![]() |
#1 |
![]() Hadi git bana biraz İstanbul getir... ... ve paylaştır her bir semtini her bir güzele ... Hadi git bana bir avuç İstanbul getir... Fatih denince akla Fatih Sultan Mehmet gelsin... Sadece O'nun , sevgililer sevgilisinin iltifatlarına nail olabilmek için henüz on üç yaşında yastığına İstanbul'un haritasını çizen Sultan Fatih gelsin akla... Sonra Yavuz gelsin... Dünyalara meydan okuyan, kul gibi yaşayan ve bu dünyanın velvelesinden sıkılıp Mevla'ya kanat açan Sultan Selim gelsin akla... Eyüp denince hemen o gelsin akla... Sevgilinin gül cemalini görmüş, gül hatırını almış, O'nu evinde misafiri yapmış, İstanbul için savaşmış biri çıksın ortaya... O gelsin aklımıza ve Rasulüllah'ın mihmandarı Eyüp Sultan gelsin meydana... Üsküdar'dan yükselen ezan sesleri kaplasın sahili... Bir sevdalılar beldesi olarak Üsküdar gelsin akla ve onun bir zamanlar kadı Mahmut'u, sonra derviş Mahmut'u, daha sonra ise Üsküdar'ın bir tanesi olarak Aziz Mahmut Hüdayi gelsin aklımıza... Hani bir keresinde hocasının abdest suyunu göğsüne basarak aşkının ateşiyle ısıtmıştı ya suyu... İşte o su kadar sımsıcak Üsküdar bir başkadır gönüllerde... Ah İstanbul ... Hadi git bana kendini getir... Bana bir aşığın gözyaşlarıyla ıslanmış dudakları kadar temiz ve sıcak kendini getir... Bir dünya harikası Sultanahmet'inle , Mimar Sinan denince akla gelen onca tarihinle, türbelerinle, caddelerinle, sokaklarınla ve her şeyinle gülerek gel... Ama Hayır !... Böyle geleceksen hiç gelme... Kendine gel sonra gel... İstanbul kendini anlat bana... Niçin mahzun gibisin? Neden eskiden olduğu gibi gülmüyorsun? Yakışmıyor sana gülmemek... Yakındığın şey nedir? Bu kadar elem ve kederin neden? Söyle İstanbul... Biliyorum insanların yüzünden...İnsanlar olarak kirlettik seni ve layık olamadık güzelliğine... Caddelerin şehvet kokuyorken , sokakların beton yığınları arasında kaybolmuşken, hepsi birer şaheser değerindeki camilerinde üç beş ihtiyar huzura dururken , sahibin Fatih'in türbesi yanında zamanın güyalıları ve hanımefendileri sarmaş dolaş iken **, kimileri ezan sesini duymamak için pencerelerini sıkı sıkı kapatırken, içinde pisliğin ve rezaletin en alası işlenirken gülemezsin elbette... Fakat içindeki bir kaç iyinin hürmetine , sabah namazlarında ışıkları yanan bir avuç cennet sevdalısının hatırına ve sırf seni sevdiği için , İstanbul sırf senin için gecenin zifiri karanlığında semaya dönen kalplerin döktüğü gözyaşları için Sen Ağlama... Onlar ağlar senin yerine... Biz ağlayalım ağlayamadığımıza... Affet bizi İstanbul... Biz seni çok seviyoruz... Haydi gül GÜL İSTANBUL...
