![]() |
#1 |
![]() Allah Resûlü (sav), yaşlı dünyaya teşrif etmeden önce, uzun zamandan beri vahiy kesildiği için hak ve hakikat nerdeyse tamamen yok olmuş, onun yerini cehalet, zulüm ve ölçüsünü kaybeden nefsin kötülükleri almıştı.
Rahmân’ın, peygamberleri vasıtası ile insanlığı uyarmasının ardından çok uzun yıllar geçmişti. Geçen her yıl, onları iyilikten biraz daha uzaklaştırmıştı. Önce hakikate ait bilgi kirletildi. Hak ile batıl alabildiğine birbirine karıştırılarak, doğrular yanlışların içinde yok edildi. İnsanlar ne olduğunu anlamadan şaşkın bir halde yollarını bulmaya çalışırken, hak ve hakikat düşmanları, cehaleti yaymak için var güçleri ile çalışıyordu. İnsanların hakka dair bilgisi kirletilince, yerine batılı koymak kolaylaşmıştı. Uzak beldelerden getirdikleri putlara “Bunlar sizin tanrılarınızdır.” dediklerinde, kimse onlara karşı çıkmadan kabullendi. İnanca, ahlaka, yaşama, fikir ve anlayışlara cehalet hakim oldu. Toplum ölçüsünü, akıl rehberini, yaşam örneğini kaybedince, her alana cehalet hakim oldu. Ölçüsüz, rehbersiz ve örneksiz kalan nefisler, duygularının peşinden felaketten felakete sürüklendiler. Kötülükler akıl almaz boyutlara ulaştı. Kişiler kendilerini insanlıktan çıkaracak yanlışlar yapmaya başlamıştı. Çünkü farkında olmasa da artık onun rehberi, şeytan ve onun en büyük yardımcısı, duygu atına binmiş nefisti. Şeytanın kontrolüne giren rehbersiz nefisin, ne kadar büyük yanlışlar yapacağını onu yaratandan başkası bilemez. Zulüm ve sömürü, doğal hale geldi. Müstekbirler, mustazafları merhametsizce ezdiler. Rabbini tanımayan ölçüsüz nefisler, şeytanla el ele verince, güçlü olanlar, zayıfları ezmeye başladı. Müstekbirler, tek ölçüleri güç olduğu için zayıfın ezilmesini ve onların köleleştirilmesini sıradan ve doğal bir hal olarak gördüler. Zayıfı ezmek onlar için nerdeyse işlerinin bir parçası, hatta sorumlulukları haline geldi. Onları ezip sömürmeden yaşayamayacaklarına inandılar. ... ve Allah elçisini gönderdi Kullarına kendilerinden daha merhametli olan Allah, onların kendilerini helak etmemeleri için, insanlığa Kainatın Efendisi, Sevgililer Sultanını gönderdi. O’nu ebedi mucize olan Kur’ân ile destekledi. Bizzat Kur’ân ile Habîb’ine yol gösteren Allah, O’na önce akrabalarını, sonrada Mekkelileri uyarmasını ve onlara kendisinin Allah’ın Resulü olduğunu bildirmesini emretti. Allah Resûlü (sav), emri yerine getirince, kibirlenen Mekkeliler, önce bir şey demediler. Küçümseyip, güldüler. Alay ettiler, hafife alıp kaş göz hareketi yaptılar. Bir taraftan da, ‘ya insanlar onu dinlerse’ diye endişeleniyorlardı. Bunun için bütün toplumu sosyal ve psikolojik baskı altına aldılar. Başına gelecekleri tahmin ettiği için çoğu kimse İslâm’a girmeyi aklından bile geçiremedi. Ancak bütün bunlara rağmen, bir takım kahramanlar çıkarak İslâm’ı kabul etti. Psikolojik, sosyal ve ekonomik baskılar başlıyor Müşriklerin suratı asılmaya ve tehdit etmeye başladılar. Ebû Cehil’in başını çektiği zorba müstekbirler, İslâm’a olumlu baktığını sezdikleri insanları tek tek uyarmaya başladılar. Eğer o kişi, toplumsal statüsü yüksek birisi ise ona: “Senin için en güzeli olan atalarının dinini bırakıp, onların yanlış yolda olduğunu iddia edip, şereflerini hiçe sayıp, şu adamın peşine mi takılıyorsun?” diyerek baskı yapıyorlardı. Tıpkı günümüzde İslâm’ı kendine yol olarak seçenlere, “gerici, yobaz…” kendilerini “çağdaş, medeni” olarak adlandırıp, İslâm’ı seçeni, yaşamın dışına iterek baskı yaptıkları gibi. Kişi ticaretle uğraşıyor ise ona: “Seni iflas ettiririz! Malını mülkünü yok ederiz!” diyorlardı. Günümüzde, dine hizmet edenleri iflasa sürükleyen zihniyet gibi. Zayıf birisi ise ona her türlü acıyı tattırıyorlardı. Sömürüp kanını