04-06-2009, 13:36 | #1 |
Bülent Arınç: Yüzde 39 başarısızlık değil normalleşmedir
Bülent Arınç: Yüzde 39 başarısızlık değil normalleşmedir
AK Parti'nin önemli isimlerinden Bülent Arınç; “AK Parti'nin karşısında muhalefet, hangi aday kazanabilirse onu destekleme stratejisi güttü. Seçimler AK Parti ve ötekilerin oluşturduğu karşı blok şeklinde gelişti. Bu derin stratejinin oluşmasına bizim de bazı söylemlerimiz etkili oldu. Üslubumuz hatalıydı, onları rencide edici bazı söylemler de yakınlaşmalarına etki yaptı. Muhalefetle ilişki daha düzeyli olmalı. Bazı şeyleri yeniden düşünmek lazım, Türkiye'nin şartlarını iyi okumalıyız” diyor. MEHMET GÜNDEM Yenilgideki başarı, başarıdaki hezimet… Yenilgi, başarılı her tablodan biraz daha mağrur olarak çıkmaktır. İnsanı, varlık amacını unutup güç-iktidar-imkan dünyasında kaybolmak… Başara başara başarısızlığı öğrenmek… Rakamlara havale edilmiş hiçbir başarı kalıcı değildir. Başarı her durumdan ders çıkartabilmektir. Kazanmak ya da kaybetmek izafidir. 2007 genel seçimlerinde CHP beklediği oyu olamayınca önemli bir ismi "Bu halk seçmesini bilmi-yor" demişti. Odun ya da ceket koysam da seçilirim meydan okuması artık tutmuyor… Seçim sandıktan ibaret değil, iki sandık arasındaki zaman dilimini kapsayan ve oy verme vakti geldiğinde maziye sık sık "canlı bağlanılan" bir gerçek süreç… Başarı için sizin ne yaptığınız yetmiyor, hem yapmadıklarınız hem de rakiplerinizin neleri yaptığı da aynı oranda belirleyici… Bir de toplum sizi ilk nasıl tanımışsa, yola çıkarken nasıl bir fotoğrafınızı çekmişse, yolun ileriki safhasında da o fotoğrafla test ediyor, yürüyüşünüzdeki değişmeyi, sözlerinizdeki başkalaşmayı, değerlere yabancılaşmayı tespit edip gözünden ve gönlünden düşürüyor… İkazları görmek, eleştiriden nasibini almak başarıdır. Siyasiler genellikle seçim sonuçlarının kendilerine ne dediğini değil, sandık üzerinden kime ne söyleyeceklerini konuşuyorlar… Yani siyaset yapıyorlar… Toplumsal dile sırtını dönüp kendi buyruklarını dayatanlar her zaman kaybederler… "Kır saçlı vicdan" diye tanımladığım Bülent Arınç bu tuzağa düşmeyenlerden biri. O hâlâ AK Parti'nin vicdanı, dilerim dinleyeni çok olur… AK Parti'nin sembol isimlerinden birisiniz. Seçim bölgeniz Manisa'da partiniz belediye başkanlığını kaybetti. Ne oldu Manisa'da? Merkezde kaybettik. 2004'te 42 bin olan oyumuz 57 bine çıktı. 15 bin civarında artışımız var. 2004'te ANAP'ın adayı yüzde 20, DYP'nin adayı da yüzde 19 oy almıştı. Bu yaklaşık 40 bin oya tekabül ediyordu. Bu seçimde bu iki parti buharlaştı. CHP'nin oylarında da 5 bin civarında azalma var. Manisa'da yer değiştiren bu oylar bize değil MHP'ye gitti. Bunu seçim öncesi de tahmin ediyorduk. Bu oylar neden size gelmedi? Bu seçimde Türkiye genelini ilgilendiren farklı bir siyasi proje işlendi. Blok oluşturulacak ve AK Parti'ye karşı en güçlü parti hangisiyse onun adayı desteklenecek. Manisa'da bu MHP olarak seçildi. Trakya'dan Ege ve Akdeniz sahillerine kadar yapabildikleri her yerde bu projeyi uyguladılar. Seçim AK Parti ve ötekiler şekline mi dönüştü, yani karşınızda örtülü ittifak mı kuruldu. Evet. Manisa'da MHP enteresan bir aday tespiti yaptı. CHP'li bir aileden gelen, iki dönem ANAP'ta siyaset yapan, liberal birini aday yaptı. Üç buçuk partinin ittifakı söz konusu olunca oylarımız artmasına rağmen kazanamadık. BENİ ETKİSİZ KILMAK İSTİYORLAR Tek izah bu mu? Olayın şahsıma bakan bir yanı da var, "Bülent Arınç siyasette önemli bir figür, onu seçim bölgesinde başarısız kılmak ve yıpratmak Türkiye geneli için önemli bir siyasi projedir" diyenler oldu. Bunu geçmişte de gördük, CHP'lilerin zaman zaman boykotları, protestoları oldu. Sizden ne istiyorlar? Varlığımdan rahatsız olan bir çevre