![]() |
#1 |
![]() Başkanlık sevgisi’, bencil duygularla insanın diğer insanların başında olmak, onları yönetmek, onlara hükmetmek, iktidar ve saltanatı elinde tutmak arzularına denilir. İnsandaki bu arzu, yönettiği insanlara Hakk yolunda hizmet amacını taşımadığı için tedavi edilmesi gereken kötü huylardandır.
Müslümanların yöneticiliğini üslenen kimselerin büyük bir sorumluluk yüklendiğini bildiren Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz sürünüzden sorumludur. İmam (Devlet başkanı) çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinde çobandır, o da sürüsünden sorumludur. Hizmetçi, efendisinin malından sorumludur ve sürüsünden sorumludur.” 1 Yine Resûlullah (s.a.v.), yöneticinin dürüst görev yapması konusunda çok önemli bir uyarıda bulunmuştur: “Allah bir kimseyi başkaları üzerine çoban yapmış, o da idaresi altındakilere hile yapmış olarak ölmüş ise, Allah ona cennetini kesinlikle haram eder.” 2 İnsanları Hakk’a hizmetten alıkoyan çeşitli sevgiler vardır. Kadın sevgisi, çocuk sevgisi, mal, mülk sevgisi, başkan olma (riyâset, iktidar) sevgisi gibi. Bir de, ‘Hak sevgisi’ vardır. Bu sevgilerin yerleri ayrı ayrıdır. Fakat başkanlık, ‘baş olma’ sevdası, hüküm ve komuta sahibi olma sevgisi, ayrı bir sevda ve ayrı bir hastalıktır. İnsan dünya makamlarının hepsinin geçici şeyler olduğunu ve yaptığı her işin hesabını vereceğini asla unutmamalıdır. Akıllı kimseler dünyadaki bu geçici sevgilere eğilim göstermez ve böyle bir arzu ve ihtiras içinde ömürlerini tüketmezler. Başkan olma sevgisi, dünyayı ve dünya hayatını sevmekten ileri gelmektedir. Halbuki dünya sevgisi bütün günahların başıdır. Çünkü bütün haksızlıklar, kötülükler, hatta acımasızlıklar, hep bu dünyayı sevmekten doğmaktadır. Kavgalar, anlaşmazlıklar, savaşlar yine bu geçici dünya sevgisinin sonuçlarıdır. İnsanların huzurunu kaçırıp onları çeşitli sıkıntılara sevk eden, adına savaş denilen afetler, hep bu dünya sevgisinin ürünüdür. Bu uğurda zavallı insanoğlu, aç kalır, çıplak kalır, soğuktan donar, çok kere de malını mülkünü, hatta vatanını kaybeder, perişan olarak ölür, kıymetli canını istemese de verir. Hele topların, bombaların, uçakların sinir bozucu gürültüsü ne rahat bırakır, ne de uyku. Bütün bunların sebebi hep dünya sevgisi değil midir? Dünyada bulunduğumuz müddetçe elbette yemek, içmek, giyinmek, barınmak, ısınmak gibi zorunlu ihtiyaçlardan uzak kalamayız. Ancak bunların elde edilmesi için çalışmanın da farz olduğunu bilmek gerekir. Bundan başka evlenmek de ayrı bir ihtiyaçtır. Kuşkusuz bütün bunlar varlık ve paraya dayanır. Bunları tamamen dünyaya ait olarak değerlendirmek de doğru değildir. Bunlar, niyetlerimiz halis olduğu takdirde, hep sevap olan işlerdir. Fakat insanın bazı günahları vardır ki, ne yapsa affolunmaz. Ama geçim hususundaki zahmetler, sıkıntılar ve zorluklarla karşılaşmış olması; insanın en büyük günahlarının affına başlıca sebeptir. Şu halde bunlar dünyadan