AK Gençliğin Buluşma Noktası
Köşe Yazıları Köşe yazıları burada paylaşılıyor.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 11-29-2015, 02:14   #11
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaat, Risale-i Nurları İstismar Etti

Said-i Nursi'yi istismar ettiler

Bir 'Risale-i Nur entelektüeli' Metin Karabaşoğlu, Gülen ve ona bağlı hareketin son operasyonlarla birlikte 'ahlaki eşiği aştığını' belirtiyor. Projeleri uğruna Risale'yi de istismar eden 'zayıfken barışçı güçlüyken hegemonik cemaat', Karabaşoğlu'na göre bitiş sürecine girdi: 'Son tahlilde hükümet yara alır ama cemaat ölmüştür. Artık büyü bozuldu.'

17 Aralık operasyonu ile başlayıp 25 Aralık'ta gerçekleşen vesayetçi girişimle devam eden sürecin artçı şokları sürüyor. Hükümet, dış destekli paralel yapılanmaya ve darbe girişimine karşı seri tedbirler alırken vesayetçi odağın yeni sabotajlarını boşa çıkaracak hamleler yapmaktan da geri durmuyor. Türkiye'ye ve meşru hükümete yönelik girişim, ister istemez gözleri Gülen'e ve cemaatine çevirmekte. 17 ve 25 Aralık tertipleriyle Türkiye'yi kaosa itmeye çalışan bu yapının Bediüzzaman ile ilintilendirilmesi sebebiyle hem bu ilişkiyi hem de 17 Aralık'tan itibaren yaşananları Metin Karabaşoğlu'na sordum. Risale geleneğinin sadık bir takipçisi olmasının yanısıra seçkin bir entelektüel olarak da öne çıkan Karabaşoğlu, sorularıma verdiği çarpıcı ve ufuk açıcı cevaplarla cemaat kaynaklı sabotaj girişimini anlamak bakımından önemli tespitlerde bulundu.

17 ve 25 Aralık girişimleri ülkede büyük bir şoka yol açtı. Hükümet tehlikeyi daha önce fark edemedi mi?

Gerginlik 'MİT krizi'nden beri mevcut aslında. Fakat hükümet şimdiye kadar, cemaatin tavrı karşısında 'muhatabımız son tahlilde aklıselim sahibi dindar insanlar' şeklinde bir itimatla hareket etti. Buna karşılık diğer taraf her defasında daha güçlü bir vuruşa hazırlanma çabası içinde oldu. Ve bunun sonunda da 17 Aralık yaşandı. Hükümet de bu olaydan sonra, 'Bu kadar hüsnüzan yeter. Artık ne yapılması gerekiyorsa yapılacak' kararlılığına ulaştı. Başbakan Erdoğan, Gezi olaylarında da gördüğümüz 'gerilim karşısında geri adım atmama' üslubuyla hareket ediyor.

Cemaatin böylesi bir tavır içinde olabileceğine kimse ihtimal vermiyordu. Cemaat bir hizmet hareketi değil miydi?

MİT krizi sırasında bir yazımda, 'Dinî bir hareket, siyasete bu kadar bulaşırsa, dinî hareket olarak bitmiştir. O andan itibaren o hareket, siyasi bir harekettir' şeklinde bir tespitte bulunmuştum. İnsanlar Gülen hareketine devlet içinde gizli gizli kadrolaşsınlar, kendileri dışında hiç kimseye müsaade etmesinler, 'her yer öylesine kontrolümüzde olsun ki, hükümete bile bizim isteklerimizin dışına çıktığında hukuk dahil her türlü enstrümanla mukabelede bulunabilelim' desinler diye destek vermedi. Cemaate verilen desteğin sebebi, bugün yaptıkları değildir. Bu hareket meşruiyetini dinî hizmet ediyor olmasından almaktaydı ve şu an bir meşruiyet krizi ile karşı karşıyalar.

HÜKÜMET YARA ALIR AMA...

Ya Başbakan? Onun duruşunu nasıl görüyorsunuz?

Başbakan, halktan aldığı yetkiye dayanarak bir siyasetçi gibi davranmaktadır. Oysa cemaat, dinî hizmet diye yola çıkıp meşru hükümete vesayetçi bir anlayışla yaklaşacak noktaya gelmiştir. Elbette hükümet, siyaset bundan yara alacaktır. Ama zaman içerisinde kendini toparlar. Öz olarak söylemek gerekirse, 'hükümet yara alır, ama cemaat ölmüştür'.

Cemaatin ölmesi ne anlama geliyor?

Cemaatin kurumları kapsamında çalışan, hayatlarını bu şekilde idame ettiren insanlar var. Bu insanlar elbette bu yolda devam edeceklerdir. Ama halkın geniş kesimlerinden kopmuşlardır. Kendileri dışındaki herkesi, her cemaati ve yapıyı ötekileştirmekten de öte şeytanlaştırıcı dilleri ister istemez onları marjinalleştirecektir. Bundan sonra eski dillerine dönseler bile, artık inandırıcı olmayacaktır. Bu anlamda 'büyü bozulmuştur'.

Risale istismar ediliyor

Bu süreçte neredeyse bütün dinî gruplar Başbakan Erdoğan'dan yana oldu ve Gülen'e uyarılarda bulundular. Cemaat neden bu uyarılara kulak vermedi?

Cemaat kendisini ümmetin üstünde özel bir konumda görüyor. Bu yüzden de ümmetin uyarılarına aldırış etmeme hakkını kendilerinde buluyorlar. Şu da var: Kişi ve yapı olarak kendisini ümmetin üstünde gören bu psikolojide olduğunuzda birtakım güçlerin manipülasyonuna da açık hâle geliyorsunuz.

Gülen hareketi ile Bediüzzaman'ın Risale çizgisi arasında nasıl bir ilişki var?

Bediüzzaman'ın da, Gülen hareketinin de yaptıkları ortada. Fethullah Gülen, genç yaşında Bediüzzaman'dan haberdar olup Risale okumuş bir isim. Ama 1971'de İzmir'de sıkıyönetim şartlarında tutuklanmış ve mahkemede Risale-i Nur'un hukukunu savunması beklenirken Risale talebesi olduğunu reddederek kendisini bir vaiz olarak tanımlaması, Nurcu olmadığını söylemesi Risale-i Nur hareketiyle ayrışmanın asıl noktasıdır.

Bu ayrışmadan sonra durum nasıl gelişti?

