AK Gençliğin Buluşma Noktası
Belgelendirme AK Partimiz hakkındaki bütün yalan haber ve iftiraların aksini belgelendiriyoruz.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 02-10-2009, 15:05   #1
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart Davos-Türkiye-İsrail Hatında Meydana Gelen Hadiselerin Panoraması..!
“... Biz başlatmadık saldırıyı… İsrail herhangi bir kişiyi öldürmek istemiyor. Bize göre tüm çocuklar önemlidir. Topladığımız tüm paralar çocuk merkezlerine gidiyordu… Ne yapmamızı bekliyordunuz? Hamas Gazzelilere şiddet uygulamıştır. Kemikleri kırılmıştır. Hamas yardım malzemesi getirenleri de engellemiştir. Sayın Mübarek, Sayın Abbas durumu biliyor, Hamas’ı suçluyorlar, sizin kadar biliyorlar… Mesajımı net olarak vermek istiyorum; İsrail’in bir ateşkese ihtiyacı yok, çünkü saldırıları biz başlatmadık. Gazze trajedisini başlatan İsrail değil, diktatörlüğünü Gazze’de kuran Hamas’tır… Her gün yüzden fazla roket atıldı bize. Milyonlarca insan bombalar altında kaldı… ”

Soğuk kasabanın zirvesi Davos’ta Başbakan Tayyip Erdoğan’ı çileden çıkaran bu tahrik dolu sözler, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e ait. Dünyaya hâkim olan ekonomik/mali krizin damga vurması beklenirken, Erdoğan-Peres gerginliği ile tarihe geçen zirve, İsrail’in Gazze saldırılarından sonra uluslararası arenada kendini aklama girişimi olacaktı belki de. Ancak Erdoğan’ın, Peres’in sesini yükseltmesine karşı yaptığı ‘diplomatik mütekabiliyet’ hamlesi bütün planları altüst etti. Sahne hâkimiyetini ele geçiren Erdoğan, İsrail’in yaptıklarını dünyaya duyurabilen bir isim olarak zihinlere kazındı.

30 yıldan bu yana küreselleşme ve global sorunlara karşı birlikte hareket edebilmek için İsviçre’nin Davos kasabasında toplanan Dünya Ekonomik Forumu’na bu yıl Erdoğan ve Türkiye damgasını vurdu! 29 Ocak akşamı forum kapsamında düzenlenen “Gazze: Ortadoğu’da Barış Modeli” adlı oturumun konuşmacılarından Başbakan Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında yaşanan sert diyalog, tüm dünyada yankılandı. ‘Hamas’a sahip çıktığı’ gerekçesiyle Türkiye ile Erdoğan’ı sert ve yüksek sesle eleştiren Cumhurbaşkanı Peres’e cevap vermek isteyen Erdoğan’ın söz hakkı moderatör David Ignatius tarafından kesildi. Cevap hakkı doğmasına ve Peres’e tanınan sürenin yarısı kadar konuşmasına rağmen Başbakan’a fiilî ve sözlü olarak müdahale eden gazeteci David Ignatius, paneli de sabote etti. Moderatöre kızarak paneli terk eden Erdoğan’a önce Forum’un direktörü Klaus Schwab, ardından da Cumhurbaşkanı Peres üzüntü ve saygılarını bildirdi. Bu adımlar, Davos’ta yaşananlara Arap ve Türk dünyasından gelen tepkileri azaltmadı. Başta Gazze, dünyanın birçok bölgesinde Erdoğan’a sevgi gösterileri düzenlendi ve Peres’in gerçekleri yansıtmayan Gazze savunması protesto edildi. Erdoğan’ın Davos çıkışının ardından dünyada yeni bir kırılma beklentisi oluştu.

