03-03-2009, 16:18 | #1 |
FİLİSTİN’DE BİR SERHAT ŞEHRİ: OSMANLIDAN BU GÜNE GAZZE’NİN FERYADI
Ne acayip bir tecelli ki; Birinci Dünya Savaşı’nda Kavmiyetçi Arapları bağımsızlık hülyası ile ayaklandıran ünlü İngiliz Ajan Albay Thomas Edward Lawrence, Ortadoğu’daki ilk ajanlık çalışmalarına henüz 1. Dünya Savaşı başlamadan önce arkeolog sıfatıyla Gazze ve çevresinde başlamıştı.
Haftalardır adı tekrar tekrar tüm Müslümanların beynine ve gönlüne kazınan Gazze, Filistin’in Mısır’a, bir başka deyişle Afrika’ya açılan tek kapısı, ecdadımızın tabiri ile bölgenin önemli bir serhat şehridir. Gazze; Filistin’in en güney-batısında Akdeniz üzerinde stratejik bir İslâm beldesidir. Bu mübarek belde, 1516’dan 1917’ye kadar Osmanlı Devletinin sınırları içinde idi. 1917’lerde Osmanlı Ordusu Gazze’yi üç büyük meydan muharebesinden sonra; kan ağlayarak İngilizlere bırakmak mecburiyetinde kalmıştı. Bu sadece Osmanlıların değil; Gazzeli’lerin de cihadı idi. Gazze’liler işin ta başından beri Osmanlıya destek vermişlerdi. Başta Gazze Müftüsü Ahmed Arif ve Belediye Başkanı Hacı Said Efendiler olmak üzere Gazze’de Osmanlı devletinin hâkimiyetinin devamı için var güçleri ile çalışmışlardı. Hatta bu iki önemli şahsiyete, Osmanlı Donanması için yaptıkları büyük yardımlardan ve bu yolda gösterdikleri faaliyetlerden dolayı altın donanma madalyası verilmişti. 1. Gazze Meydan Muharebesi 26 Mart 1917’de bir sabah Mısır’dan gelen İngilizlerin şiddetli topçu ateşi ile başlamıştı. Bu ilk muharebede İngilizlere çok ağır zayiat verdirerek onları gelmiş oldukları Mısır’a geri püskürtmüştük. 2. Gazze Meydan Muharebesi daha da kanlı yaşanmıştı. Daha büyük bir askerî kuvvetle İngilizler, 19 Nisan 1917’de birincisinden tam 24 gün sonra tekrar Gazze önlerine gelmişlerdi. Bu sefer zayiatları daha da büyük olmuştu. Üçüncü muharebe için tam altı buçuk ay beklemişlerdi. Yeni İngiliz Ordusu birkaç katına çıkarılmıştı. 3. Gazze Meydan Muharebesi 31 Ekim1917’de başlamıştı. Başlarında Meşhur İngiliz General Lord Allenby vardı. Tarihin yaşadığı en kanlı bir muharebeden sonra 6–7 Kasım 1917 gecesi Türk Ordusu Gazze’den çekilmek zorunda kalmıştı. İngilizler, 17 Kasım da Yafa’yı (bugünkü Tel-Aviv), 9 Aralık ta da Kudüs-ü Şerifi ele geçirmişlerdi. 21 Şubat 1918’de ise Eriha düşmüştü. Bunu izleyen aylar Şeria cephesinde sonuçsuz çarpışmalarla geçmişti. Rütbesi mareşalliğe yükseltilen Allenby Kudüs-ü Şerife girerken kendisini 9. Haçlı Seferini kazanmış bir Hıristiyan Azizi ilan etmişti. Çünkü İngiliz Başbakanı David Lloyd George, General Allenby’den Hıristiyan işgalcilerce bir gecede 58 bin Müslüman’ın vahşice ve acımasızca katledildiği Birinci Haçlı Seferi’nden, bir başka deyişle 1099’dan beri alınamayan Kudüs’ü fethederek İngilizlere Noel hediyesi olarak sunmasını istemişti. Elbette bizi yönetenlerin de suçu vardı bu yenilgide. Halbuki Filistin’in güneyini kapayan Gazze-Birüseba Cephesi İngilizleri tutmak için