![]() |
#1 |
![]() Güneş esmerleştirdiği ve kavurduğu ayçiçeği tarlaları yol boyu Salih’e refakat etmekteydiler.
Salih üniversitedeki ilk senesini başarıyla tamamlayıp eve sevdiklerine kavuşacak olmasının heyecanını yaşamaktaydı, ama en çok annesini özlemişti. Annesi Zehra Hanım köyün en sevilen ve en hamarat kadınıydı komşuları ne zaman bir davet verecek olsalar hemen Zehra Anaya başvururlardı. Zehra Anada kimseyi geri çevirmez herkese yardım etmek isterdi. O saf dirayetli tam bir Anadolu kadınıydı. Kocasını kaybettiğin de daha genç yaşların da olmasına rağmen daha sonra hiç evlenmedi kendisini iki oğluna adayıp onlara hem analık hem de babalık yaptı büyük oğlu semih bir akrabalarının da yardımıyla Belçika ya işçi olarak gitti orada iyi bir iş buldu, evlendi iki sene önce de bir kızı oldu güzel iyi yürekli bir hanımı var ve mutlu bir hayat sürmekte. Salih her sene izin alıp köyüne gelemese de annesini hiç mektupsuz bırakmaz bazen de köyün tek telefonu olan Muhtarın telefonu aracılığıyla konuşurlardı. Zehra Hanım buna da şükür diyor hele onlar mutlu olsunlar da gayri ötesi önemli değil diye içinden geçiriyordu. Salih’in otobüsü Gelibolu’ya yaklaşmıştı köyüyle arasında sadece bir vapur yolculuğu kalmıştı otobüsün içinde iniş hazırlığı başlamıştı. Salih önce üst raftan el çantasını kucağına aldı. Yanındaki yolcudan müsaade isteyerek koridora rakip kapıya doğru yanaştı. Otobüs durdu Salih indi muavine çantasını gösterdi çantasını alıp teşekkür etti ve kafasını denize doğru çevirdiğinde vapurun hareket etmek üzere olduğunu gördü. Oradan hızla vapura koştu yetişti nihayet vapura binebildi içinden iyi dedi bekleyip zaman kaybetmedim iki dakika sonra insem bir saat bekleyecektim burada diye düşündü. Ellerinde bavul vapurda ön taraflara doğru ilerledi bir yer arıyordu birden fikir değiştirdi altı saattir oturuyorum biraz ayakta dikileyim hem de temiz deniz havası alırım düşüncesiyle dışarı çıktı geminin balkonun da yaslanarak karşı yakayı Lapseki yi köyünü seyretmeye daldı rüzgarın taradığı gür ve uzun saçları daha bir güzel gözüküyordu. Salih daldığı bir anda omzunda bir eli hissederek irkildi. Arkasını dönünce karşısında Manav Ahmet amcayla karşılaştı ooo Ahmet Amca dedi ver elini öpeyim. —Sağ olasın evlat hoş geldin okul tatile girdi herhalde. —Girdi ya Ahmet Amca hamdolsun dönüyoruz memleketimize. —Nasıl geçti okul? Dersler nasıl, gerçi sen sorumluluğu bilen bir çocuksun derslerin muhakkak iyidir. —İyidir Ahmet Amca alttan dersim yok yani zayıfım yok hepsini geçtim. —Aferin, Aferin senden de başka bir cevap beklemezdim zaten. —ee Ahmet Amca nasılsın sağlığın sıhhatin iyidir inşallah evdekiler onlarda iyiler mi? —İyiyim Sahihim hamdolsun kendimizi idare ediyoruz evdekilerde iyiler. Yaramaz bir durum yok. —Sen neler yapıyorsun Salih, düzgünce okuyup okulunu bitir, malum duyuyorum üniversitelerde öğrenciler güya vatan kurtaracaklar birbirlerini kırıyorlar hiç anlamıyorum onları. —Yok Ahmet Amca benim kavganın olduğu yerde işim yok. —Aferin, Aferin evlat sen okumana bak. —Ben de bu ülkenin geleceğini