değil, dünyada iken ahiret hayatımızı kazanabilmek için kullanmak zorunda olduğumuz araçlardır. Elbette yemeden, içmeden, giyinmeden, barınmadan ve nesli devam ettirmeden yaşamak mümkün olmaz. O zaman ibadetlerimizi ne ile ve nasıl yapacağız? Öyle ise bunlar dünya sevgisi değil, belki ahiret ve Hakk sevgisi için gereklidir. Şu halde bunlar da ahiret amellerinden sayılırlar. Başkanlık sevgisi denilen hastalık hiç böyle değildir. Onda ne Hak rızası vardır, ne de güzel amel. Bu hastalığa yakalanan insan, her nasıl olursa olsun kendisinin ‘başkan’ olmasını ister. Halbuki başkanlığın sorumluluğunu biraz olsun bilmiş olsa, İmâm-ı A’zam (r.a.) gibi ölümü tercih eder de, o sorumluluğun içine girmek istemezdi. Bu konuda bizler kendimizi korumaktan hatta çocuklarımızı bile korumaktan aciz olduğumuzu her zaman görmekteyiz. Toplumda ‘başkan’ olunca doğal olarak bir çok hizmetler sırtımıza yüklenecek ve Hz.Ömer (r.a.)’in ‘Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, Gelir de adl-i İlâhi Ömer’den sorar onu.’ anlayışı ile hareket edecektir. Kaldı ki bu sorumluluğu kavrayamamış kimselerin yönetim işlerine atılması, hem kendisi ve hem de toplumu için elbette çok tehlikelidir. Herhalde bundan dolayıdır ki, Abdü’l-Halık Gucdüvânî (k.s.), ‘İmam ve müezzin olmamak şartıyla cemaati terketme.’ buyurmuştur. İşte geçmiş büyüklerimiz, başkanlıkta ne kadar büyük felâket ve musibetler olduğuna inanmaktadırlar ki, bizim imam ve müezzin olmamızı bile istemiyorlar. Vay o ‘başkanlık’ makamlarında oturanların haline! Çünkü on kişinin başına amir olan kimselerin, yarın kıyamet gününde elleri boyunlarına bağlı olarak haşr olunacakları ve bunların kurtulmaları, ancak yaptıkları adalet ve iyiliklere bağlı olacağı gibi, haksızlıkları ve günahları da öylece Cehennem’e atılmalarına sebep olacaktır. Onun içindir ki, devlet memurluğunun ve başkanlığın evveli melâmet, ortası nedâmet (pişmanlık), sonu da Cehennem azabıdır. Yönetimde her zaman adaleti sağlamak pek kolay bir şey değildir. Özellikle akraba, arkadaş ve dostlarına karşı insan her zaman yardım etmeyi sever. Onlara ağır cezalar vermekten kaçınır. Bu ise haksızlık olarak onu Cehennem’e götürmeye yetecektir. Hz. Osman (r.a.) halife olduğunda, Hz. Ömer (r.a.)’in oğlu Abdullah (r.a.)’ı kadı (hakim) yapmak için emir verince, O özür beyan ederek görevden affını ister. Fakat Hz. Osman (r.a.) emrinde ısrar ederek kesinlikle görevinin başına gitmesini ister. Bu durumda yine Hz Abdullah (r.a.) hakimliği kabul etmemekte direnir ve hep affını diler. Sonunda bu sorumluluktan yakasını kurtarır. Buna benzer bir diğer olay da, Hz Ömer (r.a.)’in hilafeti zamanında geçer. Bişr ibn-i Asım (r.a.) isminde bir kişi, Havâin kabilelerinin zekatlarını toplamak için görevlendirilmiş fakat Bişr (r.a.) bunu kabul etmemiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.), ‘Size düşen itaat değil midir, niçin gitmiyorsun?’ deyince, ‘Evet bize düşen size itaattir, fakat ben Resûlullah (s.a.v.)’tan işittim ki; ‘Her kim müslümanların işlerinden bir işe memur olursa, kıyamet gününde Cehennem köprüsünün üzerine getirilip durdurulur. Eğer muhsin ise, kurtulur. Eğer müsî (günahkâr) ise yani kötü işler işlemişse, köprü yarılır ve yetmiş sene derinliği olan Cehennemin dibini boylar.’ buyurdu. Bu hadis-i şerifi Ebu Zerr (r.a.) de doğrulamıştır. Böylece Bişr (r.a.) da yakasını memurluk sorumluluğundan kurtarmıştır. Şu olay ne kadar düşündürücüdür: Hz. Hamza (r.a.), bir gün Efendimiz (s.a.v.)’den bir iş, bir memuriyet istemiş, Resûl-i Ekrem (s.a.v.) de O’na şöyle buyurmuşlar. “Ya Hamza, bir nefsi diriltmek mi, yoksa öldürmek mi daha sevgilidir?” Hz. Hamza (r.a.): ‘Elbette diriltmek daha sevgilidir.’ deyince, Resûlullah (s.a.v.), “ Öyle ise nefsinin kemale ulaşmasına bak, dinin ilkelerine uyarak salih ameller işle.” buyurmuşlardır. Bu Hadis-i şerif’i çok iyi yorumlamak gerekir. Peygamber (s.a.v.)’in, Hz. Hamza (r.a.) gibi cesur ve güçlü bir mübarek sahabiye görev vermeyip, ona “Nefsinle meşgul ol” demesi, bizler için en büyük ders değil midir? Her önümüze gelen kimseyi birer göreve atamak doğru mudur? Herhalde bunların idare işlerinde yapacakları kuvvetle muhtemel aksaklıkların, hataların vebâli, onların ehil olmadıkları işlere getirenlere ait değil midir? Elbette bunda kuşku yoktur. Çünkü onların, o işlerin başına gelmelerine sebep olan atamasını yapan yöneticidir. Rüşvet ve irtikâbın sebeplerinden biri de böyle ne olduğu belirsiz kişiler değil midir? Gözleri doymayan ve ömürlerini sefâhat, kumar, içki ve kadın peşinde geçirenlere ne para dayanır, ne de başka bir şey. O takdirde, herhalde başvuracağı en kolay yol rüşvet ve irtikâptır. Sonra da bu işe bir kere alıştı mı, artık bu bir sanat veya hak kabul edilerek, rüşvetsiz iş yapmak veya yaptırmak imkânı kalmayacaktır. O zaman doğal olarak, rüşvet vermeyenlerin işleri birçok zorluklarla karşılaşacaktır. İşte bütün bunlara sebep olan memurları atayanlar da (yani başkan) aynı günaha ve belki de daha fazlasına müstahak olacaklardır. Fakat iş bu kadarla da kalmaz. Netice itibariyle, devletin îtibarı sarsılır, zayıflar ve belki de yıkılmasına ve sonra da tarihte ismi kalıp, haritadan silinmesine kadar gider. Bu hususta son derece titiz ve uyanık olmak gerekir. Hiç bir bilgi, görgü ve deneyime bakılmadan, yalnızca elindeki diplomaya göre görev ve sorumluluk vermenin ne kadar yanlış olduğunu zaman göstermektedir. Bugün iş başlarında ne kadar uygunsuz, devlet nizamını bozmaya gayret eden kimseler mevcut olduğu görülmekte ve bilinmektedir ki, bunların sorumluları hep onları atayıp oralara getirenlerdir. Dürüst, namuslu, vatansever, adalete, Hakk’a ve nizamlara uyacak kimseleri arayıp bulmak, başlıca bir vatan borcudur. Bununla beraber eski müslümanların memur olmaktan ne kadar korkar ve kaçar oldukları da bizler için çok önemlidir. Bu devirde memur olmak kolaydır. Fakat eğer amirler zalim kişilerse, onların memuru olarak zulümlerine yardımcı olmak ne kadar tehlikeli bir iştir! Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerim’inde özellikle zalimlere yardımcı olmaktan bizleri yasaklamış ve onlara “Ve lâ terkenû” nehyi ile onlara meyil ve muhabbeti bile yasaklamıştır. Nerede kaldı onlara hizmet ve yardımda bulunmak! Cenâb-ı Hakk’ın ihsan ettiği çok çeşitli helal kazanç yollarını bırakıp da devlet kapılarına koşmak, aslında çok akıllı bir seçim değildir. Belki insanın karnı rahat doyar, geçim garantisi hisseder ama Allah (c.c.) katındaki sorumluluğu çok ağırdır. Bunu bilenler, büyüklerin dedikleri gibi ‘Bir güzel arap atı görmüşler de, ‘Bu neye yarar?’ diye sormuşlar. Cevap olarak, ‘binip memuriyetten kaçmaya yarar?’ diyerek felâketi bizlere göstermişlerdir. Bütün bu gerçeklere rağmen yine insanların büyük bir kısmının gözü memurluktadır. Normal bir çalışmadan her nedense pek hoşlanmıyoruz. Hele hanımlarımızın gözleri hep memurlukta veya memurlardadır. Çünkü bütün düşünceleri, rahat bir hayat yaşamak ve kocaları öldüğü zaman ondan kalacak maaşla hayatını istediği gibi sürdürmektir. Bu suretle, sözde istikballerini garantiye alarak, rahat bir hayata kavuşacaklarını zannederler. Halbuki kimin ne zaman ölüp kimin kalacağını Allah (c.c.)’tan başka kim bilebilir? Müslüman için sanat ve ticaret çok iyi bir geçim yoludur. Kanaat ise hepsinden daha büyük bir nimettir. Hazır maaşlara göz dikmektense, Allah Teâla’nın tükenmez hazinelerine bel bağlamak daha uygun olsa gerektir. Evrendeki hayvanlardan da ibret almak gerekir. Hepsi de kendi karınlarını ve yavrularını doyurmak için nasıl çalışırlar. Özellikle arılar, kendi yiyeceklerinin ötesinde gece gündüz çalışarak bizlere ne güzel bal verirler. Eğer bu hayvancıklar da başkalarına hizmet eder olmasalardı, ancak kendilerini doyururlar ve bizlere bir şey kalmazdı. Peygamber (s.a.v.), insanın sorumluluktan kurtuluşunu açıklarken buyurur: “Ariflik haktır, halka ariflik gereklidir, ancak ârifler ateştedir.” 3 Arif’in tanımında, toplumun işlerine bakanlar, kabile reisleri ve emirler diye açıklanmıştır. Günümüzde ise bu iş, köy ve mahalle muhtarlarından tutunuz da, en üst makamdaki Cumhurbaşkanlığına kadar yetkili ve sorumlu bütün amir ve memurlukları içine alır. Askerlikte de onbaşıdan başlar ve en üst rütbedeki komutana kadar gider. Bu memuriyet sınıfına giren hakim ve savcılarda da daha büyük tehlikeler arz etmektedir. Dolayısıyla, isterse iki kişi arasında dahi olsa, hüküm vermemek, yetim mallarına vasî olmamak, emaneti kabul etmemek gerekir. İnsanlar yaratılıştan emir ‘başkan’ olmaya isteklidirler. Fakat bunun sonu, yarınki kıyamet gününde hüsran ve pişmanlık olduğunu da unutmamak gerekir. Zira ‘Son pişmanlık fayda vermez’ gerçeğini her akıllı insan çok iyi bilmektedir. İnsanlar kendi ahir ve akıbetlerini çok iyi bilemedikleri için, memurluğu ve özellikle emir verici bir ‘amir’ olmayı çok severler. Fakat bunun