![]() |
#1 |
![]() Abd ve Abid
Abd “kul” demek, abid ise “ibadet eden” demektir. Öyleyse abd kelimesi ile abid kelimesi arasında farklılık vardır. Namaz kılan bir kişi namaz kıldığı sürece abiddir, zikir yapan bir kişi zikir yaptığı sürece abiddir. Hangi ibadeti yapıyorsanız o ibadetin süresince abidsiniz; ibadet edensiniz. Peki, abd kelimesi de abid kelimesi de aynı kökten gelmiyor mu? Evet, aynı kökten geliyor. Abd kelimesi de, abid kelimesi de aynı kökten geliyor. Öyleyse Arapça kökündeki üç temel harf burada da var. Abd kelimesinde de, abid kelimesinde de aynı harflerin toplandığını görüyoruz. İbadet kelimesinde de aynı kökün üç kelimesi sondaki –t eki ile gene var. Mabud kelimesi “kendisine ibadet edilen” istikametinde kullanılıyor. Öyleyse insanlar abd ve abid kelimesini birbirine karıştırmış durumdalar. Allahû Teâlâ buyuruyor ki: 51/ZARİYAT-56: Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni). Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil; Bize, kul olsunlar diye yarattık. “Biz, insanları ve cinleri başka bir maksatla yaratmadık. Sadece Bize kul olsunlar diye yarattık.” “li ya’budûn” sadece Bize kul olsunlar diye. Hepimiz Allah’a kul olalım diye yaratılmışız. Herkes doğar, doğduğu anda Allah’ın kulu mu olur? İnsanlar öyle zannederler, oysaki olmaz. Bir insan doğduğu anda Allah’a kul olamaz veya Allah’a ibadet ediyor diye, İslâm’ın beş şartını yerine getiriyor diye, namaz kılıyor diye, oruç tutuyor diye, zekât veriyor diye, hacca gidiyor diye, kelime-i şahadet getiriyor diye o kişi Allah’a kul olamaz. Hiç kimse Allah’a ulaşmayı dilemeden Allah’ın kulu olmak yetkisinin sahibi değildir. Allahû Teâlâ buyuruyor ki: 39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele! Allahû Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de sahâbeden bahsediyor: “Onlar (sahâbe), taguta kul olmaktan, abd olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar. Kendilerini kurtardılar.” Neden? Allahû Teâlâ: “Çünkü Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele.” diyor. Öyleyse bazı insanlar var ki taguta kul; insan şeytanlara veya cin şeytanlara veya başka tür şeytanlara kul ama şeytana kul. Tagut sadece şeytanları değil, insan şeytanları ve cin şeytanları da içeriyor. İnsanlardan başka insanları yoldan çıkarmaya çalışanlar, şeytanın emrinde olanlar tagut müessesesinin içine giriyor. Allah’a ulaşmayı dileyinceye kadar bütün insanlar şeytanın kuludur, şeytana abddir. Ama kim Allah’a ulaşmayı dilerse o kişi Allah’ın kulu olur, Allah’a kul olur. Allahû Teâlâ bütün insanları, hepimizi Allah’a kul olalım diye yaratmıştır. Bir defa daha söylüyoruz ayet-i kerimeyi: “Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya'budûn(ya'budûni). Biz, insanları ve cinleri başka bir şey için değil, Bize kul olsunlar diye yarattık.” (Zariyat-56) “li ya’budûn” kelimesini, “ibadet etsin” diye anlayan insanlar, öyle Türkçeleştirmeye çalışıyorlar. “Biz insanları başka bir şey için değil, Bize ibadet etsin diye yarattık.” Oysaki ibadet, yaratılış sebebi değildir. İbadet hedef değildir. İbadet o hedefe ulaştıracak olan vasıtanın adıdır. İbadetler; namaz kılmak bir vasıtadır; oruç tutmak bir vasıtadır; zekât vermek bir