var. Siyasi kimliğim, duruşum, söylemlerim ve bazı konularda etkin olmam birilerini rahatsız ediyor. Beni etkisiz kılmak istiyorlar. Sonuçta Manisa'yı kaybettiniz, hiç mi hatanız yok? Manisa'nın 15 ilçesinden dokuzunu AK Parti aldı. Şüp-hesiz hatalarımız var ama sonucu etkileyecek boyutta değil. Merkezde adayımız da doğru bir isimdi. Manisa'yı bir ihtimal kaybedebiliriz diyordum ama Balıkesir'i kaybetmek aklımdan geçmezdi. AK Parti karşısında geliştirilen derin strateji devreye girdi ve bu tablo ortaya çıktı. Belki biz de bazı söylemlerimizle bu stratejinin temel dayanaklarını oluşturduk. ÜSLUBUMUZ HATALIYDI Yani? Muhalefetin hepsine birden aşırı yüklenmeniz onları beraberliğe itti. Mesela "ruh ikizleri" söylemi… Onları rencide edici bazı söylemler de yakınlaşmalarına etki yaptı, "AK Parti, bir tek ben varım diyor, bizleri yok sayıyor, birlik olup gününü gösterelim" dedirtmiş olabiliriz. Yeni bir siyasi mühendislik projesinin devrede olduğu da çok açık. Başbakan seçim gecesi sizi arayıp "Manisa'da ne oluyor" dedi mi? Basına göre sabaha karşı üç kişiyi aramış, birisi de benmişim. Yeminle söylüyorum ki telefon açıp Manisa'da ne oldu demedi. Genel başkandır, hesap sorma hakkı var ama aramızda böyle bir konuşma geçmedi. Salı günü kendisine hem Türkiye geneli hem Manisa ile ilgili değerlendirmelerimi aktardım. SEÇİMLER BİR DÖNEM NOKTASI Siz yüzde 39'u küçük mü görüyorsunuz? Oylarını artıran CHP, MHP, DTP, SP kendilerini başarılı görebilir. AK Parti açısındansa başarı ve başarısızlık pek söz konusu değil. Bizim izah etmekte çektiğimiz sıkıntı şu; 2001'de kurulmuş bir parti, 2002'de yüzde 35'le tek başına iktidar. 2004'de yüzde 42, 2007'de yüzde 47. Bu çizgi hep yukarıya gidecek zannedildi. Beklentiler yüksek olunca alınan netice tatmin edici görünmeyebilir. Mahalli seçimleri mahalli seçimlerle, genel seçimleri genel seçimlerle karşılaştırmak gerekir. Unutulmasın, 2007 seçimlerinde cumhurbaşkanlığı sürecinde yaşananlar ve 27 Nisan bildirisi bize artı 10 puan getirdi. Süreç normal işleseydi beş yıllık iktidar yıpranmışlığının, muhalefeti biraz güçlendireceği, iktidarı da biraz zayıflatacağı beklenirdi. Bizim stabil oy oranımız yüzde 40'lar seviyesidir. Bu seçimler de bunu ortaya koydu. Bu başarısızlık değildir ama bir dönüm noktasıdır. Kim nereden dönecek? Partinin yeniden ayağını sağlam basması açısından dikkat etmesi gereken, Türkiye'nin şartlarını iyi okuması, muhalefetle iktidar arasındaki ilişkilerin çok daha değişik açılardan ele alınması gerektiğini gösteren bir sonuçtur. Normalleşme imkanı mı? Evet. Muhalefete yüklenirken farkında olmadan seçimi mahalli seçim havasından çıkarıp genel seçim havasına soktuk. Rakibimiz CHP olması gerekirken, hepsine aynı tavır ve üslupla yaklaşıp CHP'nin yanına ittik. Belediye hizmetlerimiz iyiydi ama kazanmamıza yetmedi. Hizmet siyaseti değil, kimlik siyaseti etkili oldu deniyor… Bazı şeyleri yeniden düşünmek lazım. Kavgacı ve sert üsluplar da seçmeni tahrik etmiş olabilir. TEŞKİLATLAR TEMBELLEŞTİ YÜKÜ BAŞBAKAN TAŞIDI AK Parti kendi iddiasıyla mı imtihan oluyor? Teşkilatlar işi Başbakan'ın yüksek karizmasına ve Davos'un oluşturduğu havaya bıraktılar. Teşkilatlarda pek fazla seçim çalışması yapılmadı, mitingler yeterli görüldü, "Başbakan Erdoğan gelse on binleri, yüz binleri toplar, bu iş biter" havası esti. Teşkilat tembelleşti mi? Teşkilat hem tembelleşti hem de her şeyi Tayyip Bey'den bekledi. Meydanlar dolunca teşkilatlar ve adaylarımız, bu rüzgar bize yeter dediler. Mitingler doğrudan sandığa yansımaz, o bir gövde gösterisi, alana inip tek tek insanlara ulaşmak lazım… AK Parti eskiden mağdurdu, şimdi biraz mağrur mu oldu? Aşırı kendine güven olabilir. Mağrurluk partiden ziyade adaylarla, partinin