hayati önem taşımakta idi. Üstelik Osmanlı ordusu burada yapılan iki muharebede İngilizleri püskürtmeyi de başarmıştır. Ancak Suriye Ordusu Başkomutanı Cemal Paşa, bölge halkını Osmanlı’ya bağlayacağı yerde, mevcutları da yerle bir edecek derecede kötü bir siyaset takip ediyordu. Dönemin posta memurlarından İzzet Derveze’nin anlattığına göre; Cemal Paşa’nın emri ile Arap ileri gelenlerinden 21 Ağustos 1915’te 9 kişi, 6 Mayıs 1916’da ise 21 kişi Arap Devleti kuracakları suçlaması ile idam edilmişti. Bununla da kalınmamış; Derveze’nin ifadesi ile başlatılan “zalim tehcir hareketi” ile “Suriye, Filistin ve Lübnan’dan Anadolu’ya gerçekleşmiş ve erkek, kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce aileyi kapsayan sürgün, bu kimseleri iki yıl boyunca yoksulluk ve hakarete maruz bırakmıştı.” Cephede kazanıyor ama cephe gerisinde kaybediyorduk. Kudüs’ü kaybetmenin İslâm Dünyasında meydana getirebileceği tepkileri önceden düşünen İttihat ve Terakki yönetimi 23 Kasım 1917’de dünya kamuoyuna Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile bir açıklama yaparak; “Kudüs’ün İsevî bir devletin eline geçmesinin büyük felakete yol açacağı ve savaş ne şekilde cereyan ederse etsin Hükümet-i Seniyye’nin Kudüs’deki mukaddes makamların korunmasında itina ile gösterdiği ananevî siyasetine tamamıyla sadık kalacağını” bildirmişti. Nitekim Mart 1918’de İngiliz askerlerinin Kudüs’e girmeleri münasebetiyle Rusya’nın Orenburg Şehrinde yayınlanan Vakit Gazetesi; yayınladığı bir makalede bu işgali “İngilizlerin İslâm Dünyasına karşı bir oyunu” ve “Filistin’de bağımsız bir Yahudi devleti kurma girişimi” olarak yorumlamıştı. Bunda haksız da sayılmazdı. Avrupalılar ve Yahudiler de bu konuda Müslümanlardan farksız düşünüyorlardı. Alman Luteryan Piskopos Dr. A.S. Pulsen imzasıyla Berlingske Tidende Gazetesinde Mayıs 1918’de çıkan “Siyonist Hareketi ve Harbi Umumi” başlıklı bir makalede açıkça “Kudüs’ün Türk hâkimiyetinden İngilizlerin eline geçmesiyle Siyonizm ideallerinin gerçekleşme aşamasına geldiğini” yazıyordu. Zaten Amerikanın Yahudi asıllı eski İstanbul Sefiri Morgenthau; daha Ağustos 1916’da Avrupa gazetelerine bir beyanat vererek “ Yakında Filistin’de bir Siyonist Cumhuriyetin kurulacağını” ileri sürmüştü. Ağustos 1917’de ise “Siyonist Cemiyeti’ne mensup büyük bir banker Sofya’ya gelerek; Siyonist Cemiyeti üyeleriyle görüşmüş ve bazı Türk dostu Bulgarlarla da temas ederek; Avrupa Siyonist Merkezi’nin, Filistin toprağında Türkiye’nin hâkimiyeti altında bir devlete muhtariyet verildiği takdirde iki milyar frank vereceğini söyleyerek” savaşın en ağır malî sıkıntısını yaşayan Osmanlıya bir kez daha Filistin’i para ile satma teklifinde bulunmuş, ancak netice alamamışlardı. 