en az onlar kadar düşünüyorum ama yöntemim farklı ben bu arada etliye sütlüye karışmamaya da karşıyım bu ülkenin geleceği için taşın altına elimi sokmaya hazırım nemelazımcı değilim ama kavgasız dövüşsüz olmalı, birbirimizden güç alarak yapmalıyız. —Bu arada Ahmet Amca sen nereden geliyorsun. —Ben mal aldım Gelibolu dan halden de malı getiren toptancının işçileriyle bazı sorunları çıkmış herhalde mal gelmeyince bende almaya geldim taşıyabileceğim kadar küfemi doldurdum dönüyorum. Vapur yavaş yavaş Lapseki ye yanaşıyordu. Salih’in heyecanı artmıştı özlemişti köyünü. Salih benim bavulum bir tane bir elim boş senin küfen ağırdır elindeki çantayı ben alayım Ahmet amca dedi. —İyi olur bende doğrusunu söylemek gerekirse mahalleden birisini görsem de bana yardım etse diye etrafıma bakınıyordum. Seni gördüm. Salih bavulunu ve Manav Ahmet’in çantasını aldı. Manav Ahmet de küfeyi yüklendi Vapur’dan inip yerine doğru ilerlediler. Görevli halatı iskeleye bağladı ve diğer görevliler kızağı sürdükten sonra insanlar vapurdan inmeye başladılar. Onları iskelenin önünde mısırcı, simitçi ve şıracı karşıladı. Bir koşuşturma içersinde hareket ediyorlardı. Manav Ahmet’le Salih yükleri yüklenmiş yolun karşısını geçtiler Lapseki’nin meydanına vardılar. Güneş öğle vakti tam tepe noktasındaydı. Püfür püfür esen rüzgâr onlara veda etmişti. Salih’in dikkatli bir şey çekmişti ufak bir eksiklik fark etti. Ufak ama köyün tüm kompozisyonu etkileyen bir eksiklik Ayakkabıcı Bekir Amcanın dükkânı boştu. Hayırdır Ahmet Amca Bekir Amcaya ne oldu hasta filan mı neden dükkanı boş Suratı birden değişerek . —Sorma Salih turp gibi adam bir günde gitti, sabah rahatsızlandı gecesi hastanede hakkın rahmetine kavuştu. Ecel işte kimin ne olacağı hiç belli değil. —Deme be Ahmet Amca Allah rahmet eylesin iyi insandı neyse geride kalanlara Allah sabır ve uzun ömür versin,Oğlu Ali benim liseden arkadaşımdı ona da uğrayıp bir baş sağlığı dilemek lazım. Manav Ahmet in dükkanının önüne geldiler Manav Ahmet sağ olasın Salih dedi.Salih elindeki çantayı dükkana bıraktı. Dükkan evlerine yakındı sokağın sonundaki ev onlarındı bavulu alıp eve yürümeye başladı eve yaklaşmıştı tam o sırada karşısına komşusunun kızı Hatice çıktı Hatice Salih’i görünce heyecanlanmıştı.Salih ile aynı yaşta olmalarına karşın aralarında bir mesafe olması adına Hatice hoş geldin Salih ağabey dedi. —Sağ olasın Hatice nasılsın. Diye halini hatırını sordu Hatice de —İyiyim ne olsun günlük işlerle günümüz geçmekte Ve ekledi. —Yorgunsundur. Seni eylemeyim hem ananı da özlemişsindir. —Özledim tabi özlemem mi. Tam eve yönelmişken anası cama çıkmış çiçeklere su vermekteydi kafasını yoldan tarafa dönüp Salih’i görünce oğlum! dedi ve kapıya yöneldi Salih açık kapıdan girer girmez Anasıyla karşılaştı Anasına sarıldı. Annesi Salih’im hoş geldin oğlum dedi şükür kavuşturana. Salih seni iyi gördüm Anacığım dedi iyisin inşallah Annesi de iyiyim oğul hamdolsun kendimi idare ediyorum daha ne olsun dedi.Sen nasılsın oğulcum bende seni iyi gördüm ama ben radyoda ki haberleri dinlerken