Sürecin devamında Fethullah Gülen Risale okutsa da, Bediüzzaman'ın ismi pek geçmez. Gülen hareketinin Risale-i Nur ile ilişkisi şu aşamalardan geçmiştir. Önce Risale-i Nur dairesinde hizmet. Daha sonra ayrışma. Bunun ardından Risale-i Nur'dan istifade edilmesi. Peşinden Risale-i Nur'u isti'mal ve hatta son olarak onu istismar...

Aslolan sevgi değil çıkarlarmış

Cemaatin hükümete yönelik öteden beri bir gizli ajandası olduğu ve bunu ustaca sakladığı yorumları yapılıyor. Katılıyor musunuz?

Bediüzzaman, 'Aldanırız, ama aldatmayız' der. Aldanma ihtimalini göze alarak ve hüsnüzannımı koruyarak, gizli ajandadan ziyade, hizmet adına girilen yanlış bir yolun süreç içerisinde küresel bir güç tarafından manipüle edildiğini düşünüyorum. Cemaate sızma olduğundan söz ediliyor sık sık. Her yapıya sızma olabilir. Ama eğer cemaate yönelik sızmanın adresi merak ediliyorsa, bunu Hocaefendi'yi Amerika'ya gitmeye ikna eden çevrede aramak gerekir. Bence Hocaefendi, birileri tarafından kuşatıldı veya ele geçirildi.

Çok yakın bir zamana kadar Erdoğan'a övgüler dizen hareket, şimdi hiçbir kural tanımadan saldırıyor. Bu trajik değil mi?

Gördük ki, Fethullah Gülen ve camianın üst yapısı, insanları kalpten değil, projeleri için kullanışlı unsur olarak sevmişler. Yoksa, bir insanın, geçmişte sevdiği veya seviyor göründüğü bir kişiyle ilgili fikrinin bu kadar hızlı değişmesi anlaşılabilir değil.

Tarihi günlerden geçiyoruz. Bugünle ilgili olarak tarihe hangi notu düşersiniz?

Türkiye sadece Türkiye değil. Tayyip Erdoğan da, sadece Tayyip Erdoğan değildir. Türkiye'nin son on yıllık performansı, tüm Müslümanlar ve mazlumlar için bir ümittir. 'Böyle bir dünyaya mecbur ve mahkum değiliz' direnişinin sembolü Türkiye'dir. Şu anda yeni bir dünyanın kurulması mücadelesi veriliyor. Cemaat, yeni dünya imkanı için gereken mücadelenin başarıya ulaşmayacağını veyâ bu tarafta yer alırsa, çok büyük bir bedel ödeyeceğini düşünüyor. Ama bu mücadele devam etmeli. Türkiye'deki bütün yapılar da bu milli mücadelede Erdoğan'ı desteklemeli...

Ahlakî eşik aşıldı

Cemaati iyi tanıdığını söyleyen, onlarla temasta olup faaliyetlerine destek veren kimseler bile şaşkın. Siz cemaatin giriştiği bu iktidar kavgası karşısında şaşırdınız mı?

Ben şaşırmadım. On yıl kadar önce cemaatten bazı arkadaşlar kendilerine ilişkin görüşlerimi öğrenmek üzere geldiklerinde onlara şöyle söylemiştim: 'Türkiye, Kemalist vesayetten kurtulmalıdır. Ama bu olurken başka bir vesayete girmemelidir. Kemalist vesayetle Gülenci vesayet arasında tercih yapmak zorunda kalsam, Kemalist vesayeti tercih ederim.'

Niçin?

Çünkü Kemalist vesayet bana dindar olduğum için baskı uyguluyor. Oysa Gülenci vesayet, kendisinden farklı bir duruş sergilemem dolayısıyla, benim dindarlığımı da sorgulamaya açar, imanımı, itikadımı sorgular.

ZAYIFKEN BARIŞÇI GÜÇLÜYKEN KİBİRLİ

Şaşırmama sebebine gelirsek...

Şaşırmamamın birinci sebebi, cemaatin sert iktidar dilidir. Bana göre bir yapıyı değerlendirmede en temel kriterlerden birisi, o yapının zayıf iken değil, güçlü iken kullandığı dildir. Otuz senelik tecrübe sonrasında, zayıfken mütevazı, barıştan söz eden, uzlaşmacı olan bu yapının kendini güçlü hissettiğinde nasıl hegemonyacı, tepeden bakan, mutlak iktidar arayışında olduğunu gayet iyi biliyorum. Başbakan'a yönelik tavır da aslında budur. Şaşırmamamın ikinci sebebi, bu yapının mutlakçı ve hegemonik bir dile sahip olması, hakikati ve hakikate hizmeti kendi tekelinde görmesidir. Cemaatin bu son olaylardaki tek bir tavrına şaşırdım.

Nedir o?

Kur'an bizden, ayrışmalarda bile ahlaki çizgiden sapmamamızı ister. Cemaatin hükümetle ve diğer yapılarla ayrışırken, manipülasyona, yalana, iftiraya, yok etme çabasına bu kadar hızlı başvurması; diğer cemaatlerden yapılan uyarılara kulak vermeyip adeta gözü dönmüş bir biçimde saldırırken ahlaki eşiği bu kadar hızlı biçimde aşması beni şaşırttı. Bu kadarını beklemiyordum.

Kaynak

Yeni Şafak 30.01.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 02:16   #12
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Cemaat-CHP İttifakı Muta Nikâhı Gibi

AK Parti Yüksek Seçim Kurulu Temsilcisi Şeref Malkoç, cemaatin üst yönetimi ile CHP arasındaki ittifakın meşru olmadığını söyledi. Malkoç, 'Âdeta muta nikahı yaptılar. 28 Şubat'taki tavırlarından bile daha olumsuz bir noktadalar.' dedi.

17 Aralık sürecinin hedeflediği kaotik ortam gerçekleşmediyse de, bu girişimin artçı sarsıntıları ve toplumu istim üstünde tutmaya yönelik 'paralelci' hamleler devam ediyor. Türkiye, siyasi geleceği için çok önemli olan bir seçime, işte bu şartlarda gidiyor. Bu sebeple, 'darbe girişimi, seçim ve hukuk' gibi anahtar kelimelerle özetlenebilecek mevcut durumu konuşmak için sorularımı bu sefer tecrübeli siyasetçi Şeref Malkoç'a yönelttim. AK Parti'nin YSK temsilcisi olan Malkoç'un cevapları, yakın geleceği anlamak bakımından önemli ipuçları içeriyor.

