07-27-2008, 00:25 | #1 |
Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
[size=12pt]PEYGAMBERİN (SAV) VE EVLİYANIN (KS) RUHANİYETLERİNE TEVESSÜL
Enbiya, evliya ve ulemayı vesile ittihaz etmek ilahî nass ile sabittir. Ehl-i hayrı vesile etmek de caizdir. Onlar hayatta olsun veya ahirete intikal etmiş bulunsun eşittir. Bunu füyüzât-ı ilâhîyeden mahrum olan ve kötü inanca mübtela olanlardan başkası inkâr etmez. Münkirden ve siretinden ALLAH’a sığınırız. İnsan, gücünün yettiği şeyi önce istişare etmeli ve ondan sonra yapmalıdır. Bir insan gücünün dâhilinde olmayan şeyi Cenâb-ı Hakk'a tefviz etmelidir ki, bu tevekkül demektir. Kul ekip biçiyor ve kendi yapması icap eden nadası yapıyor. Fakat yağmur yağdırmaya kudreti olmadığı için Cenâb-ı Hak’tan istiyor. Yani Sebeplere tevessül, tevekküle mâni değildir. Âile sahibi olan ve misafiri gelip giden kimsenin bir senelik erzakı depo etmeside tevekküle mâni değildir. Bugün rızkını yiyerek yarını düşünmesen o da tevekküldür. Kabir ziyaret edilerek şifa bulunması konusunda, Ramazan oğlu Mahmud Sami Efendi’den (K.S.) nakille “Bir Bayram Sohbeti “ başlığı ile Altınoluk Dergisinin 1997 Şubat baskısında çıkan bir olay size bu konuda misal olarak anlatılmış… Her şeyden önce şurasını yerli-yerine oturtalım ki Ramazan oğlu Mahmud Sami Efendi (K.S.) Şeyh Muhammed Esad Efendinin (K.S.) icazetli hulefâsından olup, âlimliği, Fadıllığı, takvası ve yetiştirdiği müridanıyla maruf yakın son devirde yaşamış bir şahsiyettir. En düşük avam seviyesindeki bir mü’mine dahi, yalan haber verme veya yalan bir şey anlatma isnadı yapılamayacakken ve böyle bir şey muhal yahut bühtan kabul edilirken bu zat-ı şerif için böyle bir şey düşünülmesi bile çılgınlık olur. Hâl böyle olunca, artık bu olayı Ayetlerle ve Hadislerle ölçmeye çalışmak beyhudedir. Zira, Beden ölse de ruhlar ölmez. (*) Vehhabiler diyor ki: (Resulullahın ve Evliyanın ruhlarından şefaat isteyen, bunların mezarını ziyaret edip, bunları vesile ederek dua eden kâfir olur. Kabirde olandan işitmeyenden dua istemek şirktir. Ölü ve uzaktaki diri, işitmez ve cevap vermez. Bunların fayda ve zararları olmaz. Ölmüş peygamberden de bir şey istemek şirktir.) Ruhun ölmediğine Ehl-i sünnetin inandığı gibi vahhabiler de inanıyor. Beden ölse bile ruhun ölmediğine inanıp da, bu ruhun hareket etmesine inanmamak açık bir çelişkidir. Böyle olunca, ruhtan şefaat dilemek, ondan yardım istemek gibi, ALLAHü teâlânın yaratmasına vasıta olmasını beklemeye, karşı olmamak icap eder. Çünkü bütün dinler, insan ölünce, ruhun diri kaldığını bildirmektedir. Diri insanlar, ALLAHü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep oldukları gibi, diri ruhların da, ALLAHü teâlânın yaratmasına sebep olacağı ret edilmez. İnsan, ruhu sayesinde ayakta durur. Aklı, düşüncesi, ruhu sayesinde vardır. İnsanın vücudu, bir marangozun âletleri gibidir. İnsan ölünce, âletleri olmadığından, ruh bu aletlerle bir iş yapamaz. Ancak yine de, ruh ölü olmadığı için gider gelir, insanları tanır. Hatta evliyanın ruhları insanlara yardım eder. Bu yardım etmesi dünyadaki bedenindeki aletlerle değildir. ALLAHü teâlâ, ruhlara aletsiz de iş yapma özelliğini vermiştir. Vefat eden Hızır aleyhisselamın ruhu çok kimseye çeşitli yardım yapmaktadır. Bir kimseye, başkasının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. Kesmeyen bir testere yerine, iyi kesen bir testere gelirse, daha kolay iş yapar. Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ takılmışsa, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir. Bir insan yanmakla yok olmaz. Sadece aletleri elinden alınmış olur. Ahirette ona yeni aletler verilir. Mümin ise Cennete, kâfir ise Cehenneme gider. Ruh, kendisine verilen vücut sayesinde, ya nimete kavuşur veya azaba maruz kalır. Ruhun mahiyetini bilmeyen veya ALLAH’ın kudretinden şüphe eden kimse, insan yanınca yok olduğunu, kabir suali ve kabir azabının olmadığını zanneder. Hâlbuki kabir hayatını, burada nimet ve azabın olduğunu dinimiz açıkça bildiriyor. Aklın almadığı şeyleri akılla çözmeye kalkışmak çok yanlıştır. Akıl, göz gibi, din bilgileri de ışık gibidir. Göz, ışık olmadıkça, karanlıkta görmez. Göz, karanlıkta görmediği şeylere Yok diyemez. Akıl