emiyorlardı. Yetmedi, zamanımızın müstekbirleri gibi çoluk çocuk, yaşlı kadın demeden, başlarından aşağı bomba yağdırıp, hayatlarını cehenneme çeviriyorlardı. Tıpkı müslümanları, Allah Resûlü (sav)’nün akrabaları ile birlikte tam üç yıl, ablukaya alıp onlara insanın kanını donduran acılar yaşattıkları gibi. İslâm hızla yayılmaya devam ediyordu. Allah Resûlü (sav)’ne çeşitli zamanlarda, çeşitli teklifler götürerek, tuzaklar kurdular: “Bir süre sen bizim ilahlarımıza tap, bir süre biz senin.” “Sen bizim ilahlarımızı tenkit etme, bizde senin.” “Seni mala mülke boğalım, istersen kralımız yapalım. Hasta isen tedavi ettirelim.” Bütün bu teklifleri elinin tersi ile iten Hz. Peygamber, ağlayarak şöyle haykırıyordu: “Vallahi! Güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız, yinede başarıncaya yada bu uğurda ölünceye kadar davamdan vazgeçmem.” İnzal ettiği Kur’ân ile Resulüne yol gösteren Allah, müşriklere karşı yaptıkları o büyük mücadelede, hep inananların yanında oldu. O’nun ve O’na uyanların hayatını aydınlatan Allah, dünya ve ahiret hayatına ait olan bütün saadet kapılarını sonuna kadar açarak, Kur’ân’ı rehber edinenleri ebedi huzura kavuşturdu. Bütün zamanlara örnek oldular İnzal ettiği ayetlerle, inananları an be an terbiye eden Allah, Resulünü, onlara ve bütün dünyaya “En güzel örnek” kılarak, yollarını aydınlattı. “Andolsun, Allah’ın Resülünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb: 21) Sahâbelerin yaşadığı asrı, saadet asrı kılan Allah, onların hayatını onlardan sonra gelecek insanlara örnek kıldı. Bunun için Allah Resûlü (sav): “Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz.” (Feyzü’l Kadir) buyurdu. Allah Resûlü (sav), sözleri ve davranışları ile, Kur‘ân’ı açıklayarak, sahâbelerini, İslâm’ı ve Kur‘ân’ı daha iyi anlama hususunda aydınlatıyordu. Onlara canlı örnek olarak, İslâm ve Kur‘ân’ı fiili olarak gösteriyordu. Zira bir öğretinin anlaşılması ve hayata geçirilmesinde, örneğin çok önemli bir yeri vardır. Kur‘ân’ı ve İslâm’ı doğru anlama ve yaşamada, Allah Resûlü (sav)’nün hayatını öğrenip örnek almanın yanı sıra, sahabelerin ve günümüz de yaşayan salih insanların hayatını bilip, örnek almanın büyük önemi vardır. Sahâbelerden her hangi birinin hayatına bu bilinçle baktığımızda, onların ahir zamanın karanlığında, yolumuzu aydınlatan yıldızlar olduğunu daha iyi anlarız. Bir yıldız duğuyor: Hişam b. As İşte onlardan biri, Hişâm b. Âs (radiyallahu anhu). Hişâm, Mekke’nin önde gelen zengin ailelerinden birinin oğludur. Bütün sülalesi, kalbini hak ve hakikate kapayıp İslâm’a savaş açtığı halde, o hakikati gördü. Başına gelecek felaketleri bile bile tağutlara, haksızlığa, sömürü ve ahlaksızlığa karşı durarak İslam’a kucak açtı. Kardeşleri, mevki, makam, mal ve mülkün nimetlerinden faydalanırken, o Hak ve hakikat için malını, mülkünü, vatanını ve sevdiklerini terk ederek, bilmediği diyarlara, Habeşistan’a doğru hicret etti. Bir süre sonra Mekkelilerin İslâm’a girdiği haberini alınca, haberin doğruluğunu araştırmadan geri döndü. Halbuki Allah, müslümanlara duydukları haberi araştırmalarını emrediyordu: “Ey iman edenler! Bir fasık size haber getirdiğinde, onun doğruluğunu araştırın.” (Hucurat: 6) Bu olayı yaşayan sahâbeler, ayetin anlamını çok iyi kavradı. Onların hayatını okuduğumuzda, bu örnekle ayetin anlamını ve duyduğumuz haberi araştırmanın, ne kadar önemli olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Habeşistan’dan döndükten sonra işkenceden işkenceye sürüklendi. Ama o büyük bir sabırla işkenceye sonuna kadar direndi. Böylece Rabbinin; “Sabredin! Allah sabredenlerle beraberdir.” ayetini daha iyi kavradı. Tıpkı onların hayatını okuduğumuzda benzer ayetlerin manasını daha iyi anladığımız