vasıtadır; hacca gitmek bir vasıtadır; kelime-i şahadet getirmek bir vasıtadır. İslâm’ın beş şartını saydık. İnsanlar derler ki: “İslâm’ın beş şartı vardır. İslâm Allah’a teslim olmak demektir. Bu beş şart İslâm’ın esasını teşkil eder. Biz bu beş şartın beşini de yerine getiriyoruz. Öyleyse İslâm’ız.” Hiç kimse İslâm’ın beş tane şartını yerine getiriyor diye İslâm olamaz. Aynı kişiler diyorlar ki: “İslâm Allah’a teslim olmak demektir. Sen de bize teslim olmaktan bahsediyorsun. İşte biz İslâm’ın beş tane şartını yerini getiriyoruz. Bunun için de bizler Allah’a teslim olanlarız.” Hiç kimse İslâm’ın beş şartıyla Allah’a teslim olamaz. Böyle söyleyenlere “İslâm’ın beş şartını yerine getiriyoruz, öyleyse biz Allah’a teslim olanlarız.” diyenlere bir sualimiz var. Neyinizi Allah’a teslim ettiniz? 1- Ruhunuzu mu, ? 2- Fizik vücudunuzu mu, ? 3- Nefsinizi mi, ? 4- İradenizi mi, ? Allah’a teslim ettiniz Bu dördü de üzerimize farzdır. Hangisini teslim ettiniz? O zaman “Biz Allah’a teslim olduk.” diyenler cevap veremiyorlar. Aslında teslim falan olmuş değiller. İbadet etmek, abid olmak başka şey; abd olmak, Allah’a kul olmak başka şey. Allah’a ulaşmayı dilemek, Allah’a kul olmanın başlangıç noktasıdır. (1. kulluk) Böyle bir kişiyi Allah mutlaka mürşidine ulaştırır, kişi tâbiiyetini gerçekleştirir. Bu 2. kulluktur; 14. basamak. Bu 2. kullukta tâbiiyet sırasında ruh vücudu terk eder, Allah’a doğru bir yolculuğa çıkar, yedi tane gök katını aşarak Allah’a ulaşır. Bu ruhun Allah’a ulaştığı yer, 3. kulluğa ulaşmak demektir; ruhun teslimidir. Daha sonra fizik vücut Allah’a teslim olur. (4. kulluk) Daha sonra nefs, ulûl’elbab makamında Allah’a teslim olur. (5. kulluk) Sonra kişiye gök katları gösterilir. Yedi gök katı boyunca o kişi ihlâs makamındadır; altıncı safhadadır. (6. kulluk) 7. gök katının Sidretül Münteha’sını gördükten sonra o kişiye Allahû Teâlâ Tövbe-i Nasuh çağrısı yapar. Kişi Tövbe-i Nasuh’la tövbe eder. Bu, 28. basamak olan salâh makamının 1. kademesidir. Sonra o kişinin günahları örtülür; salâh makamının 2. kademesi. Sonra o kişiye salâh nuru verilir; 3. kademesi. Daha sonra o kişinin günahları sevaba çevrilir; 4. kademesi. Salâh makamının 5. kademesinde kişi iradesini Allah’a teslim eder. (7. kulluk) Bu, kulluğun sonudur. Kişi bihakkın takvanın sahibi olmuştur. Herkesin ulaşabileceği standartlarda yani resûl veya nebi (nebi resûl veya veli resûl) olmayanların ulaşabileceği nihai kademe, en son kademe burasıdır: İradenin Allah’a teslimi. Burası 7. kulluktur, kulluğun en üst makamıdır. Kişi bihakkın takvanın, hakka tukatihi takvanın sahibi olmuştur. Allahû Teâlâ’nın bizi yaratma maksadına baktığımız zaman gördüğümüz şey odur ki; Allahû Teâlâ bizi Allah’a kul olalım diye yaratmış. Bihakkın kulluğu hedef gösteriyor. Elbette herkes oraya ulaşamaz ama Allah’ın istediği temel hedef odur ve de bütün sahâbenin bu kulluğa ulaştığını görüyoruz. Allah ile olan ilişkilerinizde biliniz ki 7 tane kulluğa davetlisiniz. Böylece 7 tane kulluğun dizaynına bakıyoruz. Kur’ân-ı Kerim 28 basamaktan oluşan bir İslâm merdiveni içeriyor. 1. basamakta insanlar olayları yaşar, herkes yaşar. O kişi olayları yaşadığı için Allah’ın kulu değildir, henüz kul olmamıştır. 