AK Gençliğin Buluşma Noktası
Vatan Destanı Şiir, Hikaye, ve Vatan'ımıza dair bütün yazıları burada paylaşıyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 08-24-2008, 14:32   #1
Kullanıcı Adı
mehmetgürler
Standart Gazi Kovan
Mart 1921 - İnönü Ovası
İnsanın iflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı
üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu
için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın
sürüyordu ve bunca süreden sonra elleri neredeyse duyarsızlaşmıştı.
Sabit, artmayan, ıstırap verici sayılmayacak basit bir sızlama gibiydi
sadece. Oysa her iki avucu da tamamen su toplamış, kabarmıştı. Mart
ayazında esen poyraz, İnönü ovasından kalkan tozu düşmana doğru
süpürüyor, süvariler düşman hatlarına doğru, poyrazdan da hızlı hücum
ediyorlardı. At kişnemeleri, top gümbürtüleri, insan çığlıkları, tüfek
sesleri, süngü ve kılıç şakırtıları birbirine karışmış, Ethem Çavuş'un
yarı sağır kulaklarında değişmez, bitimsiz bir savaş uğultusu haline
gelmişti. Her ses o tek sesin minik bir harmoniği, o polifonik ezginin
bir anda işitilip kaybolan notaları gibiydi. Ethem Çavuş, 75 mm'lik
topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif
kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.
Artık otomatik hale gelmiş hareketlerle sandıktan mermi alıyor, topa
sürüyor, ateşliyor, boş kovanı çıkarıp ayaklarının dibindeki başka bir
sandığa atıyordu. O anda eline bir somun ekmek verseler, onu bile
topun mermi yatağına sürebilirdi.
Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı.
Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Hareketini yavaşlatan bu
saçmalığa söverek çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir
çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı
metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti.
Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine,
boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Taarruza ara
verdiğinde merakını uyandıran yazıyı okumak istiyordu. Birkaç dakika
sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının
yakasından içeri attı.
Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman
hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem
Çavuşa istirahat verdi. Yarım saatlik istirahatta erler top arabasını
çekerlerken o da yemeğini yiyecek, namazını kılacaktı. İlk iş olarak
boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.
Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8.
Batarya 26 Rebiyülahir 1339* İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının
en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir
çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj
istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere
yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.
Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş,
birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir
çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır
ustalarının 'kalem' dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan
keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif
tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı.
"Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"

Beş gün sonra Ankara
Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa,
tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi.
Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin
heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden
dönmüş!" Tüm personel kalfanın ne söylemek istediğini anlamıştı.
Kısa bir süre için işler durdu. Hepsi sandıkların olduğu kısma
koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki
bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu.
Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni
baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır dualar ediyorlardı.
Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta
kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi.
İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına
oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri
yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı.
Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa
yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip
işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa
yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak
etsin. Çok bekletme bizi" dedi.
Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil
Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun
başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye
değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı.
Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden
geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.

Eylül 1922 - Ankara
Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı.
Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların
sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her
keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl
savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu
taşıyordu.
Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken
kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu.
Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de
bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta;
"Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 12 Muharrem
1341 Banaz" yazılıydı. Atölyedekiler mektubu açıp okumaya
koyuldular;
"Bismillahirrahmanirrahim. Selamün aleyküm gayretperver ustalar.
Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk
ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel
İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel
Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın
kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden
önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden
neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele
geçirdiğimizde, Seyfi Çavuşun ailesinin düşman tarafından
katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine
gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün
sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan
anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz.
Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum.
Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz
şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun.
Yüzbaşı Muhsin Talat. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341
Salihli"
Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği
çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları
Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler.
Amin, işin bahanesiydi. Ellerini yüzlerine sürüp çevrelerine belli
etmeden gözlerini silmekti dertleri. Oysa her biri bir diğerinin de
ağladığını biliyordu. Dışarıdan gelen neşe dolu marş sesleri bile
kederlerini dağıtamıyordu.
İzmir'in dağlarında çiçekler açar
Altın gümüş orda sırmalar saçar
Bozulmuş düşmanlar sel gibi kaçar
Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa
Adın yazılacak mücevher taşa.
Kâmil usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu
sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine
çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı.
Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.

