01-14-2008, 21:28 | #1 |
TARİHİMİZDE BİLİNMEYEN KÜÇÜK OLAYLAR
TARİHİMİZDE BİLİNMEYEN KÜÇÜK OLAYLAR
-Yeniçeri ocağı kaldırıldığında yeni teşkil edilen Asakir-i Muhammediye’ye, halktan ayırt edilmesi için serpuş yerine başlarına şal sarılmış, silah yerine ellerine birer sopa verilmişti. -Eskiden gemilerde korsan gözlemek için maymunlar kullanılırdı. İstanbul’da da Tersanekapı karşısında bir sıra maymuncu dükkânı vardı. -İstanbul’da doğmuş ve yaşamış olan 17. yy.ın kıymetli şairi Cevrî Çelebi ömründe hiçbir deniz nakil vasıtasına binmemiştir. -19. yy. vezirlerinden Hüsrev Paşa, Müverrih Ata Bey’e sünnetlik hediyesi bir zarflı fincan vermişti. Sonraları sıkıntıya düşen Ata Bey bunu sattı, bedeliyle konağını rehinden çıkardı ve on kişilik ailesiyle hacca gidip geldi. -Bir zamanlar en büyük gemimiz olan iki bacalı ve dört direkli “Gülcemal” e bu isim, Sultan Reşat tarafından verilmişti. Gülcemal bu padişahın annesinin adı idi. -Süleymaniye Camii’nin ilk temel taşını büyük din âlimi Şeyhülislam Ebussuut Efendi koymuştur. -İstiklal Marşı işgal altında bulunan İstanbul’da ilk defa Muallim Ahmet Halit Yaşaroğlu tarafından bastırılmış ve İstanbullulara gizlice dağıtılmıştır. Bu, dört sayfalık ince uzun bir risaledir. -III. Mehmet, tahta çıkar çıkmaz 19 erkek kardeşini cellâtlara boğdurarak idam ettirmişti. Bunların dördü 15–21 yaş arasında gençlerdi. Öbürleri sabi, bir kısmı da henüz kundak çocuğu idi. -Mir Zarif isminde bir Hint elçisinin IV. Murat’a getirdiği hediyeler arasında fil kulağından yapılmış ve üzerine gergedan postu kaplanmış ok işlemez bir kalkan vardı. Sultan Murat bu kalkana bir ok attı, ok kalkanı deldi ve padişah bu kalkanı, içine 500 altın koyarak elçiyle geri gönderdi. -Sümbül çiçeğinin mor renklisinin katmerlisi ilk defa olarak 17. asırda büyük Türk âlimi Kâtip Çelebi tarafından elde edilmiştir. -Fatih Sultan Mehmet’in doğumunda ve cülusunda bir kuyruklu yıldız görünmüştü. İstanbul’un fethi üzerine papa bu yıldızı “zındık yıldız” olarak aforoz etmişti. Bu yıldızın bilahare Halley yıldızı olduğu anlaşıldı. Balkan Harbi’nde Bulgarlar, Çatalca’ya geldiğinde Halley gene görünmüştü ve o zaman kilise âlimleri “Türklerin uğurlu yıldızı göründü. Bulgarlar geri dönecekler.” demişlerdi ve olaylar da böyle cereyan etti. -Devlet idaresinde ve kıyafetinde inkılâplar yapan II. Mahmut’u geri fikirli mutaassıplar hiç sevmezdi. Padişahın ölümü için büyüler yapıldı. Bu arada II. Mahmut’a benzeyen bir kuklayı bıçakla boğazından kesen Cezayirli bir adam da yakalandı ve derhal idam edildi. -Büyük Türk mimarı Sinan’ın ilk eseri Eyüp’te Sadrazam Ayas Paşa’nın açık türbesidir. -Müverrih Esat Efendi, çok yaşlı olduğu halde, kışa rastlayan bayramlarda, bayram tebriki için kayığına tandır kurdurtur ve gece saraydaki merasime giderdi. Protokole o kadar düşkündü ve kendini unutturmak istemez, bir gün Şeyhülislam olacağını ümit ederek yaşardı. -Lale Devri’nin en namlı lalecisi Tabak Ata isminde esnaftan fakir bir adamdı. 80 çeşit nefis lale yetiştirmişti ve sarayların bahçelerine soğanlar ondan alınırdı. Bu çiçek yüzünden İstanbul’un en zengin simalarından biri olmuştu. -Sokullu Mehmet Paşa’nın, Karaağaç Yalısı’nda yanan gayet kıymetli bir inci tespihi vardı. İmamesi zümrüt ve taneleri yakuttu. Devrin kıymetli bir hattatı imamesinden başlayarak bu tespihin üzerine bir Mushaf’ı Şerif yazmıştı. -16. asrın namlı ok atıcı pehlivanlarından Ahmet Paşa 75 yaşlarında iken bir gün okçular başına gelip ok ısmarlamıştı. Esnaf: “Pehlivan, ihtiyarladın, sana ok ne lazım” dediler. O da atını çarşının kapısına sürdü, kapıdaki zincirlere kollarıyla asıldı ve