2. basamakta olayları yaşayanlar, Allahû Teâlâ kendilerini musibetlerle imtihan ettiği zaman tepkilerini ortaya koyarlar. Bu Allah için bir işarettir. İşte bu ikinci basamaktan sonra ya herkes ikinci basamakta kalır, Allah’a ulaşmayı dilemez ya da Allah’a ulaşmayı diler ve 3. basamağa geçer. Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerin hiçbirisi 3. basamağa ulaşamaz, 2. basamakta kalırlar. Önemli olan Allah’a ulaşmayı dilemektir. Dileyen kişi mutlaka 3. basamağa ulaşır. 3. basamak, 1. kulluğu ifade eder. 3. basamakta olan kişi 1. kulluğa ulaşmıştır, Allah’a kul olmuştur. Allah’a ulaşmayı dileyen herkes şeytanın kulu olmaktan kurtulmuştur, Allah’ın kulu olmuştur. İşte Zümer Suresinin 17. ayet-i kerimesi, bu büyük hakikati bize söylüyor. Allahû Teâlâ diyor ki: Vellezînectenebût tâgûte en ya'budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). “Onlar (sahâbe) taguta, şeytana kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar ve Allah’a yöneldiler.” Allah’a yöneldikleri için taguta kul olmaktan kurtuldular çünkü Allah’a yönelen herkes Allah’a kul olmanın birinci safhasına adım atmıştır, Allah’ın kulu olmuştur. O artık şeytanın kulu değildir. Bu ayet bunu ispat ediyor. Allahû Teâlâ orada diyor ki: “Onlar taguta kul olmaktan içtinab ettiler, kaçındılar, kendilerini kurtardılar çünkü Allah’a yöneldiler. Onlara müjdeler vardır, kullarımı müjdele.” Zümer Suresinin 17. ayet-i kerimesi, sahâbenin taguta (insan ve cin şeytanlara), şeytana kul iken, Allah’a ulaşmayı dileyerek Allah’a kul olduğunu ispat ediyor. Başlangıçta bütün insanlar şeytanın kuludurlar. Allahû Teâlâ buyuruyor ki: 24/NUR-21: Yâ eyyuhellezîne âmenû lâ tettebiû hutuvâtiş şeytân(şeytâni), ve men yettebi’ hutuvâtiş şeytâni fe innehu ye’muru bil fahşâi vel munker(munkeri) ve lev lâ fadlullâhi aleykum ve rahmetuhu mâ zekâ minkum min ehadin ebeden ve lâkinnallâhe yuzekkî men yeşâu, vallâhu semî’un alîm(alîmun). Ey âmenû olanlar, şeytanın adımlarına tâbii olmayın! Ve kim şeytanın adımlarına tâbii olursa o taktirde (şeytanın adımlarına uyduğu taktirde) muhakkak ki o (şeytan), fuhşu (her çeşit kötülüğü) ve münkeri (inkârı ve Allah’ın yasak ettiklerini) emreder. Ve eğer Allah’ın rahmeti ve fazlı sizin üzerinize olmasaydı (nefsinizin kalbine yerleşmeseydi), içinizden hiçbiri ebediyen nefsini tezkiye edemezdi. Lâkin Allah, dilediğinin nefsini tezkiye eder. Ve Allah, Sem’î’dir (en iyi işitendir) Alim’dir (en iyi bilendir). “Sakın şeytanın adımlarına tâbii olmayın çünkü şeytan onun adımlarına tâbii olanlara münkerle ve fuhuşla emreder.” Öyleyse kimlere emrediyor? Kullarına emrediyor. Allah’a kul olmayan herkes, Zümer Suresinin 17. ayet-i kerimesi gereğince şeytana kuldur. Bütün insanlar doğuşlarından itibaren şeytana kuldurlar. Allah’ın kulu olmayan herkesin şeytana kul olduğunu görüyoruz. Allahû Teâlâ Zümer-17’de bunu açıkça ifade etmiş oluyor. Yani sahâbe de eğer Allah’a ulaşmayı dilemeselerdi şeytana kul olmakta, şeytanın kulu olmakta devam edeceklerdi. Allah’a kul olmakla şeytana kul olmak arasındaki ayrım, mü’min ve kâfir ayrımını da ihata ediyor. Allah’a kul olanlar mü’mindirler, şeytana kul olanlar kâfirdirler. İşte Allahû Teâlâ Sebe Suresinin 