03-10-2009, 21:45 | #1 |
Endoktrinasyon (4): Hannah Arendt ve 'Kötülüğün Sıradanlığı'
Stanley Milgram'ın insan psikolojisi üzerindeki otorite etkisini ölçmek istemesi, idam
edilen Nazi Almanyası savaş suçlusu Adolf Eichmann'ın aslında anti-semitik düşüncelere sahip olmayıp, sadece kariyerinde yükselme gayreti içerisinde olan bir asker olduğu yönünde güçlü deliller olmasından ileri geliyordu. Yahudi ırkına karşı herhangi bir kin duymayan bir insanın, sırf üstlerinin emirlerini uygulamak ve böylelikle kariyerinde yükselmek adına onca insanın ölümünden sorumlu olmakta bir mahzur görmemiş olması ihtimali, dünya tarihi boyunca yaşanan onca korkunç hadisenin nedenleri arasında bugüne dek yeterince üzerinde durulmamış çok önemli bir faktör olabileceği anlamına geliyordu Bu tezin doğrulanması durumunda, insanların kendi davranışlarını sorgulama konusundaki gönülsüzlükleri, menfaatlerinin söz konusu olması ya da cesaretsizlikleri nedeniyle yanlışlara rıza göstermeleri gibi önemsiz görünen kimi gerçekliklerin, diktatörlerin yükselişinde ve delice fikirlerinin taban bulmasında belirleyici olabildiği bir dünyadan söz edilmesi gerektiği ortaya çıkacaktı. Sadist dürtülere sahip olmayan sıradan insanların dahi kaba ve acımasız bir ölüm makinesinin ruhsuz dişlileri gibi kullanılabileceği bir dünya ise, bugüne kadar yürütülen varsayımlar doğrultusunda şekillenen dünya konseptinden epey farklıydı Kaldı ki, Milgram Deneyi, hakkında çıkarsamalarda bulunmaya çalıştığı gerçek dünyadakine nisbeten çok daha fazla empati ve özgür düşüncenin bulunduğu bir ortamda gerçekleşmişti. Öğretmenlere öğrencinin konumunda da olabilecekleri açıkça hissettirilmiş, elektrik verilmenin nasıl bir his olduğunu anlayabilmeleri için kendilerine küçük bir şok dahi uygulanmıştı. Tek taraflı bilgilendirmenin, subjektivitenin ve dehümanizasyonun hakim olduğu gerçek dünyada bu durumun her zaman söz konusu olduğunu söylemek epey zor. Deneklerdeki otorite ve itaat algısı da, çok kısa süreli bir şekillendirmenin eseriydi. Uzun süreli bir endoktrinasyon çerçevesinde deneyin kendisinin kutsanması ya da deney yöneticisinin otoritesinin hissettirilmesi söz konusu olmamıştı. Şöyle ki, deneklere ordulardaki karşılıklarına tekabül edecek şekilde (sözgelimi) 'yanlış yapanların ağır bir şekilde cezalandırılmayı hak ettikleri' ya da 'bu tür cezalandırmalarda görev almanın yüce ve onurlu bir davranış olduğu' gibi konularda sistematik bir endoktrinasyon uygulanmamıştı. Bilim adamlarının kararlarının sorgulanamazlığını ima eden ve böylelikle deney yöneticisinin otoritesini pekiştiren türden bir boyun eğdirme de söz konusu olmamıştı. Bütün bunlar, Milgram deneyinde sadece birer cümlelik rica ve uyarılardan oluşan dört aşamalık yönlendirici komutlar verilen deneklerin, gerçek dünyadakilere daha yakın türden bir ortama alınmış olmaları durumunda deney sonuçlarının çok daha korkunç bir tablo ortaya koymuş olacağını ima etmektedir Küçük Eichmannlar Hannah Arendt, Adolf Eichmann'ın 1961 yılında infaz edilmesinden iki yıl sonra yayınlanan 'Eichmann Kudüs'te' adlı kitabında, Eichmann'ın yargılanmakta iken hakkındaki suçlamaları reddederek kendisinin sadece bir asker olarak 'işini yaptığını' söylemiş olması üzerine, 'Kötülüğün Sıradanlığı' (banality of evil) kavramını ortaya attı. Arendt, Eichmann'ın anti-semitist ya da ırkçı olmamasından ve sadizm de dahil olmak üzere herhangi bir psikolojik sapma göstermemesinden yola çıkarak yaptığı bu kavramsallaştırma ile, 'işi gereği' kendisine verilen emirleri herhangi bir etik sorgulama yapmadan yerine getirmekte bir mahzur görmeyen yığınları kast ediyordu. Buna göre, dünyada kötülük