vitriniyle ilgi olabilir. Ne Anadolu'daki taban için ne de Sayın Başbakan için mağrur denmesini doğru bulmam. Tayyip Bey aldığı terbiye itibarıyla mağrur bir insan olamaz… AK Partili olduğu iddia edilen bazı insanların medyaya yansıyan özel hayatları, kulaktan kulağa geçen halleri mağrurdan ziyade şımarık, haddini bilmez, herkesi küçümseyen bir görüntü vermiş olabilir, ona hayır demem. Belleklerde böyle şeyler duruyordur. BASINZEDEYİZ AMA BAŞBAKAN BASINA DAVA AÇMAMALI Fehmi Koru, "Başbakan'ın Aydın Doğan ile kavga etmesi hataydı, bu da oy kaybettirdi" diyor. Başbakan da ben de kendimizi medya mağduru olarak görüyoruz, basınzedeyiz… Her hareketi bir yanlış yoruma veya haksız eleştiriye maruz kalmış bir insanım. Köşe yazarlarının bizimle ilgili peşin hükümlerini, ön yargılarını, yok etmek için "ne yapsam daha etkili olur" diye düşündüklerini bilirim. Bu güne kadar hep mağduriyet gördük. Haksızlıklara rağmen basını karşımıza almanın pratikte faydasını görmedim. Eskiden fazla tahammül edemediğim için sürekli dava açıyordum. Şimdi? Biri beni ikaz etti; dava açmanın hiçbir faydası yok dedi. Artık dava açmıyorum. Başbakan Erdoğan'ın açtığı davalar var. Tahammül edemiyor, dava açıyor ama davaların yüzde 99'unu kaybetmeye mahkum. Çünkü Yargıtay 4. Hukuk Dairesi öyle içtihat geliştirdi ki kim Başbakan'a veya bana, bizden birine hakaret ederse "ağzına sağlık" şeklinde kararlar alıyor. Sürekli basınla didişen bir pozisyona düşüyoruz. Bence bu aşamadan sonra Sayın Başbakan açtığı davaların tümünü geri almalı. İsten basın ister mizah dergileri olsun bundan sonra hiçbir dava açmamalı. Basınla kavgaya geri dönelim.. Basınla yaptığı kavganın AK Parti'ye de Sayın Başbakan'a da faydası olmadığını düşünüyorum. Doğan Grubu iktidarın kendilerini muhatap alarak, ezmek ve yok etmek istediğini söyleyip yazarak mağdur rolüne girdi. Basınla ilişkileri de masaya yatırmak lazım… Bu herhalde Başbakan ve Aydın Doğan'ı nikah masasında yan yana oturtalım anlamına gelmiyor. Onu Başbakan'a sordum, defacto bir durum olmuş. Bilseydi gitmezdi… Halk sorguluyor, meydanlarda kavga edeceksin, kapalı mekanlarda aynı masayı paylaşacaksın... Bu kavganın gerçek olduğuna inanıyorum ama kavganın bir siyasi partiye, Başbakan'a, onun prestijine olumlu katkı sağladığı konusunda şüpheliyim. Sizin basınla aranız eskiye nazaran daha mı iyi? Basından biraz uzaktayım ama yine de sözlerimi takip edip yorumluyorlar… Medya açısından kesin haber çıkacak isimlerden birisiniz… Bazılarına göre meziyet bazılarına göre eksiklik görülen bir yanım var; Kim ne sorarsa önünü arkasına düşünmeden ne biliyorsam açık yüreklilikle söylüyorum. "Sözün odun gibi olsun ama doğru olsun" diyen Mehmet Akif'in izindeyim galiba... BOZULMAZSAK BİZİ KİMSE YIKAMAZ AK Parti'nin sembol üç ismi, Erdoğan, Gül ve Arınç. Gül, Çankaya'da. Arınç ne Meclis Başkanı ne de Bakan. Hırslı, agresif, kavgacı, asi olduğunuz sık sık yazılıyor. Başbakan'ı yalnızlaştırma gibi bir projenin sürdüğünü görüyor musunuz? Bu tür niyetler, stratejiler hep olur, önemli olan bizim ne olduğumuzdur. Kendi içimizde bozulmaz, çizgimizde sağlam durursak bizi kimse yıkamaz. Hırslı mısınız, mesela Köşk sürecinde hiç pazarlık yapmadınız mı? Siz sorunun cevabını biliyorsunuz. Çok şükür o konularda hep fedakarlıkta bulunmuş bir insanım. Nerede, ne zaman, ne işe yarayacağımı bilirim. Bulunduğum hiçbir yere belli bir plan yaparak gelmedim, hırsa kapılmam, kadere inanırım. Bugünkü konumumdan da şikayetçi değilim. Son sözü söylemek gibi bir arzunuz yok mu? Beni sevenlerin gönlünden benimle ilgili Köşk, Bakanlık geçebilir. Bunlar hüsnü zandır ve beni hiç etkilemiyor. Eşimle beraber yaşantımızdan memnun, mutlu ve huzurluyuz. Öne çıkmak gibi derdim yok. Bildiğim doğruları da eğip bükmeden yeri geldiğinde söylerim. Yapılması gereken her işi yaptım, her kademede bulundum, şurası da eksik kaldı diyecek halim yok. Bunlar da Allah'ın takdiri. Bakanlar arkadaşım, ayrıca Bakan olmama gerek yok. Ama siyaseti sadece hırs işi olarak gören arkadaşlarımız var. Sadece kırmızı plaka ya da makam aracı için şu koltuğa ben otursam diyenler var… Başbakan yeni dönemde sizi kabinede görmek istediğini söylerse… Meclis Başkanlığı sonrasında konuştuğumuzda hükümette görev almak istemediğimi, bir süre dinlenmek istediğimi söylemiş, milletvekili olarak bana nerede görev verirseniz koşarım demiştim. Şimdi de yapıp yapamayacağıma bakarım… İstiklal Marşı'nın ruhu hırpalanıyor Geçen haftalarda iki konuyla gündeme geldiniz, biri İstiklal Marşı, diğeri Ergenekon'da yargılanan paşalar. İstiklal Marşı'yla ilgili ne demek istediniz? Eskiden beri rahatsız olduğum bir durum var, sivil toplantılarda birisi çıkıp programı arz ediyorum diyor. Askeri bir toplantıda olsa anlarım ama sivil bir toplantıda arz ederim… Ardından saygı duruşu, İstiklal Marşı, konuşmalar, plaket töreni diyor ve sonunu arz ederim diye bağlıyor. n Garnizon kültürü... 12 Eylül'den kalma bir şey. Çoğu valiye bunu söyledim, neden arz etsin, saygıdeğer konuklar diye başlasın. Benim İstiklal Marşı ile bağımı kimse sorgulayamaz ancak Türkiye'de bazı şeyler sulandırılıyor, gereksiz yerlerde kullanılıyor. Milli törende, resmi toplantıda saygı duruşu ve İstiklal Marşı'nın gerekli olduğunu ben de düşünürüm ama konsere, konferansa saygı duruşu ve İstiklal Marşı ile başlanılmamalı. Adana'da bir sivil toplum örgütünün düzenlediği ekonomik istikrar konulu toplantı da arz ederimle başlayınca konu açıldı… Bu işin bir standardı yok, huzurevi ziyaretinde de aynı tören mantığı devreye giriyor… Başıma o da geldi. Meclis Başkanı iken eşimle birlikte bir huzurevine ziyarete gittik. Hediyelerimizi verdik, ellerini öptük, yanlarına oturduk. Bir sunucu çıktı, programı arz ediyorum dedi, ardından saygı duruşuna çağrı yaptı. Hem üzüldüm hem kızdım, yerinden kalkamayacak yaşlı ve hasta kadınlar vardı, ne yapacaklarını şaşırdılar, kollarına giren görevliler oldu, ayağa diktiler. Huzurevinde resmi törenin ne anlamı var diye çıkıştım. Siz şirketin yönetim kurulu toplantısında saygı duruşu, İstiklal Marşı okur musunuz. Her şeyin bir adabı var. Bu işin bir kuralı olmalı… Meclis'te asker geri çekilecekti Devlet bir protokol yapmalı… Yapmalı ama devlette bu işler zor. Protokolü Dışişleri yapar gibi görünüyor ama Cumhurbaşkanlığı tasdik ediyor. Sayın Gül, Dışişleri Bakanı olduğu dönemde birkaç tane protokol kuralına itiraz ettim. Nelere? İllerde milletvekillerinin protokoldeki yeri 6. sırada. Valinin bir yanında belediye başkanı diğer yanında albay. Milletvekilleri daha üst sıralarda olmalı dedim. İkinci itiraz ettiğim konu da, Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri ve Başbakanlık müsteşarının ön sıralarda olmasına karşın meclis genel sekreteri protokolün 58. sırada olmasıydı. Bir düzenleme yapılmasını istedim. Her halde yapar dedim. Bakanlıktan "Cumhurbaşkanımız (Ahmet Necdet Sezer) uygun görmemektedir" diye bir cevap geldi. Daha sonra Meclis'in yeni protokolü diye bir çalışma başlattım sonuçlanmadı. Meclis'in millet iradesini önceleyen sivil bir protokol yapması gerekir. Meclis'in güvenliğini de hâlâ bir tabur sağlıyor… Bu eskiden beri tartışılıyor. Taburun, sayısı biraz daha azaltılarak törensel amaçlı hale getirilirse daha iyi olur. Genelkurmay ile bir noktaya gelmiştik. İstanbul'da milli saraylarda asker geriye çekildi, onun yerine polis konuldu. Nihai hedefim, Meclis ve mili saraylarda asker olmasın, sivil bir özel güvenlik teşkilatı kuralımdı. Sayın Büyükanıt da sayının küçültülmesi konusunda benimle hemfikirdi. 06.04.2009
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
04-07-2009, 16:31 | #2 |
Röportajın 2. Bölümü
Arınç'ın AK Parti İçin Korktuğu Üç Şey
Bülent Arınç, TBMM Başkanı olduğu günlerde askerle yaşadığı temasları ve AKP'yi bölmek için kurulmakta olan planı anlattı... 07 Nisan 2009 Yenişafak'tan Mehmet Gündem'in Bülent Arınç'la yaptığı röportajın 2. Bölümü: BENİM DE BİLDİKLERİM VAR Şamil Tayyar, “AKP'de Ergenekoncular var mı?” sorusuna “AK Parti'de Ergenekon'la bağlantılı ve kapatma davası sürecinde korkarak tavır değiştirmiş 20 civarında isim var. Eğer kapatma kararı çıksaydı, çok ciddi istifalar olabilirdi. 60 civarında milletvekiliyle temas kurulduğunu duymuştuk” dedi… - Bunlar konuşuluyor, benim de bildiklerim var… AK Partiyi bölme yönünde ciddi çalışmalar olmuş… - Partileri bölme, iktidarları alaşağı etme stratejileri Türkiye'de yeni değil. İktidar partisi yıpratılmalı, seçimle olmuyorsa başka projeler devreye girmeli, içlerinde ihtilafa düşmeliler, bazı adamlara el atılmalı, dosyalar devreye girmeli… Erkan Mumcu olayı böyledir, arkasından kimse gitmez diyordum ama gurup kuracak kadar insan topladı. Bu tür hareketler siyasi açıdan sonuç itibariyle neticesiz akıyor ama bir partiyi içeriden bölme açısından bir işlev yükleniyor. Abdullatif Şener örneği de var… Karadayı paşa siyasete nasıl müdahale ettiklerin uzun uzun anlatıyor… - Meclis başkanı iken bu tür toplantıların nerede, nasıl kimlerle yapıldığını bize bir şekilde duyurdular. Biz, Abdullah bey, Tayyip bey de sorumlu devlet adamlığı ciddiyetiyle bunları ifşa etmek yerine kendi içinde çözmenin yolların aradık. Hükümet bunları gerekli yerlerde konuştu, askerle konuştu, iyi ilişkiler kurdu, askere güven verdi. İlişkiler bu kadar iyiyse Hilmi Özkök ve kuvvet komutanları neden sizi 4 dakikada ziyaret ettiler… Dönemin kara kuvvetleri komutanı, gitmeme konusunda bir numarayı ikna edemediklerini, gidelim bari mesaj verelim, çok kısa kalalım, kapının önünde de bir açıklama yapalım kararı aldıklarını söylüyor. Özkök'ü aşamamışlar. Geldiler, erken kalktılar. Biraz daha otursaydınız dedim, “yarın MGK toplantısı var” dediler. Anladım ki bir şeyler var… Ama onlara gittiğimde teker teker bunun acısını çıkardım… Şener Eruygur iyileşirse anlatacağım çok şey var… O dönemde kuvvet komutanları ile ilişkileriniz nasıldı? - Çok resmiydi, çok mesafeliydik… Bize karşı bakışları çok dostane değildi. Mesela MGK genel sekreteri Tuncer Kılıç'la kaç defa yan yana geldim elini bile uzatmadı… KAPATMA DAVASI AÇMAK ÇOK KOLAY AK Parti için yeni bir kapatma davası konuşuluyor… - Evet, ama gerçekçi olmaz… Başbakan için otokrat propagandası yapılıyor, halife, son Osmanlı padişahı söylemleri dillendiriliyor, demokrasi açısından tehdit yorumları yapılıyor… - Miting meydanlarında binlerce insanın içinden birisi bir saçmalık yapmış olabilir, pankarta açar, sizi halife de ilan eder, padişah ta, peygamber de... Hiçbir anlamı yok. Zorlama yorumlar, buradan kimse bir yere varamaz. Anayasada bunların hiçbir karşılığı yok… Açılan kapatma davasında dosya çok mu güçlüydü ki… - Parti kapatma bir tarafa, dava açma konusu içtiğimiz çay kadar kolay. Bunun bir güvencesi olması lazım. Bir milletvekili hakkında dava açmak için bile dokunulmazlığının kaldırılması lazım ama bir siyasi partiye dava açmak için iki sayfalık kağıt yetiyor. Bunun için de bir anayasa değişikliğine ihtiyaç var. Hükümetin öncelikli gündeminde Anayasa var mı? - Öncelikli gündem bu, siyasi partileri güvenceye alacak bir anayasa değişikliğine ihtiyaç var, fakat CHP ne der bilmiyorum… Ak Parti iktidar olabildi mi? - Yaptıklarımıza bakarsak olmuş gibi… İki dönem yetmeyecek, Türkiye üçüncü dönem AK Parti iktidarını da görmeli… Başbakan'ın danışmanları çok eleştiriliyor… - O kadar çok eleştiriliyorsa bari ben eleştirmeyeyim… DÜRÜST YAŞAMAYA MECBURUZ Ak Parti için korktuğunuz üç şey nedir? - Yeri geldikçe söylerim, mevki-makam, para ve ahlak dışı ilişkiler… Bu korkum hep var. İnsan fıtraten bu tür şeylere meyyaldir, sadece bizim partimizde değil, her partide, her toplulukta çürükler bulunur. Bunun yok olması mümkün değil, bunu asgariye indirmek lazım. Bu işin içine düşmüş insanları önemli mevkilerde tutmamak lazım. Ben bu zaafı yaşayanları biliyorum, çok şükür beni bundan mahrum etti. Meclis başkanı olduğumda ne koltuğumu değiştirdim ne de arabamı. Yeni meclis başkanı bir trilyon 350 milyon liraya bir BMV almış. Bunu benim sipariş verdiğimi söyleyenler oldu. Yalan… Meclis başkanlığından inince ne yaptınız? - Eşimin Golf'u vardı onu kullanırım dedim, “bu sana göre değil hanım arabası” deyince sen kullanırsın ben yanda oturum dedim… Neyse Manisa'ya sık sık gitmemiz lazım, iyi bir araba olsun deyip beni Audi'ye ikna etiler. 102 milyar… O kadar para nerede. Bütün birikimimiz 60 milyar çıktı. Kalanı için kredi kulandım, hala ödüyoruz… Bazı siyasetçiler, sizin partinizden de var, kısa sürede büyük paralara sahip oldular… - Bir milyon dolar konuşuluyor… Ben bugüne kadar yüz bin doları bir arada görmedim… İsteseydim olurdu ama biz dürüst yaşamaya mecburuz. AK Parti için en büyük tehlike kendi içinden… - Çok doğru. Bu işlerin şaibesine bile imkan vermemek lazım… Biz 2001'de partiyi kurduğumuzda; dürüstlük, Türkiye için siyaset yapma özlemi o kadar aranır hale gelmişti ki, tavrımız, söylemimiz takdir gördü. Demirel'in meşhur aile fotoğrafı vardı, biz dedik ki “bizim aile fotoğrafımız farklı olmalı”. Seçimler geçince halk “biz sizin aile fotoğrafınızı sevdik” dedi. Bunu bozmamamız lazım. Son seçimlerde yolsuzluklarla ilgi konular bir kırılmaya yol açmış olabilir. Bu CHP ve diğer partilerin, hem adaylarını iyi seçmeleri, hem seçim stratejilerini laiklik, irtica, rejim tehlikesi değil, tamamen yolsuzluk, fakirlik ve bir takım suiistimaller üzerine kurdular. Dolayısıyla AK Parti'nin sermayesini çok iyi koruması lazım, o sermaye de itibarıdır, dürüstlüğüdür, mütevazılığıdır, halktan biri olmaktır… Sayın başbakanın 30 ramazan akşamı fakir sofralarına gönüllü olarak gittiğini biliyorum. Ben iki akşam gittim, üzüldüm dayanamadım gidemedim… Başbakan duyarlı ve duygulu, halkın dilini biliyor ama üzerinde ağır bir yük var, bazen beklenmedik tepkiler de gösteriyor… - Sinirleniyor… Belki o an gösterdiği tepkiden sonra kendisi de rahatsız oluyor ama… - Müşterek tepkiler veriyoruz, haksızlığa gelemiyoruz. Bazen tepkilerimiz çok aşırı olabiliyor, bunlara gülüp geçemiyoruz, sabırlı olamıyoruz... En son kimi azarladınız? - Çok sık azarlamadığım için düşünmem lazım… Turgutlu'daki çiftçiden sonra biraz daha temkinliyim… Partinizin kürt politikasında bir sorun var mı? - Sayın başbakan ortaya koyduğu söylemde samimi, bir kürt sorunu var ve çözmek lazım… Öyle de bölgede DTP oylarını artırdı… Bunu nasıl izah ediyorsunuz? - DTP ve benzeri partiler eskiden de vardı, bundan sonrada olacaklar. Artık kanat getirdim, bu tür partilerin işlevsiz hale gelmesi, yok olması mümkün değil. AK Parti'nin Diyarbakır'da kaybetmesi siyaset açısından bir şans gibi duruyor… - Kürtleri siyasete entegre etme imkanı açısından öyle görenler var, bunu bana Ahmet Türk de söylemişti… Kürt siyasetçilere Ankara'da da biraz daha yumuşak davranmak gerekmez mi? - DTP o çizgideki partilerin kim bilir kaçıncısı, bizim arzu ettiğimiz bir çizgide siyaset yapmayabilirler ama bu bir varlık ve bunu kabul etmemiz lazım. Kürtçe TV ve kültürel hakların giderek genişletilmesi lazım. Bu siyasi yatırım olarak bakmıyoruz, bu bir haktır ve verilmesi gerekir, halk buldan memnun olsun, Türkiye'nin toplumsal barışan katkıda bulunsun istiyoruz. Kürt kökenli vatandaşlardan aldığınız oy tatmin edici mi? - Daha fazlasını beklerken daha azını aldık. DTP Manisa'da da on bine yakın oy aldı. Bu siyasi düşünceye sahip olanlar her yerde partisine oy veriyor. Bizim en baştan “Diyarbakır'ı alacağız”, “Batman'ı alacağız” şeklindeki söylemlerimizi bölge halkı bir meydan okuma olarak algıladı, sinmedi ve meydan okumaya mukabele etti. Bu bir hataydı… - Yapıldı ve tamir edilemedi… Bu AK Parti'nin söylemdeki bir eksikliği olabilir. Sen “alacağız” dediğinde o da “kaleyi vermem” der. Diyarbakır'ın kazanılması zaten zordu, bir takım söylem ve davranışlar bunu daha da zorlaştırdı. İzmir'de de aynısı oldu… - Güneydoğu'da kimlik siyaseti varsa, İzmir'de de laiklik üzeriden bir kimlik siyasete yürütüldü. Buna rağmen kürt yurttaşlarımızla AK Parti arasında birbirinden kopamaz bir ilişki kurulduğunu biliyorum. Peki Cemil Çiçek'in, Ermenistan sınırına kadar geldiler açıklaması… - Kullanılmaması gereken bir söz. İstismar edilir, yanlış anlamalara kapı açar… ERGENEKON DAVASI YÜZYILIN OLAYI Ergenekon davası içinde ortaya çıkan ilişkiler, darbe planlar sizi de şaşırttı mı? - Yargı sürecinin başarı ile sonuçlanmasını bekliyorum. Türkiye'nin çok zor bir süreçten geçtiğini gösteriyor Ergenekon da gündeme gelen bilgi, belge ve ilişkiler. Fail-i meçhul cinayetlerden, darbe teşebbüslerine, toplumu birbirine kırdıracak hazırlıklara, anayasa mahkemesi üyesini eşinden tutun da çok üst noktalara kadar sirayet etmiş bir ilişkiler ağı var… Bunun deşifre edilmesi Türkiye'de son yüzyılın en önemli olayıdır. Bu yapının deşifre edilip yargılanması ile Türkiye'nin önü açılmıştır. “İyi ki bu paşalarla savaşmamışız” dediniz, çok tepki aldınız mı? -Çok tebrik aldım… Herkes doğru söyledin dedi… Genelkurmay İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak tarafından hukuk bilmemekle, askeri yıpratmakla itham edildiniz… - Ben asker çocuğuyum, TSK'yı yıpratmam. Ordu içinde muvazzaf veya emekli olanlardan yanlış işlere karışanlar varsa ayıklanmalı. Orduyu sevmek kimsenin tekelinde değildir. Gürak'a cevaben, “Ben kimsenin emir eri değilim. Kimse bana hukuku öğretmeye çalışmasın” dediniz… - Bu ülkenin ordusunun görevleri bellidir. Kime karşı sorumlu oldukları bellidir. Biz askeri vesayet altında bir ülke değiliz. Sivilleri azarlamak ve üzerimizde demoklesin kılıcı gibi olmak olmaz. TSK tertemiz çocuklardan oluşmaktadır. Kimsenin bu kurumu yıpratmaya hakkı yoktur. Ancak bu kurumda görev yapmış bazı kişilerin, darbeye, karanlık ilişkilere, siyasete bulaşmış olmaları kabul edilemez Masumiyet karinesini biliyorum, bir zamanlar bazı masum insanları fişleyenlerin kim olduğunu da iyi biliyorum. Eski Genelkurmay başkanlarından birinin kasetleri ortada, ağza alınmayacak laflar var. Ben bir siyasetçiyim. Siyasetçi paspas değildir. Bunu herkes bilmeli… TSK neden Ergenekon'a bulaşmış, yargılanan emekli paşalara sahip çıkıyor? - Dayanışma duygusu… Başka bir şey söylemem. Ama gittikçe demokratikleşiyoruz. Özkök Paşa, “genç subaylar demokrasiden yana” diye söyledi. Şimdi daha iyi anlaşıldı ki Hilmi Özkök Türkiye için büyük şansmış… Sadece sevgim var… Saadet Partisi için ne düşünüyorsunuz? - Saadetler diliyorum… Çok mu uzaksınız… - Hayır ben onları seviyorum, onlar da beni seviyorlar. Erbakan hocamızın en çok sevdiği insanlardan biri olduğumu düşünüyorum. Ben iyi bir AK Partiliyim, onlar da iyi birer SP'liler. Aramızdaki gönül bağımını, siyasi düşüncelerimizde zaman zaman örtüşen hususları biliyorum. SP'nin Türkiye için gerekli olduğunu düşünenlerden birisiyim. Ama reel politikaya bakarsak, en azından çok yakın bir zamanda iktidar olmaları mümkün değil, bugünkü söylemleri bunu gösteriyor. Yıllardır birlikte olduğum, dürüstlüklerine, ahlakına, Türkiye sevgisine şahit olduğum o arkadaşlarımın bugün sadece sevgisini taşıyorum. Türkiye için bir anlam ifade etmiyorlar Siz de 28 Şubat'ın mağdurlarındansınız. Ergenekon'u 28 şubat'ın rövanşı görenler var… Rövanşit bir duygu var mı bu işte… -Yersiz, saçma bir düşünce… Kıvrıkoğlu 28 Şubat bin yıl sürecek diyordu, on yılı doldurmadan siyaseten bitti. 28 Şubat ne amaçla, kime karşı yapıldı. Balans ayarını tankla yapmaya kalkanlar şimdi neredeler. Balans ayarı sandıkla oldu. Ezilen, horlanan insanlar daha itibarlı ve siyaseten daha güçlü hale geldiler. Ben o zaman RP'li idim. 28 Şubat bana karşı da yapıldı. Yargıtay Savcısı “habis ur” diyerek dava açtı. Şimdi bu şahsın yüzüne bakan var mı? Onlar ancak kendileri bir araya gelip birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar. Genelkurmay başkanı İlker Başbuğun, darbe döneminde işkence görmüş Muhsin Yazıcıoğlu'nun cenazesine katılmasının sembolik bir anlamı var mı? - Milletin katıldığı bir cenaze törenine askerin en yüksek temsilcisinin katılması önemli bir olaydır. Paşa nasıl bir mesaj vermek istedi bilemiyorum ama Türkiye geçmişi ile yüzleşmeli. Özür dilemek, yüzleşmek, o dönemlere reddiye olarak algılanır mı bilemiyorum, çok paşanın katılımı anlamlı… Encümen-i Daniş için ne diyorsunuz? - İnsanlar yaşlanınca böyle olurlar. Bir örneğini biz mecliste de gördük. Her şeyi bildiğine inanan, Türkiye'yi biz yönetiriz diye düşünen insanlar, aleme nizamat vermek için bir araya gelirlerdi. Bu da onun gibi bir şey. İcrai bir yanı yok… Kendilerini mi önemsiyorlar… - Öyle… Cindoruk olsaydı şaşırmazdım ama Necmettin Karaduman'ın Encümen'i Daniş içinde olmasına çok şaşırdım… Katılan insanlara bakıyorum, bunlar Türkiye için bir şey ifade etmiyor. Haber Editör |
|
04-07-2009, 16:34 | #3 |
Saadet Partisi için ne düşünüyorsunuz?
- Saadetler diliyorum… |
|
04-07-2009, 16:43 | #4 |
DÜRÜST YAŞAMAYA MECBURUZ
Ak Parti için korktuğunuz üç şey nedir? - Yeri geldikçe söylerim, mevki-makam, para ve ahlak dışı ilişkiler… Bu korkum hep var. İnsan fıtraten bu tür şeylere meyyaldir, sadece bizim partimizde değil, her partide, her toplulukta çürükler bulunur. Bunun yok olması mümkün değil, bunu asgariye indirmek lazım. Bu işin içine düşmüş insanları önemli mevkilerde tutmamak lazım. Ben bu zaafı yaşayanları biliyorum, çok şükür beni bundan mahrum etti. Meclis başkanı olduğumda ne koltuğumu değiştirdim ne de arabamı. Yeni meclis başkanı bir trilyon 350 milyon liraya bir BMV almış. Bunu benim sipariş verdiğimi söyleyenler oldu. Yalan… Sayın Arınç'ın altın harflerle yazılıp baş ucumuza asmamız gereken bu sözlerinden dolayı her daim seviyoruz kendisini.. |
|
04-07-2009, 16:49 | #5 |
bay kıl ve bahçelinin kriz duaları kabul oldu.
merak etmeyin hükümetin başında ak parti var. dünya krizden kıvranırken ak parti hükümetinin kriz yönetimini nasıl başarılı bir şekilde sonuçlanacağını göreceksiniz. işadamlarına da duyurulur.hükümeti protesto edip işçiden acısını çıkardınız.hükümetde gerekeni verecek size. teşkilat konusunda 2011'de daha güçlü bir şekilde ak parti seçimden çıkacak. bu bizim için birer perçin oluşturmuştur. |
|
04-07-2009, 17:18 | #6 | |
Alıntı:
İmza: REDYELLOW Bülent Arınçı severim, tek geçerim. Allah yolunu açık etsin. |
||
04-07-2009, 17:32 | #7 |
eee lider olmak kolay değil.
|
|
04-12-2009, 02:46 | #8 |
Adamım ya Arınç Helal olsun adama keşke birazdaha önlerde olsaydı tbmm baskanlıgı gbi
|
|
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
arınç, secim, yorum |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|