gibi: “Yoksa, Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan, cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran: 142) Müslümanlar Medine’ye hicret edince, Hz. Ömer ile anlaşarak birlikte hicret etmeye karar verdiler. Ancak, müşrikler onların hicret etmesine bile müsaade etmiyorlardı. Onları adım adım takip ettikleri için Mekke’den gizlice ayrılmaya çalışan Hişâm b. Âs’ı (ra) yakalayıp hapsettiler. İşkence yeniden başladı. Başlangıçta işkenceye tahammül ederek direndi. Ancak işkence bitmek bilmiyordu. Bu arada Müslümanlar birer ikişer hicret ederek Mekke’yi terk etmişlerdi. Nerdeyse Mekke’de o ve onun gibi kaçarken yakalananlardan başka Müslüman kalmamıştı. İşkenceye dayanamayıp yolundan dönüşü Allah Resûlü (sav) ve Müslümanların hicret etmesi ile büyük bir manevi desteğini kaybeden Hişâm, her geçen gün ümidini biraz daha kaybetti. Sonunda, kalbi Allah’a imanla dolu olduğu halde işkence yapanlara: “Sizin ilahlarınızı kabul ediyorum?” dedi. Onun bu sözlerine sevinen babası, oğlunu serbest bıraktı. Hişâm takip edildiği için kaçamıyordu. Günler geçtikçe kendini İslâm’dan daha fazla kopmuş hisseden Hişâm, bir süre sonra ümidini tamamen kaybederek, topluma teslim oldu. Artık Müslüman olamayacağını düşünerek onlar gibi yaşamaya başladı. “Nasıl yaşarsanız öğle inanırsınız.” sözü ile ifadesini bulan hali yaşıyordu. Her gün olaylara biraz daha kafirlerin gözü ile bakmaya başladı. Allah’ın Rahmeti yetişmese helak olacaktı. Rahmet kapılarını sonuna kadar açan Allah, o ve onun gibilerine şöyle seslendi: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.” (Zümer: 53) Ayetle sarsılıp, kendine gelen Hişâm, hemen hazırlıklarını yaptı ve Mekke’den kaçarak Allah Resûlü (sav)’ne koştu. Şu tablo günümüz Müslümanlarının durumunu ne kadar güzel resmediyor. İslâm’ı yaşayamayacağını düşünen; sosyal, psikolojik ve ekonomik baskılara maruz kalarak ümidini yitiren; küfrü güçlü görüp, “Gevşemeyin! Üzülmeyin! İnanıyorsanız üstün olan sizsiniz.” (Al-i İmran: 139) ayetini unutarak onlara teslim olan ve bunun gibi sayısız nedenle ümidini kaybedenleri ne kadar çok hatırlatıyor. Yeniden İslam’a dönüşü Rahmân’ın mesajlarını kavrayıp silkinerek kendine gelen Hişâm (ra), kısa sürede, ayetlerin ifade ettiği gerçekleri yaşayarak gördü. İşte şimdi, hapis işkence geride kalmış, Mescid-i Nebevî’de Allah Resûlü (sav)’nün ardında namaz kılıyor. Suffe Ashâbı ile birlikte ilim tahsil ediyor, cepheden cepheye koşarak zaferlere şahit oluyor. İslam ordusu ile Mekke’nin fethine katılıyor. Fetihten hemen sonra Allah Resûlü (sav) onu bir gurup sahabeye komutan tayin ederek, çevredeki kabilelerin putlarını kırmaya gönderiyordu. Halbuki daha üç yıl önce ümidini kaybetmiş bir halde onları kabul ediyordu. Kafirlerin elinden kurtulmasından sadece yedi yıl geçmişti. Hişâm b. Âs, İslam elçisi olarak o günün en büyük iki süper gücünden birinin kralının huzurunda onu İslâm’a davet ediyordu. Ona: “İslâm’a gir kurtul.” diyordu. “Lâ ilâhe illallâh, Allâh-u Ekber!” deyince sarayın duvarları sallanıyordu. Kral, Hz. Peygamber’in Allah Resûlü olduğundan en küçük bir şüphesi olmamasına rağmen, elindeki nimetleri terk edip ebedi nimete talip olma cesaretini gösteremedi. Gününü korumak adına geleceğini de tamamen kaybetti. Ve nihayet Hişam b. As (ra), Ecnadeyn Savaşı’nda bedenini köprü edip, savaşın kazanılmasına önemli katkılar sağlayarak şehit oldu. Böylece hem dünyada hem de ahirette müstekbirlere karşı büyük bir zafer kazanmış oldu. Rabbim onların ışığı ile yollarımızı aydınlatarak; hakkı hak olarak görüp, hakka tabi olmayı, batılı batıl olarak görüp batıldan uzak durmayı lütfetsin. ABDULLAH KARA - DR. HİLAL KARA
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|