19 Eylül 1918’de İngiliz ve Fransızlar bazı işbirlikçi Arap Kavmiyetçilerin de yardımı ile yeni bir taarruz başlatmışlardı. Bu taarruz Suriye’nin elimizden çıkmasına ve Birinci Dünya Savaşının Osmanlı bozgunuyla sonuçlanmasına sebep olan bir taarruzdu. Bu tarihte Nablus yakınlarından aniden saldırıya geçen İtilaf Devletleri Kuvvetleri, Alman Mareşal Liman Von Sanders komutasındaki Türk Ordusunu Mecidiye/Megiddo Meydan Muharebesinde kesin bir yenilgiye uğratmışlardı. Muharebede, 5 İngiliz ve 1 Fransız tümeninde toplam 50.000 kişiden oluşan düşman kuvvetleri, iki Osmanlı ordusunu tümüyle dağıtarak büyük bir kısmını esir almıştı. 21 Eylül’de düşmanın eline geçen Nasıra’da da 18.000 askerimiz esir düşmüştü. 22 Eylül de yerli Müslüman halkın “Bizleri kimlere bırakıp da gidiyorsun ey Türk” ağıtları arasında Türk ordusu Şam’ı terk etmişti. Bu ayrılışta birçok aile dramı da yaşanmıştı. Bu dramlardan birini yaşayan ve Savaş sırasında Rodos’ta memuriyette bulunan Ali Rıza Efendi; 24 Haziran 1924’de İstanbul’daki İngiliz Temsilciliğine başvurarak; “Dört çocuğunun Türk askerinin Şam’dan çekildiği sırada kaybolduğunu ve bu çocuklardan birinin halen Filistin’de bir kunduracının yanında çıraklık ettiğinin anlaşıldığından bahisle, söz konusu çocuğun yurda geri dönmesinin teminini” istemişti. 2 Ağustos 1924’de ise; Biga ilçesinin İskender köyünden İsmail Pehlivan da İngiliz Temsilciliğinden “Filistin’in Şeria Cephesinde askerken; İngiliz işgaliyle orada kalan oğlu Yunus’un geri dönmesi için gerekli kolaylığın gösterilmesinin” talep etmişti. 1915 yılında Çanakkale’de, ecdadımızdan yediği “Osmanlı Tokadını”nın acısını hâlâ unutamayan Fransız General Henry Gouraud; Cephe Komutanı Mareşal Allenby’nin de arzusu ile Şam’a girer girmez ilk iş olarak vahşi Haçlı sürülerini Kudüs’ten söküp atan büyük İslam kahramanı Selahattin Eyyubi’nin mezarına gitmiş ve şöyle bağırmıştı: “Kalk ey Selahattin, bak biz yine döndük. Benim buradaki varlığım, haçın hilal karşısındaki zaferini göstermektedir!” ATAŞE Başkanlığı arşivine göre; Birinci Dünya Savaşının başlangıcından Temmuz 1331 (1915)’e kadar, silâh altına alınan Mehmetçiğin adedi 1.943.720 idi. Daha sonra silâh altına alınan 1285–1315 doğumlulardan yedek, muvazzaf ve ikinci tertip er olarak bu rakam toplam 2.608.000’e ulaşmıştı. (Genel Kurmay ATASE Başkanlığı, I..D. H,K-18, D-88, F-1-1.) 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’ne kadar bu 2.608.000 askerimizden 400.000’i yaralı, 240.000’i hastalık sebebiyle ölüm, 85.000’i savaş alanlarında şehit, 200.000’i esir, 1.360.000’i hasta, firar ve kayıp olmak üzere, toplam 2.285.000’i muharebe dışı kalmıştı. (Genel Kurmay ATASE Başkanlığı, K–1827, D–9, F–1–24.) Ordumuzun 10.000’i Gazze-Birüssebi Savaşlarında, 75.000’i Yıldırım Ordu Gurubunun Savaşlarında olmak üzere toplam 85.000’i Filistin’de esir düşmüştü. Filistin cephesinde esir ve şehid düşenlerle yaralananların derdi yıllarca Türkiye’de derinden hissedilmişti. Filistin Cephesinde şehit düşen Yd. Astğm. Adanalı İsa Naci’nin ailesine ancak 1933’de maaş verilebilmiş, Gazze Cephesi’nde yaralanan Yd. P. Astğm. Abdülkadir