sonu, dünyada ve ahirette bir azap, bir zarar ve bir felâkettir. Bu durumu şuna benzetmişlerdir. Çocuk, meme emmesini pek sever. Onun bütün ağlamalarını ve huysuzluklarını ancak annesinin memesi susturur. Memeyi ağzına alınca, neşe ile emmeye başlar. Gerek o anda ve gerekse zamanı gelip büyüdüğünde, memeden kesilme zamanı gelince, annesine bir çok sıkıntılar çektirir. Çünkü, çocuk alıştığı bu tatlı memeyi bir türlü bırakmak istemez. Fakat onun böylece devam etmesine de imkân yoktur. Sonunda bir gün onu zorla memeden keserler. Tabi ki o da ağlar, bağırır, çağırır ve anne-babasını, çevresindekileri huzursuz eder. İşte memurluk da tatlı bir memeye benzer. Fakat bir gün gelir, bir bahanesini bulup görevine son verirler veya kovarlarsa onun için ne kadar acı olur! Tarih boyunca nice makam, mevki ve rütbe sahibi amirler bir gün geldi ki, bütün memuriyet hizmetlerinden mahrum edilerek, görevlerinden alındı veya emekli edildiler. Demek ki insan, hayatında en yüksek makamda bile bulunsa bir gün gelecek ve o makamdan uzaklaşacaktır. Toplumun işlerine karışıp, onlara ‘başkan’ (amir) olmanın bir felâket olarak gösterilmesi, Müslümanların takvalarına bağlı olarak bu işlerde dürüst, adaletli ve ihlas ile işlem yapamama korkusundandır. Yoksa toplumun çeşitli kademelerdeki yönetim ve memurluk görevleri, kesinlikle birileri tarafından yapılacak ve asla ihmal edilemeyecek görevlerdir. Ancak bu görevleri adaletli, dürüst ve hakkıyla yapabilecek ehliyetli insanlar gereklidir. Bu özelliklerde kendi yöneticileri yetiştirmek de yine topluma düşen en önemli bir görevdir. Aksaklıları görüp de neme lazım, deyip geçmek, hiçbir müslümana yakışmaz. Müslümanlar kendilerini yönetecek, ehliyetli kimseleri iş başına getirmedikleri zaman da meydanı boş bulan tilkiler arslan kesilmekte, toplumun ve ülkenin sahibi kendileri oldukları düşüncesine kapılmakta ve büyük çoğunluğun inanç ve düşüncelerine tamamen ters hükümler verebilmekte ve uygulamalar yapabilmektedirler. İslâm dininin açık ve kesin bir emri olan tesettür’ün kamusal alan saçmalıklarıyla ve hiçbir hukuki dayanağı olmayan haksız uygulamalarla ‘yapay yasak’ haline getirilmesi işte bunun bir örneğidir. Bu uygulamaları yapan idareciler ile bunlara destek olan hukukçuların bir kısmı yukarıda saydığımız özelliklerde olmadıklarından Türkiye’de inançları gereği tesettüre uygun giyinmek isteyen Müslüman kadınlara kelimenin tam anlamıyla zulüm ve haksızlık yapmaktadırlar. Kamu Görevini İstemek Hoş Karşılanmaz Ebû Zerr (r.a.) anlatıyor: ‘Ey Allah'ın Resûlü! dedim, beni memur tayin etmez misin?’ Bu sözümün üzerine, elini omuzuma vurdu ve sonra da: “Ey Ebû Zerr, sen (vücut olarak) zayıfsın, memurluk ise bir emanettir. (Hakkını veremediğin taktirde) kıyamet günü rüsvaylık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o hariç.” buyurdu. 4 Abdurrahman İbnu Semüre (r.a.) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Eğer senin talebin üzerine sana emirlik verilirse, istediğin şeyin sorumluluğu sana yüklenir. Eğer sen talep etmeden sana emirlik verilirse, o işte yardım görürsün. Bir iş için yemin eder, sonra da aksini yapmakta hayır görürsen, daha hayırlı gördüğün ne ise onu yap, ettiğin yemin için de kefârette bulun.” 5 Ebu Musa (r.a.) anlatıyor: Yanımda amcamın çocuklarından iki kişi daha olduğu halde Resûlullah (s.a.v.)’in huzuruna girdim. Yanımdakilerden biri: ‘Ey Allah'ın Resûlü! Allah'ın sana tevdi ettiği işlerden bazıları üzerine bizi emir tayin et’ dedi. Diğeri de aynı talepte bulundu. Resûlullah (s.a.v.)'ın onlara cevabı şu oldu: “Biz, (Allah'a yemin olsun) bu işe, onu talep eden veya ona hırs gösteren hiç kimseyi tayin etmeyiz!” 6 Bu hadis-i şeriflerden anlaşılıyor ki, memuriyet görevi ve başkanlık isteyenlerin bu davranışını Peygamber (s.a.v.) uygun bulmamış ve bu böyle bir istekte bulunanlara kişisel özelliklerini de dikkate alarak görev vermemiştir. Eğer bir ‘memurluk’ veya ‘başkanlık’, istenmeden yetkili kişilerce çağırılıp verilirse, Allah Tealâ o kimseye her işinde yardımcı olur. Fakat kendisi istekli olan kimsenin de o işi başarması için kendi haline bırakırlar. Bu durumda çok kere bu kimse aciz kalır ve işin içinden gereği gibi başarıp çıkamaz. Bunun için İslâm toplumlarında genel bir kural vardır: ‘Görev istenmez verilir’. Bu ilke uygulandığı taktirde hem göreve getirilen müslüman rahat ve huzurlu görev yapacak, hem de onun bu adil hizmetinden bütün toplum yararlanacaktır. 7 Dört Halife’nin seçilmeleri Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: ‘Hz. Ebu Bekir (r.a.), ölüm anı yaklaşınca, Hz. Ömer'i yanına çağırttı ve: ‘Ey Ömer, ben Resûlullah (s.a.v.)’in ashabı üzerine seni halife seçiyorum. Mizanı ağır olan, hakka uyması sebebiyle kıyamet günü mizanı ağır basacak ve ağırlık kendine olacak kimsedir. Sadece hakkın girdiği mizanın ağır olması da hak olmuştur. Ey Ömer! Mizanı hafif olan da, batıla uyması sebebiyle, kıyamet günü sevabı az ve hafif olan ve bu hafiflikle teraziye girecek olandır. İçerisine sadece batıl giren mizanın hafif olması da haktır.’ Ayrıca, askerlerin komutanlarına da şunu yazdı: ‘Başınıza Ömer'i seçtim. Kendim için de, Müslümanlar için de hayrı seçtim.’ Sonra Ebû Bekir (r.a.) vefat etti ve geceleyin defnedildi. Daha sonra Hz.Ömer (r.a.) ayağa kalkıp Allah (c.c.)’a hamd ve sena ettikten sonra şunları söyledi: ‘Ey insanlar, ben size, hiç bilmediğiniz bir şeyi kendimden uydurup öğretecek değilim. Ben Ömer'im. Size ‘emir’ olma hususunda hırsım yok. Ancak vefat eden Ebu Bekir (r.a.) bunu bana vasiyet etti. Bu işi ona Allah (c.c.)'ın ilham ettiğine inanıyorum. İmamlığımı (İslâm Devlet başkanlığımı), ona ehil olmayan kimseye bırakmam. Fakat onu, Müslümanlara saygı göstermeye gayret edenlere bırakırım. İşte böyle birisi, Müslümanlara emîr olmaya başkalarından daha çok layıktır.’ Ma'dan İbnu Ebî Talha (r.a.) anlatıyor: ‘Hz. Ömer (r.a.), Cuma günü hutbe verdi. Önce Resûlullah (s.a.v.)’ı hatırlattı, sonra Hz. Ebû Bekir (r.a.)'i andı. Sonra da şunları söyledi: ‘Ben rüyamda bir horoz gördüm, bana üç gaga vurdu. Bunu, ecelim yaklaştı diye yorumladım. Bazı kimseler, yerime birini seçmemi söylüyorlar, Allah (c.c.) ne dinini, ne hilafetini, ne de Resûlü (s.a.v.) ile gönderdiği şeyi zayi edecek değildir. Eğer ecelim çabucak gelirse hilâfet, Resûlullah (s.a.v.) ölürken kendilerinden razı bulunduğu şu altı kişinin müşâveresi ile belirlenecektir. Ben biliyorum ki, bazıları bu seçime dil uzatacaklardır. Bunlar benim şu elimle İslâm'a kattığım kimselerdir. Eğer bunu yaparlarsa bilin ki, onlar ancak Allah (c.c.)'ın düşmanlarıdır, kâfirlerdir, sapıklardır.’ Sonra sözüne şöyle devam etti: ‘Ey Rabbim, seni Ensâr'ın ‘amirlerine’ şahit kılıyorum. (Bilin ki) ben onları, adaletli olsunlar ve halka dinlerini, Peygamberlerinin (s.a.v.) sünnetini öğretsinler, (zekâtı) aralarında taksim etsinler, dini meselelerde müşkilatla karşılaşınca bana bildirsinler diye başlarına tayin ettim.’ Hz. Ömer (r.a.)'in bu hutbesinden sonra bir Cuma geçmişti ki hançerlendi. Yanına girmek için önce Muhacirler'e, sonra Ensâr'a, sonra Medineliler'e, sonra Şamlılar'a, sonra Iraklılar'a sırayla izin verdi. Biz huzura girenlerin sonuncusu idik. Siyah bir bürde ile yarası sarılmış, üzerinden kanlar akıyordu. Bu vaziyette kendisini gördük. ‘Bize vasiyette bulun!’ dedik. O’na bizden başka vasiyet talebinde bulunan olmadı. ‘Size dedi, Allah'ın Kitabı'nı vasiyet ediyorum. Zira ona uyduğunuz müddetçe asla sapıtmazsınız. Size Muhacirler'i de vasiyet ediyorum. Zira insanlar çoğalırken onlar azalıyor. Size Ensâr'ı da vasiyet ediyorum. Zira onlar, imanın sığındığı umut yeridir. Size bedevîleri de vasiyet ediyorum. Zira onlar aslınız, dayanağınızdır.’ 8 Başkanlık Sevgisi Hastalığından Kurtuluşun Yolu Başkanlık sevgisi hastalığından kurtulmanın yolu, yukarıda sayılan bilgileri sürekli dikkate alarak bunun sorumluluğunu düşünmek, kendisinden başka bu işi yapabilecek çok sayıda insanın varlığını kabul etmek ve başkan olmadığı taktirde vicdanen daha rahat bir hayat yaşayacağını bilmektir. ---------------------------------------- 1 Buhari, Ahkâm 1, Cuma, 11; Müslim, İmâret, 20; Tirmizi, Cihad, 27. 2 Buharî, Ahkâm, 8; Müslim, İman, 227. 3 Ebu Davud, Harâc, 5. 4 Müslim, İmâret, 17; Ebü Davud, Vesâyâ, 4; Nesâî, Vesâya, 10. 5 Buharî, Ahkâm, 5, Eymân, 1; Müslim, İmâret, 19; Ebü Dâvud, Harâc 2; Tirmizî, Nüzür 5; Nesâî, Adâbu'l-Kudat 5. 6 Buharî, Ahkâm, 7; Müslim, İmâret,7; Ebu Dâvud, Harâc, 2. 7 Tasavvufî Ahlâk, M. Z. Koktu. 8 Buharî, Ahkâm, 51; Müslim, İmâret 12; Tirmizî, Fiten, 48; Ebû Davud, Harâc, 8.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
#2 |
![]() Sorumluluk duygusunu iliklerimize işleten bu paylaşım sahibine sorumluluğumuzun gereği olarak bir artı vermek boynumuzun borcu olsun.............saol kardesim
|
|
![]() |
![]() |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|