat) karşısındaki Davud gibi 'korkusuz bir yürek' olmak gerekir. An gelir... Leningrad Kuşatması'nı anıştıracak kadar korkunç bir ambargo altında tutulan Gazze'nin, ve ırkçı Siyonistlerin bombalarıyla bedenleri parçalanan Filistinli çocukların dili ve ifadesi olmak gerekir. Tıpkı... Davos'ta Sayın Erdoğan'ın Şimon Peres'e 'One Minute' çekerek yaptığı gibi. Gelgelelim, Yargıtay eski başkanı Sami Selçuk geçenlerde, 'Cemaat' kanalı Samanyolu'nda, bu soylu tavrı, bu 'isyan ahlâkını' son derece müstekreh biçimde aşağılamaya çalıştı. Dedi ki: 'One Minute konuşmasını ben hâlâ yadırgıyorum. O konuşmayı niçin yaptığını da ben anlıyorum. Şimon Peres çok deneyimli, çok bilgili, çok kültürlü bir adamdır. Ve deneyimi sayın Başbakan'ın yaşı kadar nerdeyse. Benim gördüğüm kadarıyla, onun karşısında direnemeyeceğini düşünerek işi gürültüye getirdi diye düşünüyorum ben. Bakın ilk defa söylüyorum bunu kamuoyunun karşısında...' (Evet, ilk defa söylüyordu ve bu 'fecaati' ilk defa nakletmek de STV'ye nasip oluyordu. ) Nerden baksanız tutarsız, nerden baksanız zavallı bir konuşmaydı bu. Her şeyden evvel, Başbakan Erdoğan, Davos'taki o soylu çıkışında, Peres'e, 'Yaşınız benden büyük ama sesiniz çok yüksek çıkıyor...' demişti zaten, ayrıca 'deneyimi' yaşa nispet ederek vurgulamak ne menem bir üstünlük arayışıdır? Deneyimmiş! Şimon Peres'in en önemli deneyimleri arasında, David Ben-Gurion'un silah alımında verdiği görevi yerine getirmek de var, ırkçı Siyonist Haganah terör çetesinde uzun süre faaliyet göstermek de! Yargıtay eski Başkanı'nın bunlardan haberi var mı bilemem; benim bildiğim şu: Mahut zırvaları hiçbir şekilde tartışmayı hak etmiyor. Sadece ve sadece Cemil Meriç üstadımızın sıklıkla altını çizdiği 'müstağrib' aydın tipine ibretlik çapta bir örnek teşkil etmesi itibariyle üzerinde durmaya değer. Yoksa söz konusu konuşmasında taaccüp edilecek bir şey yok. Nietzsche'nin 'efendi ahlâkı'nın karşısına yerleştirdiği 'köle ahlâkı'nın 'isyan ahlâkı' karşısındaki tavrı nihayetinde budur. Gerçekten de, 'Türk modernleşmesinin' esasında 'Batılılaşma' değil 'oryantalistleşme' (yerli oryantalizm) olduğuna dair oldukça manidar bir örnekle karşı karşıyayız. Ne ki, Yakup Kadri'nin 'Yaban' romanındaki Ahmet Celal'e nazaran Sami Selçuk çok daha nobran! Edward Said'in entelektüel bakımdan 'onursuz bir saha' şeklinde nitelendirdiği oryantalizmin yerli numunelerinin ortak özelliği mensubiyet kaygısıyla mâlûl olmaktır. Doğu'dan mâlûm networke karşı yükselen her onurlu ses, bu 'müstağrib' tiplerde her şeyden evvel mensubiyet travmasına neden oluyor. Psikolojik kanamaya karşı kendi içlerine dönemeyecek kadar orijinlerini kaybettikleri için böyle nobranca saldırganlaşıyorlar. O değil de, sayın Başbakan yine yaptı yapacağını Sami Bey! Baksanıza, '20. Yüzyıl'ın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz...' demekle 1915'i nasıl da gürültüye getirdi. Olacak şey değil; Cumhuriyet aydınlarının 1915 hakkındaki 100 yıllık bilgi, birikim ve kültürünü tek kalemde berhava etti. Yetmezmiş gibi, 'otoriter' veya 'muktedir' yahut 'diktatör' heyulasıyla dört bir koldan oluşturulmaya çalışılan algıyı da yıktı viran eyledi. Ah, Sami Beyciğim, biz nasıl baş edeceğiz bu gürültüye getirme tarzıyla. Mâlûmunuz, sayın Başbakan daha evvel de özür dilemek suretiyle Dersim katliamını gürültüye getirmişti. 'Barış süreciyle' de 'Ne mutlu Türküm diyene' diskurunu gürültüye getirdi. Sahi ne yapacağız; Gezi'de olmadı, 17 Aralık darbe süreci de başaramadı. Ah, Sami Beyciğim ah, Başbakan işi gürültüye getirmeye devam ediyor hâlâ; ne yapsak, ne etsek; 'Kurtar bizi Haşim Bey!' mi desek? Kaynak Yeni Şafak 28.04.2014
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|