marjinal bir olgu değildi. Bir başka deyişle, günlük hayat içerisinde kendince mütevazi bir konuma sahip olan, yaşadıkları toplumdaki hakim değerleri sorgulamayan, eleştirel düşünceden yoksun oldukları için de davranışlarının sonuçlarını değerlendirme ihtiyacı hissetmeyen insanlar önemli bir çoğunluğa tekabül ediyor ve kötülüğe karşı kayıtsız olan bu halleriyle gayriahlaki uygulamalara işlerlik kazandırıyorlardı. Arendt'in kelime seçiminden de anlaşılacağı gibi, 'kötülüğün sıradanlığı' ile herhangi bir ideolojiden ziyade insanların vurdumduymazlığı hedefe konuyor, sadece kendi küçük dünyalarını ve küçük maaşlarını düşünen insanların büyük resme olan kayıtsızlıkları dile getiriliyordu.(1) Kötülüğün Sıradanlığı kavramı, ortaya atıldığı günden itibaren değerlendirmelere konu oldu. Ancak, Amerikalı endüstriyelleşme karşıtı anarşist düşünür John Zerzan'ın 1995 yılında yazdığı bir makalede Amerika'daki sistemin içinde istihdam edilenleri 'Küçük Eichmannlar' olarak nitelendirmesi ile birlikte, Arendt'in insanların büyük bir çoğunluğunu kast ederek genel bir tespitte bulunma amacıyla kavramsallaştırdığı bu kavrama yeni bir boyut eklenmiş oldu. 'Kavramsallaştırma'dan çok 'isim takma' olarak değerlendirilebilecek olan 'Küçük Eichmannlar' ifadesi, Zerzan'ın ardından da, Colorado Üniversitesi profesörü Ward Churchill'in 2003 yılında yayınlanan 'Justice of the Roosting Chickens' adlı kitabında, 11 Eylül saldırılarında ikiz kulelerde hayatını kaybeden teknokratları 'Küçük Eichmannlar' olarak nitelendirmesiyle gündeme geldi. Gerek Zerzan'ın, gerekse Churchill'in ifadeleri elbette eleştirilmeye fazlasıyla müsait. Ancak bu durum, yaşadıkları ülkelerden ve kendilerini bağlı hissettikleri politik ideolojilerden de bağımsız olarak, hemen her yerde küçük Eichmannlar'ın çoğunlukta oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Bütün bunlardan çıkarılması gereken asıl sonuç, yine Milgram Deneyi'nin bulgularında gizli. Hatırlanacak olursa, Stanley Milgram kimi deneylerde denek öğretmenin konumunda küçük bir değişiklik yapmış, denek öğretmenin görevine aynı şekilde devam etmesine karşın düğmelere onun yerine deney yöneticisinin basmasını kararlaştırmıştı. Bu deneylerde, öğrencilere 450 volta kadar elektrik veren deneklerin oranı genel ortalama olan %62'den %92'ye yükselmişti. Çünkü denek öğretmenler, sadece üç kişiden ibaret olan bu yapının bir parçası olmalarına rağmen, elektrik verme işini bizzat kendileri yapmadıkları için psikolojik savunma mekanizmalarını çalıştırarak kendilerini sorumluluktan soyutlamışlar ve yaşananlara itiraz etmeyi gerekli görmemişlerdi. Milgram, deneyle varılan pek çok sonuç arasında bilhassa bunu çok korkunç buluyor. Modern toplumlarda hiçbir zaman tek bir insanın herşeyi yapmadığını, birinin masabaşında çalışırken, bir başkasının tetiği çektiğini ifade eden Milgram, işbölümü ve branşlaşmanın, insanların resmin tamamını görmelerini engellediğine dikkat çekiyor.(2) Serdar Kaya 1.İnsanın, kendisini bir kez garantiye aldıktan sonra, içinde faaliyet gösterdiği yapının başkalarının hayatını ne şekilde etkilediğini göz ardı eden bir yapıya sahip olduğu düşüncesi Milgram Deneyi'nde yapılan çeşitli gözlemlerle de teyit edilmişti. Deney yöneticisi, elektrik vermeye devam etme konusunda kararsızlık yaşayan öğretmenlere 'öğrenciye bir şey olsa dahi kendilerinin sorumlu tutulmayacağı' yönünde bir güvence verdikten sonra deneklerin çoğu elektrik vermeye devam etmişlerdi. 2.Winn 105
Konu Duygu'Seli~ tarafından (03-10-2009 Saat 22:24 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
endoktrinasyon |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|