bacaklarını atının karnına sardı, kollarını sıkınca koca atı havaya kaldırarak: “Bazumda azıcık kuvvetim var gibi” cevabını verdi. -16. asırda Macaristan’da bir kaya kitlesi üzerinde kartal yuvasına benzeyen Filek Kalesi’ni, Demirbaş Hasan Pehlivan denilen bir kahraman, 40 arkadaşı ile zapt etmişti. Bir gece kalenin bir mazgal deliğine merdiven dayadı, evvela, bu deliği kapayan 80 kantarlık bir topa göğsünü vererek itti, sonra başını koyup ikinci hamlede topu içeriye doğru tamamen attı ve yalın kılıç arkadaşlarıyla kaleye daldı ve kaleyi fethetti. -Tarihimizde kayıtlı en müthiş oburlardan biri, münevver ve inkılapçı III. Selim’in düşmanlarından Aygır İmam diye meşhur Derviş Efendi isminde bir softadır. Bir seferinde 40 yumurta üstüne iki okka pastırma doğratıp bir pastırmalı yumurta yemiş, fakat koca lengeri sıyırdıktan az sonra dili ağzına sığmayıp ölmüştü. -17. asırda Unkapanı ve civarını mahveden büyük bir yangında Nalıncı Baba isminde fakir bir adamın ahşap kulübesi, dört tarafı kül olduğu halde mucize kabilinden yanmamış, kurtulmuştur. -Sultan Aziz, konağına misafir geldiği gün Mısırlı meşhur Prenses Zeynep Hanım, altın bir tepsi içinde 1.000.000 altından fazla değerde olan bütün mücevherlerini bu padişaha hediye olarak takdim etmiş, fakat Abdülaziz tepsiden sadece murassa ciltli bir Kur'an-ı Kerim'i almış ve gerisini sahibine iade etmiştir.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
01-14-2008, 21:30 | #2 |
TARİHİMİZDE BİLİNMEYEN KÜÇÜK OLAYLAR
- Şehzadelerin sünnet düğünlerinde esnaf kurumlarının kıymetli hediyeler sunması adetti. İstanbul şekercileri de, bir anane olarak, gayet büyük bir gümüş tabla üzerine rengârenk şekerlerden, bir çiçek bahçesi, düğünün son günü yapılan büyük esnaf alayında on kadar tüvana şekerci kalfasının omuzlarında geçilerek halka gösterilirdi.
- 15. yüzyılda Bursa’da Molla Rüstem ölürken 14 yaşındaki oğluna 100 yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin hesap ederek 3 milyon 6 yüz bin florin gibi muazzam bir miras bırakmıştı. Bu çocuk babasından sonra ancak 7 yıl yaşadı. Bütün paralarını yedi ve yalınayak, sefil bir hamam külhanında öldü. Mirasyediliğine örnek: Bir gün, bir bağda tavşan yatağı bulunduğunu haber verdiler. 100 florin verdi, 100 florine de bir tazı aldı, tavşanı ininden çıkarana yüz florin verdi; fakat tazı, tavşana saldırdı. Tazıyı kılıçla ikiye böldü. - Abdülaziz zamanında Afifaki isminde bir adam “Musavver Medeniyet” isminde bir gazete çıkarmış ve ilk sayfasına Şehzade Yusuf İzzettin Efendi’nin bir resmini koymuş, bu vesile ile Valide Sultan’dan ve Padişah’tan saray mensuplarından iki bin altına yakın bahşiş koparmıştır. Bu, hanedandan bir zatın, bir gazeteye basılan ilk resmidir. - Kanuni Sultan Süleyman gayet mahir bir kuyumcu idi ve sağ kulağında daima, bir fındık büyüklüğünde ve armut şeklinde çok kıymetli bir inci küpe taşırdı. - IV. Murat zamanında tütün içmek yasaktı. İçen, asılarak idam olunur ve öldükten sonra asıldığı yerde çubuğu ağzına verilerek teşhir edilirdi. - Lale çiçeği Avrupa’ya, Türkiye’den gitmiştir. Bu bir beyaz lale idi ve adı “tülbent” idi. Fransızcada lalenin ismi olan “tülip”, tülbentten bozmadır ve her rengine umumi bir isim olmuştur. - 17. yüzyıl başında Hüsnü Reis adında Cezayirli bir korsan, kadırgasıyla Cebelitarık’tan Atlas Okyanusu’na çıkmış ve Kuzey Amerika’da Ternöv’e kadar gitmiştir. Fakat dönüşte müthiş bir fırtınaya tutulan bu cesur gemici, gemisi ve bütün gemicileriyle okyanusta kaybolmuştu. - 17. yüzyıl ortalarında İstanbul’da Deli Mehmet isminde bir meczup derviş vardı. Geceleri, en sert rüzgârlı zamanda, sokağa fener