üniversitedeki kavga haberlerini duyuyorum içim her seferinde cız ediyor.Gerçi biliyorum senin o işlerle uğraşmayacağını ama ne biliyim oğlum sen karışmasında onlar gelir sana karışır veya bir yere bomba filan koyarlarda Allah korusun sen oradan geçiyor olursun işte böyle evhamlanıyorum ne yaparsın Ana yüreği merak etme Ana Allah a emanetiz sen duanı esirgeme eyvallah hiçbir şey olmaz.Esir germiyim oğul her namazımdan sonra hem sana hem bütün gençlere ediyorum her kesin anası babası var neyse oğlum sen yol yorgunusundur git elini yüzünü yıka ben bu arada sofrayı hazır edeyim bak sana neler yaptım Anacığım zeytinyağlı dolma da yaptın mı ? yapmam mı oğul aşure bile yaptım malum aşure ayındayız sende çok seversin bilirim sevmem mi Anam hem de sen yapınca. Anam Allah eline koluna zeval vermesin . Salih elini yüzünü yıkayıp annesinin kendisi için hazırladığı yer sofrasına çöktü yer sofrasını da çok özlemişim Anacığım dedi.Bismillah diyerek evde yapılmış odun ekmeğini bölerek başladı yemeye. Anasının yaptığı bütün yemeklerden yemiş yolun yorgunluğuyla birlikte üstüne bir ağırlık çökmüştü. Anası Salih’in göz kapaklarının düştüğünü görünce oğul yorgunsun döşeğini yapayımda yat dedi. — Evet Anacığım iyi olur dedi ve kaktı üstünü çıkarıp çizgili pijamalarını giydi. Odasına çıktı döşeğini özlemişti ne güzel de oluyordu divanda yatmak uzanır uzanmaz uykuya dalmıştı. Annesi sofrayı kaldırdıktan sonra üstünü giyinip dışarı çıkmıştı bir adağı vardı geçen ay bir rüya görmüştü kötü bir rüya hemen aklına Salih gelmiş hem iki rekat namaz kılıp yarabbi onu bana bağışla eyer eve sağ salim gelirse geldiği gün güneş batmadan bir kulunu sevindireceğim demişti bu adağını gerçekleştirmek için meydana gidiyor. Köyün gariplerinden ilk karşıma kim çıkarsa onu sevindirecekti. Meydana doğru giderken Hatice’nin annesi yan komşuları Fatma Hanımı gördü Fatma Hanım. —Gözün aydın Zehra Abla Salih’im gelmiş. —Sağ olasın Fatma kardeş geldi hamdolsun. —Hayırdır böyle nereye gidiyorsun. Zehra Ana hiç dedi. Meydana kadar iniyorum bir şeyler alacaktım dedi. Selamlaşıp ayrıldılar. Zehra Ana tam meydana varmak üzereydi ki köyün gariplerinden Hasan Emmiyi gördü.Hasan Emmi kimseyle konuşmaz kendi halinde mahzun mahzun dolaşırdı.Hemen yanına sokulan Zehra Ana Hasan Emmi dedi al şunu kendine bir şeyler alırsın dedi eline on lira sıkıştırdı.Hasan Emmi bir paraya birde Zehra Ananın suratına baktı garip bir şekilde. Allah’ın dediği olur Zehra Bacı dedi ve yürüdü gitti.Zehra Ana Amin dedi ve Arkasından bakakaldı. Zehra Ana adağını yerine getirmenin rahatlığıyla evine doğru yol aldı. Lapseki ufak bir yer olmasına karşın devrin şartları orada da geçerliydi. Gençler ikiye bölünmüş kendilerinin varlığını karşılarındakilerin yokluğunda arıyorlardı ve birbirlerine hayat hakkı tanımıyorlardı. Meydanın arka tarafında eski lisenin yanındaki binanın giriş katını siyasi propaganda amaçlı kiralamışlar içerde hareketli bir seminer vardı. Camlar gazete kağıtlarıyla örtülmüş ama içerdeki hareket ses olarak dışarıya yansımaktaydı konuşmacının heyecanlı konuşması