da, maneviyatı, fizik-ötesini anlayamaz. Aklımızdan faydalanmamız için ALLAHü teâlâ, din ışığını gönderdi. Göz, ışık olmadan karanlıkta cisimleri göremediği gibi, din bilgileri olmadan da akıl, manevi şeyleri anlayamaz. O halde akıl, din ışığı ile ancak manevi şeyleri anlayabilir. İnsan ruhu sayesinde vardır.. İnsan ölünce yok olur ve ölülerin ruhlarının faydası zararı olmaz sanılıyor. Halbuki beden ölüp çürüse de ruh ölmez. Abdülhak Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: İnsan ölürken ruhunun ölmediğini ayet ve hadisler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. ALLAHü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Kerameti yapan, yaratan, yalnız ALLAHü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, ALLAHü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, ALLAHü teâlânın dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak ALLAHü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olur. İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki: Her ölünün ruhu, cesedine, bilmediğimiz bir halde bağlıdır. Ruhların kendi cesetlerine tesir ve tasarruf etmelerine ve kabirde bulunmalarına izin verilmiştir. Ölü kabirde çürüse de, ruhun bedenle olan bağlılığı bozulmaz. (El-mütekaddim) Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki: Bazı evliyanın Hz. Hızır ile konuşmaları, onun diri olduğunu göstermez. Ruhu insan şeklini alır, iş yapabilir, darda kalanlara yardım edebilir. Kabirde nimetler ve azaplar olduğuna iman ederiz. Ölülerin birbirleri ile konuştukları, kabirde azap olunanların seslerinin işitildiği birçok hadis-i şerif ile bildirilmiştir. Bir hadis-i şerifte buyruluyor ki: (Eğer kabre konan kişi mümin ise, kabri genişletilir. Kıyamette insanlar diriltilinceye kadar kabri hoş kokularla doldurulur. Kabre konan kişi kâfir ise, demirden bir tokmakla başına vurulur. Öyle bir çığlık atar ki, cin ve insanların dışındaki bütün canlılar işitir. Kabri öyle daraltılır ki, kaburga kemikleri birbirine geçer.) [Buhari, Müslim] (C.1, m.182)Yine hadis-i şeriflerde buyruluyor ki: (Kabir azabı vardır.) [Buhari] (Kabir, ya Cennet bahçesi veya Cehennem çukurudur.) [Tirmizi] Ruhlar bilmediğimiz bir hayat ile diridirler Peygamberler ve Evliya mezarlarında, kabir hayatı denilen, bilmediğimiz bir hayat ile diridirler. Kendiliklerinden bir şey yapamazlar. ALLAHü teâlâ, onlara sebep olacak kadar kuvvet ve kıymet vermiştir. Onları sevdiği için, onlara, âdeti dışında olarak ikram, ihsan yapmaktadır. Onların hürmeti için, istenileni yaratır. İstenilenin yaratılmasına sebep olmaları onlardan istenir. Mezhepsizlerin, Ehl-i sünnet, mezarlara tapınıyorlar, müşrik oluyorlar demeleri Müslümanlara iftiradır. Aşağıda meallerini yazdığımız, [Al-i İmran 169 ve Bekara 154] âyet-i kerimeler, şehitlerin diri olduklarını bildiriyor. Şehidler, peygamber gibi evliya gibi değil, başka müslümanlar gibidir. Onlardan bir üstünlükleri yoktur. Peygamberler ise, şehidlerden elbet daha ileride ve daha üstündür. Her Peygamber şehid olarak ölmüştür. Bunu bilmeyen yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud] (Her peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la] Onun için vahhabiler gibi Rasulullahı ölü sanmak, ya ResûlALLAH demeye şirk demek maksatlı değilse cahilliktir. Vehhabi Feth-ül-mecid kitabının 486. sayfasında kendi bozuk inanışlarını güya ispat etmek için şu hadis-i şerif yazılıdır. (Evlerinizi kabir yapmayınız! Kabrimi bayram yeri yapmayınız! Bana salavat getiriniz! Her nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir.) [Ebu Davud] Hâlbuki bu hadis-i şerif, Peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü bir söz, diri olana bildirilir. [Hadis âlimlerinden Abdülazim Münziri hazretleri, (Kabrimi bayram yeri yapmayınız!) hadis-i şerifi için, elinizden geldiği kadar sık ziyaret ediniz demektir, dedi. Yani, benim kabrimi, yılda bir iki kere ziyaret etmekle bırakmayınız. Her vakit ziyaret ediniz demektir dedi. (Evlerinizi mezarlık yapmayınız!) hadis-i şerifi de, evlerinizi namaz kılmamakla mezarlığa benzetmeyiniz demektir dedi.] Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Mirac gecesinde, Musa aleyhisselamın kabri yanından geçirildim. Mezarında, ayakta namaz kılıyordu.) Buhari, Müslim] Buhari’de ve Müslim’de, (ALLAHü teâlâ, Mirac gecesinde, bütün Peygamberleri, Peygamberimize gönderdi. Onlara imam olup, iki rekat namaz kıldılar) yazılıdır. Namaz kılmak, rükû ve secde yapmakla olur. Bu haber, diri olarak, ceset ile beden ile kıldıklarını gösteriyor. Musa aleyhisselamın, kabrinde namaz kılması da, bunu göstermektedir. Mişkat kitabının son cildinde, (Miraç) babının birinci faslı sonunda, Müslim’den alarak Ebu Hüreyre’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Kâbe’nin yanında, Kureyş kâfirleri, bana Beyt-ül-mukaddesin nasıl olduğunu sordular. Oralara dikkat etmemiştim. Çok sıkıldım. ALLAHü teâlâ bana gösterdi. Kendimi Peygamberler arasında gördüm. Musa aleyhisselam, ayakta namaz kılıyordu, zayıf idi. Saçları dağınık ve sarkık değildi. Şen’e kabilesinden bir yiğit gibi idi. İsa aleyhisselam, Urve bin Mesud Sekâfi’ye benziyordu) buyruldu. Şen’e, Yemende bulunan bir kabilenin ismidir. Bu hadis-i şerifler, Peygamberlerin, Rableri yanında diri olduklarını gösteriyor. Onların cesetleri [bedenleri], ruhları gibi latif olmuştur. Kesif, katı değildir. Madde ve ruh âleminde görünebilirler. Bunun için Peygamberler, ruhları ve bedenleri ile görünebilirler. İmam-ı Beyheki hazretleri, İtikad kitabında buyuruyor ki: Peygamberler, mezara konduktan sonra ruhları bedenlerine geri verilir. Biz onları göremeyiz. Melekler gibi, görünmez olurlar. Yalnız, ALLAHü teâlânın keramet olarak ihsan ettiği seçilmiş kimseler görebilir. İmam-ı Süyuti de böyle bildirmiştir. İmam-ı Nevevi ve Sübki ve imam-ı Kurtubi üstadından böyle haber vermişlerdir. Hicretin 61. senesinde (Harre) olayında, Said bin Müseyyib diyor ki, Mescid-i nebide ezan okunamaz, namaz kılınamaz olunca, Hücre-i nebeviyye’den ezan ve ikamet sesi işitildi. Bunu, ibni Teymiye de, (İktiza-üs-Sıratil-müstakim) kitabında yazmaktadır. Çok kimse, selamlara, Kabri saadetten cevap verildiğini, çok zaman işitmişlerdir. Başka kabirlerden de, selamlara cevap verildiği, çok işitilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bana selam verene, ben de selam veririm.) [Beyheki] Bir hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören uyanık iken görmüş gibidir) buyruldu. Bunun için, imam-ı Nevevi hazretleri, Onu rüyada görmek, tam kendisini görmektir dedi. Nitekim, Abdürraüf Münavi’nin, Künuz-üd-dekaık kitabında yazdığı ve Buhari’de ve Müslim’de bulunduğunu bildirdiği hadis-i şerifte, (Beni rüyada gören doğru görmüştür. Çünkü şeytan, benim şeklime giremez) buyruldu. Rüyada benzeri görülmüş olsaydı, doğru olarak görülmüş olmazdı. İbrahim Lakani, Cevheret-üt-tevhid kitabında diyor ki, hadis âlimleri, Resulullahın uyanık iken de, rüyada da görülebileceğini, sözbirliği ile bildirmişlerdir. Diri olan Peygamber mi, Şehid mi? Bedir’de falanca filanca öldü gitti denilince, ALLAHü teâlâ buyurdu ki: (ALLAH yolunda öldürülenlere ölü demeyin. Bilakis onlar diridir, ama siz bunu anlayamazsınız.) [Bakara 154] Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Uhud’da şehid olan kardeşlerinizin ruhları yeşil kuşlarla Cennete gitmiştir. Onlar Cennetin ırmaklarından su içer, meyvelerinden yiyip Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillerle giderler, istirahat ederler. Yiyecek, içeceklerin lezzetini ve orada yaşanan hayatın güzelliklerini tattıkları zaman, “ALLAH’ın bize neler verdiğini kardeşlerimiz bilselerdi de cihattan çekinmeselerdi” dediler. ALLAH da, ben onlara, sizin durumunuzu bildiririm buyurdu.) [Müslim, Tirmizi, İbni Mace] İşte ayet meali: (ALLAH yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir ve ALLAH’ın bol nimetinden sevinç içinde rızıklanırlar, arkalarından kendilerine ulaşamayanlara [henüz şehid olmamışlara, şehidlikte] korku olmadığını ve üzülmeyeceklerini müjdelemek isterler.) [Al-i İmran 169] İlk âyette, ALLAH yolunda öldürülenlere ölü demeyin, onlar diri diye ikaz ediliyor. İkinci âyette, bunların yiyip içtikleri de bildiriliyor. Şimdi vahhabilere soruyoruz: Şehid mi üstün, yoksa Peygamber mi? Şehid sıradan biridir. Savaşta ölenin imanı varsa şehid olur. Attan düşüp ölen bile şehiddir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Suda boğulan, yangında ve enkaz altında ölen şehiddir.) [İbni Asakir] (Abdestli yatıp da ölen şehiddir.) [Deylemi] (Mütteki müezzin, şehid gibidir. Ölürse kabrinde çürümez.) [Taberani] (ALLAH’tan sıdk ile ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse de, şehiddir.) [Müslim] ALLAH yolunda ölen şehide ölü demek caiz değil iken, bütün ömrünü ALLAH yolunda geçiren Peygamberimize ölü demek nasıl caiz olur? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Her peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki] (Toprak, peygamberlerin vücudunu çürütmez. Okunan salevatı, bir melek bana haber verir.) [İbni Mace] İki âyet-i kerime meali: (Peygamber, müminlere kendi canlarından üstündür.) [Ahzab 6] (Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur.) [Fetih 28] Görüldüğü gibi, Peygamberimizin dini diğer dinlerden üstün olduğu gibi, kendi de herkesten üstündür. Bir hadis-i şerif meali: (Ben bütün insanların efendisiyim.) [Buhari] Şehidlerin ruhu yaşar da, âlemlere rahmet olarak gönderilen Resulullahın ruhu yaşamaz mı? Kâfirin ruhu bile ölmez. Peygamberin ALLAH yanında bir şehid kadar da kıymeti yok mu? Şehid diri oluyor da, Peygamber niye diri olmasın? Şehid Cennette mızıklanıyor da, Peygamber niye mızıklanmıyor? Peygamber hâşâ ALLAH yolunda değilse, şehid ALLAH yolunda nasıl olur? Peygamber diri olmazsa şehid nasıl diri olur? Peygamber işitmezse, şehid nasıl işitir? Hâlbuki şehidin, Müslümanlığı da şehitliği de bu peygambere iman etmeye bağlıdır. Şehitler ALLAH yolunda da, hâşâ peygamberler, sıddıklar, âlimler şeytanın yolunda mı? Bu ne çirkin suçlama öyle? Resulullah şehid değil mi? Resulullah, son hastalığında, (Hayber’de yediğim zehirli etin acısını hâlâ hissediyorum. Zehrin tesirinden atar damarım, bıçak gibi kesiliyor) buyurdu. (Buhari) İbni Mesûd hazretleri ve diğer Eshab-ı kiram, (O zehirli etin tesiriyle Resulullah şehid oldu) buyurdu. Peygamberlik şehitlikten üstündür. Fakat şehid olmak da bir nimettir. ALLAHü teâlâ Resulüne bu nimeti de vermek için son hastalığında bu zehrin etkisini göstermiştir. Vehhabiler, "Şefaat ya ResûlALLAH" diyenlere, ( şirktir) diyorlar. Onun ümmetinden olan şehide diri dedikleri halde, Rasulullaha ölü demeleri ayet ve hadislere aykırıdır. (Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki] Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını duyduğunu göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.) (Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olanda işitir.) (Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olanda sevinir, üzülür.) Resulullah, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, RABBİMin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hz. Ömer, (Ya ResûlALLAH, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (RABBİMin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim)
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
07-27-2008, 00:26 | #2 |
Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
[Hz. Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]
Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedir’de çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil imam-ı Ahmed) Vehhabiler, İbni Teymiye’nin yolunda olduklarını söylüyorlar. Onun büyük âlim olduğunu bildiriyorlar. Kendisine Şeyh-ül-İslam diyorlar. Hâlbuki onun kitaplarını ve fikirlerini kabul etmiyorlar. O, bütün meyyitlerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Onun sözüne uymayan ve onun sözüne uyanlara kâfir ve müşrik damgası basanların, onun yolunda olduklarına hiç inanılır mı? Resulullah, işitmez ve ziyarete gelenleri, kendisine yalvaranları görmez, bilmez ve tanımaz diyen ahmaklar, ibni Teymiye’nin ve hiçbir kimsenin yolunda değil, kendi nefsleri, keyfleri arkasındadırlar. İngiliz casusu Hempher’in oyununa gelmiş zavallı kimselerdir! Resulullah, Baki kabristanını ve Uhud şehidlerini ziyaret ederdi. Büyük İslam âlimlerinden, Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri, Medaric-ün-nübüvve kitabında Uhud gazvesini anlatırken buyuruyor ki: Ebu Ferde buyurdu ki, Resulullah, bir gün Uhud şehidlerini ziyaret etti. (Ey ibadete layık olan RABBİM! Senin bu kulun ve Resulün şahidim ki, bunlar senin rızanı kazanmak için şehid oldular!) dedikten sonra, bize dönerek, (Bunlar şehiddir. Ziyaret edenleri tanırlar. Bir kimse bunları ziyaret ederse ve selam verirse, bunlar o selam sahibine cevap verirler. Kıyamete kadar, böyle cevap verirler) buyurdu. Resulullah, Uhud şehitlerini ziyarete gider, (Sabrettiniz. Size selam olsun!) buyururdu. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer de, halife iken, Uhud şehitlerini ziyaret ederek, böyle söylerlerdi. İmam-ı Beyheki bildiriyor ki: Abdullah ibni Ömer buyurdu ki, Cuma günü, güneş doğmadan önce, babam [Hz. Ömer] ile, şehidleri ziyarete gittik. Babam hepsine selam verdi. Selamına cevap işittik. Bana, sen mi cevap verdin dedi. Hayır, şehidler cevap verdiler dedim. Beni sağ tarafına geçirip, herbirine ayrı ayrı selam verdi. Her kabirden, üçer defa cevap işittik. Babam, hemen secdeye kapandı. ALLAHü teâlâya şükür eyledi. Ama Vahhabiler (Ölüler kendilerine söylenileni duymazlar. Ölüden dua, şefaat istemek, ona tapınmak olur) diyor. Dirilerin işlerinin gösterilmesi Ölülerin görmesini anlattıktan sonra, dirilerin işlerinin onlara gösterilmesini bildiren hadis-i şerifleri yazalım: Ümmetin amelleri Rasulullaha gösterilmektedir. Abdullah İbni Mesûd hazretleri dedi ki, Resulullahtan işittim, buyurdu ki: (Hayatım, sizin için hayırlıdır. Bana anlatırsınız. Ben de size anlatırım. Öldükten sonra, vefatım da, sizin için hayırlı olur. Amelleriniz bana gösterilir. İyi işlerinizi gördüğüm zaman, ALLAHü teâlâya hamd ederim. Kötü işlerinizi gördüğüm zaman, sizin için af ve mağfiret dilerim.) [Bezzaz] Ameller, işler, tanıdıklara gösterilmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Yaptığınız işler, kabirde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Böyle olmayan işleriniz için, ya Rabbi! Bizi doğru yola kavuşturduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuştur. Ondan sonra ruhunu al derler.) [İ.Ahmed, Tirmizi] (Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. İşleriniz iyi ise, sevinirler. İyi değil ise, ya Rabbi, bunlara iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler.) [Ebu Davud] (İnsanların yaptıkları işler, Pazartesi ve Perşembe günleri, ALLAHü teâlâya arz olunur. Peygamberlere, Evliyaya ve ana-babaya Cuma günleri gösterilir. İyi işleri görünce sevinirler. Yüzlerinin parlaklığı artar. ALLAH’tan korkunuz! Ölülerinizi incitmeyiniz!) [Tirmizi] (Mezardaki kardeşleriniz için ALLAHü teâlâdan korkunuz! Yaptığınız işler, onlara gösterilir.) [Tirmizi, İbni Ebiddünya, Beyheki] Meyyitler birbirini ziyaret ederler Meyyitlerin birbirini ziyaret etmeleri ve buluşmaları da, sahih haberlerle bildirilmiştir. Haris bin Ebi Üsame ve Ubeydullah bin Said Vayili (İbane) kitabında ve Ukayli, Cabir bin Abdullah’tan haber verdikleri hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenini güzel yapınız! Onlar, kabirlerinde birbirlerini ziyaret ederler ve övünürler) buyuruldu. Müslim sahihindeki hadis-i şerifte, (Kardeşinin cenaze işini görenleriniz, kefenini güzel yapsın!) buyuruldu. Çünkü, meyyitler birbirini ziyaret ederler ve övünürler. Ebu Hüreyre’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ölülerinizin kefenlerini güzel yapınız! Çünkü, birbirlerini kefenleri içinde olarak ziyaret ederler) buyuruldu. Tirmizi ve İbni Mace ve Muhammed bin Yahya Hemedani (Sahih) kitabında ve İbni Ebiddünya ve Beyheki (Şu’ab-ül-iman) kitabında, Ebu Katade’den bildirdikleri hadis-i şerifte, (Biriniz din kardeşinin cenaze işlerini görürse, kefenini güzel yapsın! Çünkü onlar, kabirleri içinde birbirlerini ziyaret ederler) buyuruldu. İmam-ı Süyuti hazretleri buyuruyor ki: Ruhun İlliyyinde olduğu halde, bedene bağlanmasına ve tasarruf yapmasına izin verildiğini İbni Asakir’in, Abdullah İbni Abbas’tan haber verdiği şu hadis-i şerif göstermektedir: Resulullah, Cafer Tayyar hazretleri şehid olduktan sonra buyurdu ki, (Bir gece Cafer Tayyar yanıma geldi. Yanında melek vardı. İki kanatlı idi. Kanatlarının uçları kana boyanmış idi. Yemen’deki Bişe denilen vadiye gidiyorlardı.) İbni Adiy’in, Hz. Ali’den haber verdiği hadis-i şerifte, (Cafer bin Ebi Talibi meleklerin arasında gördüm. Bişe ahalisine yağmur geleceğini müjdeliyorlardı) buyuruldu. Hadis âlimlerinden Hakim’in