07-24-2008, 11:09 | #1 |
(Kısım-1) II. Meşrutiyet’in 100. yılı 23 Temmuz 1908
II. Meşrutiyet’in 100. yılı
23 Temmuz 1908 / 23 Temmuz 2008 II. MEŞRUTİYET’TE BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ 1907 sonlarında İstanbula teşrif eden Bediüzzaman Hazretleri “Temmuzun inkılab-ı mesûdi” dediği Hürriyet i’lânının üçüncü gününde İstanbul’da irad ettiği nutkunun aynısını, Selânik Hürriyet Meydanı’nda da vermiştir. Ayrıca, Bediûzzaman Hazretleri Niyazi Bey ve arkadaşlarının hürriyet mücadelelerindeki muvaffakıyetlerini tebrik ederek, bu saadet sarayının temellerini kuvvetlendirmek için şarka gideceğini beyan etmektedir. Evvela Sadaret (Sadrazamlık) kanalıyla Şark’a meşrutiyet ve hürriyetin mana ve mefhumunu anlatmak üzere altmış kadar telgraf göndermiştir. Bilâhare, o va’dini de 1910 yılında yerine getirmiş.. Şark’a gitmiş, aşiretleri dolaşarak meşrutiyet dersi vermiştir. Aşiretlerde sorulan: “Meşrutiyetin ne miktarı bize gelmiş?. Ve niçin bü*tün gelmiyor?” sorusuna mukabil cevaben bazı gereken adımların atılmaması halinde: “Yüz sene sonra tamamen cemalini göreceksiniz” diyerek 1908 den günümüze işaret etmiştir. Ancak yine de bizlere düşen bazı vazifeler vardır. II. Meşrutiyet’in yüzüncü yılı olan bu sene ve bu aylarda yine çok mühim hadiseler cereyan etmektedir. Hürriyet ve Gerçek Demokrasi taraftarlarıyla, Dikta ve Azınlık Rejimi taraftarları arasında ciddi ayrılıklar teşekkül etmiştir. Bediüzzaman Hazretlerinin yüz yıl önce verdiği reçeteler hala uygulama beklemektedir. Ki, bu millet ve devlet saadete kavuşsun ve dünyanın ileri devletleriyle her sahada baş başa olsun ve milletinin saadetine hizmet etsin. Bediüzzaman Hazretlerinin HÜRRİYET NUTKU Misbah Gazetesi 2 Ekim 1908 nüshasında, bu nutkun ilk bölümünün başında şöyle bir tarif koymuştur: “İstanbulumuzca Kürd Hoca denmekle maruf, fazıl-ı şehîr Bediüzzaman-ı Kürdî Molla Said Hazretlerini inkılab-ı mes’ud ibtidalarında Dersaadet ve Selanik’te kerraren irad edip bilhassa gazetemize ihda eylediği nutk-ı irticalidir.” Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ilân-ı hürriyetin üçüncü gününde irticalen ve sonra Selânik’te Meydan-ı Hürriyette tekrar ettiği nutkun tam ve orijinal sûretidir : Dağ Meyvesi Acı da Olsa Devadır, Amma Hazmı Sakîl İ’TİZAR Birinci tecrübe, birinci inşa’, birinci nutuk olduğundan noksan ve iğlakı tabiîdir. Mâzur tutarsanız, teşekkür ederim. Tutmazsanız mâzursunuz. Zîra hürriyet var. Kaplan postuna benzeyen elbisem gibi, üslûb-u beyanım da zamanın modasına muhaliftir. Zîra alâturka terzilik bilmiyo*rum, ta bu maânîye iyi libas keseyim ve düğme yapayım. Reca ediyorum, nutkumu hayal hanenize girmekten yasak etmeyiniz. Benim gibi hem ha*yalden kapı açın, tâ ki kalbe girsin. Zîrâ hamiyet ve diyanet ve gay*re*ti*nizle iş var, müzakere edecekler. Kalbin karanlık köşelerinden ışık ya*ka*caklar!.. HÜRRİYETE HİTAB Ey hürriyet-i şer’î! Öyle müdhiş amma güzel ve müjdeli bir sadâ ile ça*ğırıyorsun; benim gibi bir Kürdü tabakat-ı gaflet altında yatmışken uyandırıyorsun. Sen olmasaydın, ben ve umum millet zindan-ı esarette kalacaktık. Seni ömr-ü ebedî ile tebşir ediyorum. Eğer aynü’l-hayat-ı şeri*atı menba-ı hayat yapsan ve o cennette neşv ü nema bulsan, bu millet-i mazlûme