03-18-2015, 07:32 | #1 |
Suriye Devrimi İran'ın Gerçek Yüzünü Gösterdi
Suriye devrimi İran’ın gerçek yüzünü gösterdi
Suriye'de savaş hız kesmeksizin devam ediyor. Halk isyanının başladığı gün olarak kabul edilen 15 Mart'ta dünyanın her yerinde anma gösterileri yapıldı. Herkes bu kanlı savaşın çıkış nedenlerini ve nasıl sonlanabileceğini merak ediyor. Devrimin 4. yılını konuştuğumuz Dünya Müslüman Âlimler Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Ömer Faruk Korkmaz, Suriye meselesinin temelinde de çözümünde de İran'ın oynadığı büyük role dikkat çekti. 2011 yılının ilk yarısında, Suriye’nin en büyük şehirlerinden olan Dera’da, 13 yaşındaki Hamza Ali el-Hatib’in sokak gösterilerinde duvarlara yazı yazdığı iddiasıyla tutuklanarak, gözaltındayken işkenceyle öldürülmesinin üzerinden 4 yıl geçti. Bu olayın tetiklediği ve Suriye Devrimi olarak adlandırılan halk isyanı bir iç savaşa dönüştü ve bu süreçte 300 binden fazla kişi öldü. BM’nin ölüleri saymayı durduğu bölgede, resmî rakamlara göre ve tespit edilebilen kadarıyla 15 binden fazla kadın, 14 binin üzerinde çocuk öldürüldü. Yüzbinlerce kişinin yaralandığı Suriye’de tutuklu bulunan 23 bin kişinin de 11 bini kadın, 8 bini çocuk. İHH İnsani Yardım Vakfı ve Dünya Müslüman Âlimler Birliği yönetim kurulu üyesi Ömer Faruk Korkmaz ile, 5. yılına giren Suriye devrimini konuştuk. Suriye'de yaşananları nasıl tanımlıyorsunuz? Halk isyanı mı, devrim mi, iç savaş mı? Suriye halkı Dera’da yaşananlara kadar reform umudunu korudu. Ancak içeriden ve dışarıdan bir takım provokasyonlar süreci bu hâle getirdi. Bu süreçten önce İHH’nın yürüttüğü insani diplomasi çerçevesinde Suriye’de çok etkin olan İranlı yetkililerle de görüşüldü. Bu görüşmelerin bir kısmına ben de katıldım. İran, o dönemde de Suriye’de en etkin dış faktörlerden biriydi. İranlı yetkililere, Arap Baharı’nın Suriye’yi zorladığı, halkın bu baskıcı rejimden usandığı iletildi. “Türkiye, Esed ile bu konularda görüşüyor, siz de görüşüyorsunuz, Suriye halkının özgürlüklerini biraz genişletin ki Arap Baharı’nın etkileri Suriye’ye sıçramasın, kan dökülmesin” denildi. Ancak İran bu çağrıya hiçbir zaman yanaşmadı ve tavırlarıyla tek partili Beşar Esed rejiminden yana olduğunu gösterdi. Bu görüşmelerde Suriye’de birkaç yüz militan olduğunu, bunların kısa sürede temizleneceğini, Suriye’de bir devrim beklemediklerini söylediler. İran, sivil halkın özgürlük isteğinin silahlı bir direnişe dönüşmesinde kilit bir rol oynadı diyebilir miyiz? İran, kendi felsefesi içerisinde oluşturmaya çalıştığı bölgesel bir ‘Şii Hilali’ içerisinde Suriye’yi tamamen kendi toprak parçası olarak görüyor. Bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Suriye’deki köklü bir değişimin Irak’ı, Lübnan’ı da etkileyeceğini düşünüyorlar. Dolayısıyla Suriye’de rejimin değişmesini istemiyorlar. Bu anlayışa göre İran halkı fakirleşebilir bu önemli değil, ama Suriye’nin ne pahasına olursa olsun ellerinde kalması gerekiyor. Askerî, ekonomik, siyasi güçlerini bunun için kullanıyorlar. Bugün Suriye halkı İran’ın yayılmacı politikasının faturasını ödüyor. Bu son derece acı bir durum. Suriye halkı İran’a düşman bir halk değildi. Çünkü Suriye halkı klasik, geleneksel Ehl-i Sünnet çizgisinde bir halktır. Hatta