alkışlarla kesilmekteydi binanın önünden geçen herkes dönüp o yöne içerde ne oluyor acaba diye meraklı gözlerle bakarak geçmekteydi. Lapseki küçük bir yerdi bu tip faaliyetler çok fazla merak uyandırıyordu. Salih ikindi ezanı okunurken uyandı iyi uyumuşum dedi gözlerini ovuşturarak kalktı banyoya yöneldi elini yüzünü yıkayıp odasına döndü sonra valizini açıp eşyalar daha fazla buruşmasın diyerek dolabına yerleştirdi kitaplarını kütüphanesine yerleştirdi. En kolaya şu an okuduğu Şevket Süreyya Aydemirin Tek Adam kitabının ikinci cildiyle Nihat Sami Banarlı’ nın Türkçenin sırlarını koydu. Sonra sahaflardan aldığı Atatürk’ün gençliğe hitabesini yattı yere bakan dolabın yanına yapıştırdı. Altına da yine sahaflardan aldığı M. Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitlerine şiirini yapıştırdı.Birde elinde sınıftaki kız arkadaşı Nesibe’nin onun yerine ödevini yaptığı için hediye ettiği İstanbul’un Sultan Ahmet ve Ayasofya temalı bir gravürü vardı.Onu da güzelce karşı duvara astı eşyalarını yerleştirdikten sonra bir an önce çıkıp arkadaşlarını görmek istiyordu.Kendisi gibi üniversiteyi kazanmış dört kişi vardı bunlar aynı zaman da Salih’in en iyi arkadaşlarıydı lisedeyken de beraber dolaşırlar yedikleri ayrı gitmezdi Tilki Selim Ankara üniversitesi iktisat fakültesinde ,Feylesof Ahmet İzmir Dokuz Eylül Felsefe bölümünde ,Paranoyak Mustafa İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde ,Çilingir Recep de Ankara Gazi Üniversitesi Matematik bölümünde okumaktaydılar. Salih onları nerede bulacağını biliyordu.Sahildeki çay bahçesinde dedi içinden arkadaşlarının okudukları üniversiteden döndüklerini biliyordu.Onlar firesiz muhakkak oradadırlar dedi içinden ayakkabılarını giyip dışarı çıktı mahallesi hep aynıydı. Yoğurtçu tablalarını yan komşuları Melahat teyzelerin merdivenlerine koyup oturmuş mendiliyle terini silerek dinlenmekteydi.Salih ona da selam vererek geçti.Salih’i gören herkes selam veriyor halini hatırını derslerini sorduktan sonra herkes ağız birliği etmişçesine aman oğlum sen derslerine bak kavgaya gürültüye karışma diye telkinde bulunuyordu Salih çay bahçesine vardı önce kasadaki bahçenin sahibi Enver abiye uğrayıp selam verdi Salih burada yazları okul harçlığını çıkarmak için çalışmış Enver abisinin çok iyiliklerini görmüştü Enver bey görmüş geçirmiş okumaktan hoşlanan kültürlü biriydi İstanbul’da yayıncılık çevresinde beyağa nüfusu vardı Salih Enver abisiyle halleştikten sonra nerede bizim kiler diye sordu Enver ağabeyside her zaman ki yerlerindeler dedi.Salih dışarı çıktı En son masada her zaman ki yerlerinde buldu onları Tilki Selim ile Feylesof Ahmet tavla atıyorlar paranoyak Mustafa yla çilingir recep onları seyrediyordu onların tavla maçları çok hararetli ve komik geçerdi Salih masaya yaklaştı merhaba millet dedi hepsi onun yüzüne baktı, hepsi aynı anda ayağa kalktı ooo hoş geldin üstat dediler ve sarıldılar hoş beşten sonra oturdular Feylesof Ahmet arkadaşın ifadesini almaya bir el kaldı Üstatçığım bize müsaade edersin dimi? Dedi.Salih tabi dedi bende özlemişim