de eski zamana nisbeten bin derece te*rakki edeceğini müjde veriyorum. Eğer hakkıyla seni rehber etse, ağraz-ı şahsî ve fikr-i intikam ile seni lekedar etmezse!.. “El-azametü lillah ve-l minnetü lehü” ki; bizi kabr-i vahşet ve istibdaddan ihraç ve cennet-i ittihad ve muhabbet-i milliyeye davet etti. Ya Rab! Ne saadetli bir kıyamet, ne güzel bir haşir ki, “vel-ba’sü ba’de-l mevt” hakikatının küçük bir misalini bu zaman bize tasvir ediyor. Şöyle ki: Asya’nın ve Rumeli’nin köşelerinde medfun olan medeniyet-i ka*dîme hayata başlamış; ve menfaatini mazarrat-ı umumiyede arayan ve is*tibdadı arzu edenler يَا لَيْتَنِى كُنْتُ تُرَابًا demeye başladılar. Yeni Hükûmet-i Meş*rutamız mu’cize gibi doğduğu için, inşâallah bir seneye kadar تَكَلَّمَ فِى الْمَهْدِ صَبِيًّا sırrına mazhar olacağız!.. Mütevekkilane, sabûrane tuttuğumuz otuz sene ramazan-ı sükûtun sevabıdır ki, azabsız cennet-i terakkî ve medeniyet kapılarını bize açmış*tır. Hâkimiyet-i milletin beraat-i istihlali olan kanun-u şerî-î esasi, hâ*zin-i Cennet gibi bizi oralara duhûle davet ediyor. Ey mazlum ihvan-ı vatan!.. Gidelim dâhil olalım! Birinci kapısı: İttihad-ı kulûb. İkincisi: Muhabbet-i milliye. Üçüncüsü: Maarif. Dördüncüsü: Sa’y-i insanî. Beşincisi: Terk-i sefahettir. Ötekilerini sizin zihninize havale ediyorum. Zîrâ davete icabet vâcibdir. Bu inkılab-ı azîmin fatihası mu’cize gibi başladığı için bir fâl-i ha*yır*dır ki, hâtimesi de pek güzel olacaktır. Şöyle ki: Bu inkılab, fikr-i beşerin ağır zincirlerini parça parça ve istidad-ı te*rakkiye karşı sedleri zîr ü zeber ederek, hükûmeti varta-yı mevtten tahlis ve bu millet-i mazlumede cevher-i insaniyeti izhar ve âzade olarak kâ’be-i kemâlâta doğru gönderdiği gibi; hâtimesi de yani otuz sene kadar rengâ*renk sefahat ve hevesat ve israfat ve lezaiz-i nâmeşrua gibi seyyiat-ı medeniyet, devlet-i medeniyeti, (hükûmet-i müstebide gibi) inkıraza sevkeden umûrlar maddeten zararını ihsas edeceğinden o muzlim ve ke*sif olan sehab, arzu-yu umumî ile münkeşif olduğundan, şems-i Şeriat ve ma’kesi olan kamer-i medeniyet berrak ve saf cevv-i asûmanda (siyasatta) Asya’yı ve Rumeli’ni tenvir ve mutazammın olduğu istidad-ı kemâlin tohumları tenmiye ve hürriyetin yağmuru ile neşv ü nema bularak rengârenk elvân ile tezyin edeceğini bu fâl-i hayır bize müjde veriyor. Bir mu’cize-i Peygamberîdir (A.S.M.) ve bu millet-i mazlumeye bir inâyet-i İlahîyedir ve cem’iyet-i milliyenin niyet-i hâlisanesinin kera*me*tidir ki, bu maden-i saadet ve hürriyet olan şeriat dairesindeki ittihad-ı kulûb ve muhabbet-i millî elimize meccanen geçti. Milel-i saire mil*yonlarla cevahir-i nüfus feda etmekle kazandılar. Ölmüş olan hissiyat ve âmâl ve müyulat-ı âliye-i milliyemiz ve ahlâk-ı hasene-i İslâmiyemizi bu küre-i arz denilen (cezbe tutmuş mevlevî gibi) meczub cevvalin sımahında tanin-endaz ve umum milleti sürur ile bir garib ihtizaza geti*ren sadâ-yı hürriyet ve adalet, nefh-i sûr-u İsrafil gibi hayatlandırıyor. Sakın ey ihvan-ı vatan! Sefahetlerle ve dinde lâübaliliklerle tekrar öl*dürmeyiniz. Ve bütün efkâr-ı fâsideye, ahlâk-ı rezileye ve desais-i şeytaniyeye ve tabasbusata karşı; bu Şeriat-ı Garra üzerine müesses olan Ka*nun-u Esasî Azrail hükmüne geçti, onları öldürdü. Ey