20. ayet-i kerimesinde şöyle söylüyor: 34/SEBE-20: Ve lekad saddaka aleyhim iblîsu zannehu fettebeûhu illâ ferîkan minel mûminîn(mûminîne). Ve and olsun ki iblis, onlar üzerindeki zannını (hedefini) yerine getirdi. Böylece mü'minleri oluşturan bir fırka (Allah'a ulaşmayı dileyenler) hariç, hepsi ona (şeytana) tâbii oldular. Allahû Teâlâ insanlardan, şeytandan ve kıyâmet gününden bahsediyor. “Kıyâmet günü şeytan, insanlara olan vaadini, hedefini gerçekleştirdi. Mü’minleri oluşturan bir tek fırka hariç bütün fırkalar şeytana kul oldular.” diyor. Demek ki sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler ki onlar mü’minlerdir; kendilerini şeytana kul olmaktan kurtarmışlar ama geri kalanların hepsi şeytana kul olmuşlardır. Yani Allah’a ulaşmayı dileyenler Allah’ın kuludur ama geri kalan herkes şeytanın kuludur. Mü’minleri oluşturan sadece bir tek fırka olduğuna göre, Allah’a ulaşmayı dileyenler mü’min ve dilemeyenlerin hepsi kâfirler sınıfında mütâlea ediliyor. Allah ile olan ilişkilerimizde şeytana kul olmaktan kurtulduğumuz nokta, demek ki kendi irademizle karar vererek Allah’a ulaşmayı Rabbimizden dilediğimiz noktadır. Kalpten bir dilek: “Yarabbi, ben ruhumu ölmeden evvel Sana ulaştırmak istiyorum. Nasıl Senin binlerce evliyan, ermiş evliyan Sana ulaşmayı dilediler ve Sana ruhlarını ulaştırdılarsa, böylece Allah’a ulaşmayı dileyip Sana ulaştıkları anda şeytana kul olmaktan kurtulmuşlarsa, ben de şeytana kul olmaktan kurtulmak ve Sana kul olmak istiyorum.”Böyle bir talep Allahû Teâlâ tarafından anında işitilir ve bilinir. Bilinince de Allahû Teâlâ derhal harekete geçer ve o kişinin Allah’ın kulu olması böylece tahakkuk eder. Allah’a ulaşmayı dilediği ana kadar bütün insanlar şeytanın kuludur. Dilediği an, şeytanın kulu olmaktan mutlak olarak kurtulur ve Allah’ın kulu olur. İşte burası kişinin Allah’ın kulu olduğu noktadır. O kişi çünkü Allah’a ulaşmayı dilemiştir. O Allah’a ulaşmayı dileyenler hidayet üzere olurlar, şeytana kul olmaktan Allah’a ulaşmayı diledikleri anda kurtulmuşlardır, Allah’ın kulu olmuşlardır. Bu, konumuzun birinci safhasıdır. Sadece Allah’ı ulaşmayı dileyenler bu hedefe ulaşabilirler, Allah’ın kulu olabilirler. Aranızda hâlâ Allah’a ulaşmayı dilemeyenler var mı? Neden sevgili kardeşlerim? Neden ulaşmayı dilemiyorsunuz? Bilin ki kendinize şu dünya ve ahiret hayatınızda yapabileceğiniz en büyük kötülük budur. Allahû Teâlâ sizden zor bir şey mi istiyor? Bir tek dilek! Kalbinizden Allah’a ulaşacak bir dilek: “Yarabbi, ben Senin nasıl binlerce evliyan varsa, ermiş evliyan, ruhunu Sana ulaştırmış evliyan; ben de onlardan birisi olmak istiyorum. Senin dostlarından birisi olmak istiyorum. Ben de Allah’a ulaşmayı diliyorum. Beni de Sana ulaştır, benim de ruhumu Sana ulaştır Yarabbi.” Böyle bir talebi yapan herkes mutlaka şeytanın kulluğundan kurtulur, Allah’ın kulu olur. Demek ki Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse Allah’a kul değildir. Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel insanlar dalâlettedirler, küfürdedirler, gidecekleri yer cehennemdir, şeytanın kuludurlar, hüsrandadırlar, şirktedirler. Allah’ın kulu olmayan herkes bütün bu vasıfların sahibidir. Onlar 1. ve 2. basamakta olanlardır ama Allah’a ulaşmayı dileyen kişi 3. basamaktadır ve Allah’ın kulu olmuştur. Bunun manası; Allah derhal Rahîm esması ile o kişinin üzerinde tecelli edecektir, o kişiye ilk iş olarak furkanlar verecektir. Gözlerinin üstündeki hicab-ı mestureyi alacaktır. Görme hassasının üzerindeki gışaveti alacaktır. İşitme hassasının mührünü açacaktır. Kulaklarındaki vakrayı alacaktır. Kalbinin mührünü açacaktır. Kalbindeki ekinneti alacaktır. Kalbine ihbat koyacaktır. Bir insanın kalbinde başlangıçta küfür yazmaz. Ne zaman ki bir insan Allah’a ulaşır, sonra fıska düşer, Allahû Teâlâ ona bir defa daha Allah’a ulaşması için imkân verir. Kişi ikinci defa ruhunu Allah’a ulaştırdıktan sonra gene fıska düşerse, bu üçüncü fısk olur. Çünkü bütün insanlar doğuşlarından itibaren fısktadırlar. Allah’a ulaşmayı dileyen kişi fısktan kurtulmuştur. Bu onun birinci fısktan kurtuluşudur. Ruhunu Allah’a ulaştırdığı zaman hidayete erer ama oradan sonra fıska düşerse bu ikinci fısktır. Sonra kişiye ruhunu bir defa daha Allah’a ulaştırma imkânı verilir, ruhunu Allah’a ulaştırır. Bundan sonra kişi fıska düşerse bu üçüncü fısktır. Üçüncü fısktan sonra artık kişinin kurtulması mümkün değildir, Allahû Teâlâ o kişinin kalbini mühürler ve o kişi bir daha hidayete eremez. Allah’a kul olma standartlarında da bir kişi Allah’a ulaşmayı dilemedikçe tagutun kuludur, şeytanın kuludur. Allah’a ulaşmayı dilerse, bu noktada şeytana kul olmaktan kurtulur, Allah’a kul olur. Bu noktadan itibaren Allahû Teâlâ ona büyük yardım edecektir çünkü Allahû Teâlâ’nın o kişiye sözü vardır; mutlaka Kendisine ulaştıracaktır. 42/ŞURA-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu). Dinde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiğimiz (farz kıldığımız) şeyi (şeriati); “Dini ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dinde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahy ederek, size de şeriat kıldık. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine hidayet eder (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır). Kişi böylece Allahû Teâlâ’ya ulaşmayı diledikten sonra, Allahû Teâlâ ona yardımlarını ardı ardına göndermeye başlar. Allahû Teâlâ o kişiyi teçhiz eder, cihazlandırır. Allah’a ulaşmayı dilemesi zaten o kişiyi cehennemden kurtarmıştır ve Allahû Teâlâ bu kişiye 7 tane furkan verir. 1- Onun gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. 2- Görme hassasının üzerindeki gışaveti alır. 3- Kulaklarındaki vakrayı alır. 4- İşitme hassasındaki mührü açar. 5- Kalbindeki mührü açar. 6- Kalbindeki ekinneti alır. 7- Ve kalbine ihbat koyar. Allahû Teâlâ’nın verdiği bu 7 tane hediyenin yedisi de Allah’ın ihsanıdır ve bu kişi Allahû Teâlâ’dan 7 tane ihsan aldığı bu seviyede, yeni bir hamle daha yapacaktır. Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye Allahû Teâlâ mürşid sevgisi verir. Böyle bir şey için Allahû Teâlâ o kişiyi mürşidine ulaşması konusunda hacet namazı kılması gerektiği kişiye tebliğ edilir. Bu kişi hacet namazını kıldığı zaman Allahû Teâlâ mutlaka ona mürşidini gösterecektir. Öyleyse mürşidini gördüğü zaman bu kişi ona tâbii olacaktır. Tâbii olduğunda bu kişiye Allahû Teâlâ 7 tane nimet verecektir: 1- Devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelip yerleşecektir. 