Davos’taki krizi sadece panelde yaşananlara bağlamak elbette doğru değil. 27 Aralık’ta başlayan ve ABD’nin yeni başkanı Obama’nın görevi devralmasından birkaç gün öncesine kadar süren orantısız Gazze saldırıları yüzünden İsrail Başbakan Erdoğan’ın hedefindeydi. Sadece İsrail değil, saldırılar karşısında sessizliğe bürünen Filistin Yönetimi’nin lideri Mahmud Abbas ile Arap devletleri de. Tüm dünyanın izlediği Davos’ta Erdoğan, ‘antisemitizmi lanetleyen, orantısız güç kullanımının ve seçilmiş bir yönetimi yok saymanın tutarsızlığını’ vurgulayan bir konuşma yapıyordu. Ta ki, Peres’in Türkiye’yi ‘azarlar’ üsluptaki eleştirilerine kadar. O noktadan sonra yüksek perdeden konuşmaya başlayan Erdoğan, İsrail’in yanı sıra tüm dünyaya gönderdi mesajını: “Türkiye Ortadoğu’da vardır ve bir kabile devleti değildir. Her türlü saygıyı hak etmektedir”

Peki, Davos’ta bir kez daha ortaya çıkan Türkiye’nin yeni Ortadoğu vizyonu ne? Bu vizyon, İsrail ve bazı Arap devletlerini niçin rahatsız ediyor? ABD ve Rusya, yeni yol haritasını neden destekliyor? Türkiye’nin riskli ‘arabuluculuk’, ‘kolaylaştırıcı’ ve ‘katalizörlük’ rollerini üstlenmesinin sebebi ne?

2003’te ‘komşularla sıfır problem’ yaklaşımıyla dış politikada yaşanan dönüşümün ardından Türkiye’nin Gazze saldırısı karşısında sessiz kalmasını beklemek hata olurdu aslında. Çünkü bu saldırı aynı zamanda bir yıldır arabuluculuğunu üstlendiği İsrail-Suriye barış görüşmelerine, iki yıldır desteklediği ve geçen yıl sağlanan Lübnan’daki barış atmosferine, kendisinin bölgedeki rolüne ve nüfuzuna da bir darbeydi. Hamas’ı silahsızlandırmak ve demokrasiye kazandırmak için çaba sarf ederken, İsrail’in kışkırtan saldırısıyla silahlara davranan Filistinlilere üzülüyordu Ankara. İsrail’le Filistin arasındaki savaşın tüm bölgeyi vurduğuna inanan Türkiye, mekik diplomasisiyle ilmek ilmek işlediği istikrar ittifaklarının bozulmasına karşı çıkıyor. Suriye’nin yeniden Batı’dan uzaklaşmasından, İran’ın hedefe konulmasından ve Hizbullah üzerinden Lübnan’ın bir kez daha iç savaşa sürüklenmesinden endişe ediyor. ‘Filistin-İsrail meselesinin Ortadoğu’daki tüm sorunların anası’ olduğu düşüncesiyle bakıldığında Türkiye’nin çıkışı daha net anlaşıyor.

Peki Türkiye, iddia edildiği gibi Batı’dan uzaklaşıp Doğu eksenine mi kayıyor? Bunun en başta jeopolitik olarak mümkün olmadığını vurguuyor, Başbakanlık Başdanışmanı Büyükelçi Ahmet Davutoğlu. Asya ile Avrupa arasında doğal bir köprü konumundaki Türkiye’nin ne Avrupa için Asya’dan ne de Asya için Avrupa’dan vazgeçme lüksünün bulunduğunu aktarıyor, Ortadoğu’ya sırt dönmenin mümkün olmadığını anlatıyor: “Proaktif dış politika bizim için bir tercih değil, zorunluluk. Eğer biz bölgemizde aktif olmazsak, bu alana hâkim olan diğer büyük güçler bugün olmasa da bir gün bizi zor durumda bırakacaktır. Ortadoğu’ya hâkim olan içimize de hâkim olabilir; biz etle tırnak gibiyiz… Biz sadece sınır komşularımızla da aktif politika yürütemeyiz. Tarihî bağlardan ötürü Lübnan’da olan her şey, Kafkasya’daki her hareketlilik bizi etkiler… Dolayısıyla bir eksene, bir kutba tâbi olmaktan ziyade Ankara merkezli politikalarla bölgemizde aktif olmamız lazım… Batı başkentlerinde Irak için senaryolar yapılabilir. Ancak orada yaşanacak acı bizleri etkileyecek. Gazze için de durum aynısı. Orada sakat kalan çocuklar bizim evimizde sorgulanıyor. Türkiye bu nedenle olayı sorgulamak zorundadır. Türkiye bölgeye Batı gibi bakamaz…”