Kaya ancak 1941’de malulen emekliye sevk edilebilmiş, Filistin cephesinde esir düşme neticesi hastalanan Yd. P. Astğm. Fuat Tarım ancak 1948’de malulen emekliye sevk edilebilmişti. Gazze’de sadece binlerce yaralı ve esir değil; binlerce şehid de vermiştik. Gazze’de 1917’de Gümülcine’den 34, İskeçe’den 5, Dimetoka’dan 6 olmak üzere sadece Batı Trakyalı 45 Türk şehid olmuştu. Gazze’de sadece biz kayıp vermedik. İngilizler de önemli kayıplar verdiler. Ayrıca birçok İngiliz subayı Türk Ordusunca esir alınmıştı. Bunlar arasında İngiliz nazırlarından Bonar Law’ın oğlu Teğmen C. T. Bonar Law, Mülazım-i Sani Eric John Gardiner, Yüzbaşı Gervan W. Birkbeck, Teğmen E. E. Beard, Mülazım-ı Sani H.A. Cox, zabit Grybson da bulunmakta idi. Gazze müdafaası; Kahraman Maraş, Gaziantep Müdafaaları başta olmak üzere tüm İstiklal Harbine de örneklik yapmıştı. 1920’lerde Kahraman Maraş Müdafaasında Kahramanlık gösterdiği için adı bir mektebe verilen Yedek Subay Abdurrahman Zeki’ler, İngiliz Lewis tüfeklerini Osmanlı mermisi kullanır hale getirip, Antep Harbinde Fransızlara ölüm kusan “Yıldırım Yusuf” tüfeklerine dönüştüren Antepli Yusuf Usta ilk cihad aşkını Gazze Muharebelerinde tatmıştı. Adapazarlı Mülazım-ı Evvel Emin Efendi ise Filistin Cephesi’nde İngilizlere karşı kahramanca savaşmış, sonra esir düşerek Mısır’a götürülmüş ve dönüşünde Suriye’de kalan ailesini getirme yerine Anadolu’ya koşarak İstiklal Harbi’ne katılmıştı. Suriye’deki ailesini ancak 1923 sonlarında alabilmişti. Gazze’de onların şanlı mücadelesi dönemin Osmanlı posta pullarına bir teşekkür hatırası olarak nakşedilmişti. Bu gün misket bombası atan İsrail uçaklarına karşı koyacak uçakları yoktu. O gün ise keşif uçuşları yapan İngiliz tayyarelerine karşı, gerekirse onlarla hava’da vuruşmaya hazır Türk tayyareleri vardı. Bugün İsrail tanklarının işgali altında ezilen Gazzeliler, ilk tank saldırısına Birinci Dünya Savaşı’nda uğramışlardı. 8 İngiliz tankı Osmanlı ordusuna karşı Gazze’de ilk tank saldırılarını gerçekleştirmişti. Cemal Paşa Hatıratı’nda anlattığına göre bunlardan üçü Osmanlı siperleri içinde kalmış, bir başka deyişle tesirsiz hâle getirilmişti. Cemal Paşa, hatıratında Gazze’de Türk Ordusu’nun tarihe geçen şanlı direnişine de yer vermekte idi. Onun anlattığına göre Gazze Savaşlarında da Mehmetçiğin karşısında; tıpkı Çanakkale Cephesi’nde olduğu gibi; Mehmed Akif’in “Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...” dediği Anzaklar da bulunmakta, efendileri İngilizlere var güçleri ile hizmet etmekte idiler. Ne acayip bir tecelli ki; Birinci Dünya Savaşı’nda Kavmiyetçi Arapları bağımsızlık hülyası ile ayaklandıran ünlü İngiliz Ajan Albay Thomas Edward Lawrence, Ortadoğu’daki ilk ajanlık çalışmalarına henüz 1. Dünya Savaşı başlamadan önce arkeolog sıfatıyla Gazze ve çevresinde başlamıştı. Lawrence, arkeolog Sir Leonard Wolley ve Yüzbaşı Stewart Francis Newcombe ile birlikte İngiliz İstihbaratının Filistin Keşif Kolu hesabına Gazze ile Akabe ardasındaki bölgeyi gezmiş ve bu bölgenin haritasını çizmeye çalışırken, Osmanlı Devletince sınır dışı edilmişlerdi. İlginçtir ki; 1920’den sonra da başta Gazze olmak üzere Filistin gözünü Türkiye’ye dikmişti. 