hamiyetli ihvan-ı vatan! İsrafat ve hilaf-ı şeriat ve lezaiz-i nâmeşrua ile tekrar ihya etmeyiniz! Demek şimdiye kadar mezarda idik, çürüyorduk. Şimdi bu ittihad-ı millet ve meşrutiyet ile rahm-ı madere geç*tik, neşv ü nema bulacağız. Yüz bu kadar sene geri kaldığımız me*safe-i terakkiden inşâallah mu’cize-i Peygamberî (A.S.M.) ile, şimendifer-i kanun-u Şerî-yi esasiyeye amelen ve burak-ı meşveret-i şer’iyeye fikren bineceğiz. Bu vahşet-engiz sahra-yı kebiri bir zaman-ı kasirde tekemmül-ü mebadi cihetiyle tayyetmekle beraber, milel-i mütemeddine ile omuz omuza müsabaka edeceğiz. Zîrâ onlar öküz ara*basına binmişler, yola gitmişler. Biz birdenbire şimendifer ve balon gibi mebadiye bineceğiz, geçeceğiz. Belki câmi’-i ahlâk-ı hasene olan haki*kat-ı İslâmiye ve istidad-ı fıtrî ve feyz-i imanın ve şiddet-i cû’un hazma verdiği teshil yardımıyla fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geç*miş idik. Talebeliğin bana verdiği vazife ile hürriyetin ferman-ı mezuniye*tiyle ihtar ediyorum: Ey ebna-yı vatan! Hürriyeti sû’-i tefsir etmeyiniz, tâ elimizden kaç*masın. Ve müteaffin olan eski esareti başka kabda bize içirmekle bizi boğmasın. (Haşiye: Evet daha dehşetli bir istibdad ile, pek acı ve zehirli bir esareti bize içirdiler.) Zîrâ hürriyet, müraat-ı ahkâm ve âdâb-ı şeriatla ve ah*lâk-ı hasene ile tahakkuk ve neşvünema bulur. Sadr-ı evvelin, yani Sa*habe-i Kiramın o zamanda âlemde vahşet ve cebr-i istibdad hükümferma olduğu halde, hürriyet ve adalet ve müsâvâtları bu müddeaya bürhan-ı bahirdir. Yoksa hürriyeti sefahet, lezaiz-i nâmeşrua, israfat, tecavüzat, heva-i nefse ittiba’da serbestiyet ile tefsir, amel etmek; bir padişahın esa*retinden çıkmakla, nefsin esaret-i rezilesinin altına girdikle*rinden milletin çocukluk istidadını ve sefih olduğunu gösterdiğinden; pa*ralanmış olan eski esarete lâyık ve hürri*yete adem-i liyakat gösterir. Zîrâ sefih mah*curdur. Geniş, müşa’şa’ olan yeni hürriyet-i şer’iyeye adem-i liyakat, –zira çocuğa geniş olmaz– ve şanlı olan ittihad-ı millî, bozulmuş ve müteaffin olan hâlât ile fena bir hastalığa hedef edecek*tir. Zîrâ ehl-i takva ve vicdanın tefsiri böyle değil. Mezhebi de muhalif olacaktır. Biz Millet-i Osmaniye erkeğiz. Kamet-i merdane-i istidad-ı millimizde kadınla*rın libası gibi süslü sefahat ve hevesat ve israfat ya*kışmıyor. Bi*naenaleyh aldanmayalım. خُذْ مَا صَفَا دَعْ مَاكَدَرَ kaidesini düstur-ul amel yapalım. Şöyle ki: Ecnebiyede terakkiyat-ı medeniyeye yardım edecek noktaları (fünun ve sanayi gibi) maalmemnuniye alacağız. Amma medeniyetin zünub ve mesavîsi olarak bazı âdât ve ahlâk-ı seyyie ki, ecnebîlerde (onlarda) mehasin-i kesîre-i medeniyesiyle muhat olduğu için çirkinliği o kadar göstermiyor. Biz ise aldığımız vakit sû’-i tali’ cihetiyle, sû’-i intihab vasıtasıyla müşkil-üt tahsil mehasin-i medeni*yeti terk, çocuk gibi heva ve hevese muvafık zünub-u medeniyeti kesbettiğimizden, muhannes veya mütereccile gibi (kadınlaşmış erkek... erkekleşmiş kadın...) oluruz. Yani ka*rı erkek gibi giyinse, karı süsüyle süslense muhannesliktir, yakışmaz. Merd-i valâhimmet, zîb ü zîverle müzahref cilveli hanım gibi olmamalı. Elhasıl: Zünub ve mesavi-i medeniyeti, (adet ve ahlâk-ı seyyieyi) hudud-u hürriyet ve