![]() |
#1 |
![]() DEMOKRASİ KADAR ESKİ BİR KAVGA:
“ADLİ EYLEMCİLİK” veya “YASAMA ERKİNİN GASPI” Bölüm I Amerikalıların “adli eylemcilik”(1) diye bir tanımları vardır. “Adli iktidarın suistimali” anlamına gelen bu tanım, yargıçların mahkeme kararlarını Amerikan Anayasasının ya da ülkenin yazılı/yazısız kanun veya içtihatlarının değil, kendi siyasi doğrularının üzerine bina ettikleri süreci anlatır. ![]() Arthur M. Schlesinger Jr. (1917-2007) “Adli Eylemcilik” kavramının yaratıcısı Bu çerçevede, “eylemci yargıç”(2) Amerikan kamuoyunda hakaretamiz bir tanım sayılır. Yargıcın ideolojik, dini yada felsefi inançları doğrultusunda yasa ve/veya içtihadları bilerek isteyerek yozlaştırdığını, yanlış kullandığını, galiz bir biçimde yanlış yorumladığını, görmezden geldiğini yada bir biçimde küçümsediğini (3) söyler. “Adli eylemcilik”in belli başlı üç yöntemi olduğundan bahsedilir: (a)Kongrenin kabul ettiği yasanın/yasaların ABD Anayasasına uygun olmadığı gerekçesiyle doğrudan reddi, (b)yasanın temel aldığı içtihatın reddi, (c)Anayasanın farklı yorumlanması. Bu pratiğe yasama erkinin gaspı anlamına geldiği gerekçesiyle karşı çıkanlar, hukuk devletinin ve demokrasinin zaafa düşürüldüğünü iddia ederler. Dahası, atanmayla elde edilen yasama erkinin, Amerikan halkının seçilmiş temsilcilerinin siyasi tercihlerini geçersiz kılmalarının(4) Anayasanın ihlâli anlamına geldiğini savunurlar. ![]() Hikmet Sami Türk Adli eylemcilere bir örnek – mi? Buna karşın, “adli eylemcilik” yanlıları, eylemci yargıçların pratiğinin “adli revizyon” olarak görülmesi gerektiğini savunurlar. Özellikle de azınlık haklarının temsilcileri, anayasal demokrasinin çoğunluğun egemenliğinden ibaret olmadığına işaret ederek, eylemci yargıçların görevinin iktidardaki siyaset ne olursa olsun azınlıkta kalanları korumak olduğu hususunda ısrarcıdırlar. “Çoğunlukçuluk”un (5) ancak böyle dengede tutulabileceğini, çoğunluğun oy sayılarına güvenerek azınlığın haklarını gasp etmelerinin önlenebileceğini iddia ederler. ![]() Ergun Özbudun “Çoğunlukçu”lardan olabilir mi? Günümüzde devam eden tartışmanın bir yönü, neyin doğru neyin yanlış olduğu kararının yürürlükteki yasalara değil, yargıçlara bırakılması halinde ne hukuk devleti, ne de demokrasiden bahsedilebileceği şeklindedir. Bu çerçevede, yargıçların takdir alanlarının yasa-koyucularının niyetlerine ters düşmeyecek şekilde sınırlanması gerektiği, aksi taktirde “yasalarla korunmuş azınlık” gibi imtiyazlı bir zümrenin doğacağı ve hemen her yasanın atanmış yargıçlar tarafından yozlaştırılabileceği konuşulmaktadır. “Adli eylemcilik”in bir diğer telmihi, siyasi iktidarların Amerikan Yüksek Mahkemesine kendi ülküdaşlarını atamak suretiyle icraatlarını kolaylaştırmak eğilimleridir… (sürecek) Bölüm II Yüksek Mahkeme, Birleşik Devletler Baş Yargıcı(7) ve sekiz Yardımcı Yargıç(8) olmak üzere dokuz üyeden oluşur. Yüksek Mahkeme üyelerini Amerikan Başkanı aday gösterir, Senato’nun onayı ile atar. Meğer ki hüküm giysinler ya da istifa etsinler yargıçlar ölünceye kadar kürsülerini korurlar. Diğer bir deyişle, bir kez seçilmeye görsünler, yürütmenin eylemci yargıçlardan “kurtulması” imkânsız gibidir. Yeri gelmişken, “adli eylemcilik” tanımının mucidi Schlesinger, daha 1947 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesini oluşturan dokuz yargıcı incelemiş, mutabık oldukları ve olmadıkları konuları saptamıştı. Buna göre, yargıçlardan dördü(9) “eylemci yargıç” kümesindendi. Schlesinger üçünü(10) kişisel tercihleriyle kararlarını karıştırmadıkları için “Nefs Kontrol Şampiyonları” ABD’de yürütme ile yasamanın karşı karşıya geldikleri olayların sayısı yüzlerle ifade edilir. Buna karşın, en ciddi kavgalarından birisi Yüksek Mahkeme ile Başkan Franklin D. Roosevelt’in (1882-1945) aralarındaki kavgadır. Roosevelt, 1929 Büyük Krizinde perişan olan Amerikan ekonomisini kurtarmak için “New Deal” (mealen, “Yeni Anlaşma”) isimli yeni bir ekonomik paketi devreye sokan başkan. 