1920’de Filistin’de müstakil bir cumhuriyet kurulmak üzere bölgenin bazı şartlar dâhilinde Osmanlı’ya iadesini en iyi çözüm bilen yerli İslâm, Hıristiyan ve Mûsevî ahaliden oluşan bir zümre tarafından İsviçre, Fransa ve İtalya’ya görevli olarak gönderildiğini söyleyen Buhara ve Türkistan hahambaşılarından bir zat; bu hususta Bern Sefareti’ne bir dilekçe vermiş, ancak bu istek dikkate alınmamıştı. Aralık 1922’de Filistin Heyet-i Murahhasası Azasından Abdülkadir Muzaffer Efendi “Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne bazı maruzatta bulunmak üzere Ankara’ya gelmiş, TBMM Hükümeti bu ziyarete büyük ilgi göstermişti.” Ağustos 1923’de Filistin Meclis-i Şeri’-i İslâmî azasından Abdüllatif Salah Bey İstanbul’a gelerek “ Mescid-i Aksa’nın tamiri” için bir beyanname yayınlaması ve Müslümanları yardıma teşvik etmesi için Halife tarafından kabulünü istemiş ve bu istek Ankara’daki TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmişti. Mayıs 1925’te Türkiye vatandaşı olmak ve Türkiye’ye gelmek için o kadar çok başvuru vardı ki; Türkiye Kudüs’te bir konsolosluk açmaya karar vermişti. Ekim 1929’da ise Filistin İslâm Meclisi Azasından Emin Temimi Bey; İstanbul’a gelerek “Filistin’deki Müslüman vakıflarına ait ferman suretlerini” istemişti. 1932’de Kudüs’te yapılan “İslâm Kongresini” Halifelik geri gelebilir endişesi ile engellemek için var gücünü kullanan Türkiye; Bombay Cronicle Gazetesinin haberine göre; 1937’lerde en yetkili ağızdan “Avrupa’nın Filistin ve İslam topraklarını hâkimiyeti altına almasına Türklerin izin vermeyeceğini” İslam Dünyası başta olmak üzere tüm dünyaya ilan etme ihtiyacı hissetmişti. 1938’de İngiltere’nin Siyonizm yanlısı Filistin siyasetini protesto için Halep’te yapılan gösteriler yapılırken; 1939’da Milletler Cemiyeti’nin Mandalar Komisyonu, Filistin’le ilgili müzakerelerde Türkiye’nin hakem olmasını teklif etmişti. 4 Ocak 2009 Pazar günü yüz binlerce kişinin katıldığı İstanbul’da Çağlayan Meydanı’ndaki “İsrail’in Gazze’deki Vahşetini Protesto Mitingi”nde bir konuşma yapan Filistin Temsilcisi Aram Bilal “Mehmetçik Gazze’ye” sloganlarına “Neden olmasın” karşılığını veriyordu, diyordu ki: “Burada bugün bu kalabalığı gördükten sonra zaferin kesinlikle yakın olduğunu söylemek istiyorum. Türk kardeşlerim! Birinci Dünya Savaşında Gazze’yi savunmak için Gazze’ye gelen; Anadolu Müslümanlarının Gazze’de bulunan Şehitliğinden haberdar mısınız? Burada “Mehmetçik Gazze’ye” çığlıklarınızı duyuyorum. Neden olmasın. Dün oradaydı bugün de olabilir, yarın da olabilir”. Copyright © Arifan Dergisi Tüm hakları saklıdır.
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|