Beyrut Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. Muhammed Nureddin de, Davutoğlu’nun paralelinde düşünüyor. Ortadoğu’nun bir parçası konumundaki Türkiye’nin bölgedeki her gelişmeden mutlaka etkilendiğini aktarıyor. Bundan dolayı Türkiye’nin Ortadoğu’dan kendini soyutlamasının mümkün olmayacağını vurguluyor: “Türkiye kendi evindeki yangının bölgedeki yangınlarla bağlantılı olduğunu biliyor ve bundan dolayı sınırları dışındaki yangınları söndürmeye çalışıyor. Mesela Gazze konusunda Türk hükûmeti ve halkı tarihte de olduğu gibi insani sorumluluğunu yerine getirdi. Mazlum Filistin halkının yanında durarak Arap halklarının da gönlünü kazandı. Bölgede Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün rejimlerinin önüne geçti. Başbakan Erdoğan ve Türk halkının tavrı gerçekten tarihî idi.”

Türkiye’nin ‘komşularla sıfır problem’ politikasının devamı niteliğindeki ‘önleyici diplomasi (preemptive diplomacy)’ ile sadece sınırı olan ülkelerle değil Lübnan ve Filistin’de olduğu gibi muhtemel etkilerini dolaylı yollardan hissedeceği alanlardaki sorunlara da dâhil olduğunu belirtiyor Prof. Davutoğlu. Bu dahlin de tarihî şuuraltı bağlardan ötürü Türklerin bir bakıma ‘vasiyeti’ olarak gördüğünü aktarıyor. Türkiye’nin her kesimle temas içinde olarak uyguladığı (İsrail-Hamas gibi) aktif politikaların riskleri de var mutlaka. Mesela Hamas’ın Ankara’ya davet edilmesinin rövanşı, ABD Kongresi’ne taşınan sözde soykırım tasarısında alındı kimi çevrelere göre. Amerika’daki Yahudi lobisi daha önce görülmemiş bir şekilde Ermeni lobilerini destekleyerek Türkiye’ye mesaj göndermişti.

RİSKLERE RAĞMEN ARABULUCULUK NEDEN?

Burada akla hemen şu soru geliyor; Türkiye neden Ortadoğu’da risk alarak çatışma alanlarında katalizör, arabuluculuk görevi üstleniyor, amacı ne? Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Beril Dedeoğlu’na göre, bu rolü Türkiye üstlenmese başka bir bölge ülkesi üstlenecek. Çünkü çatışmaların yayılmasını önlemek için bir arabulucu şart. Diğer taraftan Türkiye konumu gereği bu çatışmaların göbeğinde, soyutlanması mümkün değil. Buna ek olarak, bölge liderliğine oynayan Ankara’nın belli riskleri göze alıp elini taşın altına sokması gerekiyor: “Ortadoğu’da Türkiye’siz bir dengenin kurulamayacağı aşikâr aslında. Bölgede çatışan taraflara eşit mesafedeki tarafsız bir bölge ülkesi lazım. Konjonktürel olarak buna ihtiyaç var. Türkiye’nin bu rolü üstlenmesini dünya da istiyor. Türkiye kimseyi kırmadan Ortadoğu’da var olma arzusunda. Bu akıllı bir açılım. Yeni düzen denilen şey bu. Önleyici diplomasiyle herhangi bir çatışmadan sonra ikinci bir çatışmanın çıkmasını önlemek için çaba yürütüyor. Türkiye burada öne çıkıyor. Başarılı olmazsa arabuluculuk rolünü kaybeder. Tersi olursa oyuna dâhil olur. Bana göre yeni konjonktürde ABD ile Rusya da ‘Türkiye’ye aradan çık’ demiyor.”

