![]() |
#1 |
![]() Birkaç gün önce bir gazetede vardı: "Sayıştay raporunda, Prof. Dr.....'un üniversitede hileyle şirket kurmadan arazi işgaline, banka promosyonlarının başka kurumlara kaydırılmasından, kendi öğretim üyelerinin çocuklarına özel indirime kadar bir dizi alanda yolsuzluk ve usulsüzlük tespit edildiği ve bu yolla devletin en az 10 milyon YTL zarara uğratıldığının rapor edildiği iddia edildi." Söz konusu okul, Ankara'nın iki büyük üniversitesinden biri. Bahse konu kişi, üniversitenin rektörü. Her fırsatta arkadaşlarıyla cübbesini giyerek irticaya savaş açan, görevinin irticayla mücadele etmek olduğunu tekrarlayıp duran bir profesör. Uzmanlık alanı nedir bilmiyorum. Ama, Cumhuriyet'i korumak ve kollamak gibi 'bilimsel' bir misyonu var. Atatürk devrim ve ilkelerine yönelik irticai faaliyetlerle ilgili bilgi toplamak, raporlar hazırlamak, bu yönde çalışanları fişlemek, ihbar etmek, cezalandırılmalarını sağlamak biçiminde 'düşünsel' bir ödevi var. Vaktiyle, İstanbul Üniversitesi'nin rektörü de benzer iddialarla takibata uğramış, hakkında birçok dava açılmıştı. Bu türden iddialarla hakkında yargı süreci işleyen onlarca rektör var. Şaşırtıcı olan (aslında olmayan) bu rektörlerin tümünün 'irtica' avcısı olması. Gökhan Özgün yazmıştı (o zaman Radikal'deydi), yıllarca evimizin önünde hayali bir irtica canavarı vardı. Bir sabah uyandık, baktık yok olmuş, yerine başka bir canavar gelmiş. Bu bazen el-Kaide oluyor, bazen Hizbullah, bazen başörtüsü, bazen bir siyasal parti, bir cemaat, bir sivil toplum örgütü. Yine şaşırtıcı olan (tabii ki olmayan) bu işlerle, bilim adamlarının uğraşması. Pek çok aklıselim sahibi defalarca yazdı, yazıyor, birisi irticadan, ilke ve inkılaplardan, Cumhuriyet'imizin çağdaş değerlerinden çok söz ediyorsa, biliniz ki, Cem Yılmaz'ın reklamdaki ifadesiyle orada 'duygusal' bir şey vardır. Dönemin başbakanını hatta bazı generalleri bile dolandırmayı başaran ünlü bir dolandırıcımız da, bu rant alanını fark etmiş, rozet, gençliğe hitabe, poster ve benzeri malzemeleri bağış karşılığı 'satarak' hayli vurgun yapmıştı. Kutsallaşan bu 'değer'ler, insanların hırsızlıklarını, hukuksuzluklarını, bilimsel açıklarını örtmenin bir aracı haline gelmiş. Bizkaçkişiyiz türü oluşumların da hep böylesi finansal bir niteliği vardı. Bu toplumsal ve ahlaki bir çözülme olduğu kadar, bilimin, hukukun, düşüncenin, cihanşümul boyutlarının yeterince kavranamadığını da gösteriyor. Üniversite, sözümona cihanşümul olanın, hakikat'in belirlenmesi, tanımlanması ve kavranmasına dönük çabalar yürüten, farklı bilimsel alanlarda oluşan verilerin birleştirilerek, insanlığın hayrına yeni terkiplerin yapılması yönünde bir düşünsel imkan hazırlayan yerlerdir. Bizde böyle değildir. Vaktiyle, büyük hukukçu Domaniç ve Hatemi hocaların, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin hocalar kapısında kendi elleriyle beslediği sokak kedilerinden rahatsız olan Alemdaroğlu, hocalara, birer sarı zarf göndererek uyarmıştı. Sanırım Domaniç cevaba tenezzül etmemiş, Hatemi hoca ise, rektörün sekreterini arayarak, 'rektöre söyleyin o kediler başörtülü değil' demişti. Aslında Ergenekon, geriye doğru gidersek 28 Şubat, faili meçhuller, parti kapatma davaları, asker-siyaset ilişkileri vs. bizde ironik bir nitelik kazandı. Hukuk, bilim gibi alanlar o denli çürütüldü ki, benim gibi normal laf edenler dinlenmiyor artık. Nietzsche'nin, 'hakikat yoktur'undaki gibi bir ironik durum var bizim gidişatımızda. Bu durumda bendeniz de, günümüz şiirinin seçkin isimlerinden Cevdet Karal gibi, 'kaybettiğimiz neyse rabbim/verdiğin şiirler geri getirsin bize' diyorum. Ama