Darbeler görmüş, Türkiye'nin kritik dönemlerinde siyaset yapmış bir isim olarak 17 Aralık'ı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

17 Aralık operasyonu, hazırlıkları daha önceden başlamış ve bizzat AK Parti'yi hedef alan bir girişimdi. 7 Şubat hadisesinden sonra paralel yapının böyle bir operasyon yapacağı bekleniyordu. Fakat dershane tartışmaları, bu yapının hesapladığı tarihten önce harekete geçmesine yol açtı.

Paralel yapının medya unsurları hükümetin Aralık sonunda düşeceğini bekliyorlardı. Bu konuda çeşitli zeminlerde imâları da oldu. Fakat bunu başaramadılar Plânlarını ne bozdu?

Hatırlarsınız, Hasan Iğsız'ın Genelkurmay Başkanlığı'nın önünü açmak için kuvvet komutanlarının ve Genelkurmay Başkanı'nın istifası karşısında sayın Başbakan hemen yerlerine atamaları yapmış, sayın Cumhurbaşkanı da bu atamaları onamıştı. Tıpkı bu örnekte olduğu gibi, operasyonun hemen ardından Başbakan'ın İstanbul Emniyet Müdürü'nü zaman kaybetmeden ataması ve bizzat kendi uçağıyla İstanbul'a göndermesi, paralel yapının girişimini akamete uğratmıştır.

MİLLET DEMOKRASİDEN YANA

Bu darbe girişiminin Türkiye'ye mâliyeti için ne söylersiniz?

Bu operasyonun siyasete, ekonomiye ve toplumsal barışa verdiği zararlar var. Henüz tam bir hasar tespiti yapılamadı; ama hem Gezi olayları, hem de 17 Aralık ile başlayan süreç, Türkiye'ye dışarıdan ve dışarıdan destekli bir operasyon gerçekleştiğinde milletimizin demokrasiden yana tavır aldığını gösterdi.

ASKERÎ CUNTANIN YERİNİ EMNİYET CUNTASI ALDI

17 Aralık ile başlayan sürecin 28 Şubat darbesiyle benzeştirilmesini nasıl karşılıyorsunuz?

28 Şubat'ta devletin içinde yuvalanmış bir grup, devleti ele geçirmeye çalıştı. O günün asker cuntasının yerini, bugünün emniyet ve adalet cuntası aldı. O gün cuntacılık yapanları meşru irade tutup mahkeme önüne çıkardı. 17 Aralık ve 25 Aralık girişimleri için de aynısı olacaktır. Bu er geç tecelli eder.

KASETLE DE OLSA DARBE DARBEDİR

17 Aralık sürecini darbe girişimi sayanlara mukabil, 'Bu darbe ise, hani tank, hani tüfek?' diyenler de var. Darbe nasıl olur?

Teorik tartışma da yapılabilir. Ama neticeye, olan bitene bakmak lazım. Siyasetçilere 'Gidip milletten yetkiyi alın ama devleti ben yöneteceğim.' demek cuntacılıktır. Paralel yapının söylediği de budur. İster kasetle, ister dava dosyasıyla, ister tankla yapılsın; darbe, darbedir. Bu arada eğer 28 Şubat'ın sermaye, yargı ve medya ayakları ortaya çıkarılabilseydi, bu olaylar gerçekleşmeyebilirdi.

Cemaatin bu darbe koalisyonunda yer alması şaşırtıcı oldu mu?

7 Şubat'ı iyi takip ve tahlil edenler için 17 Aralık şaşırtıcı olmadı. Benim zamanlamayla ilgili tahminim, bu operasyonların Mart ayında gerçekleşeceği yönündeydi. Allah bu millete yardım etti ve paralel yapı erken harekete geçmek zorunda kaldı.

ARALARINDAKİ İLİŞKİ GAYRİMEŞRU

Cemaat keskin bir dille ve saldırganlıkla hareket etmeye başladı. Cemaat ne yapıyor tam olarak?

Cemaat bugüne kadar meşru ve mâkûl faaliyetleri ile bilinirdi. Bugün cemaatin bazı yöneticileri, AK Parti'ye karşı bir intihar saldırısında bulunuyor; ama neticede kendi meşruiyetleri ortadan kalkıyor. Meselâ, 17 Aralık öncesinde Fethullah Gülen'e bakış ile 17 Aralık sonrasındaki bakışı çıkıp millete sorun, bu bakış çok değişti. Cemaatin yöneticileri, tabanını CHP'ye oy vermeye nasıl ikna edecek? Bu, sosyolojik olarak mümkün değil. Cemaatin üst yöneticileriyle ve CHP arasındaki ilişki meşru bir ilişki değildir, gayrimeşrudur; âdeta muta nikahı gibidir. 28 Şubat'taki tavırlarından bile daha olumsuz bir noktadalar.

Peki ya 'yolsuzlukla mücadele' iddiası?

Millî iradeye karşı yapılan bütün darbeler kendilerine masum kılıflar arar. 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de, 12 Mart'ta ve 27 Mayıs'ta bunları hep gördük. Yolsuzluk yapan varsa, hukuk ve devlet cezasını verir. Devletin kayıtlarına giren evrak kaybolmaz ve muhatapları karşılığını alır; ama burada yolsuzluk, bir darbe girişiminin kılıfıdır.

Biraz güçlenen devleti kendisinin sanıyor

Paralel yapının devletin teamüllerini sarsan bir tarzı olduğu görülüyor. Sizin bu konuda görüşünüz nedir?

Devlet ele geçirilmez, devlet yönetilir. Türkiye, çadır devleti değildir. Devletin belli konumlarında biraz güç devşiren her grup, devleti kendisinin zannetmeye başlıyor. Bu devletin verdiği maaşla iş yapan memurlar, bu milletin ve devletin aleyhine çalışamazlar. Bu yanlıştır ve bu yanlışı işleyen herkes hukuken hesabını verecektir.

Devlet kurumlarının bütününü kaplamış bir yapı ile mi karşı karşıyayız?

Bu yapı, yargıda ve emniyette çok önemli bir yekûn teşkil ediyor. Öne çıkan bazı isimler olsa da, asıl o isimlerin arkasındaki derin odakları, plânlayıcıları bulmak gerek. Paralel yapıya yönelik soruşturma daha derinlere gidecektir, gitmelidir. Çünkü görüntü, derin bir yapılanma olduğunu göstermektedir. Fakat bunu ortaya çıkaracak olan savcılık makamıdır.