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() ![]() ![]() Ahh İstanbul!!Nerelerdesin? Gönlüme taht kurmus, baş köşede oturuyor, durmadan çağırıyor, çekiyorsun beni kendine..Bir girdaba mı sürüklüyorsun beni, yoksa mutluluğa mı bilmiyorum..Nesin ki bu derece beni kemirip kemirip bitiriyorsun? Bogazda ucan her martı da umutlarım gizli benim..Hepsine de fısıldadım umutlarımı..Engin maviliklerin derinlerinde parıldayan bir ışık görürlerse onun benim umudum oldugunu fısıldadım onlara..O umutlar o engin maviliklerin derinlerinde olabilirler ama gün gelecek o maviliklerin üstüne çıkacak işte o zaman parıldayacaklar dedim..Tamam dediler İstanbul..Dokunmayacaklarına dair söz verdiler bana.. O masmavi insanı büyüleyen muhteşem boğazın mı benliğimi çeken yoksa ayasofyanın ilginç mimarisi mi?Çamlıcanın tepeden bir kartal gibi süzülüşü mü yoksa Fatih'in gönüllere su serpen mistik havası mı ceken tarafın beni..O eşsiz engin maviliklerin karşısına geçip kendimi yaptıklarımı, yapacaklarımı, sorgulayıp yargılamayı mı özledim yoksa? Çagırıyorsun beni ama bekleme gelemem ben daha İstanbul..Ne zamanki tamamladım kendimi, ne zamanki hamlıktan olgunluğa adım attım ve ne zaman bana söz veren martılar sözlerinde durup umutlarımı bir sır olarak sakladılar , o zaman gelirim..Umutlarım ne zaman engin maviliklerin üstüne cıkar o zaman gelirim..Sana ayak basarken ne zamanki çocuklar mendil satıp, cam silmeyi bırakırlar o zaman gelirim... Bekle İSTANBUL bekle.Ben yine gelirim sana..Umutlarım bir bir ışıldadıgında yeni umutlarımı fısıldamak için gelirim sana... Güzelliklerin umuda bağlandığı şehre sevgilerimle GELİRİM... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
![]() Gülistan, bul kokuyu! İstanbul gülümsesin ne kadar solsa rengin bülbüle kırmızısın heybesi gül tohumu münzevî âşık benim sen şehrengiz güzeli, sen şâirân kızısın elim var ellerinde, fermansız şehzâdenim Gül İstanbul kokulu, gülüm İstanbul sesin Üsküdar'da her yangın utanır yağmurundan Beyoğlu'nda temâşâ, Ayasofya'da mâtem şafak Dolmabahçe'de öpüyor İslâmbol'u Bâbıâlî kederli, sahaflarda bin elem sorsak söyler mi deniz: nerde Hüdâyî Yolu Üsküdar da utanır her yangın yağmurundan Leylâ'sını arayan kalbim/de İstanbul'dur kaç nağmeye sarılsam dilimde kalan hüzzâm üzülmem, dervişinim, köşe bucak benimsin tanıksın yüreğime, hoşgörün ne muazzâm ister adını duysun, ister kıyında gezsin Leylâ, aranan aşkın kalbinde İstanbul'dur İstanbul kalabalık, ne çok sevdâ her şeye renklenir yedi tepe, yedi gök efsânesi duygular mı mültecî zindanda ve sarayda iki denize mahrem, ağlayan Kız Kulesi gök/yüzünde ilkbahar, yaz sonbahar, kış şeydâ İstanbul ne çok sevdâ kalabalık her şeye Sularda secde eden elleridir Sinan'ın âşiyân kubbelerde kandillerin şavkı var dökülsün çeşmelerden gözyaşları Çınar'ın kehribâr tesbih gibi çekilsin leyl ü nehâr çağırın minareler, sonsuza dek çağırın Sular da elleridir secde eden Sinan'ın Türbeler, siz söyleyin tutar gibi elimden hû çekmez mi serviler