![]() |
#1 |
![]() İhtiyacımız; liberal bir anayasadır
Atilla Yayla 22 Eylül 2007, Cumartesi Yeni anayasa tartışmaları hızlı başladı ve daha da hızlanacağa benziyor. Heyecanlı tartışmaların yapılmasını anayasa yapma sürecinin sıhhatinin işaretlerinden biri olarak görmek gerekir. Beş generalden oluşan bir cuntanın emrinin demiri kesmesi yerine herkesin eteğindeki taşları ve kafasındaki düşünceleri serbestçe ortaya dökmesi ve meydana çıkacak metni etkilemeye çalışması demokrasiye yakışandır. O yüzden, söyleyecek sözü olan herkes ve her kesim tartışmaya katılmalıdır. Bu, herkesin her dediğinin anayasa teorisi açısından bir kıymet taşıyacağını ve süreçte tesirli olacağını garanti etmez; ama en azından insanların kendilerini dışlanmış ve değersiz hissetmelerini önler. Bununla beraber, tartışmanın gerçek bir tartışma olabilmesi ve sıhhatli cereyan edebilmesi için uyulması gereken bazı şartlar vardır. Bunların en başında ifade özgürlüğüne tam bir saygı gösterilmesi gelmektedir. Hiçbir fikir, peşinen yanlış görülmemeli ve aykırı ve kimilerinin yanlış ve hatta saçma sapan olduğuna inandığı görüşler de serbestçe ifade edilebilmelidir. Aynı şekilde, hiç kimse konuyla ilgili görüşlerinden dolayı bölücülükle, irticayla, devlete ve ülkeye düşman olmakla, cumhuriyete veya laikliğe karşı çıkmakla suçlanmak suretiyle terörize edilmemelidir. Ne yazık ki bu tür davranışlara sık sık şahit olunmaktadır. Mesela, geçenlerde katıldığım bir panelde açıkladığım fikirler yüzünden saldırgan bir gazete ve onun nezaketten uzak yazarı beni "kin kusan" bir kişi olarak takdim etmiştir. Bu tür saçmalamalar, sahiplerinin zavallılığını göstermekten başka bir işe yaramaz. Rektörlerin yanıldığı nokta... Türkiye'nin yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğu açıktır. Hem yapılışı hem de siyasi felsefesi bakımından anayasa adını almaya bile layık olmayan mevcut metin Türkiye'yi demokratik ve medeni bir ülke olmaya taşımaya yetmemektedir. Nitekim, bu yüzden ondan fazla değişikliğe uğratılmış ve bütün siyasi partiler programlarında veya seçim beyannamelerinde tekrar tekrar yeni bir anayasa hazırlamayı vaat etmiştir. 1982 Anayasası bir askerî cuntanın gözetim ve denetimi altında, hiçbir demokratik temsil kabiliyeti olmayan bir sözüm ona Meclis tarafından hazırlanmıştır. Oylamada % 92 'evet' almış olması onun demokratik zafiyetini ve meşruluk eksikliğini gidermemektedir. Bu kadar yüksek oy almasında tek taraflı propaganda ve şeffaf oylama yanında toplumun "evet" diyerek silahlı bürokratları bir an evvel kışlasına gönderme arzusu da etkili olmuştur. Kısaca, 1982 Anayasası hem demokratlık hem de, Sami Selçuk'un dediği gibi, meşruluk debisi çok düşük bir anayasadır. Acilen yerine yeni bir anayasa yapılması gerekmektedir. Mevcut hükümet ve Parlamento, bir yeni anayasa yapma hak ve yetkisine sahiptir. Hükümeti kuran parti, her iki kişiden birinin oyunu almıştır. Kuvvetli bir seçmen-halk tabanı vardır. Parlamento ise hayli yüksek bir temsil kabiliyetine sahiptir. Aşağı yukarı bütün ana eğilimler Meclis'te temsil edilmektedir. Bu siyasi tabloda bir anayasa yapılamayacağını iddia etmek ülkenin hiçbir zaman sivil inisiyatifle anayasa yapamayacağını iddia etmekle eş anlamlıdır. Böyle bir şey elbette düşünülemez. AKP'nin izlediği yöntem de, en azından şimdiye kadar yapılanlar itibarıyla, yanlış değil,dir. Bir uzmanlar heyeti bir ön taslak hazırlamıştır. Bu heyette yer alan akademisyenler, şahsen yakından tanıdığım birinci sınıf