1933-1938 yılları arasında uygulamaya koyduğu bu program ekonomik reformların yanısıra işsizlik yardımı gibi sosyal projelerde içeriyordu. Bizim BBDK benzeri “Securities and Exchange Commission” gibi denetleme organlarının kurulması, o günlerde fevkalâde bozulan gelir dağılımının maden işçileri, köylüler ve tüketiciler lehine düzeltilmesini sağlayacak önlemlerin alınması gibi hususlar içeriyordu. Sermaye, disipline sokulacak, buna karşın sendikalar güçlendirilecek, yaşlılara emekli maaşı bağlanacak, yoksullara Yeşil Kart benzeri imkânlar sağlanacaktı. Bunların bir kısmı yapıldı, ancak 1937’de Yüksek Mahkeme, Başkan Roosevelt’i durdurma kararı aldı. Nitekim, 1943 itibariyle reformların çoğu iptal edilmişti. Gerekçe? Gerekçe, Roosevelt reformlarının Amerikan Anayasasını ihlâl ediyor olmalarıydı; neden, çünkü, reformlar Roosevelt’in “federal iktidarı”nı güçlendiriyorlar, dahası, ekonomiye devlet eliyle müdahale etmek suretiyle Amerika’yı Amerika yapan “kapitalist ruha” ters düşüyorlardı. Hatta, özel teşebbüsü kısıtladıkları ve yönlendirdikleri için “faşist” yöntemler oldukları iddia edildi. Bir önceki Amerikan Başkanı, Herbert Hoover (1874-1964) Roosevelt’i “diktatörlüğe gitmekle” suçlamaktan çekinmedi. ![]() ”Mahkeme Paketleme Planı”nın mucidi Franklin D. Roosevelt (1882-1945) Büyük Krizin etkileri bir yandan, İkinci Dünya Savaşı tehdidi diğer yandan, Başkan Roosevelt çareyi Yüksek Mahkemenin bileşkesini değiştirmekte buldu. Amerikan Anayasasında Yüksek Mahkeme yargıçlarının sayısına dair hüküm olmadığından yola çıkarak, yetmiş yaşını geçen her yargıç için Başkanın yeni bir yargıç atamasını teklif etti. Böylece, yargıç sayısı 15’e çıkarken, Roosevelt Yüksek Mahkemeyi “New Deal” reformlarına “anayasayı ihlâl ettikleri gerekçesiyle” karşı çıkmayacak şekilde düzenlemiş olacaktı. Ne ki, Amerikalıların “Mahkeme Paketleme Plânı” diye andıkları bu girişim, Kongre’den döndü. Döndü ama Roosevelt, uzun başkanlık döneminde George Washington’dan sonra Yüksek Mahkemeye en çok sayıda yargıç atama rekorunu elinde tutan başkan oldu. Sekiz yargıçdan başka bir de Baş Yargıç Yardımcısı atamayı başardı. Böylece, uzun kısa vadede olmasa da, reform planlarına karşı çıkmayan bir Yüksek Mahkeme oluşturdu… (sürecek) (1)judicial activism (2)”activist judge” (3)kullanılan sözcükler: subverts, misuses, grossly misinterprets, ignores, flouts (4) overrule (5)majoritarianism (6)Supreme Court (7)Chief Justice of the United States (8)Associate Justices (9)Black, Douglas, Murphy ve Rutledge (10)Frankfurter, Jackson, Burton (11)Reed, Winson (12) originalists BÖLÜM 3 ONLARDA “YÜKSEK MAHKEME,” BİZDE “ANAYASA MAHKEMESİ” Önemli not: Gördüğünüz bu yazı üç bölümlük metnin sonuncusudur. Birinci ve İkinci bölümler için aşağıya bakınız. Amerikalılarınki 1789 Kurucu Anayasa ile kurulmuş. O zaman altı yargıç görev yaparmış sonradan bu sayı dokuza çıkmış, halen de öyle. Bizimki 1961 Anayasası ile kurulmuş olup, “yasama işlemlerinin yargısal denetimi için özel bir Mahkeme” hüviyetindedir. 