aranızdaki maçları garsona işaret ettiler,beş çay istediler son eli her zaman ki gibi iddialı olmasına rağmen Feylesof Ahmet kaybetti.Tilki Selim bak Ahmet’im dedi stratejisiz oynuyorsun o anda aklına gelen hamlelerle oyunu oluşturuyorsun o yüzden benim tuzaklarıma düşüyorsun Tamam! Tamam! Anladık, dedi uzatma iyi ki bir yendin .Tilki Selim kahkahayı patlattı ne biri ne ikisi hep ben yeniyorum birader dedi. -Tamam ya üstat gelmiş biz ne yapıyoruz. -Sende az değilsin Ahmet ha Üstadı araya sokup kendini sıyırmaya bakıyorsun ama neyse üstadın yüzü suyu hürmetine senin üstüne gelmeyeceğim . Salih lafa girdi sizi bıraktığım gibi buldum aynı yerde ve aynı muhabbet üzre neden zamanınızın büyük kısmını burada boş boş geçiriyorsunuz bizler bu Ülkenin geleceği değimliyiz ama maalesef gençlerimiz .ya birbirlerine saldırıyorlar yada etliye sütliye karışmıyor nemelazımcı bir tavır takınıyorlar.Cahil okumamış halk kesimine pek bir lafım yok ama bir üniversite öğrencisi biraz düşünerek hareket etmeli kendini bu ülkenin geleceğinin teminatı, aydını olarak görmeli yarınlara bu toplumu hazırlayacak bir şekilde birikimli olarak yetiştirmeli kendisini malum toplumlar ancak nitelikli bir aydın zümresi önderliğinde muasır medeniyetler seviyesine yüksele bilirler.Kalifiye bir aydın zümresi olmayan bir toplumun ilerleme ihtimali vasıtasız bir ağacın gitme ihtimali kadardır. Herkes susmuş Salih’i dinliyordu Salih içinizden yine nasihatlere başladı diyorsunuz ama “Bunlar çok önemli şeyler”. Arkadaşları hep bir ağızdan haklısın dediklerin doğru dediler Salih malumunuz bugün Ülkemiz anarşi ortamına sürüklenmiş durumda ve bu Ülkenin teminatı olan gençler çoğu da Üniversiteli maalesef bir hiç uğruna harcanıyorlar haklısın ,haklısın biz ne yapabiliriz ki dedi Feylesof Ahmet Salih çok şey diye cevap verdi bizler çaresiz insanlar değiliz ki hepimiz farklı farklı üniversitelerde okumaktayız .Bir damla suyun israfına bile tahammül edilmezken bu ülkenin yarınları olan gençlerin bu kıyımına nasıl tahammül edebiliriz. Nasıl birileri bu anarşi ortamının oluşması için çaba sarf ediyor ve bunu çeşitli yollardan gerçekleştiriyorsa bizde onların kullandığı yöntemi kullanarak anarşi ortamının karşısında tavır alarak gündem oluşturabiliriz çünkü ben şuna eminim ki bu işin içerisine girmiş bire bir bu faaliyetlerin içinde olanlar bile yaşadıkları bu ortamdan mutlu değiller ama seçenekleri olmadığından devam ettiriyorlar bu oyunu Tilki Selim lafa girdi ve dedi ki; haklısın illaki yapılacak bir şeyler her zaman vardır ama bir de gerçekler var bizim şartlarımız ve gücümüz ne yapa bilir ki sence dedi . Salih az önce belirttiğim üzere biz çaresiz değiliz bizden daha zor şartlarda başarı öyküleri yazmakta tarih özellikle de kendi tarihimize baktığımızda bunun örneklerine çok rastlarız bununla ilgili örnek vermek gerekirse kendi tarihimizden bir örnek anlatmak isterim size olay özetle şöyle ki Bizler zamanın da daha Orta Asya da olduğumuz dönemde hakanımız tutsak edilmiş askeri gücümüz dağıtılmış ve çinin esareti altına girmişiz fakat bir