Türkiye’nin özellikle bölgesinde kullandığı ‘önleyici diplomasi’ şiddet veya suskunluktan daha çok barışa ve iletişime dönük. Önleyici diplomasi, çatışma alanlarında tıkanıklık yaşansa da yeni kanallar açma imkânı veriyor. Soğuk Savaş dönemindeki iki kutuplu, iki eksenli sistemin getirisi olan kanat politikalarından ziyade, Ankara eksenli; ama çok taraflı bir zemine oturuyor. Bir bakıma yeni bir diplomasi dili bu; 1960’lardaki Cezayir hatasına düşmüyor (Türkiye, Fransa’nın Cezayir’de yaptığı soykırıma sessiz kalmıştı). Bir yere taraf olmaktan çok, nerede duracağını, nereden bakacağını biliyor ve dünyaya istediği mesajı veriyor. Yani Türk diplomasisi, suskunluk, boyun eğmişlik ve esaretten kurtuluyor. 2003’ten bu yana Ankara sıfır problem ve önleyici diplomasi enstrümanlarıyla başta Suriye olmak üzere, Irak, Kuzey Irak, İran, Lübnan, Filistin-İsrail, Rus-Gürcü, Pakistan-Afganistan, Pakistan-Hindistan krizlerinde etkin rol aldı. Birçoğunda da başarılı oldu. 1990’larda Ortadoğu ile ilgili hiçbir toplantıya çağrılmayan Türkiye, artık bölgedeki tüm toplantıların önemli konuğu. Sadece Kıbrıs ve Ermenistan sorunlarında net çözüme ulaşamadı Ankara; ancak bu iki konuda da hatırı sayılır ilerleme sağladı. 6 yıl önce başlayan değişimin sonucu olarak Ankara, Orta Asya’ya ne kadar fazla açılırsa Avrupa’ya o kadar yaklaştığını, Asya’da ne kadar aktif olursa NATO’da sözünün daha fazla dinlendiğini gördü. Davutoğlu’nun tabiriyle; ‘yayı Asya’ya doğru ne kadar fazla gererse, Avrupa’ya o kadar etkili gönderebileceğini’ anladı Ankara. Değişimin getirilerini gördükçe daha sıkı bağlandı bu diplomasiye.

Türkiye’nin bu açılımları rahatsızlık oluşturuyor mu? En başta bölge liderliğine talip Mısır, Türkiye’nin bu yükselişinden tedirgin. Diğer taraftan İran da Ankara’nın açılımlarını dikkatle izleyenlerden. Türkiye’nin Suriye’yi yanına çekerek İran eksenini zayıflatmasının ardından, Hamas’ı da kendi yanına çektiği görülüyor. Bazı ülkelerin tersine Türkiye Hamas’a silahsız ve demokratik yollardan mücadeleyi öneriyor. İsrail’e de seçimle iktidara gelen Hamas’ı muhatap alması gerektiğini ifade ediyor.

Prof. Dr. Nureddin de, diplomatik açılımların Türkiye’ye olumlu döndüğünü belirtiyor: “Bazı Arap rejimleri özellikle de İsrail ile işbirliği içinde bulunan rejimler Türkiye’nin rolünden rahatsız. Çünkü Türkiye’nin rolü bu rejimlerin açmazını ortaya koyuyor. Mısır ve Suudi Arabistan’ın bölgedeki etkisi azaldıkça Türkiye’ninki artıyor. Bundan dolayı Mısır, Türkiye’nin Gazze’deki arabuluculuğunu kesmek için çaba sarf etti.”

Peki, Türkiye’nin seçimle başa gelen Hamas’a sahip çıkmasından rahatsız olan İsrail, Türkiye’yi karşısına alır mı? 28 Ocak’ta Davos’ta konuşan Dışişleri Bakanı Ali Babacan riskli alanlarda aktif diplomasi yürütmenin kolay olmadığını vurguladı ve İsrail’in stratejik ilişki içinde olduğu Türkiye’den uzaklaşmasının Tel Aviv’e fayda getirmeyeceğini kaydetti. Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu gibi Babacan da Türkiye’nin Afganistan, Irak, İran veya Gürcistan krizlerine müdahil olarak savaşların daha geniş cephelere yayılmasını önlediğini ifade ediyor.

Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Koni de, İsrail’le Türkiye’nin birbirinden kolay kopabileceğine imkân vermiyor: “İsrail’in Türkiye’ye, Türkiye’nin de İsrail’e ihtiyacı var; bu çok açık. Diplomaside konuşmalara değil, atılan adımlara daha fazla bakılır. Bir tavır var; ama elçiler çekilmedi ve işbirliği sürüyor. Bu bağlamda İsrail Türkiye ile kolayca karşı karşıya gelmez. Bir de Ortadoğu’da İsrail İran’a nazaran Türkiye’nin etkin olmasını ister. Sonuçta Türkiye’nin demokrasi geçmişi var.”

