![]() |
#1 |
![]() buz tutmuş türkülerin dilinden damlıyorum; ben hep yabancıyım, nereye gitsem yabancı dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başk bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim, senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda gizli ölümlere mezar kazıyorum en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp... ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni, girmek isteyip giremediğim sırların giziyle sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyoru sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası serzenişlerde, bir ****morfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim
ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak bu kadar tiz’leşmeyecektin ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir... dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine bulamayacaksın... bulamayacaksın postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile... bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek, isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım kimin aklına gelirdi, kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine söylemişti kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layanbir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’ takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara buralarda çok mazgal var buralarda üstü açık çok mazgal var bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım benim tik tak’larım hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak.. bunlar eylülün dansından geri kalanlar ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz kuşkuları, kanat takıp uçsunlar ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik... salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir uyku tam değil Şiraze hiçbir uyku sona götürmüyor Şiraze... Şiraze'den Şiraze'ye/ AyVakti'nden iktibas'la
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Söyle Şair,Eylül çocuklarının kaderi midir, Hüzne bulanıp hüzne banmak?.. buz tutmuş türkülerin dilinden damlıyorum; ben hep yabancıyım, nereye gitsem yabancı dediğim güz başka, eylül başka, havada dolaşan bulutun tadı başka bilmiyorsun, kaç gece namludan baktım göğe; senden bittim, senden son uçurumundan düştüm derinlere, ‘pat’ diye kuru bir yaprak gibi çatladı yanlarım, seni aramıyorum uzun zamandır seni yabancı topraklarda yabancılaştığım kendimde bile aramıyorum artık bulduğum yerde yitirdiğim, yitirdiğim yerde bulacağım, bile bile kuytusunda gizli ölümlere mezar kazıyorum en’inde piramidin dalgalanıyorum, şlapp... şlapp... ellerim havalanıp yüzüme tokat gibi iniyor gidemediğim yerlerin hasretiyle boyadım seni, girmek isteyip giremediğim sırların giziyle sırça saraylara, elyazma evraklara kilitledim seni; boğazımda bıçak sancısı kanadıkça yanıyorum, bundan sonrası hep bu sancı, ötesi silikleşecek her habbede medet umarak, gözlerimi geceye kapatıyorum sus ebede kadar, sus ebedden de öteye kadar; ne sesini duymak dileğim ne sessizliğini... yok olmak mümkünse eğer, hiç olmamış gibi ol diliyorum bilmiyorsun içimdeki sancının kanayan yarasının derinliğini sen ‘ol’ dediğin an olsun diyenlerdensin, kendini insanlıktan çıkarmanın bedeli mor kadar sıcak mıdır? bu kadar az olma, bu kadar az olup tükenme kimse bir cesaret altın halatlarla uzanamaz sana, ben hem var hem yok arası serzenişlerde, bir metamorfoz öncesi aşk’ına ok saplayan divaneyim ey’leme beni, artık hiçbir ey’ine dönmeyeceğim kararan yüzümü seni her sabah suskun uyandırışımda bıraksaydım bu kadar yok olmayacak bu kadar tiz’leşmeyecektin ne bir çınarım yıkılışım dört bir yandan görünsün, ne bir kasırgayım savururşum dört yanı dağıtsın, ne bir afet, ne bir güneş, ne bir... ne bir... ne bir... dünya içinde kaybolduğumu seziyorken dünya, gözlerinin parlaklığının farkındayım bu kadar büyük bir hapisanede bile daralıyorum, öylece yükseliyorum yukarılara oradan yıldız toplayıp heybeme atacağım, göktaşlarıyla oynarken biri elimden uçup dünyaya doğru havalanacak belki, belki senin olduğun bir alana yönelecek sen korkuyu yerleştirip bakışlarına, kaçacak yer arayacaksın küçük bedenine bulamayacaksın... bulamayacaksın postallarını çıkarmadığın yaz sıcağında terleyeceksin, alnından düşen damlaların gümbürtüsü sallayacak zemini, her hâlinden endişeye kapılacak yüreğine ‘dursun artık’ istemleriyle bakacaksın, nafile... nafile... bir kere başladın mı artık ‘bitmek’ denen kayboluyor, sürekli başlıyorsun, sürekli ardı ardına bağlanmış ip gibi asılı kalıyorsun zamana dursa ne çıkar, başladı ve bitmeyecek, yön değiştirecek, görüntü değiştirecek, isim değiştirecek, renk... mekan... dil... ama bitmeyecek hiç her şeye bir sözünüz vardı, ben ne kadar her şeye susuyorsam siz o kadar her şeye çok tanıdıkmışsınız gibi görünüyordunuz, bilmediğimdendi susuşum, parmağına büyük gelen kara taş yüzüğün büyüklüğünden utandığım kimin aklına gelirdi, kim bendeki benden başka bir ben oluşturmadan beni kabul etmeyi ta baştan kendine söylemişti kış kadar dayanılmazdı zaman, kitap raflarında aradığım asıl bulmak istediğimdi kış önümü kesmeyi sevdi hep, bir cümle yeterdi ısıtmaya içimi, içim kedi kadar mır’layan bir sevgi düşkünüydü, ‘hep olmayacakları mı ister insan, hep olmayacağa mı yönlendirir yoksa olayları’ takvim kağıdından damladılar ellerime, onları alıp yüzüme sürdüm şimdi yabancı takvimlerle sarılıyım, okuduğumda anlamadığım kelimelerle dolu damlıyorlar belki, parmaklarımın arasından kayıp gidiyorlar mazgallara buralarda çok mazgal var buralarda üstü açık çok mazgal var bir gece birisinin içinde kırılacağım, ‘çat’ diye ritmik tik tak’larımı duyurmak çabasından çok uzaklaştım, benim tik tak’larım benim tik tak’larım hepsini mora boyayıp, boynuma astım; tik tak... tik tak... tik tak... bunlar eylülün dansından geri kalanlar ver elini Şiraze, aşk’ın bizi bıraktığı sahilden başlayıp açalım içimizdeki tüm gereksiz kuşkuları, kanat takıp uçsunlar ben cebimden bilyelerimi çıkarayım, sen cebinden topacını çıkar bir hacıyatmaz yerden yere savursun kendini ver elini Şiraze, ‘her şey iyi olacak’ diye diye yolu yarıladık bak hiç çocuk olmamışım gibi geliyor bana, hepsi bir rüyaydı başladı bitti havasında unuttuklarımı bir bilsen, hatırladıkça yeniden doğuyorum pırıl pırıl gökte gök bana beşik Şiraze, bir ucu bir ucuna erişmeyen bir beşik... salla beni, gözlerime çöken uykunun tadına bakayım, hiçbir uyku tam değil Şiraze hiçbir uyku sona götürmüyor Şiraze... |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|