2- O kişinin ruhu vücudunu terk edip Allah’a doğru yola çıkacaktır. 3- O kişinin kalbinin içine Allah imanı yazacaktır. 4- O kişinin bütün günahları sevaba çevrilecektir ve aynı zamanda Allahû Teâlâ o kişiye o güne kadar kazandığı bir tek derece için 10 katını verirken o günden itibaren 100 katını vermeye başlayacaktır. 5- Nefs tezkiyesine başlayacaktır. 6- Nefsi nefs tezkiyesi yaptığı için, fizik vücudu afetlere karşı güçlenecektir çünkü nefs tezkiyesi sebebiyle afetlerin giderek sayısı azalacaktır. 7- İradenin güçlenmesi söz konu olacaktır. Mürşidine tâbii olduğu noktadan itibaren Allahû Teâlâ kişinin kalbine iman kelimesini yazdığı için, kişinin zikir yapması sureti ile Allah’ın katından gelen fazl, rahmet ve salâvat nurlarından fazıllar, kişinin kalbine girmeye başlar. Çünkü Allahû Teâlâ’nın yazdığı iman kelimesi, fazıllar için çekim gücüne sahiptir. Fazıllar o kişinin kalbinde toplanmaya başlayacaktır. 14. basamakta tâbiiyetle birlikte o kişinin kalbinde fazılların toplanmaya başlaması, o kişinin nefs tezkiyesi yaptığını ifade eder. Burası 2. kulluktur. Mürşide tâbiiyet, kişinin Allah’a 2. defa kul olduğunu gösterir. Allah’a ulaşmayı dilemeden evvel bu kişi şeytanın kuluydu, Allah’a ulaşmayı diledi 1. kulluğa ulaştı. Mürşide ulaştığı zaman kişi 2. defa Allah’a kul olmuştur. Kulluğu bir kademe yükselmiştir. Tâbiiyetin gerçekleşmesi ile birlikte ruh, vücuttan ayrılmış ve nefs tezkiyesi ile birlikte Allah’a doğru seyri sülûk isimli bir yolculuğa çıkmıştır. Ruh, nefsinin her %7 nur birikiminde bir gök katını aşacak, neticede yedi tane gök katını geçecek ve Allah’ın Zat’ına ulaşacaktır. Ulaştığı an, ruh Allah’ın Zat’ında yok olur. Ruhun Allah’a ulaşıp Allah’a kul olması 3. kulluktur; 22. basamaktır. 23. basamakta kişiye Allah’ın katında bir taht verilir. 24. basamakta bu kişi günün yarısından daha fazla zikretmeye başlar. Kişi böylece zahid olur, züht sahibi olur, nefsinin kalbindeki nurlar %70’i aşar. Bu nurlar ne zaman %81’i bulursa kişi fizik vücudunu Allah’a teslim eder. Fizik vücut bu noktada içi %81 nurla dolduğu için, geri kalan %19 afetlere aldırmaz, Allah’ın bütün emirlerini yerine getirir, yasak ettiği fiilleri işlemez. Burası o kişi için 4. kulluktur. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden herkes, 4. kulluğun sahibi olur. Allah’a ulaşmayı dilediği an: 1. kulluk, Mürşidine ulaşıp tâbiiyette: 2. kulluk, Ruhun Allah’a ulaşması ve tesliminde: 3. kulluk, Fizik vücudun Allah’a tesliminde: 4. kulluk. Fizik vücudun nefsinin kalbinde %81’i aşan bir nur birikimi, o fizik vücudun Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hedefe ulaşmasını sağlar. Burası 4. kulluktur. Kişi neticede daimî zikre ulaşacaktır. Daimî zikre ulaşan bu kişi 5. kulluğun sahibi olur. Kim daimî zikre ulaşmışsa o, nefsinin kalbinde hiç afet kalmayan birisidir. Daimî zikir sebebiyle nefsinin kalbindeki bütün afetler yok olur çünkü kalbe devamlı olarak Allah’ın nurları girmekte ve kalbi bütün boyutlarıyla pırıl pırıl aydınlık tutmaktadırlar.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 2 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
|
|