Hizbullah-İsrail savaşında, Suriye halkı Lübnanlı yaralıları, ülkelerine sığınanları evlerinde ağırladı. Bu davranışın karşılığı bu olmamalıydı denmesine rağmen maalesef İran bu konuda geri adım atmadı. Bu büyük bir yanlıştı ve bu yanlışın faturasını Suriye halkı, İran halkı ve bir miktar da Hizbullah ödüyor. Hizbullah’ın ayrıca üstünde durmak istemiyorum çünkü o bağımsız bir kuruluş değil. Tamamen İran’ın kontrolünde… 300 bin sivil öldükten sonra söyleyebildiler Suriye’nin içinde bulunduğu bu durum nasıl çözülebilir ? Her şeye rağmen Suriye’deki krizin çözümü Türkiye ve İran arasında yapılacak görüşmelerde saklı bana göre. İran, başından beri Türkiye’nin Suriye üzerinde bu kadar etkin olabileceğini hesaplayamadı. Bunu ancak bugün anladılar ve Türkiye’nin bölgedeki inisiyatifini önemsemeye başladılar. Maalesef bunu 300 binden fazla Suriyeli öldükten, bütün Suriye yıkıldıktan sonra söyleyebildiler. Bu kadar siyasi geçmişi, tecrübesi olan İran, Suriye’de büyük yanlışlar yaptı ve büyük katliamlara sebep oldu. Bunlar sebebiyle başta Suriye, Türkiye olmak üzere Ortadoğu’daki birçok sempatizanını kaybetti. Bu anlamda Suriye devrimi İran’ın daha fazla tanınmasına da vesile oldu diyebiliriz. Bizim kuşağımızda özellikle birçok kişi seksenlerden bu yana emperyalizme karşı duruşundan dolayı İran’a belli bir sempati ile yaklaşıyordu . Ancak son yaşananlar ortaya koyuyor ki, bu bir İslam devrimi değil İran devrimiydi. İran bugün; etnik, milliyetçi, mezhepçi bir Fars politikası izliyor. Tahran yıllarca El Kaide’yi barındırdı El-Kaide ve IŞİD konusunda ne düşünüyorsunuz? Bölgeyi çok iyi biliyoruz ve bölgeden insanlarla çalışıyoruz. Bugünkü gelişmeleri o zamandan görmek sürpriz değildi. Adına El Kaide sonra IŞİD denilen yapılanmaların hiçbirisi devrimden önce Suriye’de yoktu. İzlenen yanlış politikalar bu oluşumları doğurdu. Bu yapıların da dolaylı olarak İran’la iş birliği yaptığını da biliyoruz. Bazı kişiler bunu kabullenmekte zorlanabilir, nasıl olup da selefi bir örgütün İran istihbaratıyla iş birliği yaptığı sorulabilir. Cevabı gayet basit; Usame bin Ladin’in yakın akrabaları uzun süre Tahran’da barındırıldı. Daha da ötesi El Kaide örgütünün sözcüsü Ebu Kays, 11 Eylül’den sonra 10 yıl boyunca Tahran’da saklandı. Bugüne kadar bunları çok fazla söylemedik. Ama şimdi konuşulmalı, zamanı geçiyor bile. Esed’in ayakta kalmasının temel sebebi İsrail’in güvenliği Suriye’de yıllardır şiddet hız kesmiyor, herhangi bir olumlu gelişme yaşanmıyor. Neden böyle oldu ve bu şekilde devam etmesi mümkün mü? Suriye rejiminin bu kadar ayakta kalabilmesinin temel sebeplerinden biri İsrail’in güvenliğidir. Esed rejiminin yönetimde kalmasını isteyen en önemli faktör İsrail’dir. Çünkü bugüne kadar İsrail ve Suriye yönetimi arasında resmî olmayan, görünmeyen bir anlaşma vardı. Suriyeli muhaliflerle görüşen bazı ülkeler destek şartı olarak İsrail’in güvenliğini birinci şart olarak ortaya koyuyor. Bunun yolu da Esed’in iktidarda kalmasından geçiyor. Burada ilginç olan, nasıl oluyor da İsrail rejiminin politikaları ile İran’ın talepleri Esed üzerinde böyle örtüşebiliyor? Bunu sormak gerekir. Dünya bu yaşananlara neden sessiz kaldı, ne yapılması gerekiyor? Suriye konusunda bütün insan hakları örgütleri, insani