kabristan ağlar diye kaç güvercine mesken avlular ve cumbalar beş vakit, çocuk gibi gülen Süleymâniye Topkapı kaç geline çeyiz sandığı saklar Tutar gibi söyleyin bu türbesiz el'imden Âh! gizli ve âşikâr, tenhâ sokaklarından Haliç'e inmek için sıralanan odalar çocuğunum kaybolan, hayalleri yaramaz martı mı, kırlangıç mı, kuğu mudur adalar iskelede kalınca hangi vapur yas tutmaz Âh! tenhâ ve âşikâr, gizli sokaklarından Neyleyim, kır kalemi, sessizliğin de şâir köprülerin yetmiyor vuslata kadîm şehir iki sevgili gibi her yakanda bir hüzün kimine şerbet oldun, kimine dâr ve zehir haritaya sığmayan manzaralar/da yüzün Neyleyim sensizliği, kırsın kalemi şâir Boğaz/da gezgin gibi akşamlayan gölgeler sırrını keşfediyor Çamlıca'da güneşin mecalsiz erguvanlar söylenmemiş şarkıdır mehtaplı gecelerdir masal eğlencelerin yoksa sabahladığım kuşlarla rıhtım mıdır Boğaz'da akşamlayan gezgin gibi gölgeler Ulubatlı gözlüyor surlardan bakan tarih Eyüpsultân'da hâlâ Akşemseddîn duâsı düşleriyle Fatih'in kapanan eski zaman ey yirmi bir yaşımın hiç bitmeyen hülyâsı İstanbul, Dersaâdet, Konstantin ve Âsitân Ulubatlı surlarda gözlerden akan tarih Lâledân bildim seni, sen yine gülistan bul ayrılık bahçesinde bülbül gibi ağla/yan fetih müjdeli diye gül/süz adın bak yarım muammâ yalnızlığı talihime bağla/yan yazmak bana mı düştü, nakkaş mı parmaklarım Lâleden bildim seni, yine de gül İstanbul... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
![]() ![]() ![]() Kırışık çığıltılar,devrik bestelerin takırtısı kök salmıştı çamurumda Tabutumun diz çöktüğü yabani yol, ahdimin yılgınlığıydı. Ve Sen İstanbul! Köprü köprü , kemer kemer yürüyordun kanı deli ırgat çocukluğuma Demir attın bana İstanbul, kemirdin slogansı kalabalıklığımı… Plastik umut salgılayan oyuncaklar savaştırılıyordu avucumda Ve sen İstanbul! Sıyrılıp hışmından ana kucağı gibi filizleniyordun bağrımda. Aşka vedaların önüne geçip yalan harfleri bir bir idam etmek yürek davalarında Kapı tokmağına destansı sevdaların mührünü vurmak; günahlarımdan arınmak adına. Ve gürlemek, velud göğsüne yaslanan siyah çelenkli , hayın bakışlara Yağız duvaklı korkularına çığ gibi kükretebilmek kahrımı! Sebebimdir İstanbul bunca yangının onca hıçkırığı… Ve Sen! Körpe yumruğumla gömüldüğüm Vefa’msın. Ölümü deşip diri surlarını giyindiğim diyârsın! Yalın ayak , kirpiklerinde süründüğüm ân , beni anlarsın Teneffüssüz kalır hüznüm İstanbul! *** Ve bir ah… Gül-diken mahkemesinde mihribanî dudaklarımdan bengisu fışkırtabilsem Mahbes yokuşlara,maskeli suretlere utancı tükürsem ve mâbed diyarına göçsem O diyar “Sen” olsan; dingin, iffetli nağmelerinin hıfzında tütsem… Ve sen gitmesen benden İstanbul! Gitme Sen… Senle yaşayıp, senle ölmeye, senle “gül” bitmeye hükümlüyüm ben! Ve yollarında örmüştüm saçlarımı İstanbul! Mahşere saklamıştım sancılarımı… Bırakma beni… Tabutumun diz çöktüğü yabani yol, ahdimin yılgınlığıydı. Ve Sen İstanbul! Köprü köprü , kemer kemer yürüyordun kanı deli ırgat çocukluğuma