1961 Anayasa’nın “en radikal özelliği olarak yorumlamış” olduğu söylenen Anayasa Yargısı, bazı değişikliklerle birlikte 1982 Anayasası’nca da korunmuştur. İlk başkan, Sünuhi Arsan, (1899-1970) eşi öğretmen Fikriye Sünuhi Arsan 1953 yılında "Yurttaşlık Bilgisi" kitabını yazıyor. “Kitapta yer alan "okulda demokrasi", " ailede demokrasi" gibi başlıklar öğrenciye demokrasi bilincinin verilmeye çalışıldığını gösteriyor. Ayrıca öğrencilerin okul yönetimine katılmaları ve çeşitli kurullarda görev almaları özendirilirken ailede demokrasi bölümünde aile fertlerinin düşünce ve inanç hürriyetinden bahsedilmesi dikkat çekiyor. Ancak Arsan'ın çalışması bu dönemde okutulan Yurttaşlık Bilgisi kitapları arasında bir istisna. Yine 1953 tarihli Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılan "Yurttaşlık Bilgisi Dersleri" kitabında Türk milletinin asker olarak doğduğu ve asker olarak büyüdüğü gibi ifadelere yer veriliyor.1960'lı yıllarda okutulan kitaplarda anayasanın güvenceye aldığı hakların tamamı devletin istiklalini korumasına endeksleniyor.1980 döneminde ortaokul üçüncü sınıflarda okutulan "Vatandaşlık Bilgileri Ana Ders Kitabı"nda milletin maddi ve manevi unsurlardan oluştuğu, maddi unsurların da dil, din, ırk olduğu ifadeleri yer alıyor.” Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesinin Resmi Web Sitesinde (27 Mart 2008) yayınlanan şu satırlar, günümüzdeki kavgaya ışık tuttukları için önemli: “1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemenlik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir: 1961 Anayasası’nın 4. maddesine göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kurulacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Anayasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üstünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. İlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasası’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemenliğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülmesiyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımışlardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahiptir. Çünkü, Anayasa Mahkemesi,Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal kurumların,özellikle Parlamentonun yetkilerini kötüye kullanması durumunda bir denge oluşturacağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.” Anayasa Mahkemesinin “egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahip olması” bize “ADLİ EYLEMCİLİK”in ülkemizde, meğer ki Anayasa değişsin, bugünkü koşullarda “Anayasal bir hak” olduğunu söyler. Anayasal demokrasinin çoğunluğun egemenliğinden ibaret olmadığını savunan “Adli Eylemcilik” yanlıları, azınlık haklarının korunabilmesi için parlamento çoğunluğu dışında bir mekanizma olması gerektiğine işaret ederler. Günümüzdeki kavganın da özü budur: %47 ile gelen AKP çoğunluğuna karşı, azınlıktaki muhaliflerin haklarının “egemenliğin kullanılmasında önemli bir paya sahip olan Anayasa Mahkemesi” tarafından korunması. Aşağıdaki metin, adli eylemciliği savunan bir metinlere bir örnek: Memleketimin Halleri Sat Oct 06 04:42:08 CDT 2007 (feeds.feedburner.com) Artık canımıza tak etti. Ne olacak bu memleketin hali? Bir iktidar partimiz var, yaklaşık beş yıllık icraattan sonra, %46 oyla yeniden tek başına seçilmiş. Gerek önceki iktidarının son zamanlarında, gerekse yeni dönemde ne yaptığını bilmez bir halde bocalıyor, bir öyle, bir böyle derken, Türkiye zaman, para ve prestij kaybediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi kapıya dayanınca, o zamanın tek muhalefet partisi diyor ki, bu seçimi yapmak için 367 mevcut gerekir. Kulak asmıyorlar ama bir yandan da tereddüt var. Seçim sırasında yoklama istemek için TBMM Genel Kurul Salonu'na giren CHP'lileri gören Meclis Başkanı Arınç, "Gördüm sizi, sobe, sayıyorum bak ha... Yazın, Ahmet, Ali, Veli, Aysel salonda. Saydım sizi, canıma değsin!" diyerek 367'yi tamamlamaya çalışıyor. Yok, olmuyor; muhalefetin dediği çıkıyor, cumhurbaşkanı seçimi yapılamıyor, genel seçim kararı alınıyor. Bu arada öfkeleniyorlar elbette. 340 milletvekiline rağmen dayatma yapamadıkları için. Öfkeyle kalkıp Anayasa değişikliği yapıyorlar; acilen, düşünmeden, hesaplamadan... Referandumun ne zaman olacağına bakmadan, 11'inci Cumhurbaşkanı'nı halkın seçeceği bir Anayasa değişikliği. Hem parlamenter rejime aykırı bir düzenleme ile, hem de tarihler açısından kargaşa yaratacak bir takvim ve yazım ile... Genel seçim yapılıyor, 11'inci Cumhurbaşkanı MHP desteği ile uzlaşmasız, dayatma ile seçiliyor. Üniversiteler, hukukçular, muhalefet partileri uyarıyor: Arkadaşlar, bu referandum işi sakatlık çıkarır, düzenleyin! Yok, yine yok. Cevap vermiyor, "işlerine bakıyorlar". Nasılsa Başbakan herkes kendi işine baksın istiyor. Sonuç: Fiyasko, skandal, kaos, kargaşa. Salı günü Başbakan sorulara cevap veriyor: 11'inci Cumhurbaşkanı zaten seçildi, Anayasa değişikliği normal seyrinde devam eder... Perşembe günü AKP harekete geçiyor, 11 Eylül 2007'den beri gümrük kapılarımızda oylanan anayasa değişiklik paketinde değişiklik yapmaya kalkıyor. Ne oldu ki salıdan perşembeye? Yahu sayın AKP yetkilileri! Biz sandığa gidelim, oy verelim. Verdiğimiz oyun anlamını sonradan belirleyin! Olacak iş mi? Olur, olur. Burası Türkiye! Bari şöyle yapalım. Genel seçimlerde halk renksiz, sivil, karşılıkları olmayan kutulara rastgele mühür bassın. Seçimden sonra kutuların hangi partilere karşılık geldiğine karar verilsin. Hatta olmadı, kura çekilsin! Bir taraftan aynı AKP, anayasayı toptan değiştirmeye hazırlanıyor. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi konusu orada da var. Yakın zamanda onun için de referandum olacağı söyleniyor. Bir referandum 200 milyon YTL civarı bir masrafla yapılıyor. Şimdi bu parayı neden fazladan harcıyoruz? Şu anda acilen bu değişikliği gerektiren bir durum mu var? Cumhurbaşkanı seçildi. Genel seçim yeni yapıldı (anayasa değişikliği dört yılda bir seçim maddesi de içeriyor). Üstelik istersen istediğin zaman erken seçim yapma yetkin de var. Öyleyse bu 200 milyon YTL neden harcanıyor? Anlamı ne? Hukukçular uyarıyor, YSK'dan bir ses çıksa diye herkes bekliyor; günler geçiyor, siyasette bocalama, kargaşa, fiyasko devam ediyor. Gümrük kapılarında oy verme işlemi ise sürüyor. İnsanlar neye oy veriyor, belli değil! Bu arada, AKP'nin bir de evlere şenlik "Sivil AKP-Tayyip Erdoğan Anayasası" planları var, onlar da devam ediyor (mu?). Yöntem, içerik, öyle mi, böyle mi, derken, bu işi de yüzlerine gözlerine bulaştırıyorlar. Başbakan ayrı telden, ekibi ayrı telden çalıyor. "Herkes işine baksın, otursun yerine" derken, "katılımcı", "demokratik", "uzlaşmacı" bir süreç ile anayasa hazırlıyor AKP! Aman ne güzel! Referandum ısrarı ile bu konuları biraraya getirince, sanki bu anayasa işinde çuvallama ihtimali AKP çevrelerinde de ağır basıyor diye düşünmeden edemiyor insan. Yoksa zaten birkaç ay sonra toptan değiştireceğin bir anayasada tam yedi yıl sonrası için neden değişiklik yapsınlar ki? Gelelim Muhalefete CHP genel olarak dökülüyor. Koltuğunu bir türlü bırakmayan ve bu tavrı ile seçimlerde adeta AKP'ye fayda sağlayan Deniz Baykal, muhalif sesleri partiden atıyor. Taşra teşkilatlarında görevden almalar birbirini izliyor. Şükürler olsun, AKP o kadar beceriksiz davranıyor ki, CHP'nin siyasi konularda söyleyeceği çok şey var; elleri boş kalmıyor. Yine de bu ortamda CHP'den etkili bir muhalefet beklemek biraz hayal gibi oluyor... CHP'nin seçimde aldığı sonuç ve Cumhurbaşkanı seçimi sırasındaki "küskün" tavrı nedeniyle işte Anamuhalefet görevini alacak parti: MHP! şeklinde takdim edilen diğer muhalefet grubu, önce Abdullah Gül'ün seçilmesine destek oluyor, sonra köşesine çekiliyor. Olgun olun, devlet adamı gibi davranın, kriz çıkarmayın, tamam da, seçim meydanlarında AKP'yi Yüce Divan'a göndermek için oy istemiştiniz, bari biraz da muhalefet yapsanız? Neredesiniz Devlet Bey? Anayasa konusundaki tavrınız nedir? Devam eden süreç konusundaki değerlendirmeniz nasıl? DTP eline geçen tarihi fırsatı "yemişim ben fırsatı, girdik meclise, gelsin tezkere" edasıyla neredeyse kaçırmış durumda. Türkiye'nin Partisi olacağım derken, son katliam üzerine yaptığı yorumlarla artık kendi bölgesinin partisi olmaktan bile çok uzak. Dağdaki kardeşlerine terörist demeyenler, köydeki kardeşlerinin katliamına da tepki veremezse, biz bu DTP'yi nasıl destekleyeceğiz? Nasıl olacak da, baraj sorununu aşıp meclise girmeleri, sorunları bu yüce çatı altına taşımaları iyi oldu diyeceğiz? Hangi söylemine güvenerek DTP ırkçı-ayrımcı parti değildir, PKK'nın uzantısı değildir diye düşüneceğiz? DSP genel olarak sessiz, sakin, gücü az. Bağımsızların sesini duyurması zaten çok zor. Bütün bu ortam içinde, zaman akıp gidiyor. Cari açık büyüyor, erik ile hesaplanan enflasyon yüzümüzü güldürüyor. İşsizlik almış yürümüş, kime ne? Biz öğretim üyesi olmayan üniversiteler açalım, gerisi hikaye... İktidarı, muhalefeti... Bu memlekete zarar veriyor, görevini yapmıyor. Alternatif çıkmıyor, sistem çıkmasına engel oluyor. Liberallerle Cumhuritçilerin takımları maç yapıyor, halk kıvranıyor. Varsın olsun, dolar düşüyor. “Adli Eylemcilik” muhalifleri, yargıçların koşullar ne olursa olsun, yasanın harfine uygun hareket etmesi gerektiğini savunuyorlar. Onlara göre, aksi, yargıçların kendi yasalarını yazmaları anlamına gelir ki, bu “Yasama Erkinin Gaspı” demektir. Ayrıca, kanunlara itaati imkânsız kılar. Onlara göre “yaşayan anayasa” oluşturma düşüncesi de işlevsel değildir, çünkü kimin ne zaman hangi kararı vereceğini kestirmeyi imkânsız kılar, koasa yol açar; gayri ciddi davaların açılmasına neden olur. Dahası, kuvvetler ayırımı ilkesini ihlal eder. Yasamanın amacı yasaları ya da hükümet politikalarını yorumlamak olmamalı, yargıçlar kararlarını yürürlükteki yasaların harfine göre vermelidirler. Buna karşın, yasa yapma yetkisi sadece ve sadece seçilmiş parlamentolara ait olmalıdır. Yasalara müdahale eden yargıçlar, yasa-dışı iş yapmış olurlar. “Adli eylemcilik” muhaliflerinin bir adı da “asılcılar.”(12) Dini alandaki “köktenciler” hatırlatan bu terim, yasanın ilk haline sadık kalınması gereğini savunuyor. Neticeyi kelâm, “memleketimizin halleri” öyle bilinmedik haller değil. Dünyada ilk kez biz başımıza da gelmiyor. Felâket tellallığını bırakıp, demokrasinin cilveleri diye bakmak lâzım olan bitene. Alev Alatlı
![]() |
|
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Çok güzel bir yazıydı. Teşekkürler
Olayı iki boyutlu ele almış, bu işlerin sonu nereye varacak bakalım |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 | |
![]() Alıntı:
Ben teşekkür ederim, eyvallah.. |
||
![]() |
![]() |
#4 |
![]() ![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|