![]() |
#1 |
![]() Mesuliyet Dairesini İyi Belirlemeli!.. Bazıları, “Ne günahımız var ki, musibetleri kendimizden bilelim?” şeklinde düşünebilirler. Aslında, “Ne günahım var ki?” mülahazasının kendisi çok büyük bir günahtır; böyle düşünen bir kimse en büyük haltı işlemiş demektir. Çok günahkâr bir insan, nedametle iki büklüm olup yarlığanma dilediği zaman bağışlanma yoluna girmiş olacağı gibi, “Ne günahım var ki?” diyen bir kimse de işte bu sözle felaket çukuruna yuvarlanmış sayılır. Zira, günahının farkında olanın tevbe ve istiğfarla arınma ihtimali her zaman vardır; kendisini ak kaşık sananın ise, önemsemediği küçük günahlardan oluşan koca koca veballerin altında kalıp ezilmesi kaçınılmazdır. Evet, “Benim ne günahım var?” sözü günahın ne olduğunu bilememenin ifadesidir. Halbuki, insan Allah’ın bahşettiği nimetler ölçüsünde O’nunla münasebete geçmemişse, dünya sultanlığının üstünde tutacak kadar müslümanlığın kadr ü kıymetini bilmiyorsa ve önüne serilen hizmet imkanlarını değerlendirmek suretiyle rıza ve rıdvana ulaşma gayretinde değilse, o, ilahî ihsanlara karşı gözlerini kapatmış bir zavallıdır; gırtlağına kadar nankörlük içine gömülmüş böyle biri için başka günah aramak manasızdır. Bazı kimseler de, günahlarını kabul ederler; fakat, “Ben kimim ki, benden dolayı semada değişiklikler olsun, kuraklık başgöstersin ya da yağmur yağsın?!.” derler. Kendilerine hiçbir değer atfetmedikleri için bela ve musibetlerde kendi paylarının da olabileceğini asla düşünmezler. Bu mülahaza, bir yönüyle tevazu ve mahviyetin sesi-soluğu olarak değerlendirilebilir; fakat, bu aynı zamanda mesuliyetten kaçma yolunda şeytanî bir fikir de olabilir. Aynı şekilde, büyük küçük her musibet için “Benim yüzümden!” diyen bir insanın, kainatta cereyan eden pek çok hadiseyi kendisiyle irtibatlı görmesi neticesinde, sorumluluk duygusu altındaki mahfi bir kanaldan varıp gurura dayanması da muhtemeldir. “Ben öyle bir mücrimim ki, halk benim yüzünden musibete duçar oldu!” sözü başlangıç itibarıyla günahların hacâletini ifade etse de, şayet ölçü korunamazsa ve Şeytan’ın aldatıcılığına mağlup olunursa, “Ben öyle mühim bir adamım ki, arz ü semada bir kısım hadiseler bana göre şekilleniyor!” iddiasına dönüşebilir. Dolayısıyla, bu mevzuda da orta yolu bulmak ve dengeyi korumak lazımdır. Evet, insanın umumî musibetlerde kendi payının da olabileceğini hiç düşünmemesi büyük bir gaflettir; bu, Cenâb-ı Hakk’ın insana verdiği değeri idrak edememekten de kaynaklanıyor olabilir. Diğer taraftan, “Bütün bu işler hep benimle alâkalı dönüyor; dolayısıyla, bazı şeylerin ters gitmesi benim yüzümden!..” derken de insanın içine gizli bir gurur akabilir. “Allah Teâlâ benim halime nazar ediyor, şayet ben iyi haldeysem bu hadiseleri doğru yürütüyor, fakat kötü durumdaysam hadiselerin ahengini bozuyor.” düşüncesinde, kendisini o koskocaman dairelerin reisi görme gibi zımnî bir gurur tehlikesi mevzubahistir. Bu açıdan, her mü’min, ümmet-i Muhammed’in bir uzvu olması yönüyle, kendisini her musibetten belli ölçüde mesul tutmalıdır. Bununla beraber mesuliyet noktasında her zaman şu ölçüye bağlı kalmalıdır: Eğer Din-i mübin-i İslam ile alâkalı çeşitli dairelerde bir dahlim bulunsaydı ve söz sahibi olsaydım, çok rahatlıkla “Bugün İslam coğrafyasında görülen olumsuzluklar ve ümmet-i Muhammed’le ilgili bütün terslikler benim yüzümden cereyan ediyor.” diyebilirdim. Fakat, ben o dairelerin hepsinde hâkim bir unsur değilim; dolayısıyla, ben öncelikle şöyle-böyle alâkadâr bulunduğum daireyle ilgili bir kısım olumsuzluklardan sorumluyum; kendi dairemde meydana gelen her menfi hadiseye “Benim yüzümden” diye bakmalıyım; umumî musibetlere ise, “Benim de payım var!” düşüncesiyle yaklaşmalıyım. Nitekim, Hazreti Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden mesulsünüz. İmam (idareci) çobandır ve güttüğünden mesuldür. Erkek ailesinin çobanıdır, elinin altındakilerden mesuldür. Kadın, evinin çobanıdır, yeddiklerinden mesuldür. Hizmetçi de, efendisinin malından mülkünden sorumludur.” mealindeki hadis-i şerifi de bu ölçüyü nazara vermektedir. Bu açıdan bakılınca, Hazreti Ömer Efendimiz, Allah Rasûlü’nün halifesi ve bütün mü’minlerin emiridir; bu itibarla da, onun kendisini topyekün ümmetten sorumlu tutması tabiîdir. Devletin başındaki insan bütün halkın mesuliyetini uhdesine almıştır; herhangi bir kurumun ya da birimin idarecisi ise, bilhassa kendi dairesinden sorumludur. Herkes şahsî kusurlarının, özellikle kendi vazife ve sorumluluk dairesinde bir kısım menfi hadiselere sebebiyet verebileceğine inanmalı, bundan korkmalı ve temkinli yaşamalıdır. Ezcümle; Malazgirt ovasında, müslüman erler arasında heyecanın doruk noktaya ulaştığı bir anda, “İşte kefenim!” diyerek giydiği bembeyaz bir elbise içinde askerlerinin karşısına çıkan Sultan Alparslan’ın onların önünde secdeye kapanması ve adeta gözyaşlarına boğularak “Allahım! Ordumu muzaffer eyle; benim günahlarım yüzünden yiğitlerimi mağlup etme!” diye yalvarması da mesuliyet dairesinin genişliğine göre tavır almanın güzel bir misalidir. Kırık Testi' den
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() "Her insan günahkardır, günah işleyenlerin en hayırlısı tevbe edendir." Teşekkürler Levent Hocam ;)
|
|
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Eyvallah Eyüp, sağolasın.
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() Yaşanan olumsuzluklarda "benim yüzümden" değil "benimde payım var" yaklaşımıyla yaklaşmak..
Paylaşım için teşekkürler...+1 |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Ben teşekkür ederim okunmaya değer gördüğünüz, yorum yazma nezaketiniz için ...
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Etrafımızda dönen kötülüklerden mutlaka kendimize paylar çıkarmalıyız
Sütten çıkmış ak kaşık gibi davranmak, kusurları görmezden gelmek karımıza olan bir iş değildir Hepimiz birbirimizden mesulüz, yaptığımız günahlar da sevaplar da ortak kazancımız. Her koyun kendi bacağından asılır mantığı yalnış. Teşekküler Levent abi + ![]() |
|
![]() |
![]() |
#7 |
![]() Güzel yorumun için ben teşekkür ederim.
![]() |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|