Bu girişiminin fâilleri hukuktan aldıkları yetkileri kullandıklarını söylüyorlar. Ne dersiniz?

28 Şubat darbesini yapanlar da hukukun kendilerine verdiği yetkileri kullandıklarını söylüyorlardı. Bugün de benzer iddialarla hareket edenler var. Ama bu mazeretler, yapılan işin darbe girişimi olduğu gerçeğini değiştirmez.

Seçim sonuçları koruma altında

Türkiye bir yandan da çok önemli bir seçime gidiyor. Siz de AK Parti'nin YSK temsilcisisiniz. Bu seçimle ilgili neler söylersiniz?

30 Mart ve peşinden gelecek seçimler, Yeni Türkiye hedefine yönelik tarihî olaylardır. Türkiye'de her şey tartışılır ama bugüne kadar seçim sonuçları hiç tartışılmamıştır. Çünkü seçimler her zaman yargının yönetiminde ve denetiminde tarafsız olarak yapılmıştır. Sandıkta önemli olan, oyun sandığa sağlam girmesi ve oradan sağlam çıkmasıdır. YSK da bunun için önemli adımlar attı.

Seçimlerin güvenliği hususunda ne gibi adımlar atıldı?

YSK bu seçimde Havelsan ile anlaşarak bütün İlçe Seçim Kurullarına birer tarayıcı koyuyor. Sonuç tutanakları gelir gelmez taranıp bütün partilere gönderilecek. Türkiye'deki 200 bin sandığın sonuçları böylece kısa sürede partilere ve kamuoyuna ulaştırılacak.

AK Parti bu seçimlerden nasıl bir sonuçla çıkacak, öngörünüz nedir?

Seçim sonuçlarıyla ilgili ile ilgili en ufak kuşkumuz yok. Çünkü millet, AK Parti'yi ve Başbakan'ı sonuna kadar destekliyor.

Mümtaz'er Türköne'nin içine Çevik Bir kaçmış

28 Şubat ve bugün yaşananlar kıyaslandığında ne görüyorsunuz?

28 Şubat'ta Refah Partisi, bugünün AK Partisi kadar güçlü değildi. O günlerde Refah Partisi'nin kapatılmasını Çevik Bir isterdi, bugün ise bazı gazeteciler parti kapatmaktan söz ediyor. 28 Şubat'ın generallerinin yerini bugün bazı gazeteciler ve akademisyenler almış görünüyor.

Mümtaz'er Türköne'nin son çıkışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mümtaz'er Türköne'nin içine biraz Çevik Bir, biraz da Sabih Kanadoğlu kaçmış sanki. Aklen, mantıken, hukuken ve siyaseten söylediklerinin uygun tarafı yok. Bu ülkede kimin, nasıl iktidara geleceği ve iktidardan gideceği bellidir. Bu sözler, yok hükmündedir. Sadece, bu sözü söyleyenin siciline bir leke olarak düşer.

Millet yakalarına yapışacaktır

Darbe girişimcileri AK Parti iktidarıyla ilgili karanlık bir tablo çiziyor. Bu kara propaganda dilini nasıl okumak gerek?

Bugün sıradan olan birçok özgürlük, geçmişte Türkiye'nin utancıydı. Bu ülkede başörtülü olarak hizmet almak bile mümkün değildi. ÖYM'lerin kaldırılması, 30 yıllık çatışmanın durdurulması çok önemli... Paralel yapı, bunların hazzını bize yaşatmıyor. O yüzden bu millet onların yakasına yapışacaktır.

Hukukun önüne çıkacaklar

Darbeci bir yapı varsa işin hukuki boyutu ne olmalı?

Kimin ne yaptığı biliniyor. Kamuoyu, 'Bu iş iddianameye dökülsün ve paralel yapı ortaya çıksın.' diyor. Ama acele etmemek, kötü niyetlileri samimi olanlardan tefrik ederek hareket etmek lazım. Hükümetin yaptığı da budur. Ama emin olun ki, yargı ve emniyet içinde yuvalanmış bu darbeci damar hukukun önüne çıkacak.

Kaynak


Yeni Şafak 16.02.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 02:17   #13
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Yalçın Akdoğan: Sırtımızdan Hançerlendik

Hüseyin Yayman

''Sırtımızdan hançerlendik''

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, cemaat-hükümet meselesi ve hakkındaki iddialara ilişkin konuştu...

‘Daima kardeşlik vurgusu yapan yazılar yazdım. Ama bunlar alaycı bir biçimde istismar edildi. bizim gibi muhabbetten, uhuvvetten, kardeşlikten, aklı selimden bahseden insanlar önce hedefe konuldu ve bu köprüler havaya uçuruldu’

‘Hayal kırıklığı yaşamamız bize yanlış yapıldığı ihanet edildiği, sırtımızdan hançerlendiğimiz için değildir. Türkiye’ye yanlış yapılması, ülkeye kaybettirilmesine gidecek bir hamlenin içine girilmiş olmasındandır.’

Yalçın Akdoğan’la Meclis’teki odasında buluşup, son dönemdeki tartışmaları ve hakkındaki iddiaları sorduk. Her zamanki gibi ketum tavrıyla sorulara ilginç cevaplar verdi. Olaylar hakkında ilk defa bu netlikte konuştu. Özellikle çözüm süreciyle ilgili baştaki ‘ihtiyatlı iyimser’ tavrının pozitife döndüğünü ve artık ‘iyimser’ olduğunu ifade etti. Akdoğan, sürecin rayında olduğunu, bundan sonra güzel şeyler olacağını ifade etti. Hizmet hareketiyle ilişkilerde yaşadıkları hayal kırıklığını anlattı. ‘Sırtımızdan hançerlendik.’ dedi. Ancak paralel yapıyla cemaati ayırdı. Özgüvenli ve kendinden emin konuştu. İşte o söyleşi.



- ‘Meclis TV yayını kessin’ dediniz mi?