yerine şamdanla çıkardı ve gideceği yere kadar mumunu söndürmezdi. - II. Mahmut’un gayet kıymetli bir murassa şemsiyesi, Silivri açıklarında denizin dibindedir. Bir seyahatinde vapurunun arkasına bağlı olan filika-i hümayun ile beraber batmıştı. - Sigara kâğıtlarından evveli tütünün lüle ile içildiği zamanlar Türkiye’de en güzel lüleler İstanbul’da Tophane Çarşısı’nda yapılırdı. - Dünyanın en meraklı kahve falcısı ressam Mehmet Agâh merhum idi. Kendisi için baktığı yüzlerce falın resimlerini yapmış, falın söylediklerini de kenarına yazmış, bu suretle yüz küsur yaprak harikulade enteresan bir kitap bırakmıştır. Bu kıymetli eser, el yazması olarak ailesi nezdindedir. - Türkiye’de asa yerine ilk baston kullanan zat, Abdülhamit devrinin seçkin ulemasından Kethüda zade Hoca Mehmet Arif Efendi’dir. Zarafetiyle meşhur olan bu zat, kâfir değneği denilen bastonu için “ben onu Müslüman ettim” derdi. - İstanbul’un kurucusu Konstantin idi. Yaptığı imar ile Fatih 2. kurucusu oldu. Fakat şehir Kanuni Sultan Süleyman zamanında genişledi, ticaret merkezi oldu. Yabancı tüccarlar için Galata’da yeni mahalleler yapıldı. Kasımpaşa, Piripaşa, Ayaspaşa, Piyalepaşa mahalleleri kuruldu. - Bir zamanlar hocalar kavrulup kömür haline geldiği için kahvenin dinen haram olduğuna dair fetvalar verdiler. Tütün aleyhinde ise çoktan fetva vermişlerdi. Fakat vaizlerle müftüler bile bu yasağa dayanamayarak gizli kahvehanelere arka kapılardan girer oldular. - Girit’in merkezi Hanya Kalesi’nin fatihi Yusuf Paşa, düşmanları tarafından Sultan İbrahim’e saraya ganimet getirmediği bahanesiyle çekiştirilmişti. Padişah paşayı çağırıp azarladı. Paşa da: “Gerçi hazine sarfeyledik amma düşmanı kahredip bir büyük kale kazandık.” Dedi. Fakat padişah onu öldürdü. - Eskiden cellât satırı veya kemendi altında can verenlerin üstünde çıkan her şey cellâtların olurdu ve bunlar birikince bir mezat yapılır, satılırdı. Buna “cellât mezadı” derlerdi ve halk cellât mezadından alınan eşyayı uğursuz sayar, rağbet etmezdi. Cellât mezadında bazen pek kıymetli eşya ucuza giderdi. Cellât mezadından alınan en uğursuz eşya, kapıağası Gazanfer Ağa’nın çok kıymetli pırlantalı altın saatidir. Bu saati, ilk sahibinin idamında cellât mezadından Tırnakçı Hasan Paşa almış, o da idam olunca Derviş Paşa almış ve o da idam olmuştur. Bu sonuncu sahibi meşum saati küçük kardeşine vermişti. O, saatin çalkarını kırıp denize attı ve saati bu suretle yok etti. - Hicri 1028 tarihinde Budin valisi Karakaş Mehmet Paşa’dan gelen bir raporda, Macaristan’da bir daire şeklinde siyah bir bulut belirip bu buluttan kar gibi kırmızı bir yağmur yağdığı ve 3–4 kantar ağırlığında siyah renkli boş gülleler düştüğü bildirildi. - 16. asırda İstanbul gümrükleri mültezimi Yahudi karısı Ester Kira, sarayın rüşvet eli idi. Bir ihtilalde öldürüldü. Elleri ve muhtelif uzuvları, kendisine rüşvet vererek işlerini yürütenlerin kapılarına mıhlandı. - IV. Murat zamanında Eskişehir köylerinden birinde “Sakarya Şeyhi” diye meşhur Ahmet isminde bir şeyh, kendisinin “Hazreti İsa” olduğunu iddia etti ve etrafa topladığı saf köylülerle büyük bir gaile çıkardı. Üzerine asker gönderilip yakalandı. Yalnız başındaki siyah bir sarık bırakılıp çırılçıplak soyularak bir eşeğe ters bindirildi. Teşhirden sonra burnu, kulakları, elleri ve ayakları kesildi ve mafsalları kırıldı, bu işkenceler yapılırken gariptir ki ağzından en küçük bir inilti çıkmamış ve yüzünde en ufak bir ıstırap alameti görülmemişti. |
|
01-14-2008, 21:33 | #3 |
TARİHİMİZDE BİLİNMEYEN KÜÇÜK OLAYLAR
Guzel bir paylasim.Eline saglik
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|