akademisyenlerdir. Hem bilgileri geniş ve tecrübeleri engindir hem de vicdanları onlara başka ses dinletmeyecek kadar kuvvetlidir. Nitekim vakur bir çalışma süreci yaşamış ve üzerlerine düşeni yapmışlardır. AKP de ön taslağı siyasi heyetlerde değerlendirmiş ve kendi taslağı haline getirmiştir. Şimdi olması gereken bu taslağın veya ortaya çıkabilecek başkalarının bütün olarak veya parçalar halinde engelsiz bir şekilde tartışılmasıdır. Bu tür bir tartışmayı sadece hükümetin engelleyebileceği sanılmamalı. Resmî veya gayrî resmi çeşitli güç odakları da tartışmaya set çekmek isteyebilir. Nitekim, dokunulmaz konular, tabular ihdas edilerek ve onlara dair görüş açıklayanlar ahlaksızca saldırılara maruz bırakılarak bu yapılmaya çalışılmaktadır. Serbest tartışma sadece hükümetin değil, herkesin ve her kesimin ön şartsız kabul etmesi gereken bir vazgeçilmezdir. Bu arada, önyargılı veya konunun uzmanı olmayan bazı kişilerin komik laflar ettikleri de olmaktadır. Kimi rektörler de bu kimseler arasına katılmakta mütereddit davranmamaktadır. Bunlardan biri, yeni anayasaya siyaset bulaşmaması ve onun bilim adamları tarafından yapılması gerektiğini söylemiştir. Teknik meselelerde bilim adamlarının katkısı vazgeçilmez olabilir,; ama bir anayasa özü itibarıyla siyasi bir metindir. Anayasa yapımında en büyük hak ve yetki siyasilerdedir. Bir anayasa, o anayasayı yapan gücün nasıl bir devlet felsefesi benimsediğini yansıtır. Devlet sınırlı mı olacaktır, sınırsız mı? Birey ve hakları mı öne alınacaktır yoksa devlet ve devlet görevlileri, devlet iktidarını kullananlar mı? Bu gibi sorulara farklı siyasi felsefeler farklı cevaplar verecektir. O yüzden, bir anayasa ister istemez bir siyasi tercihi yansıtacaktır. ama bu garip sözün ifade ettiği gerçek şudur: Bu kafadakiler demokratik siyasetten ve tabiatıyla siyasetçilerden hazzetmemekte ve halktan yetki alan siyasetçiler yerine kendileri gibi halka hesap vermek zorunda olmayan bürokratların gerçek ve sorumsuz iktidara sahip olmasını istemektedir. Bu tercihi esas alan rejimler vardır. Bunlara 'anti demokratik' 'anti özgürlükçü' ülkeler denir. Türkiye'nin tek parti rejimi de böyle bir sistemdi. Türkiye'de halkın istediği herhalde bu değildir. Öyle olsaydı seçimden bir başka partinin zaferle çıkması gerekirdi. Bu bizi anayasanın ne olduğu meselesine götürmektedir. Esasen birçok terim gibi anayasa terimi de istismar edilmiş ve anlam çarpıtmasına uğratılmıştır. Anayasa denilen metinler, anayasal yönetim geleneğine uygun olarak hazırlanan metinlerdir. Anayasanın amacı anayasal yönetimi sağlamaktır; anayasal yönetim geleneği ise her siyasi akımın değil, tek bir siyasi akımın gözdesi ve eseridir. Bu akıma verilen genel isim 'liberal düşünce geleneği'dir. Başlıca siyasi akımlar içinde yalnızca liberalizm devlet iktidarının sınırlı ve bu iktidarı yaratanlara karşı sorumlu olmasını istemiştir. Bu yüzden anayasal yönetim geleneğini incelemek demek, liberalizmin tarihini incelemek demektir. Bir anayasa da ancak liberal düşünce geleneğinin genel felsefi siyasi ilkelerine uygun olarak hazırlanırsa anayasa adını almaya hak kazanır. Mesela faşistler, devlet iktidarının sınırlı değil, sınırsız olmasını talep ederler; çünkü onlara göre toplumun varlığını koruyacak ve onu yüceltecek yegâne güç devlet gücüdür. Her şey bir toplumsal beka mücadelesinin parçasıdır ve devleti sınırlamak demek, toplumun bekasına engel çıkarmak demektir. Sosyalistler ise yeni bir insan türü ve eşitsizliklerin tümüyle ortadan