Demir attın bana İstanbul, kemirdin slogansı kalabalıklığımı… Plastik umut salgılayan oyuncaklar savaştırılıyordu avucumda Ve sen İstanbul! Sıyrılıp hışmından ana kucağı gibi filizleniyordun bağrımda. Aşka vedaların önüne geçip yalan harfleri bir bir idam etmek yürek davalarında Kapı tokmağına destansı sevdaların mührünü vurmak; günahlarımdan arınmak adına. Ve gürlemek, velud göğsüne yaslanan siyah çelenkli , hayın bakışlara Yağız duvaklı korkularına çığ gibi kükretebilmek kahrımı! Sebebimdir İstanbul bunca yangının onca hıçkırığı… Ve Sen! Körpe yumruğumla gömüldüğüm Vefa’msın. Ölümü deşip diri surlarını giyindiğim diyârsın! Yalın ayak , kirpiklerinde süründüğüm ân , beni anlarsın Teneffüssüz kalır hüznüm İstanbul! *** Ve bir ah… Gül-diken mahkemesinde mihribanî dudaklarımdan bengisu fışkırtabilsem Mahbes yokuşlara,maskeli suretlere utancı tükürsem ve mâbed diyarına göçsem O diyar “Sen” olsan; dingin, iffetli nağmelerinin hıfzında tütsem… Ve sen gitmesen benden İstanbul! Gitme Sen… Senle yaşayıp, senle ölmeye, senle “gül” bitmeye hükümlüyüm ben! Ve yollarında örmüştüm saçlarımı İstanbul! Mahşere saklamıştım sancılarımı… Bırakma beni… Ne olur “gitme!”de… |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
![]() Sana;
Bir merhaba bile diyemedim İstanbul! .. Bir boğaz gördüm iki yakanda Bezenmiş bir inciden Denizi sis, köprü üstü is Görmek istediğim hiç bir yer Bulamadım; Adından başka İstanbul... Karaköy; Kararmış bir dünya Beyoğlu’nda; bey gitmiş Oğullar kalmış tramvayda. Hani Yahya Kemal ne demişti? “Sana dün bir tepeden baktım Aziz İstanbul.” Ya Orhan Veli? “İstanbul’u dinliyorum, Gözlerim kapalı” Ben gözlerim açıkta Göremedim seni gündüz gözüyle Ey “Aziz İstanbul” Bir tepeden baksam hiç göremem seni Şimdi düşünüyorum da İstanbul Sana yazılan tüm şiirler güzeldir Güzeldir sana övgüler Yıllar öncesi,yıllar öncesi Şimdi; Ne Orhan Veli yaşıyor Ne Yahya Kemal İstanbul Martı sesleri karaya vuruyor artık Denizinden de bir şey bulamıyor Aksaray’ın ne akı kalmış ne sarayı Ben sevmedim İstanbul burayı Yorgunum senin kadar, Ben İstanbul’dan yorgun İstanbul benden yorgun... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
![]() Arıyor İstanbul eski günleri,
Geceler kahroldu çöktü İstanbul.. Ellerini açmış minareleri, İçini 'Allah ' a döktü İstanbul!! Ağladı boynunu büktü İstanbul! Bizi yüreğinden söktü İstanbul! Ah İstanbul ah! Bilirim matemlisin, bilirim yaslısın. Bilirim kızgınsın bize.. Bilmem ki arınır mıyız bu günahtan, Döksen bizi Marmara’ya, Karadeniz’e Ne bunca imparatorluklar, Ne de muharebeler yordu seni.. Korundun düşmandan yıllarca.. Lakin dost bildiğin, can bildiğin vurdu seni... Ah İstanbul ah! Yüzüne bakacak yüzümüz kalmadı.. Bırak bari ismini doya doya analım. Bundan böyle sen bize yan, biz de sana yanalım.... Toprağın altından yükselir figan, Bakamaz üstüne yer hicabından, Bağrına bastığın vurdu sırtından. Matem bayrağını çekti İstanbul.. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|