medeni*yetimize girmekten seyf-i şeriatla yasak edece*ğiz. Tâ ki, medeniyetimi*zin gençliği ve şebabiyeti, zülâl-i ayn-ül hayat-ı şeriatla muhafaza olsun. Kesb-i medeniyette Japonlara iktida bize lâzımdır ki; onlar Avrupa’dan mehasin-i medeniyeti almakla beraber, her kavmin mabihil-bekası olan âdât-ı milliyeyi muhafaza ettiler. Bizim âdât-ı milliyemiz İslâmiyet’te neşv ü nema bulduğu için, iki cihetle sarılmak zarurîdir. Ey hamiyetli ebna-yı vatan! Cem’iyet-i millî ruhlarını feda et*mekle saadetimize yol açtılar. Biz de, bazı sefehat ve lezaizimizi terk ile onlara yar*dım edeceğiz. Zîrâ o sofra-yı nimete beraber oturuyoruz. Ef*kâr-ı fâside sahibi, yani hürriyet altında istibdadı ve mezalimi arzu eden*ler, mevt-i ebedîye mazhar olan zaman-ı mazînin cevfinde medfun olan istibdadatı veyahut seyl-i huruşan-ı zaman içinde yuvarlanmış olan me*zalimi, bir daha temaşa etmemek için, tarih-i hayat-ı hürriyetin beya*nıyla, mazî ve hâl meyanında delinmez bir sedd-i âhenin çekmek istiyo*rum. Şöyle ki: Bu inkılab-ı azîm doğurduğu hürriyeti, meşveret-i şer’iyenin terbiyesine verse, bu milletin eski satvet ve kuvvetini ihya edecektir. Eğer veba ve ağraz-ı şahsiyeye müsadif olsa; istibdad-ı mut*laka dönecek. Hürriyet tam zamanında doğdu. Ahval ve ilcaât-ı zaman tam terbiyesine hizmet ister. Sun’î ve ihtiyarî değil, tâ ki çok külfete muhtaç olsun. Eski zaman gibi belki bu kadar tazyikatın tesiriyle me’yusiyet ve mahv olmak şanından olmayan hamiyet-i İslâmiye, o kadar galeyana gelmiş ki; güya hürriyet rahm-ı maderde tekemmül yaşına ka*dar gelmiş. Ka*dem-nihade-i saha-i vücûd olduğu anda hükümfermalığını ilân ve hiçbir müsademata karşı tezelzüle ve delinmeğe uğramayacak bir sedd-i âhenin gibi veyahut taht-ı Belkıs gibi beş hakâik-i sabite üzerine teessüs ede*cek!.. Birinci Hakikat: (Hal-i içtimadır) Mecmu’da bir kuvvet bulunur, hiçbir ferd o kuv*vete mâlik olamaz. Bir kalın şerit ile eczasından ince bir telin kuvveti gibi… veyahut efkâr-ı umumiyeyi mutazammın yeni hükûmetimiz ve eski hükûmetlerimiz gibi... (yeni hükümetimizle, eski hükümetimiz bu şeritle onun cüzî teline benzer) Ey millet! Biz şimdi kalın şeridiz. Her kim muhalefet ve hodserane ile bunu zaîf etse, umumun hakkına affolunamaz bir cinayet*tir. İkinci Hakikat: Zaman-ı salifte, yani galebe-i vahşet vaktinde âlemde hükümferma; vahşetin mahsulü ve tedennî ve inkırazın mahkûmu olan kuvvet ve cebrin saltanatı idi. (Bunlar yani kuvvet ve cebir) Her*hangi devletin deveran-ı demi yerine girmiş ise, o devleti kendi gibi ömr-ü tabiyle kayd ve ecel-i inkirazın pençesine vermiş. Ve öyle devletlerin sahaif-i tarihiyeleri (satırları) baykuşların âşiyanı gibi satırları inkı*razla*rını çağırıyorlar, bağırıyorlar. Ve tasallut-u medeniyetin zamanında âlemin hükümranı, ilim ve mâ*rifettir. Müvellidi medeniyet ve şanı tezeyyüd ve ömrü ebedî olduğun*dan, herhangi devletin hayat ve müdebbiri olmuş ise, o hükûmeti kendi gibi kayd-ı ömr-ü tabiîden ve ecel-i inkırazdan tahlis ve küre-i arz kadar yaşamasına istidad vermiş. Kitab-ı Avrupa sahaifi bunu alenen göste*ri*yor. Bu hakikata misal isterseniz, eski hükümetimize ve yeni hü*kümetimize bakınız. İTTİHAD İLMİ ARAŞTIRMA HEYETİ
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|