değerleri savunduğunu iddia eden herkes iflas etti. Sünni dünya da bu konuda sınıfta kaldı ve Suriye meselesi sahipsiz bırakıldı. Türkiye, tek başına büyük bir yükün altına girdi, yapılan tüm insani yardımlar takdir ediliyor ancak burada da eksiklikler yaşanıyor elbet. Bugün hâlâ ülkemize sığınan 3 milyona yakın Suriyeli ailenin çocuklarının eğitim problemleri çözülemedi. Suriyeliler kendi imkânlarıyla, derme çatma yerlerde çocuklarının eğitimini sürdürmeye çalışıyor. Hâlbuki bu çocuklar eğitilmezse gelecekte Türkiye için güvenlik tehdidi olabilirler. Açılan Suriye okulları Libya gibi başka ülkelerden diploma vermeye çalışıyor. Ayrıca Türkiye’ye gelmiş binlerce yetişmiş insan var. Mühendisler, doktorlar, öğretmenler... İmam Hatip liselerinde bu öğretmenlere Arapça konusunda istihdam sağlanabilir. Gelen doktorlar, birkaç ay sıkı bir Türkçe eğitimine tabi tutulup, en azından Suriyelilerin yoğun olduğu bölgelerde istihdam edilebilir. Diğer yandan Suriyeli dilenci çocuklar sorununa acil bir çözüm getirilmesi gerekiyor. Türk halkı, Türk devleti çok büyük hizmetler yaptı, yapmaya da devam ediyor. Türkiye, Suriye devrimini tek başına omuzladı. Bu tarz eksiklikler de giderilirse zamanla Suriyeli misafirlerimize karşı oluşması muhtemel tepkilerin önüne geçilmiş olur. Dünya Müslüman Âlimler Birliği olarak duruşunuz nedir? Neler yapıldı, yapılacak? Birliğimizin Dünya Müslümanları arasında ciddi bir etkisi olduğu aşikâr. Başkan Yusuf el Karadavi’nin de âlimler arasında tek başına çok önemli bir yeri var. Karadavi Hoca, çağımızın zulümleri karşısında sessiz kalmayan, görüşlerini ve fıkhî yaklaşımlarını çok net bir şekilde ortaya koyan önemli bir âlim. Âlimler Birliği, sonuç itibariyle bir sivil toplum örgütüdür. Birlik, olaylar karşısında görüşünü ortaya koyar, tavsiyelerde bulunur. Nitekim, Yusuf el Karadavi’nin Suriye konusundaki açıklamalarından sonra birçok farklı kesimde Suriye için yardım kampanyaları düzenlendi. Dünya Müslüman Âlimler Birliği, bir sivil toplum kuruluşu olarak üzerine düşeni yaptı ve yapmaya devam edecek. Türk halkı olarak üzerimize ne gibi sorumluluklar düşüyor? Gelenler bizim muhacir kardeşlerimiz ve zor şartlar altında yaşıyorlar. Suriyelilerin ülkemize gelmesinden rahatsız olanlar var. Hatta bunların bazılarının İslami çevrelerden olduklarını da görebiliyoruz. Unutulmamalıdır ki; Biz Türkler de bu coğrafyaya birkaç yüz yıl önce geldik, önce gelenler sonra gelenlerden rahatsız olmamalıdır. Bu coğrafyanın tüm çocukları tüm coğrafyanın sahipleridir. Biz Türkler Dımeşk’in sahipleriyiz, Suriyeliler de İstanbul’un sahipleridir. Daha yüz sene önce bu insanlar İstanbul’a başkentimiz diye geliyorlardı. Bugün onlara ‘eski başkentinize hoş geldiniz’ demek gerekiyor. Ulusçu devlet hastalığı Fransız devriminden sonra Osmanlı'ya da yansıdı ve bunun faturasını Türkler, Kürtler, Araplar fazlasıyla ödedi. Bu unsurlar bu toprakların gerçek sahipleridir ve ayrı bir millet de değildir. Aynı milletin farklı kabileleridir. Biz bunu böyle görürsek 1.5 milyarlık bir gücümüz olur. Ancak farklı etnik unsurları politika malzemesi hâline getirirseniz coğrafyanıza ihanet etmiş olursunuz. Kaynak Yeni Şafak 16.03.2015
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|