Abdullah ibni Abbas’tan verdiği haberde, Resulullahın yanında oturuyordum. Esma binti Umeys yanımızda idi. Resulullah, aleyküm selam dedikten sonra buyurdu ki: (Ya Esma! Şimdi, zevcin Cafer, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. Bana selam verdiler. Selamlarına cevap verdim. Bana dedi ki, (Mute) gazasında kâfirler ile birkaç gün savaştım. Vücudumun her tarafında yetmiş üç yerimden yaralandım. Bayrağı, sağ elime aldım. Sağ kolum kesildi. Sol elime aldım, sol kolum kesildi. ALLAHü teâlâ, iki kolum yerine bana iki kanat verdi, Cebrail ve Mikail ile birlikte uçuyorum. İstediğim zaman Cennetten çıkıyorum. İstediğim zaman girip meyvelerini yiyorum.) Esma, bunları işitince, ALLAHü teâlânın nimetleri Cafer’e afiyet olsun. Fakat, herkes bunu benden işitince inanmazlar diye korkuyorum. Ya ResulALLAH, minbere çık sen söyle! Sana inanırlar dedi. Resulullah mescide teşrif edip, minbere çıktı. ALLAHü teâlâya hamd ve sena eyledikten sonra, (Cafer ibni Ebi Talib, Cebrail ve Mikail ile birlikte yanıma geldiler. ALLAHü teâlâ, ona iki kanat vermiş. Bana selam verdi) buyurdu. Sonra, Esma’ya haber verdiklerini bir bir söyledi. Bu hadis-i şerifler gösteriyor ki, ALLAHü teâlâ, şehid olan ve salih olan kullarına, insanlara faydalı olan işleri yapmak için izin vermektedir. Kabirdeki nimet ve azapları dünyada iken görenler Dirilerin, mezardaki nimetleri ve azapları anlaması ve baş gözü ile görmesi caiz olduğu, ALLAHü teâlâ ve Resulü tarafından haber verilmiştir. Ehl-i sünnet âlimleri, kabirde nimet ve azap olduğunu, bunun hem ruha, hem de bedene birlikte olduğuna inanmak lazım geldiğini sözbirliği ile bildirmişlerdir. (Aka’id) kitapları, bunları uzun uzun bildirmektedir. İmam-ı Süyuti hazretleri Şerh-us-Sudur, Abdurrahman ibni Receb Hanbeli hazretleri Ehvâl-ül-kubur kitabında, imam-ı Şarani hazretleri Tezkire-i Kurtubi Muhtasarı'nda bildiriyor ki: Eshab-ı kiramdan Abdullah bin Ömer hazretleri, (Yerden boynu zincirli birinin çıktığını, bir adamın bunu dövdüğünü, zincirli adamın yerde kaybolduğunu, böylece toprağa girip çıktığını gördüm) dedi. Resulullah efendimiz, bu zata, (O gördüğün kimse, Ebu Cehil'dir, kıyamete kadar kabrinde böyle azap çeker) buyurdu. (Taberani) Buhari ve Müslim’deki hadis-i şerifte, (Eğer, gizli tutabilseydiniz, kabir azabını, benim işittiğim gibi, size de işittirmesi için, dua ederdim) buyuruldu. Bu ve bunun gibi haberler, Peygamberler ve Evliya gibi, herkesin de kabirdekileri görebileceğini bildirmektedirler. Evliyanın görmesi, hiç inkâr edilemez. ALLAHü teâlânın kudreti ve ihsanı ile görmektedirler. |
|
07-27-2008, 00:29 | #3 |
Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
Ruh ölmez, ölü işitir
Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir: (Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81] Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir: (Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydâvî] İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor. Bir kimse, kabre yakın bir yerde namaz kılarsa, meyyitler bunu görür. Namaz kıldığını anlar ve imrenirler. Yezid bin Harun Sülemi diyor ki: İbni Saseb, bir cenazede bulundu. Bir mezar yanında iki rekât namaz kıldı. Sonra kabre dayandı. Diyor ki, vALLAHi uyanıktım. Kabirden bir ses işittim. (Beni incitme! Siz ibadet yaparsınız, fakat işitmezsiniz, bilmezsiniz. Biz ise biliriz. Fakat hareket edemeyiz. Bana göre, şu kıldığın iki rekattan daha kıymetli bir şey yoktur) dedi. Meyyit, ibni Saseb’in kabre dayandığını ve namaz kıldığını anlamıştı. İbni Kayyım, bunu bildirdikten sonra, meyyitin işittiğini gösteren, Eshab-ı kiramdan gelen çeşitli haberleri yazmıştır. Vehhabi kitabının (Allame) ismini verdiği ve yazılarını kendilerine senet olarak kullandığı bu İbni Kayyımı Cevziyye (Kitab-ür-ruh)da, (Bir kimse, bir kabri ziyaret edince, kabirde bulunan meyyit, ziyaret edeni bilir. Onun sesini işitir. Onunla ferahlanır. Onun selamına cevap verir. Bu hâl, yalnız şehidlere mahsus değildir. Başkaları için de böyledir. Belli bir zamana mahsus da değildir. Her zaman böyledir) dediği, (El-Besair)in 22. sayfasında yazılıdır. Vehhabilerin iddiaları kendi Allamelerinin bu sözüne ters düşmektedir. Şaşılacak