o alanda da bir çürüme var. Genelleme yapmak doğru değil ama, edebiyat alanları da bu genel çürümeden nasibini almış, roman, öykü, şiir yazmak, birer estetik yöneticilik performansına dönüşmüş. Edebiyatçılar yaygın ve egemen nosyonlara, isterilere teslim olan sözde muhalif birer 'artist'e evrilmiş. Bunun kural bozmayan istisnaları kuşkusuz var. Ki modern zamanların büyük bilge şairi Sezai Karakoç bunlardan biri, bu yüzden, 'taş olsaydık toprak olsaydık denecek çağ geldi' demişti. Onun nurani izinden giden Cevdet Karal, bir bozulma, kokuşma ve çürüme hali yaşayan, bu çürümeyi durduran, tersine çeviren, zihnimizi ve kalbimizi yeniden onarmaya çalışan bilgelerin o büyük soluğu kelimelerine değmiş bir şair olarak şöyle diyor: 'bu kışı bana bir aşkı hazırlar gibi hazırladın/herşey o kadar berrak o kadar yeni/daha önce gösterseydin ey sevgili/bela zanneder geçerdim mucizeni' Yaşlı ve yorgun dünyamız, birkaç yüzyıldır bir daralma, bir kabz hali yaşıyor. Bunu, dünyanın iki büyük manevi merkezinden biri olan İstanbul ve İstanbul'u merkez olarak hisseden büyük coğrafyanın insanları olarak bizler daha sert biçimde yaşıyor, hissediyoruz. Aynı zamanda biliyoruz ki, karanlığın en şiddetlendiği an, aydınlığın en çok yaklaştığı vakittir. Umulur ki, dünyamız yeni bir şafağa uyanmak üzere. Çağımızın büyük bilgesi Bediüzzaman, 'bizler acele ettik kışta geldik, sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz' diyordu. İnsanlığın yeni baharının ilk belirtileri görünüyor, ufkun ilk aydınlığı ışıltısını gösteriyor. İnsanın, yeniden 'adem-i hakiki', 'insan-ı kamil' niteliğiyle doğması için dünyanın dört bir yanında çaba gösteren gönül erlerinin, düşünce namusu, bilim ahlakı, hukuk hassasiyeti yüksek okur yazarlarının, manevi kılavuzların, birer paratoner ödevi gören irfan sahiplerinin çabaları hürmetine, umulur ki, ülkemiz ve dünyamız bu çürümeden, bu daralmadan çıksın, yeniden insanlık umutlarımız filizlensin, kalbimiz ve zihnimiz genişlesin. İnsanın zekasını kurnazlıkta kullanarak birer tilki haline geldiği, geçici ve uçucu olanın peşinden koştuğu, Bediüzzaman'ın o olağanüstü metaforuyla, sarayın sultanının kapıdaki itle oynaştığı, kötülüğü emreden nefsin boyunduruğuna girdiği, kendisindeki yüksek insani nitelikleri ihtiras ve tutkularına kurban verdiği bu dönem geride kalsın. Allah'ın bütün isim ve sıfatlarını kuşatan Zat ismiyle kendisinde tecelli ettiği o yüksek hakikatle yeniden buluşsun. Böylece bilim adına maddi ve dünyevi kirli hesapların, çıkar ilişkilerinin peşinden koşmayı bıraksın, hukuk adına hukuk çiğnenmesin, insan, insana yakışır bir dilin içinden konuşsun, Allah'ın kendisine bahşettiği özerk ve özgür alanları, bir tür gizli şirk denilebilecek biçimde gayr adına daraltmasın, yok etmesin. Ruh özgürleşsin, Allah'ın huzurundan dünyaya nasıl geldiysek o şekilde dönelim. O'nun buyurduğu gibi, 'O'nun daire-i mülkünden çıkmamız imkansız'dır, O'ndan geldik, dönüşümüz O'nadır. Gelip geçtiğimiz, üzerine yerleşemediğimiz bu dünyayı da, yetkin insana yakışır bir güzellik ve gerçeklikle yaşayabilelim, bir esenlik, barış ve huzur yurdu haline getirebilelim. Cevdet Karal'ın ifadesiyle, 'hilkatin ilk günleri'ndeki saflığına kavuşturabilelim: 'her şey nasıl bu kadar berrak her şey nasıl bu kadar yeni elimi bıraksan unutacağım buraya bugün gelmediğimi açılmış masumiyet defteri gibi görünüyor bana yeryüzü melekler boyamış her yeri yağan kar örtmüş üstümüzü deseler ki vaki oldu emri hak işte ebedi hayat dedikleri kara kapanır sana şükrederim böyle hayal ederdim cennetini' SADIK YALSIZUÇANLAR
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|