Ocak 1923 - Ankara
Savaşın bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve
temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp
yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe
gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp
kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının -belki de
yıllarca- sandıkların içinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç
işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna
kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi bir
kez daha kullanıldıktan sonra Hamdi Vâsıf'ın evinde, camekânlı
konsolun içindeki yerini alacaktı. Üstelik teğmen, bir tesadüf eseri
merminin hikâyesini öğrenecek, bu hikâyeyi hatıratında yazacaktı.

29 Ekim 1923 - Ankara
Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak
tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Surlara ulaşınca
75 mm'lik toplardan birinin yanına koştu. Yarım saat önce 20:30
sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101
pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu
şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların
yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir
asker selamı verdi.
"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım" Yüzbaşı sorar
gözlerle genç subaya bakıyordu.
"Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"
Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.
"Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım.
Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim"
Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını
tutamadı. Hamdi Vâsıf'a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki
askerlere mermiyi sökebileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu.
O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına
bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti.
Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine
bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun
üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam
ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99...
On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş "Yüzüncüyü attık
komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi
elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek
selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört
yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve
mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak
birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi
Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip
saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile.
Hamdi Vâsıf, yüzbaşının kovanı biliyor olmasına şaşırmıştı. Muhsin
Talat, sorar gözlerle kendisine bakan genç subaya ötedeki, üzeri son
baharın son kır çiçekleriyle ve iki küçük Türk bayrağıyla süslenmiş
masayı işaret etti.
"Gelin teğmenim. Bizim çocuklar çay demlemiş. Çay içip sohbet edelim.
Size kovanın hikâyesini bildiğim kadarıyla anlatayım ve sizin
hikâyenizi dinleyeyim"
Dört gün sonra kovan, Millet Bahçesinde bir tahta masanın üzerindeydi
ve çevresinde üç adam oturmuş sohbet ediyorlardı.
Yüzbaşı Muhsin Talat, Teğmen Hamdi Vâsıf ve Kâmil Usta. O gün
aralarında bir karar aldılar. Kovanı her yıl cumhuriyet bayramında
değiş tokuş etmek üzere nöbetleşe saklayacaklardı. Kovanın nihai
sahibi, içlerinde en son ölen kişi olacaktı. 1936 yılında Kâmil
ustanın ve 1942 yılında Muhsin Talat'ın vefat etmesiyle kovan Hamdi
Vâsıf Gazikovan'a kaldı.
1934'deki soyadı kanununda bu üç adam da "Gazikovan" soyadını
almışlar, kovanın aracılığıyla isim kardeşi olmuşlardı. Aralarındaki
ülkü kardeşliği ise zaten yadsınamazdı. "Kovan" sözcüğü insanlarda
Kovalayan" anlamını çağrıştırıyordu. Bu yüzden üç adam da
soyadlarının anlamını sorana sormayana, hikâyeyi heves ve gururla
anlatıyorlardı.