şey Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki: (Gökler ALLAH’tan korkar, ALLAH göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200) (Buhari’de, İbni Mesud diyor ki, (Yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201) Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri sapık oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. ALLAH’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Hâlbuki ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız ALLAHü teâlâdır. Vahhabilerin, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari ] (Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’anın manasını, yerinden değiştirendir.) [Taberani] Bu hadis-i şerifler, böyle sapıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir. Ehl-i hayrı tevessül etmek caizdir. Bir şeyde Tevessül ya vardır ve yapılır; yakutta yoktur ve yapılmaz. Yani, tevessül diriye yapılabildiği gibi, ölüye de yapılır. Çünkü yaratıcı ve kabul edici Cenab-ı Hak’tır. Hazret-i ALLAH’a ulaştıran bütün yol ve vasıtaların tümü vesiledir. Hazret-i ALLAH’a yaklaşmak için vesilelere sarılmaya da tevessül denir. Öz mânâsı ise Hazret-i ALLAH’tan isterken; Resulullah Efendimiz’i, Evliyâullah’ı, sâlih zâtları, güzel amelleri vesile kılarak duâ ve niyazda bulunmaktır. ALLAH-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde: “Ey iman edenler! ALLAH’tan korkun, ona ulaşmaya vesileler arayın.” buyurmaktadır. (Mâide: 35) Duâlarımızda Peygamber Efendimiz’i, Mürşid-i kâmilleri, velileri, sâlihleri vesile edinmemiz onların Hazret-i ALLAH’ın yanındaki değerleri, makamları, rütbeleri ve sâlih amelleri sebebiyledir. Gaye Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak, rahmeti ve rızâ-i ilâhi’yi celbetmektir. İbadetimizi, duamızı yanlız Hazret-i ALLAH’a arz ederiz. Yardım ve kuvvetin kaynağının O olduğuna itikat ederiz. Zira her şeyin yaratıcısı, yoktan var edicisi O’dur. O’nun izni olmadan hiçbir kimseye yardım gelmez. Âyet-i kerime’de: “Yardım sadece ve sadece ALLAH katındandır.” buyruluyor. (Enfâl: 10) Hayır da, şer de Hazret-i ALLAH’tandır. Vesilelere sarılmamız, duâmızın güzelleşmesi ve Hazret-i ALLAH’ın kabulünü kolaylaştırması için bir araçtır, amaç Hazret-i ALLAH’tır. Âyet-i kerime’de: “Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit, sana gelip de ALLAH’tan tevbekâr olarak günahlarının bağışlanmasını isteselerdi, sen Peygamber de kendileri için af isteyiverseydin, elbette ALLAH’ı affedici ve merhametli bulurlardı.” buyruluyor. (Nisâ: 64) Hazret-i ALLAH bizzat bu Âyet-i kerime’sinde bütün insanlara sevgili Peygamber’imize tevessül etmelerini ferman buyuruyor. Peygamber Efendimiz biricik ümmetine tevessülü bizzat vasiyet etmiştir. Gözü görmeyen bir kişi Peygamber Efendimize gelerek:“Ya ResûlALLAH! Beni iyileştirmesi için ALLAH’a duâ buyur.” dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ona “Abdest almasını iki rekât namaz kılmasını sonra da şu duayla duâ etmesini” emretti. “ALLAH’ım! Peygamberin rahmet peygamberi Muhammed ile sana yönelerek yalvarıyorum. Gözümün açılması için yâ Muhammed senin ile Rabb’ime yönelmiş bulunuyorum. ALLAH’ım! Onu bana şefaatçi kıl.”Ve devamla: “Bir ihtiyacın olduğunda hep aynısını yap.” buyurdu. (Tirmizî - Ahmed ibni Hanbel) O kimse bu duâ ile duâ edip kalktığı zaman görmeye başladı. Hazret-i ALLAH, sevgilisini tevessül ederek istenilen bir duâyı geri çevirmez. “Adem cennetten çıkarılmasına sebep olan zelleyi işlediğinde, hatasını anlayıp. ‘Yâ Rabb’i! Sen beni yaratıp bana ruhundan üflediğinde başımı kaldırdım arşın sütûnları üzerinde ‘Lâ ilâhe illALLAH. Muhammedün Resulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, zâtının ismine ancak yaratılmışların en sevimlisini izafe edersin.’ dedi. Bunun üzerine ALLAH-u Teâlâ: “Doğru söyledin ey Âdem! Hakikaten o bana göre mahlûkatın en sevimlisidir. Onun hakkı için bana duâ ettin. Ben de seni bağışladım. Şayet Muhammed olmasaydı. Seni yaratmazdım.’ buyurdu.” (Hâkim. Müstedrek II. 672) Resulullah -sallALLAHu aleyhi ve sellem-Efendimiz ve Ashâb-ı kiram’ı duâlarında hususiyetle Hazret-i ALLAH’a tevessül ederlerdi. Gerek yaşarken, gerek vefatında. O kadar itina gösterirlerdi ki... Hatta o kadar değerini bilirlerdi ki hayatında giydiği cübbesini Esma -radiyALLAHu anhâ- vefatında sonra şifâ dilenmek üzere cübbeyi yıkayıp suyunu hastalara verirdi. (Buhârî) Tevessülü inkâr eden kimselerin en fazla reddettikleri hususlardan birisi de kabir ehlinin tasarruf yapması ve kabir ehlinden istimdad isteme hususudur. Halbuki ALLAH’u Zülcelal’in yanında kıymetli ve duası makbul olan peygamberler, âlim ve sâlih kimselerle hayatta oldukları zaman nasıl tevessül yapılabiliyorsa, öldükten sonra da yapılabilir. Duâ yalnız Hazret-i ALLAH’a yapılır. Peygamber Efendimiz’i ve varisi olan Evliyâullah’ı vesile edinmek duanın kabulünü sağlamak içindir. Aynı şekilde evliyanın ruhaniyetinden istenilen himmetle doğrudan onların şahıslarından isteniyor anlamında değerlendirilmemelidir. Tevessülün en tartışmalı kısmı burasıdır. Çünkü bunu iyi anlamayıp ayağı kayanlar çok olmuştur. Evliyayı ve Müslümanları küfürle suçlamaya kadar gitmişlerdir. Bunların başında Vehhabîler ve Mezhepsizler gelir. Vehhabîler tevessül ve himmeti inkâr ederek müslümanları kâfir ilân etmişler. Canlarını, ırzlarını, mallarını helâl kılmışlar. En aşağılık dinsizlerin ve gayr-i müslimlerin yapmadığı katliamı, zulmü müslümanlara yapmışlardır. Çocuklara varıncaya kadar öldürmüşlerdir. Peygamberimiz ve seçkin varislerinden istenilen himmet; müslümanların Hakk’a ulaşmalarına, sıkıntılı, zor durumlarda yardıma sebep olmaları, duâ etmeleri ve yüksek nazarlarını celbetmek içindir. Her zaman himmetleri ümmet-i Muhammed’in üstündedir. Hadis-i şerif’lerinde: “Vefatımdan sonra amelleriniz bana arz olunur. Amellerinizde hayır gördüğüm zaman ALLAH-u Teâlâ’ya Hamd ederim. Şerr’i gördüğümde sizler için istiğfar ederim.” (Müsned. Ahmed bin Hanbel) Buyurarak vefatından sonra dahi yüce himmetlerini ümmetinden esirgemeyeceklerinin açık bir delilidir. Himmetin sahih oluşunun pek çok delilinden bir tanesi de Hazret-i Ömer Efendimizin Basra tarafına gönderdiği Sariye’nin komutasındaki ordunun düşman tarafından kuşatıldığı ve zor durumda kalıp, bir çok şehit vermeye başlamasıdır. Bu sırada Sâriye “Dağa, dağa, dağa” diye Hazret-i Ömer Efendimizin sesini duydu. Askerlerine; “Kardeşlerim Ömer’in sesini duydum dağa çekilmemizi istiyor siz de duydunuz mu?” dedi. Askerleri “Duyduk” diye cevap verdiler. Ordu hemen sese uyarak sırtını dağa verdi ve düşmanı yendiler. Bu hadisenin yaşandığı anda Hazret-i Ömer Efendimiz Medine’de Cuma Hutbesi veriyordu, bir ara durakladı; “Yâ Sâriye! Dağa, dağa, dağa” diye bağırdı. Namazdan sonra müslümanlar Hazret-i Ömer’e “Minberde ne oldu” diye sordular. Hazret-i Ömer Efendimiz ordunun zor durumda olduğunu gördüğünü ve dağa çekilmelerini söylediğini anlattı. Bir kaç gün sonra savaş habercisi Medine’ye geldi ve zaferi müjdeledi Hazret-i Ömer Efendimizin de savaş anında sesini işittiklerini anlattı. (Beyhâkî -Bideye) Yusuf (A.S) kıssasında Yakub Aleyhisselâmın ruhaniyetinin o anda zuhûr ederek parmaklarıyla Yusuf Aleyhisselâma işaretle ; “O kadından ve o işten sakın !..” demesi sarih bir hakikattir. Aynı mütâalâda bulunanlardan “El-Eşbâh” şarihi İmam, âllâme el-Hamevî “Nefahat-ul Kurb “ kitabında beyân eder ki ; “ Evliyâullahın ruhaniyetleri cismâniyyetlerine galib olmakla müteâddid sûretlerde görünürler. Onların tasarruf ve kerametleri hayatlarında ve mematlarından sonra da devam eder.” Zahid-ul Kevserî Rahimehullah diyor ki ; “ RUH DÜNYADA İKEN KININDAKİ KILIÇ GİBİDİR. İNSAN VEFAT ETTİKTEN SONRA İSE (ayrılmış olması) SEBEBİYLE, KININDAN SIYRILMIŞ KILIÇ GİBİDİR.” İmam Fahruddini Razi , “El-Metalib’ul Aliyye Fî Beyân’i Keyfiyet-il intifâı bî,-ziyâret’il mevtâ vel-kubur.” nam kitabında yazmıştır ki ; “Bendelerden mufârakat eden (ayrılan) nüfûs-u beşeriyye, bazı cihetlerden bedenlerdeki cânlardan daha fazla kuvvet sahibidir.” Alıntı : http://www.halidiye.com/Forum/forum_posts.asp?TID=13834 |
|
07-27-2008, 00:30 | #4 |
Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
Farkındayım çok uzun ama kendimce okuyup analiz ettim..Fırastını bulduğunuz vakit okuyabilirseniz çok beğeneceğinizden eminim..Gerçekten faydalı bir paylaşım.. :-*
|
|
07-27-2008, 00:57 | #5 | |
Tevessül ve Şefeat.. (Münkire Reddiye..)
Alıntı:
|
||
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|