Benim Meclis TV’yi aramam, yönlendirmem, müdahale etmem, yayını kapattırmam kesinlikle doğru değil. Zaten bu yönde bir ses kaydı yok. Ben yayını kapatın demiyorum. Fatih Saraç’la konuşmam çıktı, zaten bunu inkâr etmiyoruz. Benim oradaki kastım Meclis TV saat yediden sonra yayınlarını kesiyor. Bu meclisin aldığı bir karardır. Özellikle Gezi olayları sırasında Mecliste tansiyon çok yükselmişti. Ağza alınmayacak hakaretler sıralanıyordu. Bu kavgaların, hakaretlerin verilmesini doğru bulmadım.

- Neden?

Ben size sorayım. Bir TV stüdyosunda kavga çıktığında o televizyon kanalı yayınına devam mı ediyor, ara mı veriyor. Benim söylediğim buydu. Meclis’teki bu kavgaları yayınlamak ne kadar doğrudur? ‘Meclis TV’yi kapatıyoruz’ dediğim, saat yediden sonra yayının kapatılmasını söylüyorum. Bir kez daha söyleyeyim Meclis TV yöneticilerini ne tanırım, ne bilirim, ne hayatımda görüşmüşüm, ne müdahale etmişim. Daha da ötesi bahsedilen gün Meclis TV yayınına devam etmiş. Meclis TV’nin çalışma şartları, usulleri bellidir.

- Cemaat-hükümet meselesinde başta uzlaşmacı bir üslubunuz vardı, sonra sertleşti. Neden?

Ben en başından beri itidali, sağduyuyu, sulhu savundum ve bunu yazılarımda dile getirdim. Daima kardeşlik vurgusu yapan yazılar yazdım. Ama bunlar bir süre sonra alaycı bir biçimde istismar edildi. Biz muhabbet dedikçe, kardeşlik dedikçe birilerinin bunları alaya aldığını gördük. Malesef ilk saldırıyı da kardeşlik dememize rağmen bana yaptılar. Ben o zaman bir takım uyarılar yaptım. Bu kavga öyle bir kapı açar ki sadece bugünkü insanları değil, sonraki kuşakları etkiler dedim. Büyük bir fitnenin fitilini ateşler ve bu kapıyı açmamak gerekir şeklinde uyarıcı yazılar yazdım.

- ‘Kazan-kazandan, kaybet kaybet’e gidileceğini söylediniz...

Doğru, ‘kaybet-kaybet’ sarmalına sürükleniriz ve bunun kazananı olmaz şeklinde uyarılar yaptım. Ama bizim gibi muhabbetten, uhuvvetten, kardeşlikten, aklı selimden bahseden insanlar önce hedefe konuldu ve bu köprüler havaya uçuruldu.

- Sizce bunlar bilinçli mi yapıldı?

Evet, bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Amaç irtibat, diyalog kapısını kapatmaktı.

- Peki neden?

2004 MGK belgesi yayınlandığında ilk açıklamayı ben yaptım ve ilk saldırıya da ben uğradım. Farklı bir söz söylediğinizde hemen saldırıya uğruyorsunuz. Tehdit ediliyorsunuz. Biz iyi niyetle uhuvvetten bahsederken onlar bunu istiskal ettiler. Bu tavrın birilerinin nezdinde kıymeti harbiyesinin olmadığını gördük. Doğrusu buna çok üzüldüm.

- Hayal kırıklığı yaşıyor musunuz?

Hayal kırıklığı yaşamamız bize yanlış yapıldığı ihanet edildiği, sırtımızdan hançerlendiğimiz için değildir. Türkiye’ye yanlış yapılması, ülkeye kaybettirilmesine gidecek bir hamlenin içine girilmiş olmasındandır. Siz, Tayyip Erdoğan’ı beğenmeyebilirsiniz, desteklemeyebilirsiniz, görüşlerine katılmayabilirsiniz. Ama hükümeti devirmek için bu tür adımlar atarsanız bunlar kabul edilemez. Türkiye’yi sarsacak, türbülansa sokacak adımlar atarsanız o zaman iş değişir. O vakit bu siyasi muhalif olmaktan çıkar, başka bir yapıya dönüşür. Biz hep, Türkiye kazanacaksa biz kaybetmeye hazırız felsefesiyle geldik. Birileri anladığım kadarıyla kendi grup çıkarlarını, kendi amaç ve hedeflerini Türkiye’nin üzerinde görüyor. Türkiye’nin millî kurumunu hedefe koydular ve yeni bir vesayet düzeni kurmayı amaçladılar.

- Nasıl bir vesayet düzeni kurmak istediler?

Biz on yıldır darbecilerle de vesayetçi odaklarla da mücadele içindeyiz. Vesayetin her türlüsüne karşı olduk. Askerden gelse de, başka bir gruptan gelse de karşı oluruz. Milletin emanetine sahip çıkmak bizim asli görevimizdir. Bu emanete kim el uzatırsa, milletin iradesine dokunursa, devlet içinde paralel yapı kurarsa, devlet aygıtı üzerinden devlete operasyon çekmeye çalışırsa biz karşısında oluruz.

‘Ben gazetecileri aramam onlar beni arıyor’

Patronları arayıp gazetecileri işten attırdığınız iddialarına ne diyorsunuz?

Kişisel dostluklarım dışında benim herhangi bir gazeteciyi medya patronunu aramam hiçbir zaman söz konusu değildir. Böyle bir müdahaleci anlayışa da sahip değiliz. Beni sürekli medya mensupları arar. Benim aradığım çok nadirdir. Ama benim üzerimden bir şehir efsanesi üretildi. ‘Gazeteleri, TV’leri arıyor, işten attırıyor’ diyorlar. Bunların hiçbiri doğru değil. Biz kimsenin ekmeğiyle oynamayız. Kimsenin işten atılması için bir Allahın kulunu da aramadım. Ama sonuçta genel yayın yönetmenleri, temsilciler, gazeteciler bizi bilgi almak için ararlar. Şimdi biz bu telefonlara çıkmayacak mıyız?

Hükümetin medyada muhalif sesleri kestiği iddiası da var?

Bir medya analizi yapılabilir. Kaç gazete muhalif, kaç gazete hükümetin yanında. Kaç gazeteci hükümeti doğrudan eleştirmekte, ideolojik yazılar yazmakta, kaç gazete hükümeti desteklemektedir. Bir muhalefet partisi gibi, kendisini bir misyona adamış gibi, bağnaz ve partizan bir yaklaşımla hükümete hakaretler eden birçok insan var. Bu insanların oranı medyada daha fazladır.


Kaynak

Vatan 17.02.2014
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 02:19   #14
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Abdurrahman Dilipak



The Cemaat, "Cemaat"e karşı..