kalktığı bir toplum yaratmak uğruna sınırsız devlet talep edegelmişlerdir. Oysa liberallere göre devlet toplum tarafından sınırlı amaçlara hizmet etmesi için yaratılan bir organizasyondur. Amaçları sınırlı olduğuna göre imkan ve yetkileri de sınırlı olmalıdır. Devleti sınırlamanın bir yolu onu anayasal sınırlar içinde tutmak ve hukukun egemenliğine sokmaktır. Toplumsal barışa giden yol... Liberal siyasi felsefe ile devletçi siyasi felsefeler arasındaki ayrımın anayasa yapımı bakımından pratik anlamı şudur: Anayasal yönetim geleneği çerçevesinde anayasa olarak adlandırılmayı hak eden her "anayasa", liberal değerleri bir veri olarak almak zorundadır. Bir başka deyişle liberal olmak zorundadır. Bu böyle bir anayasanın her yönüyle ve mutlak anlamda liberal olacağı anlamına gelmez. Anayasanın liberal esaslara oturması bir zarurettir; ama bir bütün olarak ne ölçüde liberal olacağı şartlara bağlıdır. Ancak, anayasalarda liberalliğin altına düşülemeyecek bir sınır vardır. Bu sınır aşılırsa o anayasa bir anayasa olmaktan çıkar. Bu yüzden, Türkiye'nin ihtiyacı renksiz bir anayasa değildir, tek rengin değil, farklı renklerin açmasına izin veren daha liberal bir anayasadır.Bu noktanın vurgulanması ve yadsınamaz bir gerçek olarak takdim edilmesi böyle bir anayasa yapılmasının insanlar üzerinde liberalizmin tahakkümünün kurulması anlamına geleceğini göstermez. Zira, liberalizmin temel tezleri bugün sadece liberalizme ait olmaktan çıkmış ve meta değerler ve metatezler haline gelmiştir. Onlar artık her medeni ülkenin ortak kabulleridir. Onlarsız bir barış içinde ortak yaşama çerçevesinin tesis edilemeyeceği herkesçe bilinmektedir. Öyle ya, bugün hangi medeni ülke kuvvetler ayrılığından, vazgeçilmez insan haklarından, bağımsız ve tarafsız yargıdan, ifade özgürlüğünden, din özgürlüğünden, teşebbüs özgürlüğünden vazgeçebilir. Bunlar hiçbir din, değer, şahıs, amaç, kavram vs. adına kendilerini feda edemeyeceğimiz değerlerdir. Ve bu değerlerin ne olduğunu öğrenmek isteyenlerin mecburi adresi liberal düşünce geleneğidir. Yeni anayasanın liberal olması gerektiğinin vurgulanması, çeşitli kesimler yanında Kemalistleri de rahatsız edecektir. Bazı sağcı ve solcu Kemalistler, liberal bir anayasa isteyenlere şiddetle saldırmaktadır. Ancak, daha önce de belirttiğim üzere, saldırmak ve bir fikri çürütmek ayrı ayrı şeylerdir. Saldırarak bir kaleyi zaptedebilirsiniz; fakat bir fikri geçersizleştiremezsiniz. Kemalistler önlerine geleni "satılmışlık", "cumhuriyete düşman olmak", "dış güçlerin oyuncağı olmak" gibi anlamsız ve insafsız suçlamalarla sindirmeye çalışacaklarına fikir geliştirmeli ve karşı fikirleri zorlamaya çalışmalıdır. Yeni anayasanın Kemalizm'den mümkün olduğu kadar arındırılması gerekmektedir. Çünkü Kemalizm, eğer böyle bir ideoloji varsa, mevcut haliyle, barışçıl bir ortak var oluş çerçevesi üretmeye ve demokratik bir sistem tesis etmeye ne hevesli ne de yeterlidir. Kemalistlerin lisanına ya anlamsız ve anakronik ya da demokratik değer ve kurumlarla taban tabana ters kavramlar egemendir. Ne yazık ki, kimi Kemalistler, çoğu zaman akıl ve mantıkla, bilgi ve teoriyle değil, öfke ve nefretle konuşmaktalar. Bu yüzden, ülkenin en mühim ihtiyaçlarından biri Kemalizm'in normalleşmesidir. Bunun iç içe geçen iki ayağı vardır. İlki Kemalizm'in egemen ve tartışılmaz bir ideoloji olmakta ısrar etmek yerine normal bir fikir akımı olmaya çalışmasıdır. Kemalizm hasımlarını tehdit etmek, fiziki saldırı ve yargısal tacizlerle