Türk komutanı olan Kürşat bu durumu kabul etmeyip bir çıkış yolu aramaktaymış en iyi askerlerinden kırk kişilik bir birlik oluşturmuş onlara demiş ki: Bu esaret altındaki hayattansa kendi belirlediğimiz şartlarda ölmek yeğdir. Benim bir planım var biz Çin prensini kaçırıp serbest bırakmamız karşılığında bir takım isteklerde bulunacağız.Eğer ki prensinizi bırakmamızı istiyorsanız hakanımız serbest bırakacak savaş araç ve gereçlerimizi bize teslim edecek siziniz diye aksi halde prensinizi öldürürüz buna karşılık askerleri dediler ki nasıl kaçıracağız prensi hem de kırk kişiyle —Malumunuz prens haftanın bir günü halkı ziyaret etmek için saraydan çıkar biz o gün onun yolunun üstüne pusu kuracağız ve ani bir baskın ile prensi kaçıracağız.Bu yolda ölmekte var ama ben bunu başarabileceğimize inanmaktayım.benim ile inananlar gelsin diyince hepsi birden kabul ettiler Ve gün geldi Kürşat ve askerleri prensin yolu üzerindeki en müsait yere pusuyu kurup beklemeye başladılar. Derken bardaktan boşalırcasına bir yağmur başladı ve yağmur uzun bir süre devam edince prens gezisini iptal etti. Kürşat ve askerleri bu haberi alınca Kürşat askerlere dönüp buradan dönüş yok bizde gidip sarayı basar prensi oradan kaçırırız dedi. Askerler şaşırsalar da onlarda kabul ettiler .Bu çok kolay kabul edilecek bir şey değildi çünkü ölme ihtimali çok yüksekti.Kürşat askerleriyle yola çıktılar saraya baskın düzenlediler sarayda olan üstü bir çabayla karşı tarafa baya zayiat verdiler ama kendileri de yarıya inmiş ve çarpışmaktan yorulmuşlardı ama bu sayılarına rağmen vuruşarak prensin odasına karşı çıkmışlardı bu sırada askerler etraflarını sarmış ölüm onlar için kaçınılmaz bir hal almıştı.Onlar bu halkayı yararak kaçmışlar vuruşa vuruşa baya saraydan uzaklaşmışlar ama geriye kalan Kürşat’la birkaç askeride vuruşa vuruşa can vermişlerdi.Amaçlarına belki ulaşamamışlardı lakin bu yapmış oldukları baskın boylar arasında dilden dile konuşulmuş ve herkesi hem gururlandırmış hem de umut kaynağı olmuştu ve onlara şunu düşündürmüştü onlar kırk kişiyle bunları yapabiliyorlarsa biz bir araya gelirsek neler yapmayız.Bu hikaye Salih’in arkadaşları üzerinde çok büyük bir etki bıraktığı her hallerinden belliydi Salih son olarak lafını işte bizde belki insanların içindeki o ateşi alevlendiririz bir şeyler yapmaya teşvik ederiz ve bu içinde bulunduğumuz ortamdan kurtulmaya vesile olabiliriz diye lafını bağladıktan ve bardağındaki çayı içtikten sonra bana müsaade beyler dedi ve ayağa kalktı malum bu gün tatilin ilk günü anam beni bekler dedi.Salih son anda hatırlayarak dedi ki ben yarın şehitliğe ziyarete gitmeyi planlıyorum sizde gelirseniz hem şehitliği ziyaret eder hem de piknik yapabiliriz dedi arkadaşlarının hepsi birbirine baktı ve gözleriyle anlaştıktan sonra iyi olur bu şekilde değişiklik de olmuş olur sabahtan akşama kadar burada oturuyoruz dediler tamam o zaman dedi.Salih sabah dokuz buçuk da vapur iskelesinde buluşalım dedi ve kalktı hepsine iyi akşamlar dedikten sonra gitti .
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|