Aslında siz bunu Cemaat, “The Cemaat”e karşı şeklinde de okuyabilirsiniz. “Bu ne demek” derseniz, açıklayayım. Hani bir AK Parti ve bir de AK Parti içinde AKP’liler var ya, işte böyle bir şey.

“Cemaat” derken, bir sürü cemaatten söz etmek mümkün. Ya da paralel yapı için bu sıfatı kullanmak da mümkün. Halk dini topluluklar için hep bu “cemaat” tanımını kullanıyor ama, bana kalırsa, işin aslı ve doğrusu, Müslümanlar tek bir ümmet, tek bir millet, tek bir cemaattir. Yok ille de teknik anlamda cemaatten söz edecek olursanız, 3 kişi bir araya gelince bir cemaat oluşturur.

Bu arada şunun da altını çizelim, her cemaat denen grubun içinde belli bir “The Cemaat” oluştu. Aynı şekilde servetle, güçle tanışan cemaat grubları içinde “derin yapılar” oluşmaya başladı. Tabii bunu kendileri bir türlü kabul etmek istemeseler de bu böyle.. Bu da sürpriz değil aslında. Bu yazımda “Cemaat” ve “The Cemaat”den kastım, paralel yapının yeşil kabuğu ile, mor kriptoları..

Cemaat içinde derin bir hesaplaşma ve ayrışmanın eşiğindeyiz.. Zaten 2016’dan itibaren gelecek günler geçen günleri aratacak onlar için. İtiraflar ve ele geçen bilgi, belge ve tanıklar, diğer ülkelerdeki gelişmeler ışığında birçok gerçek ortaya çıkacak. Artık “diyalog” ve “hoşgörü”den söz eden yok. Dini argümanlar da terk edildi. Esoterik yorumlar ve Kehanetlerin de içinin boş olduğu görüldü. “Hoca efendi”, “kendisi himmete muhtaç bir dede, nerdeki gayrıya himmet ede” pozisyonuna düştü. Artık ABD’de rahat değil.. Hatta Kanada’ya gittiği söyleniyor. Kendi içlerinde ciddi bir çatışma yaşıyorlar..

Halen paralel yapı, seküler, kripto, hatta gayrimüslim yabancı birtakım unsurlar tarafından yönetiliyor. İş başa düştü. Kehanet gibi lanet seanslarının da suyu çıktı.

Geçen gün boğazdan motorla geçerken o “camia”dan iki gazeteci ile karşılaştım. Konuştuk biraz. Bu çevreden çok fazla tanıdığım var. Ben bu olaylar patlamadan 6 ay önce yazdığım yazıdan önce bu çevreleri de, iktidar çevrelerini de uyardım ama kimseyi inandıramadım. İktidar çevreleri işi abarttığımı düşünüyordu ve konu ile ilgili iddiaları komplo olarak görüyordu, “Cemaat” ise kendi dışındaki herkesi hafife alıyordu. Uçuyorlardı. “Özgül ağırlıkları”na çok güveniyorlardı.

Cemal Uşşak’ı defalarca aradım, hatta karşılaştığımda gidişatın kötü olduğunu söyledim ama sadece sükut etti. Aylar öncesi o yazım ve uyarılarımı cemaat tekzib etti, AK Parti komplo olarak değerlendirdi.. Yeni Akit patron ve yazarları ile, cemaatin önde gelen isimleri olay patlamadan aylar önce bir yemekte bir araya geldik. Söylediklerimizi tebessümle dinlediler. Sonra bildiklerini yapmaya devam ettiler.

Olan oldu. Peki şimdi ne olacak? Olacak olan belli. Bu, uluslararası sistemle birlikte hareket eden yapının devleti ele geçirme operasyonu sonuna kadar devam edecek.. Hareket artık dini karakterini büyük ölçüde kaybetti. Ama hareketin en dışında yer alan yeşil kabuk hâlâ işin farkında değil. Dehşetli bir AK Parti düşmanlığı yapıyorlar. Kin, öfke, nefret yüklüler. Kendi abi ve ablalarını, hocalarını suçlamak yerine iktidarı suçluyorlar.. Çünkü işin ucu kendilerine dokunuyor. Hâlâ himmet toplayan memurları, öğrencilere burs toplayan hamiyet sahibi insanlar gibi görüyorlar.. Soruları çalıp dağıtanlar onlara göre masum. Dershanelerdeki öğretmenlerin işsiz kalmaları ve dışlanmalarından dolayı iktidarı suçluyorlar..

Aslında HDP’lilerle, KCK’lılarla, BÇG’lilerle, ÇYDD, ADD ile aynı mantığı kullanıyorlar. Celal Şengör de aynı mantığı kullanıyor. Çaycı iken kayınbiraderi üzerinden, onun üzerine kayıtlı otobüs sahibi olan, doğudan batıya her hafta garip yolcuların yükleri arasında eroin taşıyan adamın masumiyetinden söz eder gibi, paralel yapının kripto elemanlarının masumiyetine inandırmaya çalışıyorlar insanları.

Öte yandan, bunlara inanan, kanan birileri, eğer bu suçlara alet olmamışsa, sadece aidiyeti yüzünden suçlanmamalı. Hem zaten operasyonlar başlayana kadar herkes gidip hocaefendinin elini öpmüyor mu idi.. Sapla saman karıştırılmamalı. Bu işe bulaşıp, sonra pişman olanların etkin pişmanlıktan yararlanmaları sağlanmalı. Varsayalım suçlu ve vaz da geçmiyor. Suçlunun da hakları var, suç ve ceza orantılı olmalı. Hepsinden önemlisi, bu iş cadı avına dönüştürülüp, herkes aynı derecede suçlu imiş gibi bir hava oluşturulmamalı. Yani geri dönüş kapısı hep açık olmalı. Bir topluluğa olan öfkenin birilerini onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek. Dış tehdit ve baskı, dışlanmışlık, hain, ajan damgası yemek bunları panikletmiş durumda. Dışarıya çıkınca yalnızlaşacaklarını, suçlanacaklarını, dışlanacaklarını düşünüyorlar, onun için dayanışıyorlar.. Cemaat de bu havayı kışkırtıyor. Ama o eski hava yok. İletişimleri, eğitimleri, eğitim ve dua seansları artık eskisi gibi değil. AK Parti düşmanlığı, mağduriyet, mazlumiyet üzerine kurulu bir dünyaları var ve bir yandan da kendi içlerinde, siyaset, para ilişkileri, işsizlik, yardımlaşma konusunda ciddi bir sorun yaşıyorlar.. Kehanetlere dayalı beklentileri bir yandan canlı tutulmaya çalışılırken, öte yandan bir sorgulama da başlamış gibi.