korkutmaya çalışmak yerine kuvvetli fikirler geliştirmeli, eskiyen tezlerini yeni gelişmelerin ışığında değerlendirerek ya revize etmeli veya terk etmelidir. Diğer fikirlerden fikir olarak daha kuvvetli olmaya çalışmalıdır. Bunun için büyük Kemalist fikir adamları yetiştirmeli, ciddiye alınacak fikir dergileri yayınlamalı ve fikir mücadelesine silahlı savaş muamelesi yapmaktan uzaklaşmalıdır. İkinci olarak Kemalizm kendine 1930'lardaki gibi devlet payandalı resmî bir statü talep etmeyi bırakmalı ve diğer ideolojilerle eşit şartlarda serbestçe yarışmayı kabul etmelidir. Kemalizm'i uzun vadede ayakta tutabilecek tek şey, silah gücüne sahip olması değil, diğer fikirlerden daha ağır basmasıdır. Rekabet her alanda geliştiricidir. Kemalizm'in diğer fikirlerle rekabet etmesi hem onun gelişmesini sağlayacak hem de ülkenin fikir hayatına katkıda bulunacaktır. Bazı Kemalistlerin kimi kişilere ve kesimlere yönelik lisanları ve tezleri, onlara varoluşsal karşıtlık noktasına ulaşmaktadır. Bunlar bu kişi ve kesimlerin adeta fiziki olarak elimine edilmesini istemektedir. Kemalist olmayanların, özellikle liberallerin Kemalizm'e bakışı böyle olamaz. Kemalizm tarihi bir tecrübe ve zayıf ve dağınık-çelişik bir fikir demeti olarak tarihimizin bir parçasıdır. Bu parçayı yok etmeyi düşünmek veya yok olmasını arzulamak doğru değildir. Keza insanların Kemalist olmaya ve hayatlarının ana çizgilerini, Kemalizm'e göre belirlemeye, bu fikre göre partiler kurup siyasi yarışa katılmaya ve iktidara gelirlerse demokrasinin genel ilkeleri çerçevesinde bu programları uygulamaya da hakları vardır. Kemalizm, tarihimizin ve kültürümüzün ve Kemalistler, toplumumuzun birer asli parçasıdır. Ancak, yapılamayacak olan ve bir demokrasinin kaldıramayacağı şey devlet zoruyla herkesin onlar gibi yapılmak istenmesidir. Bu zaten denenmiş ve olmamış, toplum tarafından reddedilmiş ve faydadan çok zarar vermiştir. İşte bu yüzden yeni anayasa Kemalizm'e dayanmamalı; ama elbette diğer akımlar gibi Kemalizm'e de yaşama alanı tanımalıdır. Mehmet Altan, "Kemalizm'de demokrasi yok; ama demokraside Kemalizm'e yer var" derken haklıdır. Bir anayasa, bir toplumsal ortaklık sözleşmesidir. Bu sözleşme devlete de bazı görevler yüklemektedir. Ortak var oluşun taraflarının ortaklığı sürdürmeye razı olmaları, bu ortaklığın ilkelerinin ve işleyişinin onların yok olmasına veya kimliklerini kaybedecek olmasına sebep olmayacağına inanmalarındandır. Aksi halde kimse böyle bir ortaklığa girmek, girdiyse kalmak istemeyecektir. Bir anayasa farklı dünya görüşlerine, dinlere, kültürlere, menfaatlere, bazen dillere sahip kişi ve gruplara barış içinde bir arada yaşama imkânı verdiği için değerlidir. Bunu yapamayan bir anayasa, bu adı kullansa bile anayasal yönetim geleneği açısından bir anayasa olarak adlandırılamaz. Türkiye artık böyle bir anayasaya sahip olmalıdır. Bu yüzden, utangaçlığa kapılmadan, ihtiyacımızın faşist, sosyalist, Kemalist, otoriteryen bir anayasa değil, özgürlükçü, çoğulcu bir anayasa, kısaca liberal bir anayasa olduğu açıkça ve yüksek sesle söylenmelidir. AKP'nin ortaya çıkardığı taslağın eskisine göre bir nebze daha özgürlükçü olduğu söylenebilir; ama yeterince özgürlükçü ve liberal olduğu hiçbir şekilde iddia edilemez. Ülkenin 1982 Anayasası'nın sulandırılmış haline değil, gerçek bir liberal anayasaya ihtiyacı vardır. Önümüzdeki fırsat bu ihtiyacı karşılamak için kullanılmalıdır. 22.09.2007 Zaman
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|