10-11-2008, 17:11 | #1 |
Dinle Neyden.. Sinemalarda
“Dinle Neyden”, 1798 Osmanlı-Fransız savaşının yaklaştığı günlerde, İstanbul’da barış arayan bir avuç insanın çabalarıyla, iki genç Saray mensubu arasında yaşanan duygusal ilişkinin tanığı olan genç bir Mevlevi Dervişinin mistik dünyasını anlatıyor.
Mevlevihane defterlerini tutmakla görevli Derviş, aynı zamanda eski bir Osmanlı Paşası olan Nuri Dede efendinin hizmetindedir. Dede efendi ve onun eski dostu olan bazı Fransız diplomatlar yaklaşan harbi önlemeye çalışmaktadır. Gayriresmi olarak sürdürülen bu çalışma, Sultan III.Selim’in kızkardeşi Beyhan Sultan’a ait Sahilsaray’da gerçekleştirilmektedir. Rahatsızlanan Dede efendiye, diplomatik müzakereler sırasında eşlik eden Saray Tabibi Halil ile Beyhan Sultan’ın yardımcısı Gülnihal Kalfa arasında bir yakınlık yaşanmaktadır. Dede efendiyle birlikte Sahilsaray’a gelen genç Dervişin defteri, tamamına tanık olduğu bu hikaye ile Hz.Mevlana’nın öğretisinden yansıyan satırların bir araya geldiği sayfalarla doludur... Dinle Neyden dünden beri sinemalarda.... ........ Filmi ben izlemedim ama izleyenlerden Hakan ALBAYRAK'ın yazısını sunacağım sizlere Neyden dinledik mest olduk… Neye uğradığımı şaşırdım. Böyle bir şey beklemiyordum. Zaten tasavvur da edemezdim böyle bir şey. Perşembe akşamı Ankara'daki gala gösteriminde seyrettiğim “Dinle Neyden” içime işledi. Niye işledi, nasıl işledi, bilmiyorum. Bir fikrim var tabii, ama kesin bir şey söyleyemem. Hep derinlerde yüzen Ayşe Şasa'nın İsmail Eren'le beraber yazdığı acayip (çok güzel bir manada acayip) senaryo, filmin 'dip akıntısı'nı teşkil eden Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin günümüz Türkçesine latif bir şekilde uyarlanmış hikmetli sözleri, istisnasız bütün aktör ve aktrislerin mükemmel oyunculukları, Jacques Deschamps'ın kuyumcu titizliğindeki yönetmenliği, Özhan Eren'in klasik tadındaki müziği, insanı içine çeken nefis dekorlar ve o göz kamaştırıcı kostümlerden fevkalade etkilendiğimi hissetmekle beraber, filmin içime işleyişini izaha bunların yetmeyeceğini de hissediyorum. Bir izah ararken, “Sanki bunların hepsine Mevlana'nın eli değmiş” gibi bir cümle beliriyor zihnimde. Filmin fikir babası ve süpervizörü Yücel Çakmaklı yolun başında içten, çok içten, çok çok içten bir besmele çekmiş olmalı. O besmele, Cenâb-ı Hakk'ın bereketini celbetmiş olmalı. O bereket, film ekibinin entelektüel ve fiziksel gayretlerini manevi bir boyutta harmanlamış olmalı. Filmde öyle 'organik' bir deruni atmosfer var ki, bu atmosferin 'kurulmuş' olabileceğine ihtimal veremiyorum. Dekorlar, dekorların üzerine düşen ışık ve kameranın onları 'görme tarzı' ile Derviş Halil'in tebessümü arasında var olduğunu hissettiğim irtibat, Derviş Halil'in tebessümü ile Gülnihal Kalfa'nın sağ eli arasında var olduğunu hissettiğim irtibat, Gülnihal Kalfa'nın sağ eli ile Beyhan Sultan'ın dilinden süzülen “şerefyab” kelimesi arasında var olduğunu hissettiğim irtibat, bütün bunlar ile ney sesi arasında var olduğunu hissettiğim irtibat, herhalde film ekibinin profesyonelliğiyle filan izah edilemez. “Sen ne anlatıyorsun kardeşim? Filmin konusu ne, onu söyle!” Filmin konusu: Napolyon Bonapart, Mısır'ı işgale hazırlanmaktadır. Bunu engellemek isteyen iyi niyetli bir Fransız, Mevlevi tekkesinin kapısını çalar. Tekkenin “dede”si, dünya işlerinden elini-eteğini çekmiş ihtiyar ve hasta bir Osmanlı paşasıdır. İyi niyetli Fransız ona Bonapart'ın planını anlatır ve o da sarayı plandan haberdar eder. Bunun üzerine, Fransızlarla barışı korumaya matuf gayri resmi diplomatik görüşmelere nezaret etmesi için, lisan-ı münasiple, Beyhan Sultan Hanımefendi'nin “Sahilsaray”ına çağrılır. Bir süreliğine oraya yerleşip kriz masasının başına geçer. Sıhhati üzerinde titreyen saray tabibi Halil'in gözü sürekli üzerindedir. Bu arada Beyhan Sultan'ın yardımcılarından Gülnihal Kalfa'nın gözü de saray tabibi Halil'in üzerindedir. Paşa'nın tekkeden gelirken yanından getirdiği sakar derviş Hali'in gözü ise hepsinin üzerindedir. Genç Halil sakardır, ama yazısı güzeldir. Onun için Dede Efendi (Paşa) kendisini tekkenin defterini tutmakla vazifelendirmiştir. Bu vazifeyi bihakkın yerine getirirken deftere Mevlana'dan inciler de geçirmektedir. “Sahilsaray” macerasını da Mevlana'nın incileri ışığında deftere geçirir… Böyle anlatınca hiçbir şey anlaşılmıyor. İçimden “Bu filmin konusu medeniyetimizin üzerinde yükseldiği mütevazı asalet ve asil tevazudur” gibi şeyler yazmak geliyor, ama bunlar da filmin içe işleyen güzelliği hakkında esaslı bir fikir vermeyecektir. İyisi mi siz beni bırakın da hikâyeyi “neyden” dinleyin. “Dinle Neyden”, bugün 75 sinema salonunda birden vizyona giriyor. Yücel Çakmaklı ve yapımcı Özkul Eren başta olmak üzere, bu hikmetli sinema şölenine emeği geçen herkesi cân-ı gönülden selamlıyor ve onlara hayırlı başarılar diliyorum.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|