Kripto bazı kişilerin konuşmamaları için üzerlerinde ciddi bir baskı var. Satıp savup kaçmak isteyenler var. Kimi psikolojik terapi alıyor, kimilerinin hafızası hipnoz seansları ile silinmeye çalışılıyor. Kimin bundan sonra ne yapacağı belli değil. Biri başka yere gidecekse, ne zaman nereye gidecek, eldeki bilgiler ve paralar kime nasıl aktarılacak, buna kim karar verecek, bu belli değil. Varolan o sistem çöktü, zincir kırıldı. Birileri korku ve panik içinde hesap pusulalarını imha ettiği için kimin üzerinde ne kadar para var, onlar da karışmış vaziyette. Dinleme kayıtları, kasetler, örgütün gizli arşivi, bu işlerle meşgul muvazzaf ve başka işlerde çalışan insanlar arasında iletişim, hiyerarşi ve bundan sonra izlenecek yol konusunda ciddi bir kafa karışıklığı var.. Bu kişiler hakkında bulundukları ülkelerde de sorunlar yaşanıyor. Yabancı istihbarat örgütleri de artık bu kişilerin, paraların ve gizli bilgilerin peşinde..

Anlayacağınız hem cemaatin, hem de The Cemaatin durumu hiç iç açıcı değil. 28 Şubat’ta holdinglerin çöküş günlerini hatırlatıyor bana. Cemaat ve The Cemaat birbirini suçluyor, bu işlerin bu noktaya gelmesinden.. Bu arada, bu cemaat dediğiniz yapıya inanan insanların 25 yıldır farklı bir dini inanış ve önderliğe inandıklarını, tam da iktidara el koyarak yeni bir altın çağın kurucu önderleri olmayı hayal ederken, bu yeni din algısı dahil, tüm hayalleri ve itibarlarını kaybetmenin ötesinde hain damgası yemelerinin sebeb olduğu travmayı düşündüğünüzde bu kişilerin nasıl bir haleti ruhiye içinde olduklarını daha iyi anlarsınız. Her şeylerini kaybettiler, dinleri, dünyaları ve gelecek hayallerini, makam ve paralarını, her şeylerini.. Kolay değil.. Selâm ve dua ile..

Kaynak

Yeni Akit 28.11.2015
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 02:21   #15
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Süleyman Özışık



Gübre gibi toprağa dökülenler...


Gezi olaylarından kısa süre önce Emniyet Teşkilatı'ndan atılan 7 polisin Taksim'de toplanan halkı tahrik ettiğine dair bilgi ve belgeler elime geçtiğinde içim dehşetle dolmuştu.

7 polisin Gülen Cemaati'ne bağlı olduğunu öğrendiğimde, hizmet hareketiyle aramdaki o sarsılmaz olduğuna inandığım bağ bir anda kopmuştu.

Ancak herşeye rağmen bir Müslüman olarak kendilerini uyarma gereği hissetmiştim. Bu uyarıları dershane tartışmalarının yaşandığı dönemde de bıkmadan, usanmadan sürdürmüştüm.

"Henüz herkesin saygınlığını kaybetmeden varacağı bir çıkış kapısı var. Bunu yapmazsanız sonunuz hüsran olacak" dediğimde en büyük hakareti cemaat mensuplarından duymuştum.

Tam da "Bu iş böyle yürümez. Bir yerde aklıselim devreye girer ve olaylar çözülür" dediğim dönemde 17/25 Aralık operasyonları yapıldı.

Beni o dönemlerde takip edenler iyi hatırlayacaktır.

17 Aralık operasyonunu savunanlardan biriydim. Adı geçen 4 bakanın hesap vermesi gerektiğini, aksi taktirde AK Parti'nin paramparça olacağını söyledim o günlerde...

Bugün hala aynı fikirdeyim.

Şayet 25 Aralık darbe operasyonu yapılmasa bugün cemaat dimdik ayakta, AK Parti ise dibe vurmuş olacaktı. Sabırsızlanıp Erdoğan'ı ve oğlunu tutuklamaya çalışanlar, AK Parti'yi yüceltip cemaati bitirmiş oldu.

Uzatmayayım...

25 Aralık darbe girişiminden sonra yaşananlara hepimiz gün be gün şahit olduk.

"Ya bu ülkeyi bize bırakırsın, ya da Menderes'le Özal'a katılırsın" diyenlerin kaybettiğini gördük.

Erdoğan kaçacak diyenlerin tamamı mukaddes mekanları Amerika'ya hicret etti. İsminin sonuna "Hocaefendi" yazmaya özenle dikkat ettiğimiz Fethullah Gülen'in hoca olmadığı gibi, efendi biri olmadığını da öğrenmiş bulunduk.

Dindar insanların himmet paralarıyla kurulan Samanyolu TV'nin PKK'nın yayın kanalı haline dönüştüğünü, cemaatin HDP ve CHP'yi desteklediğini ızdırap içinde seyrettik.

Filistin'de katledilen mazlumlara, "terörist", TSK'nın etkisiz hale getirdiği PKK'lı teröristlere "Şehit" diyebilecek kadar alçaklaştıklarını kahır içinde izledik.

"Milletin kaderiyle oynayalım, devletle restleşelim, istediğimiz haltı yiyelim, dışarıdan aldığımız emirleri uygulayalım" düşüncesiyle hareket eden bir yayın grubuna dünyanın hiçbir yerinde madalya takmazlar. Hele bu ülke Türkiye ise yaşam şansı vermezler.

Vermediler de...

Sen halkın seçtiklerine hareket çekersen, onlar da sana hareketin alasını çeker. Bir gece çekerler 13 kanalın fişini, sen de "Yahu bari Yumurcak TV açık kalsaydı" diye ağlayarak yalvarırsın ama nafile...

Fethullah Gülen, "Kim paralel örgütse Allah onların belasını versin. Evlerine ateşler salsın" diyordu. Beddualar iki gün önce bahsettiği adrese ulaştı!

Hiç ama, hiç üzülmüyorum!