Bu noktada Beril Dedeoğlu daha önemli bir hususa işaret ediyor. Aslında Türkiye’nin Hamas’ı silah bırakmaya teşvik edip diplomasi masasına çekmesi en çok İsrail’in faydasına: “Mısır, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri gibi Sünni iktidarlar Hamas’ı İran’dan koparan Türkiye’ye sempatiyle baksalar da, açıkça destek veremiyorlar. Kendi yönetimlerine zarar verir endişesiyle bu desteği deklare edemiyorlar. Çünkü Türkiye, Hamas üzerinden demokrasi vurgusu yapıyor. Söz konusu ülkeler demokratik olmadığı için buna sessiz kalıyor. Türkiye’nin Hamas’ı İran’dan koparmasına İsrail’den fazla sevinen ülke olamaz herhâlde. İsrail, lobilerine de bu durumu anlatır, bazılarının beklediği gibi Türkiye’ye büyük tepkiler çıkmaz.”

Birçok uluslararası ilişkiler uzmanına göre, Türkiye Ortadoğu’da ABD’den boşalacak alana talip. Obama ile birlikte bölgeden çekilme sinyali veren ABD’nin ardından Türkiye bölgedeki varlığını güçlü bir şekilde hissettirmeye başlıyor. Ortadoğulu birçok ülke de tarafsızlığından dolayı Türkiye’ye güveniyor. Ortadoğu’da sözü dinlenen Türkiye’ye Brüksel de olumlu yaklaşıyor. Son ilerleme raporunda bu durum ortaya konmuştu.

Ortadoğu’da diyaloğa dönük mesajlar veren Türkiye 2009’da Irak’la kurulan çok boyutlu ilişkileri geliştirmeye çalışacak. Barack Obama ile birlikte Washington-Ankara hattında Ortadoğu politikaları üzerine yakalanan paralellik Ankara’nın elini daha da güçlendirecek. Çünkü Obama gibi Erdoğan da önleyici diplomasiye vurgu yapıyor. Her ikisi de Ortadoğu’da bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönünde zemin arıyor. Önümüzdeki dönemde, iç-dış muhalif çabalara rağmen, bölgesinde demokrasiye, diplomasiye ve diyaloğa vurgu yapan Türkiye’nin yeni roller üstleneceği, nüfuzunu daha da artıracağı genelin kabulü. Gazze saldırısında takınılan tavır da bu rotanın bir göstergesi aslında.

İleride Türkiye’nin kazanacağına inananlardan biri de Beril Dedeoğlu. Türkiye’de yükselen eleştirilerin çok dar açıda kaldığını düşünüyor: “İç siyasette Erdoğan’ın tavrı eleştiriliyor; ama fotoğrafın geneline bakıldığında atılan adımlar gayet iyi görülüyor. Hamas’a ‘silah bırak’ diyerek onun marjinalleşmesini önleyen Ankara, İsrail’e de ‘fevri bombalama’ diyor. Hamas’ı diplomasiye çağıran Türkiye bu yolla ileride kurulacak Filistin devletine de bir kapı açmış oluyor.”

Bir de ‘yeni Türkiye’yi yakinen izleyen Arap dünyası var. Erdoğan’ın ezber bozan çıkışları onları heyecanlandırıyor. Demokrasiye vurgu yapması, mazlumların yanında yer alması ve Müslüman duruşuyla Arap halklarının hissiyatına tercüman oluyor.

Dış politika yazarı Ardan Zentürk:

TÜRKİYE ARTIK ‘KANAT’ DEĞİL, ‘MERKEZ’ ÜLKE

Türkiye 2004’ten bu yana ciddi bir politika değişikliğine gitti. Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun aktif katılımı ve hükûmetin olağanüstü çabasıyla devlet politikasına dönmüş bir değişiklikti bu. Soğuk Savaş döneminde Türkiye ‘kanat ülke’ olarak adlandırılırdı ve Ankara bu isimlendirmeyi kabul ederdi. Yani merkez ülkelerin fikirlerini kabul ederdi. Avrupa, Batı Avrupa, ABD ve Kanada’ydı bu merkezler. Sovyetler yıkıldıktan sonra dünya çok başlı bir dünyaya yönelince bizim kadrolarımız soğuk savaş eğitimi aldığı için bu sefer ‘tek süper güçle nasıl dans ederiz?’ diye telaşa kapıldılar. Yeni politika ise şu: Çok başlı dünyada bir bölge gücü olarak Türkiye, kendini bütün unsurlara açık bir merkez olarak görüyor. Bu hayırlı bir politika değişikliğidir. Bu değişim için Türkiye’nin kendi özgüveni ve demokratik altyapısı var. Bölgesine ağırlığını koyabilecek her şeye sahip. Demokratik ve tarihî köklere sahip. Böyle bir devletin bölgede yapabilecek çok şeyi var; ama şu an içinde bulunduğu demokrasi sınavını geçmesi de şart. Yaralı demokrasisiyle bir yere varamaz zaten. Türkiye’de iki kısım muhalif duruyor bu açılımlara.