Temmuz-2005 İstanbul
Gazikovan ailesinin evi
"Alooo! İyidir kanki yaa nolsun! Siz ne ayardasınız? Bizim valide
sultan akşam akşam iş çıkardı başıma... Taşınıyoruz ya; bodrumdaki
öteberiyi toplayacakmışım. Bir sürü ıvır zıvır var. Bir hurdacı
çağıralım dedim dinletemedim.... Ya ! Gelirim gelmesine de annem
yaratık gibi dikilmiş başıma hareket çekiyor... Tamam baba.
Araşırız. Baaay!"
Evin 20 yaşındaki oğlu Sertan telefonu kapatıp annesine ters bir bakış
fırlattı; "Ne var yaa? Ne kaynaşıp duruyon?"
"Doğru konuş yırtarım ağzını. Bodrumu toplamadan hiçbir yere
gidemezsin"
"Tamam yaa! Toplayacağız işte"
"Hadi sallanma"
Sertan karanlık ve nem kokan bodrumun ışığını yakıp ayaklarının
dibinde yığılı karton kolilere sıkı bir tekme savurdu. Nereden
başlayacağını bilmez bir halde kolilere bakarken bir tanesini sinirle
tepetaklak etti. Koliden dökülenlerin en üstünde sedef kakmalı ahşap
bir kutu gözüne çarptı. Kutuyu açıp içindeki kovanı çıkardı. Bir süre
üstündeki Osmanlıca yazıları inceledikten sonra kutudaki meşin kaplı
defteri eline aldı. Mürekkepli kalemle muntazam bir yazıyla
doldurulmuş defteri okumaya koyuldu. Neyse ki defterdeki yazılar Latin
alfabesiyle yazılmıştı;
"Evlatlarım, torunlarım! Bu kovan şanlı bir tarihin tezahürüdür.
Üzerinde yazanları yeni alfabemizle bir arka sayfaya not ettim. Bu
defterdeki hikâye ve kovan, sizlere intikal ettirdiğim en kıymetli
mirâsımdır. Sakın ola ki yitirmeyin ve satmayın. Kıymet bilmezlerin
himâyesine vermeyin. Gerekli hürmeti ondan esirgemeyin. Evinizde,
vatan kadar kutsal yegâne varlık varsa o da bu emanetimdir. Hakkın
rahmeti ve inâyeti üzerlerinize olsun. Babanız, dedeniz, Emekli Albay
Hamdi Vâsıf Gazikovan. 29 Ekim 1953"
Hamdi Vâsıf ve eşinin 1956 yılında bir deniz kazasında ölmelerinin
üzerine eşyaları, acılı aileye yardım etmek isteyen konu komşu
tarafından toparlanıp oğulları Şerif ve kızları Hamiyet'in evlerine
götürülmüştü. İşe yarar eşyalar iki evde kullanılırken, kutuların çoğu
yıllar boyu hiç açılmamış, bodrum katlarda neredeyse çürümeye terk
edilmişti. Babasının kovan hakkındaki hikâyesini defalarca dinlemiş
olan Şerif Bey, bir yığın eşyanın arasından kovanı bulup çıkarmaya
üşenmiş, her aklına geldiğinde bir sonraki sefere ertelemişti. Lâkin
kovan gün yüzüne çıkamadan Şerif bey de Hakkın rahmetine kavuştu.
Ardında, hikâyeyi önemsemeyecek kadar az bilen iki evlat bırakarak.
Hamdi Vâsıf'ın bu en değerli mirasına elli yıl sonra ilk dokunan,
torununun çocuğu Sertan oldu.
Genç adam loş ışıkta defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirerek her
sayfadan birkaç cümle okudu. Defterde yazılanlar çok da ilgisini
çekmemişti. O sırada çalan cep telefonunu yanıtladı; "Alooo! .....
Hadi yaa! Mega fikir!................Tamam moruk.
Geliyorum. Bekleyin. Kızlardan kimler var?................Uff!
Kadroya bak! Pelin'e dokunanı yakarım bilmiş olun"
Elindeki kovanla defteri duvarın dibine doğru fırlatıp bir küfür
savurdu "Ulan başlarım kovanınadaaaa, defterine deee!" . Söve saya
merdivenleri çıktı. Annesinin bağırtılarını kulak arkası ederek kapıyı
çarpıp kendini sokağa attı. Alemlere akmaya gidiyordu.
Bir hafta sonra hamallar Gazikovan ailesinin eşyalarını Sarıyer'deki
yeni evlerine indirirken, Maltepe belediyesinin temizlik işçileri ise
boş evin önündeki karton kutuları çöp arabasına yüklüyorlardı.
Aracın hidrolik presi tıslayarak kutuları hazneye sıkıştırırken
yükselen çatırtılar, bir milletin kadir bilmezliğine yakılmış ağıt
gibiydi. Çatırdayan, kovanın sedef kakmalı tabutu değildi tabii ki.
Cumhuriyetin yitirilen ruhuydu. Mustafa Kemal'in tüm kötülükleri,
cehaleti, geriliği ve aczi içine hapsedip kilitli bir şekilde
milletine emanet ettiği Pandora kutusuydu. Çeyrek asır süren bir
diriliş efsanesinin, yarım asır daha sonra gördüğü muameleye
isyanıydı. Ve hatta, Sertan'ın yaşındayken şehit olan Karahisarlı
Seyfi Çavuş'un kemikleriydi.

 

mehmetgürler isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta