01-25-2009, 10:20 | #1 |
"Varmış gibi görünen yok"un izinde
Zamanı gözetmekten/gözetlemekten vazgeçmeli, asıl ân'ı seyretmeli! Hep ân'ı. Çünkü hakikatte varolan 'an'dır sadece. Bir tek 'an'. An, bütün yaşamın kendisi.
Yaşam an'dadır demiyorum; dediğim, yaşam ân'ın kendisi. Tüm varlığı bir'de, tüm mekânı nokta'da, tüm zamanı an'da görebilmektir hikmetin ölçütü. Hikmet, kesret'ten vazgeçmektir. Çokluk'tan. Yol boyunca derine, daha derine, hep derine kazmaktır. Hikmet, zamanı zamana bırakıp gözü ân'a dikmektir. An'ın bilgisine. Hakikate. En yalın haliyle. Bu yüzdendir ki hakikat taliplerinin bütün gayesi, 'basit'in bilgisine ulaşmaktır. Yalın'ın. Yalın olanın. Kısacası en dipte olanın. "Yokmuş gibi görünen var"ın. * * * Çokluğu gerçek sanma aldanışının kahredici sonu puta tapıcılıktır. Görüneni gerçekle karıştırmanın sonu... Puta tapıcılık, görüneni ele geçirmeyi marifet sanmaktır. Hakka ortak koşmaktır. Koca bir aldanıştır bu yüzden. "Ortak koşuculuk" zaafı, Hakkın kudretini takdir edememekten kaynaklanır. Putperest, kudreti tanrıcıklar arasında paylaştırır. Çoklukta güç vehmeder, gölgede ise hakikat. Hep varmış gibi görünen yok'lara tapınır. Yokmuş gibi görünen var'ı da bilir bilmesine ammâ onu hakkıyla tanımaz, ona diğer tanrıları kadar veya biraz daha fazla hürmet eder. Talip neye talip olduğunu iyi bilmeli! Acaba "varmış gibi görünen yok"a mı talip, yoksa "yokmuş gibi görünen var"a mı, tercihini iyi yapmalı! "Varmış gibi görünen yok" (nist-i hest-nüma) halkın peşinden koştuğu serabın adı. Bedeli bütünüyle yaşamdan ibaret olan aldanış. Yaşamdan, yani yaşamı bir hiç uğruna heba etmekten... "Varmış gibi görünen yok" uğruna koşuşturanların kendilerini mahrum ettikleri hakikat ise, ne yazık ki "yokmuş gibi görünen var" (hest-i nist-nümâ). * * * Aç avucuna bak bakalım ne göreceksin? Her hâlde ya avucunda bir şey olduğunu göreceksin, ya da olmadığını... Her iki hâlde de avucunu göremeyeceğin kesin! Niçin acaba? Evet, niçin, avucundakilerinin varlığı veya yokluğu sana bizâtihi avucunu unutturuyor? * * * Hakikat ehli, zamanı zamana bırakıp ân'a nazar eder, her daim ân'ı seyreder. Hakikat an'lıktır. Bundan dolayıdır ki hakikat ehli hakikatini an'da seyreder. * * * Hz. Ali'nin sözünü hatırlayalım: — "Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O'nu!" Yani beni bana bırakmamasından... isteklerimi yerine getirmemek suretiyle rahmet ve şefkatini belli etmesinden... şımarıklığıma izin vermemekle sırrını belli edişinden tanıdım O'nu. İsteklerinin gerçekleşmesi kişiyi kendinden uzaklaştırır, sanıldığının tam da aksine. Başarılı her adımında kendisine ihtimamı azalır âdemin, ve tabii ki etrafına, dostlarına... insan'a... Duası makbul olan insan insana aldırmaz olur. Sadık bir Tanrı'ya güvenir. Sadakat gösterir ve sadakat bekler. Sadakatle kibirlenir. Şişinir. Oysa sadakat her zaman erdem değildir. Çünkü sadakat bir çırpıda kişinin efendisini kendisine borçlandırmanın bir yolu hâline alabilir. Umumiyetle alır da. Uşakların efendilerine sadakati, bazen sahip oldukları tek meziyetle, yani sadakat aracılığıyla, efendileri üzerinde güç kazanmayı sağlar. Zayıflarken kuvvetlenmenin bir diğer yoludur sadakat. Vazgeçilmezler sırasına girmektir. İhanet etmeyerek, sadık kalarak ilişkinin sürekliliğini sağlamaktır. Güvende olmaktır. Korkudan emin olmaktır; reddedilmek ve terkedilmek korkusundan... Bütün vazifelerini yaptıkları hâlde dualarının kabul olmamasına akıl sır erdiremeyenler, bazen en büyük cezanın dua edenin duasını kabul etmek olduğunu nereden bilsinler? Çocuğunun her isteğini yerine getiren anne-babalar, bir düşünsenize ne kadar da acımasız, ne kadar da şefkatsizdirler gerçekte. Çocuklarını çok ama çok sevdikleri için onların her isteğini yerine getiriyor değildir böyleleri. Lütuf ve ihsanları bile bir kudretin değil, bilakis bir aczin, bir zayıflığın nişanesidir. Daha önce ne demiştik? Kudret, sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı. Kudret, arzu ettiğini avucunun içine alabilmek kadar, onu elinin tersiyle itebilmektir de. Kadir olmayan, Tanrı da olamaz! * * * Bâyezid-i Bistamî, "Yolun başındayken dört şeyi yanlış biliyordum, sonunda doğrusunu öğrendim" der: 1. Yolun başında ben Hakk'a talibim zannederdim, sonunda anladım ki Hak bana talipmiş. 2. Yolun başında ben Hakk'ı zikrediyorum zannederdim, sonunda anladım ki Hak beni zikrediyormuş. 3. Yolun başında benim için iyi olanı seçen yine benim zannederdim, sonunda anladım ki ben hep kötü olanı seçmişim, her defasında benim için iyi olanı seçen O'ymuş. 4. Yolun başında Hakk'a vâsıl olmayı isterdim, sonunda anladım ki daha yolun başındayken ben Hakk'a vâsıl imişim. * * * Ah, hiç olmasaydık n'olurdu!? İmdi söyle ey talib, n'olurdu? Dücane CÜNDİOĞLU
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
dücane cündioğlu, hakikat, kudret, talib |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|