İlki Soğuk Savaş döneminden kalan monşerler. Bunlar kendilerini sürekli Batı’ya bağlanmış olarak görüyor, çünkü bütün hayatları böyle geçmiş. Tepkilerini önemsememek lazım. Bir de korku lobisi var. Bunlar 1 Mart tezkeresi reddedilince “Eyvah ABD bizi cezalandıracak!” diyen takım. Başbakan haklı olarak Peres’e karşı çıkınca yine ‘eyvah’ dedi bunlar. Olacak şey değil. İsrail, seçimlere hazırlanıyor, normal bir devlet değil şu anda. İsrailli politikacılar dış politikayı iç politikanın bir unsuru olarak kullanıyor. Bu korkunç bir gelenek, İsrail bundan çok çekecek.

PERES’İN ÖZRÜ, BASINI OFSAYTA DÜŞÜRDÜ

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Davos çıkışına Türk medyasının yaklaşımı en az hadise kadar dikkat çekiciydi. Olay televizyon ekranlarına ilk yansıdığında izleyicilerin duyduğu Başbakan’ın Davos’ta büyük bir diplomatik krize yol açtığıydı. Kanallara telefonla bağlanan kimi gazeteciler, emekli diplomatlar ya da politikacılar genel itibariyle aynı noktaya odaklanıyordu: ‘Erdoğan telafisi çok zor bir çıkış yaptı.’ Başta Batı dünyası ve İsrail’in bu hususta ikna edilmesi lazımdı. NTV yayınına katılan CHP milletvekili Onur Öymen ve Milliyet Gazetesi yazarı Kadri Gürsel sert üslup kullanan isimlerden sadece ikisiydi. Hatta Gürsel’e göre Erdoğan yorgundu ve dinlenmesi gerekiyordu. Fakat saatlerin ilerlemesi ve dünya medyasının vakaya bakışı Türk meslektaşlarının yayın akışlarını gözden geçirmesine yol açtı. Bir defa Türkiye Başbakanı’nın tepkisi toptan haksız kabul edilmiyor, kimileri üslubunu ‘biraz’ sert bulsa da muhatabı İsrail Cumhurbaşkanı Simon Peres’in yüksek sesini ve el hareketlerini nazara veriyordu. CNN TÜRK muhabiri Serhat Akça’nın gözlemleri de bu yöndeydi: “Peres çok yüksek sesle konuşuyordu. Bir ara kulaklıktan çeviri duyulamadı. Çünkü normalin çok üzerinde bir ses tonu vardı.” Üstelik moderatör Washington Post yazarı David Ignatius da süre dağılımında eşit davranmamış ve Erdoğan’ı susturmaya çalışarak tansiyonu yükseltmişti. Arap medya kuruluşları Başbakan’ın çıkışına tam destek veriyordu. Haaretz ve Jerusalem Post gibi İsrail gazeteleri de orta halli bir dil kullanıyordu.

Ardından Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Klaus Schwab’ın Erdoğan ile katıldığı basın toplantısında üzüntüsünü dile getirmesi, Başbakan’ın kararlı tavrı ve nihayet Simon Peres’in ‘özür kabilinden’ telefonu televizyon yayınlarını tabir yerindeyse 180 derece değiştirdi. Salt Erdoğan eleştirisi yerini Peres ve Ignatius’un söylemine ve hareketlerine yönelik itiraflara bıraktı.