Kendi yüksek egolarında, kendi ürettikleri nefretin içinde boğuldular. Kendilerini samimiyetle uyaranları düşman, Fuat Avni, Emre Uslu, Önder Aytaç, Faruk Aslan gibi avanakları dost ve rehber edindiler.

Sonuç tam da Fethullah Gülen'in dediği gibi oldu...

Hazana maruz yapraklar gibi savrulup gittiler. Kendilerini bir şey görenler, yapraklar gibi toprağa gübre olarak döküldüler.

Kaynak

İnternet Haber 16.11.2015
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 11-29-2015, 03:17   #16
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Bekir Berat Özipek'in 6 Ocak 2014 tarihinde Hür Fikirler sitesinde yayımlanan ve 17 Aralık 2013 Dostmodern darbesi sürecini en iyi anlatan ve kanımca o dönemin simge makalesi olan "Bir Cemaatin İntiharına Şahitlik Etmek" makalesiyle başlayan süreçte gelinen aşamada son nokta, Gülen Cemaati'nin televizyon kanallarının uydudan indirilmesi sonrasında Süleyman Özışık'ın 16 Kasım 2015 tarihinde İnternet Haber sitesinde yayımlanmış olan "Gübre Gibi Toprağa Dökülenler" makalesiyle konulmuştur.

Bu sürecin en başından itibaren Fethullah Gülen'i ve Gülen Cemaati'ni çok uyardık. Yapmayın etmeyin dedik ama dinletemedik. Dinî bir cemaatin siyasi bir cemaat hâline dönüşmesinin ve kendini dindar bir cemaat olarak tanımlayan o cemaatin Türkiye'de dindarların ana partisi AK Parti'ye saldırmasının yanlışlığını dilimiz döndüğünce anlattık. Kimseyi dinlemediler ve yanlış siyasetlerini bodoslama sürdürdüler. AK Parti'ye bütün güçleriyle saldırdıkları hâlde AK Parti, 30 Mart 2014 Yerel Seçiminde % 45 oranında oy alıp büyük ve ezici bir seçim zaferi kazandıktan sonra da yanlışlarından vazgeçmediler. Oysa akıllarını kullansalardı AK Parti'nin aldığı o % 45 oydan sonra AK Parti'ye açtıkları savaşı sona erdirirlerdi.

Gülen Cemaati'nin anlamadığı şey şuydu: Hiçbir şekilde kazanmalarının mümkün olmadığı bir savaşa giriştiler. AK Parti'ye karşı verdikleri savaşta sonsuzda bir bile kazanma ihtimalleri yoktu. Çünkü AK Parti seçimlerde kazandı ve tasfiye ediliyorlar yani kaybettiler; tersi olsaydı ve AK Parti seçimlerde kaybetseydi de Gülen Cemaati kazanmış olmayacak, o zaman da kaybetmiş olacaktı. Çünkü AK Parti'nin seçimlerde kaybetmesi ve CHP ile MHP'nin ve belki HDP'nin de kazanması, dindarların kaybetmesi anlamına gelecekti. Dindarların kaybetmesi de hiç şüphe yok ki Türkiye'nin en büyük dinî cemaati olan Gülen Cemaati'nin de kaybetmesi olacaktı.

Kazanma ihtimallerinin hiç olmadığı ve kaybedeceklerinin kesin olarak belli olduğu bir savaşa hangi akılla giriştiler, böyle bir akıl tutulmasına nasıl kapıldılar anlamak mümkün değil. Cumhurbaşkanımız Erdoğan'ın bunlar günümüzün Haşhaşileri diyerek yaptığı nitelendirmeyi âdeta haklı çıkarırcasına
hipnotize bir hâl söz konusu.

Daha da kötüsü şu ki, Bir Kısım Gülen Cemaati'nin Gülen Cemaati'ne yaşattığı şey bilerek isteyerek Mankurtlaşmadır. Kendini dindar olarak tanımlayan bir cemaatin, Türkiye'de dindarların ana temsilcisi AK Parti'ye saldırması gerçekte kendine saldırmasıdır ve bu da Mankurtlaşarak hem kendi ontolojisini yani kendi varlığını inkâr etmesi hem de kendi varlığına düşman olmasıdır. Korkunç bir yıkılış, çöküş, bitiş.

İlk düğme yanlış iliklenmişti. Gülen Cemaati kurulurken bu cemaatin yapılanması baştan yanlış yapılmıştı. Başlangıçtaki yanlış, ilerleyen süreçte düzeltilemedi. Ve bu hikâye, Bekir Berat Özipek'in, "Bir Cemaatin İntiharına Şahitlik Etmek" makalesinde isabetle tahlil ettiği gibi 'intiharla' sonuçlandı.

Konu Cihannur tarafından (11-29-2015 Saat 04:07 ) değiştirilmiştir..
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 06-09-2017, 18:41   #17
Kullanıcı Adı
Cihannur
Standart
Ahmet Hakan Coşkun



Cemaat'in Türkiye'ye yaptığı en büyük kötülük


Şu "Cemaat" denilen yapı...

- Devletin derinliklerine öyle pervasızca sızdı ki...
- Kendisine bağlı savcı, polis ve yargıçları öyle sakınmasızca kullandı ki...
- Kaset maset işlerine bulaştığına dair algıyı öyle korkusuzca pompaladı ki...
- Her taşın altından çıkabildiği izlenimini öyle net biçimde verdi ki...
Tuhaf bir sonuç çıktı ortaya.


Şöyle bir sonuç:


- Hırsızlık yaparken enseleneninden... Trafikte hız yaparken yakalananına...
- Yolsuzluk yaparken suçüstü yapılanından... Görevini ifa ederken beceriksizlik sergileyenine...
- Parti içi sorunlardan bunalmış parti liderinden... İstediği makama gelememiş bürokrata...
- Aykırı çıkışlar yapan herhangi bir yetkiliden... Ayağına taş değen herhangi bir şahsiyete...
Memlekette azıcık uyanık geçinen kim varsa...
Hepsi ama hepsi...
Bütün suçu “Paralel”e bağlayarak...
Sorumluluktan, suçtan, günahtan, beceriksizlikten falan...
Arınıp kurtulmaya başladılar.


“Cemaat”in Türkiye’ye yaptığı çok kötülük var ama bence en büyük kötülük budur.


Hürriyet 03.03.2016
Cihannur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
bekir berat özipek, bir cemaatin intiharına, şahitlik etmek


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi