![]() |
#1 |
![]() Mihrabım diyerek... Eski zaman şairleri kelimelerini bir mücevher kutusu içinden birbirine uyumlu taş seçer gibi seçtiklerinden mi nedir, beyitlerin kendine özgü bir hendesesi, bir iç ahengi olur, buna derin bir mana eşlik eder ve okuyucunun dimağını mest edecek bir kisve içinde iki dizelik güzellikler berceste edasıyla endama gelirdi. Fuzulî üstattan okuyalım: Mihrâbda şekl-i ham-ı ebrû-yı latîfin Vâcib bu cihetten kamuya secde-i mihrâb Aşağı yukarı şöyle demeye gelir: "Ey sevgili!.. İnsanlar mihrapta senin güzel kaşının kıvrımlı şeklini gördükleri/hatırladıkları içindir ki mihrapta secde etmek vacip olmuştur." İlk bakışta sevgilinin güzelliğini anlatan, onun kaşının kavisli şekli huzurunda neredeyse secdeye kapanacak derecede kendinden geçen bir âşıkın anlatıldığı bu beyitte Fuzulî aslında sanat içinde sanat yapmış, incelik üstüne incelik göstermiştir. Söz gelimi bazı kelimeleri ele alalım. "Mihrap", kavisli bir şekildir ki camilerin kıble cihetinde bulunur. Bir girinti ihtiva etmek dolayısıyla bedendeki kaş ile göz yapısına benzer. Beytin sonunda "secde" kelimesiyle yeniden kullanılarak dinî bir anlam kazanmış ve secdeye kapanılarak yapılan ibadetin mihrap karşısında olduğuna işarette bulunulmuştur. Dahası, kulun secde hali de şekil yönünden mihrabın üstten kavisli yapısına benzer. "Ebrû" kelimesinin "kaş" anlamı hemen yanındaki "ham(kıvrım)" kelimesiyle maddi, "latîf" kelimesiyle de manevi bir betimlemeye tabi tutulmuştur. Kıvrımlı kaşın latîf (güzel, hoş, çekici) oluşu mihrapta secdenin güzelliğine ve insana yakışmasına benzetilmiştir. Öte yandan "latîf" kelimesinin bir de "soyut, mücerret, maddeden sıyrılmış" anlamı vardır ki melek, hayalet, ruh vb. tanımlamalarında "cism-i latîf" diye kullanılır. Beyitte kelimenin bu anlamıyla mihrapta secde eden insanın melekleştiği veya namaz esnasında maddi dünyadan kurtulup Allah huzurunda mücerret bir varlığa dönüştüğü, salt kul kimliğiyle huzurda bulunduğu gibi anlamlar yüklenir. Kaşın latif oluşuyla mücerredliğe uzanan anlamı, tasavvufta ebrunun remz olarak kullanılmasını çağrıştırır. Sufilere göre ebru, salikin işlediği kusurlar yüzünden makamının düşürülmesi ve bunu geri kazanmak üzere cezbeye kapılıp İlahî inayete ilticasıdır ki namazda bulunan insanın haline benzer. Beytin ikinci dizesinde şair secdenin kamuya (herkese) vacip olduğunu söyleyerek bizi şaşırtmaktadır. Üstelik mihrapta secde edildiğini söylemektedir ki bilindiği gibi secde mihrab için yapılmaz. Mihrabın görevi yalnızca kıble cihetini işarettir. Kıble cihetinde Kâbe bulunur ve Kâbe sembolik olarak Allah'ın evi kabul edildiği için ibadetlerde Kâbe'den yana yönelme söz konusudur. Aksi takdirde şairin "İnsanlar mihrapta senin güzel kaşının kıvrımlı şeklini gördükleri/hatırladıkları içindir ki mihrapta secde etmek vacip olmuştur." ifadesi bir küfür sayılır ki Fuzuli gibi dini bütün bir şairden beklenecek söz değildir. Peki o halde şair ne demek istemektedir? Önce hatırlayalım; secde, namazın vaciplerinden değil farzlarındandır. Vacip olan secde ise namazda hata yapıldığı vakit ifa edilir (secde-i sehv). Şair mihrapta secde herkese vacip olmuştur derken aslında "Ey sevgili!.. İnsanlar namaz kılarken mihraba yönelirler ve orada senin güzel kaşının kıvrımlı şeklini hatırlayarak namazlarını şaşırırlar da onlara sehiv secdesi etmek vacip olur." imasında bulunur. Bu da namaz esnasında sevgilinin kaşlarını hatırlayıp namazın uluhiyetine halel getirilmesi veya fasit olması ihtimalinin yüksekliğine işarettir. Hani halk türküsünün "Geçme mescit yakınından / Çok namazlar böldürürsün" ifadesinde olduğu gibi. Ve bir husus daha: Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerim mi'râcı anlatırken "kaabe kavseyn (iki yay aralığı kadar)" ifadesini kullanır. Çeşitli müfessirlere göre farklı tefsirleri olmakla birlikte bu ifadeden maksat "yakınlığın son derecesi"ne işarettir. Kaşlar bir yaya benzediğine göre bu yakınlığın iki kaşın birbirine olan aralığı, hani çatıldığı zaman birleşen, gülümsendiği vakit yaklaşan bir yakınlık olduğu aşikardır. Hem kaşın, hem de mihrabın kavis şeklinde olması buradaki "kaabe kavseyn" ifadesini de kuşatır ki hakiki sevgili olan Allah'ın huzurunda bulunan kulun O'na karşı ne derece yakın olduğunu, mihrap önünde namaz esnasında insanın ne derecede yakınlık kazandığını ve bu yakınlığın gerektirdiği şekilde davranarak hiç hata yapmaması gerektiğini, hata yapılırsa derhal secde-i sehv yapılarak ondan dönülmesinin gerekliliği kendiliğinden akıllara sökün edip gelir. Ama asıl önemli olan, mihrapta müminin Allah ile huzur huzura (yay aralığı kadar) bir yakınlık içinde bulunmasıdır ki namazdan maksat da zaten mü'minin miracı olmasıdır. İmdi bütün bunlardan sonra mihraba secde vacip olmasın mı?!.. [BERCESTE] Gittin ammâ ki kodun hasret ile cânı bile İstemem sensiz olan sohbet-i yârânı bile Ey sevgili!. Öyle bir gidişle gittin ki... Herkesi, her şeyi kendinden mahrum bıraktığın gibi; bedenimi ve varlığımı sana hasret bıraktığın gibi canı da hasret ile bıraktın. İçinde sen olmadıktan sonra artık dost meclisleri de beni teselli edemiyor... Neşatî İskender PALA
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|