Bir gün sonrasının gazetelerinde de genel kanaat Başbakan’ın çıkışını onaylıyordu. Başbakan’a eleştirisi malum Yeniçağ ve Tercüman gibi ulusalcı çizgiyi temsil eden gazeteler dahi Erdoğan’ı tebrik ediyordu. Fakat başta Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi kimi isimler hâlâ şerh düşüyordu. Üstelik Ekşi’ye göre Peres’in telefonu ‘olgun devlet adamlığı çizgisi’nin göstergesiydi. İsrail Cumhurbaşkanı’nın ‘nezaketi’ne atıf yapanlardan biri de Kanal D ana haberdi. Tüm bunlara Başbakan’ın tepkisiyse açıktı: “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın yanında değil de başkalarının yanında yer alanlara sesleniyorum. Her olayı antisemitizm gibi göstererek, birilerinin eleştirilmez hâle gösterilmesine karşıyız. İsrail’e yönelik her eleştirinin antisemitizm gibi gösterilmesini doğru bulmuyoruz.

‘DAVOS RUHU’ DA ZARAR GÖRDÜ

39 yıl önce, Cenevre Üniversitesi İşletme Profesörü Alman Klaus Schwab tarafından Avrupa İş Forumu ismiyle kurulan; ancak artan etkisi sebebiyle Dünya Ekonomik Forumu adını alan vakfın bu yılki toplantısına, 96 ülkeden 43’ü devlet ve hükûmet başkanı, 60’ı bakan yaklaşık 2 bin 500 kişi katıldı. Dünyanın önde gelen şirketlerinden 1400 üst düzey yöneticinin de bulunduğu toplantıların bu yılki teması, ‘Küresel Kriz Sonrasının Dünyasını Biçimlendirmek’ olarak belirlendi. Diplomatik bir dil yerine açık, rahat bir üslubun kullanılmasının öngörüldüğü esnek panellerde, her fikir özgürce tartışılabiliyor ve bu geleneğe ‘Davos Ruhu’ deniyor. Ancak bu yılki zirvede yaşanan kriz, Davos için de kötü bir milat niteliğindeydi. Ayrıca Türk Başbakanı’nın katıldığı, İsrail saldırısının masaya yatırılacağı panele Ermeni asıllı, İsrail yanlısı bir gazetecinin moderatör olarak atanması soru işareti oluşturuyor.

ECEVİT DE ŞARON’U FIRÇALAMIŞTI

2001’de Ramallah’taki karargâhında İsrail kuşatması altında ölümü ensesinde hisseden Filistin yönetimi lideri Yaser Arafat’ı arayan dünya liderlerinden biri de Başbakan Bülent Ecevit’ti. Arafat’a Türk halkının yanında olduğunu söyleyen Ecevit, kuşatmayı kaldırmak için var gücüyle çalışacağını aktarır. Bu görüşmenin ardından İsrail lideri Ariel Şaron’la konuşmak ister. Ancak bu tam 24 saat sonra mümkün olur. Şaron’un saldırgan tutumunu sert bir dille eleştirir Ecevit. Şaron ile yaptığı görüşmeyi daha sonra şöyle açıklar: “Maalesef umutsuz bir durum var. Şaron, Filistin otoritesi ve topraklarına çok ileri ölçüde haksız yaptırımlar eğilimi içinde. Filistinlilere ve Arafat’a baskı artıyor. Son olarak Gazze Havaalanı İsrail tarafından tahrip edildi. Oysa bu havaalanı Arafat’ın başlıca çıkış yoluydu. Şimdi dünyaya ulaşmaları zorlaşmış görünüyor. Şaron’un söylediği ‘önce sükûnet sağlansın, sonra bir araya gelelim’ düşüncesi gerçekçi değil. İsrail devleti, elbette kendi halkını koruyacaktır. Ama, Filistinlilerin de yaşama hakkını gözetmek zorundadır. Maalesef gerek İsrail gerek Filistin’le ilgilenen ve ilgilenmek durumunda olan ülkeler henüz bizim gösterdiğimiz ilgiyi göstermiş değil. Oysa olaylar ciddi bir tırmanış içine girmekte. Filistin ve İsrail’deki durum fiilî bir savaşa dönüşecek olursa, bölgemiz için belki Afganistan’dakinden bile daha tehlikeli bir durum çıkabilir.” - aksiyon

 

ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Alt 02-10-2009, 15:07   #2
Kullanıcı Adı
ishakyilmaz
Standart
Bu derin analiz biraz uzun olabilir,fakat okunmasında gerçekten çok büyük fayda var.Bu hata yaşanılan hadiselerin muhtevası oldukça önemlidir.
ishakyilmaz isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim
davos, gerçekler, hadiseler, israil, türkiye, yaşanılanlar


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta