AK Gençliğin Buluşma Noktası
Haberler Dünyadan ve Ülkemizden son dakika haberler burada.



Cevapla
Stil
Seçenekler
 
Alt 04-15-2009, 07:22   #1
Kullanıcı Adı
Necip Fazıl
Standart Yazarlar Başbuğ'u yazdı
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un dün Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı uzun konuşma bugün gazetelerin manşetlerinin yanısıra hemen hemen bütün yazarların da gündemindeydi. Yazarlar, Org. Başbuğ'un konuşmasını genellikle olumlu ve yeni bir döneme ilişkin bir başlangıç olarak bulurken, kimi yazarlar Org. Başbuğ'un alan sapması yaptığı görüşünü savundu. Başbuğ'un, konuşmasına en net eleştiri Yeni Şafak yazarı hakan Albayrak'tan geldi.

İSTANBUL - Hürriyet gazetesinin baş yazarı Oktay Ekşi, "Başbuğ adres verdi" başlıklı yazısında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un -belki de gelmiş geçmiş en kalabalık basın mensubuna -başka konuklar da vardı- hitaben yaptığı konuşmanın, Türkiye gündeminin yine çok yoğun bir dönemine rastladığına dikkat çekiyor ve konuşmanın, "Bir yanda McCarthy Ergenekon’u... Öte yanda DTP baskınlarının olduğu bir günde yapıldığını hatırlatıyor.


Ekşi, Başbuğ'un sözlerinden en önemli gördüğü bölüme ise şöyle değiniyor:

"Org. Başbuğ Silahlı Kuvvetlerimize karşı bir süredir sistemli şekilde sürdürülen "yıpratma" kampanyalarına değindi. Bunları iki noktada topladı.

1 - "Demokratik" adına yapılan yayınlar
2- TSK'yı "din karşıtı" olarak gösterenlerin propaganları"


Aynı gazetenin yazarlarından Yalçın Doğan ise Başbuğ'un konuşmasındaki cemaat vurgusuna dikkat çekiyor. "İrtica yerine cemaat vurgusu" başlıklı yazısında Yalçın Doğan, eski Genelkurmay Başkanları İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Yaşar Büyükanıt ayrıca eski Kuvvet Komutanları da hazır bulunduğunu, buna karşın Hilmi Özkök'ün olmamasını göze çarpan bir ayrım olarak değerlendiriyor.
Doğan yazısını şöyle sürdürüyor:


"Dün İstanbul'da harp Akademileri Komutanlığında çok geniş katılımlı bir toplantı düzenleniyor. İki saat süren konuşmasını verdiği yemek izliyor. Onbeş yirmi yılın eski komutanlarına kadar uzanan davetli toluluğunda bir eksik görüyorum. Zaman gazetesinin genel yayın yönetmeni davetli değil. Fark etmemiş olabilirim, galiba Zaman'dan pek kimse de yok.

Dikkatimi çekiyor, onlara davet yoksa, bu boşuna değil.

Org. Başbuğ konuşmasının hiçbir yerinde, askerden o çok alıştığımız irtica sözcüğünü kullanmıyor. Onun yerine cemaat vurgusu var. (...)

Başbuğ dinsel cemaatleri siyasette rol almasının moderniteyi aşındırdığı anlamına geldiğini söylüyor. Toplumu inanan-inanmayan, dindar-dindar olmayan ayrımına götürdüğünü belirtiyor. Bunun adı kutuplaşma."

Hürriyet gazetesinin bir başka yazarı Ahmet Hakan, konuşmanın içerdiği mesajlara ilişkin yorum yapmayı ertelerken, askeri bölgede gazetecilerin halet-i ruhiyesine dikkat çekiyor. Hakan, Başbuğ'un davet ettiği gazeteler arasında Taraf, Zaman ve Vakit'in olmadığına da dikkat çekiyor.

Gazetenin bir diğer yazarı Yalçın Bayer, "Başbuğ'un cemaatlere karşı tepkisiz kalmayız" sözlerini ön plana çıkarırken, Anayasa'nın 5. maddesine yapılan vurgunun sık sık yapıldığını dile getiriyor.

Sabah gazetesinin yazarlarından Emre Aköz, "Org. İlker Başbuğ Gülen Cemaati'ni niye hedef aldı?" başlıklı yazızında şu hususlara dikkat çekiyor:

"Harp Akademileri Komutanlığı'nda dinlediğim GK Başkanı Org. İlker Başbuğ'un konuşmasında altı çizilmesi gereken birçok nokta vardı. Bunlardan biri, hiç kuşkusuz, ' dinsel cemaatler' konusuydu.

Org. Başbuğ'a göre, ekonomik açıdan güçlenen dini cemaatler, daha sonra toplumsalpolitik yaşamı biçimlendirmeye ve tek tip yaşam tarzını yaymaya çalışmaktaydılar.


Konuşmada 'cemaatler' deniyordu ama vurgulamalardan ve satır aralarından kastedilenin Fethullah Gülen Cemaati olduğu apaçıktı.

(..)

Org. Başbuğ niye Gülen Cemaati'ni hedef aldı?

Bu durum, sadece ve sadece, askerlerin değinmeden geçemedikleri laiklik temasının bir uzantısı mı?

Mesele bundan ibaret değil.

İki saatlik konuşmasının büyük bölümünü (55 dakika) kimlik politikaları, PKK ve terörle mücadele konusuna ayıran Org. Başbuğ, çözümle ilgili şunları söyledi:
1) Örgüte katılımın engellenmesi, 2) Dağ kadrosunun örgütten ayrılması için yasal düzenlemeler yapılması, 3) Ekonomik, sosyal, kültürel tedbirlerin alınması. 4) Uluslararası desteğin ve finansal kaynağın kesilmesi, 5) Örgütün Kuzey Irak'tan çıkarılması.
Yani belli oldu ki ABD Başkanı Obama'nın çizdiği yol haritasıyla bu iş çözülecek: Türkiye, Kürdistan'ı tanıyacak. PKK silah bırakacak. Kimlik taleplerinin önemli bir bölümü karşılanacak.


İşte bu noktada bir kez daha Gülen Cemaati'ne gelmiş oluyoruz:
Cemaat, sadece Güneydoğu'daki değil, Kuzey Irak-Kürdistan'daki faaliyetleriyle de, Kürt meselesinin çözümünde bir aktör olarak ortaya çıkıyor.
TSK şimdi de bundan rahatsız: Müzakere sürecinde devletin resmi kurumlarından başka bir aktörün (hele bir cemaatin!) devrede olmasını (rol çalmasını) istemiyor.
Hatta bir spekülasyonda bulunabilirim: Obama yönetimi ile anlaşma yapılırken, Gülen Cemaati de masaya yatırılmış olabilir mi? ("Biz buradan sıkıştıralım, siz oradan."


sabah gazetesinin bir başka yazarı Erdal Şafak, Başbuğ'un konuşmasında sivillere asist yapıldığını ve Başbuğ'un ülke sorunlarının çözümünde adres olarak siyasileri gösterdiğini aktarıyor. "Sivillere gollük pas" başlıklı yazısında Şafak, "Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ dün Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı "Yıllık değerlendirme konuşması"nda sivilasker ilişkileri, terörle mücadele, demokrasi ve laiklik konularına ağırlık verdi.

Ve "Akademik bir pencere"den ele aldığı bu konularda gerçekten önemli tespitlerde bulundu. Ancak biz özellikle terörle mücadele bağlamında ele aldığı ulus devlet, millet, etnik çatışma, kültürel kimlik, özgürlükler, asimilasyon ve entegrasyon gibi kavramlarla ilgili değerlendirmelerini önemsedik. Çünkü hepsinde de somut ve cesur sorular ortaya attı ve bu sorulara açık, net ve ayağı yere basan yanıtlar verdi.
Örneğin, "Bugün yaşananlar bölücü terör örgütü ve destekçilerinin iddia ettiği gibi bir etnik çatışma olarak tanımlanabilir mi?" diye sordu.


Konuyu Org. Başbuğ'un "Terörle mücadele sürecinin kısaltılması için" önerdiği önlemlerden ikisiyle noktalayalım:
* Devlet, örgüte katılımların nedenlerini iyi inceleyerek, bazı tedbirlerle örgüte katılımları kontrol altına almalı.
* Devlet, dağ kadrosunun örgütten ayrılmasını sağlayacak şekilde, mevcut yasal düzenlemelerin daha iyi şekilde uygulanabilmesi için bazı değişiklikler yapmalı.


Bugünkü konjonktürde sivillerin bile kolay seslendiremeyecekleri öneriler bunlar. Çünkü ilki 14-20 yaş grubundaki gençlerin "Öleceğini bile bile" dağa çıkmayı göze almalarının nedenlerini sorgulamayı gerektiriyor. İkincisi ise Kandil'dekilere sürgün imkânının, alt kadrolara ise af ve eve dönüşün kapısını aralıyor.

Org. Başbuğ bu cesur ama gerçekçi çıkışıyla siyasilerin işini kolaylaştırıyor. Umarız gollük pası kaçırmazlar..." diyor.

Sabah gazetesinin yazarlarından Umur Talu ise, Başbuğ'un konuşmasını değerlendirirken öznel koşullara dikkat edilmesi gereğine vurgu yapıyor ve

"Genelkurmay Başkanı'nın benim gibi düşünmesini bekle(ye)mem" diyor. Talu, "Katı olan herşey buharlaşıyor" başlıklı yazısının devamında,

"O yüzden, konuşmasını her konuya benim açımdan bakıp bakmadığına göre değerlendirmem.

Ama şuna bakarım:

Burası, darbe eseri anayasada bile demokratik, laik, sosyal hukuk devleti diye tanımlanan bir cumhuriyet ise...
Sınırları ile sinirleri bu açıdan ne durumdaydı?" diyor.


Sabah'ın yazarlarından Yavuz Donat, Başbuğ'a konuşmasından dolayı teşekkür ederken, Org. Başbuğ'un farklı bir genelkurmay başkanı olduğunun altını çiziyor.

Donat, "Başbuğ farkı" başlıklı yazısında,


"Halkımız "askerini" sever, "hâkimine" güvenir.
O nedenledir ki;
Orduyu "peygamber ocağı" diye görür.
Hâkimi de "peygamber postunda oturan kişi" diye.
Toplumun bu bakış açısı askerin de, yargının da omuzuna "ağır bir sorumluluk" yüklüyor.


Bugün İlker Başbuğ'un şahsında "maksadı bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olan" bir ocağa sahibiz... Peygamber ocağına.
Teşekkürler İlker Paşa." diyor.



Sabah gazetesinin bir başka yazarı Hasan Bülent Kahraman da konuşmanın yeni bir döneme işaret ettiği görüşünü savunanlardan. "Başbuğ ve yeni dönem" başlıklı yazısında Kahraman, "Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ 'un dün yaptığı konuşma oldukça geniş ve kapsamlıydı, o ölçüde de tartışılacak entelektüel birikime sahipti. Neredeyse her bölümde ayrıca ele alınmayı gerektirecek ölçüde kendi deyişiyle 'akademik' kavramlara değinen, onları kullanan bir konuşmayı bir yazıda değerlendirmek çok zor. Orgeneral Başbuğ konuşmasında oluşturduğu mantığın kendi talepleri ve doğruları olmaktan çıkıp kavramsalbilimsel bir zemine oturmasına özen göstermiş ki, bu, her birisi ayrı ayrı tartışılan konularda ortak bir zemin yaratmak bakımından önemliydi.

Başbuğ'un konuşmasında üç temel konu üstünde durdu. Bunlar sivil-asker ilişkileri, terör ve laiklikti. Hemen belirtmek gerekirse her üç konunun düğüm noktasını demokrasi oluşturuyordu. Tersinden söylersem, Başbuğ, bu üç konunun da demokrasi bünyesinde ne ifade etmesi gerektiğini sorguluyordu." diyor.


Org. Başbuğ'un davet edilmediği Zaman gazetesinin yazarlarından Mümtaz'er Türköne, "Orduya sadakatten milletin emrindeki orduya" başlıklı yazısında,

"Genelkurmay Başkanı, "TSK ... emsalsiz bir örnektir dünyada ikinci bir örneğini bulamazsınız" diyor, dünkü uzun konuşmasında. Galiba bütün sorun da bu emsalsizlikten kaynaklanıyor. Hiçbir ülkede genelkurmay başkanının konuşması bu kadar "emsalsiz" bir ilgi uyandırmaz.
Her şeyin normalini isteme hakkımız yok mu? Neyse ki, Genelkurmay Başkanı'nın konuşması bu "normalleşme"nin zengin işaretlerini barındırıyor. Bu yüzden üzerinde dikkatle durulmayı hak ediyor.

(...)


İlker Başbuğ'un "Kürt sorunu" çerçevesinde söyledikleri apayrı bir analiz konusu olacak çapta önemli. Söylediklerinin içinde gerçekten dikkatle ve itina ile belirlenmiş "yeni" açılımlar ve öneriler var. "Türk" sıfatındaki etnik vurgudan geri çekilmeyi formüle eden bu açılımın "Türkiye halkı" tanımını tercih etmesi yerinde bir karar. "Türkiye lafını çekin oraya Türk koyun, bu etnik bir tanım olur" derken, Genelkurmay Başkanı tam olarak bilinçli bir tercihi yerleştirmeye çalıştığını ifade etmiş oluyor. Bu tercihin Anayasa'daki vatandaşlık tanımına yansıması durumunda, Türkiye etnik anlamda daha uygun bir hukuk çerçevesinin içine girmiş olacaktır. Aynı şekilde Türkiye'nin bir etnik çatışma içinde olmadığı tezi de, yerinde ve doğru bir tespit. Bu tezin, Başbuğ'un giriştiği türden uzun analizlere ve tasniflere de ihtiyacı yok. Gerekçe basit: Halk arasında etnik farklılığa dayalı bir düşmanlık ve çatışma Türkiye'de hiç gerçekleşmedi." diyor.

Zaman gazetesinin yazarlarından Mehmet Yılmaz ise Başbuğ'un konuşmasının eksik bulduğunu yazdı. Yılmaz, "Başbuğ'un konuşmasında olmayanlar" başlıklı yazısında şöyle dedi:

"Başbuğ'un konuşmasına bakıldığında...


Askerlerin görev alanına giren konular, PKK terörü hariç, neredeyse hiç yoktu.

Ama başka hususlar ziyadesiyle vardı.

Mesela...

Sosyal değişimler vardı.

Toplumsal dönüşümler vardı.

Sivil-asker ilişkileri vardı.

Devletin amaç ve görevleri vardı.

Ulus-devletlerin niteliği vardı.

Siyaset bilimi vardı.

Tarih vardı.

Bence bu tür konuşmalarda 'mutlaka' olması gereken başlıklardan biri 'güvenlik' idi. Fakat bu konu 'iç' tehditler bölümünde zikredildi sadece.

O da kısmen.

Hâlbuki güvenlik, devletlerin karşı karşıya bulunduğu en önemli sorunların başında geliyor bugün. Özellikle de 11 Eylül saldırılarından sonra.

Biliyorsunuz, konvansiyonel tehditlerin yerini asimetrik tehditlerin almasıyla birlikte 'güvenlik parametreleri' tamamen değişti. Siber suçlar, bireysel terör gibi yeni tehditler çıktı ortaya.

Şahsen ben bu konularda TSK'nın ne düşündüğünü öğrenmek isterdim."

Gazete Vatan yazarlarından Yiğit Bulut, TSK'nın yüzleşme korkusu yaşadığı görüşünde.

"TSK ‘bir gerçekle’ yüzleşmeli!" başlıklı yazısında Bulut, "Başbuğ “güzel” konuştu! Her kavrama “referans” isimler vererek değindi, Türkiye Cumhuriyeti’nin “özünü” tarif etti, hatırlattı! Ama “bence net ve acı yüzleşmeden” şimdilik uzak kaldı!" diye yazdı.

Aynı gazetenin yazarlarından Reha Muhtar ise konuşmaya farklı bir açıdan bakanlardan. Reha Muhtar, Başbuğ'un konuşması ise ordunun darbe yapamacağına kani olduğu görüşüne vardığını yazdı. Muhtar, "Dün benim gördüğüm Genelkurmay Başkanı’nın konuşması “Türkiye’de bugüne kadar yapılmış en demokratik 1 numara konuşmasıydı...

Tayyip Erdoğan da kendisine en muhalif kalemleri, davet etmeli, edebilmeli...

Üstelik Tayyip Erdoğan bir sivil politikacıdır...

İlker Başbuğ bir asker, bir bürokrat, bir komutan..."

"KÜÇÜK ÇAPLI BİR DEVRİM"

Gazete Vatan'ın yazarlarından Ruşen Çakır, geçtiğimi yıl Başbuğ'un Taraf gazetesinin Aktütün haberine karşı ortaya koyduğu sert tavrı unutmadığını belirterek, konuşmanın kendi çapında küçük bir devrim içerdiğini yazdı. çakır, "Küçük çaplı bir devrim" yazısında, "Demokrasilerde asker konuşur mu? Konuşursa nerede, nasıl konuşur?” gibi sorular ciddi bir şekilde önümüzde duruyor. Bu sorular sık sık gündeme getiriliyor ancak diğer yandan askerin her güncel siyasi gelişmede tavır alması, görüşünü açıkça dillendirmesi de bekleniyor. Bizde üst rütbeli subaylar, eksik olmasınlar bu beklentileri fazlasıyla karşılıyorlar. Ama Org. İlker Başbuğ’un geçen Ağustos’ta Genelkurmay Başkanlığı’na gelmesiyle bu gelenek de büyük ölçüde değişti. Öncelikle TSK adına Org. Başbuğ’dan başka kimse konuşmuyor. O da mümkün olduğunca az konuşup sorunlarını medya üzerinden çözmeye çalışmak yerine, bunları başta Başbakan olmak üzere doğrudan siyasi muhataplarıyla ya da MGK gibi ortamlarda dile getiriyor. Tabii PKK’nın Aktütün saldırısı sonrası Taraf Gazetesi’nin yayını üzerine yaptığı o kısa ama alabildiğine sert ve haşin basın açıklamasını bir kenara yazmamız şart.

Org. İlker Başbuğ’un dünkü iki saatlik konuşması/konferansına gelecek olursak, ilkin bunun, daha önceki Genelkurmay başkanlarının değişik vesilelerle yaptıkları konuşmalardan birçok açıdan farklı olduğunu vurgulamamız lazım. Bu farkı belki şöyle özetleyebiliriz: Önceki generaller görüş, tez ve önerilerini kamuoyuna “tek doğru” ymuş gibi sunuyor, daha doğrusu dayatıyorlardı. Org. Başbuğ ise, bazı durumlarda “kırmızı çizgiler” çizmeye kalksa da, daha çok ülkenin temel meseleleri etrafındaki varolan tartışmalara katılmak, onlara katkı sunmak veya yeni tartışmalar başlatmak isteyen bir kişi görüntüsü çizdi.

Örneğin Atatürk’ten hareketle geliştirdiği “Türkiye halkı” ve “Türk milleti” ayrımı, özel olarak asker sınıfı için, ama genel olarak tüm Türkiye için küçük çaplı bir “devrim” niteliği taşıyordu. Öyle ki, Türkiye’de Türkler dışında başka etnik kökenlerden insanların da olduğunu vurgulamak için “Türk” yerine “Türkiye” demeyi tercih eden birçok aydın ve siyasetçi yıllardır bu ülkede “bölücü” olarak damgalandı ve hatta bazıları aleyhine davalar bile açılabildi. Org. Başbuğ’un Atatürk’ü tanık göstererek yaptığı bu çıkış artık “Kürt filan yok” türü itirazları tam anlamıyla sonlandırmıştır.

Yine Org. Başbuğ, Prof. Metin Heper’in “Devlet ve Kürtler” kitabında geliştirdiği tezleri büyük ölçüde sahiplenerek Kürt sorunu hakkındaki resmi görüşü büyük ölçüde revize etmiş sayılabilir. Artık “bırakın bu alt-kimlik, üst-kimlik zırvalarını” demenin bir geçerliliği kalmadı. Bunun yerine “herkes farklı alt-kimliklere sahip olabilir, ama bunu Türk vatandaşlığı üst-kimliğinin önüne çıkaramaz” noktasına en azından TSK gelmiş durumda ki bu hiç de yabana atılacak bir şey değil."

Gazetenin yazarlarından Can Ataklı ise, konuşmada hayal kırıklığına uğradığını yazdı. Ataklı, "Org. Başbuğ hayal kırıklığı yarattı" başlıklı yazısında, "Genelkurmay Başkanlığı yanılmıyorsam ilk kez bu kadar büyük bir medya ordusunu davet etti. Bir dönemin akreditasyon yasaklısı gazetecileri dahil yazılı ve sözlü basında ne kadar bilindik isim varsa hepsi de dün Harp Akademileri’ndeydi.

Beklenti Orgeneral İlker Başbuğ’un gündemdeki birçok konuya değineceği yolundaydı. Yoksa bu kadar çok gazeteci niçin davet edilsin. Üstelik aralarında benim de bulunduğum, bugüne kadar pek akla gelmeyen isimler de çağrılınca beklenti artmıştı.

Açıkçası ben de önemli açıklamalar bekliyordum. Gerçi bir gün önce yaşadığımız Ergenekon’un Çağdaş Yaşam’a baskını nedeniyle askerin de zora düşeceğini düşünmedim değil. Ama yine de beklentim önemli açıklamalar olacağı yolundaydı.

Bu açıdan bakınca Org. Başbuğ’un konuşması bir hayal kırıklığı oldu hemen herkes için. Başbuğ “asıl açıklamalarını” bir hafta sonraki basın toplantısında yapacağını söyledi."

İLKER BAŞBUĞ'UN ÜSLUBU

Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeni ve yazarı İsmet Berkan, İlker Başbuğ'un ‘Anayasaya, yasalara ve demokrasiye saygılıyız, son sözü sivil otorite söyler.’ sözlerini öne çıkarıyor. Berkan, "Bu elbette böyledir ve tersi de söylenemez zaten ama yine de cümlenin bu netlikte ifade edilmiş olması bence önemli. Ancak bu konuda sadece bu cümleyi söylemedi Başbuğ. Onun mantık kurgusunu izleyecek olursak, hemen arkadan askerlerin siyasi iktidarlara verdiği danışmanlık hizmetinden söz etti. Milli güvenlikle, ulusal stratejiyle ilgili konularda askerin verdiği danışmanlık hizmetinin öneminden, asker tarafından üretilen ve tecrübeye dayalı bilginin öneminden söz etti, Türkiye’den değil ABD’den bir örnek verdi: Irak savaşında askerin önerilerini dinlemeyen siyasi iktidar yanlışa düştü, sonunda bunun bedelini de ödedi.

Orgeneral Başbuğ’un ikinci teması terör ve terörle mücadeleydi ama oraya gelmeden önce uzun uzun eşit vatandaşlıktan, Türkiye’de bir etnik çatışma yaşanmadığından, PKK’nın da başlangıçta etnik milliyetçi bir örgüt olmadığından söz etti.

Burada tartışılabilir unsurlar varolmakla birlikte, Orgeneral Başbuğ’un hem üslubunun hem de getirdiği argümantasyonun geçmiş söylemden bir hayli farklı olduğunu kabul etmemiz gerek.

Bir kere her şeyden önce Orgeneral Başbuğ, kendi sözlerinin tartışılamaz, reddedilemez şeyler olduğu iddiasında değil, ‘Tartışılabilir’ diyor.
Öte yandan, ben kendi ömrü hayatımda ilk kez görevdeki bir Genelkurmay Başkanı’nın ‘Alt kimlik-üst kimlik’ meselesini kendi kendine açtığına, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının herkesin benimsemesi gereken bir ‘üst kimlik’ olduğunu söylediğine, bireysel düzeyde kültürel kimliklerin elbette varolduğuna ama bunun bir ‘topluluk hakkı’ gibi algılanmaması gerektiğine dikkat çektiğini görüyorum." diyor.


Radikal gazetesinin bir başka yazarı Oral Çalışlar, "Başbuğ'un konuşmasını bu kadar önemsiyorsak..." başlıklı yazısında, konuşmanın neden bu kadar önemsendiğini soruyor. Çalışlar, "Bir Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasının medya tarafından bu kadar önemsenmesi ne derecede doğrudur? Demokratik bir ülkede böyle bir konuşma bu kadar ilgiyle izlenip, üzerine bu kadar çok yorum yapılıyorsa o ülkenin demokrasisinde bir sorun var demektir. Bunu biliyoruz ve tabii ki değişmesini ve normalleşmesini istiyoruz.

Başbuğ’un bu değerlendirmeleri Kürtleri dikkate alarak yaptığı belli. Daha düne kadar ‘Kürt yoktur’ diyen kimdir? Örneğin askeri mahkemelerde sırf Kürt dediği için yargılanan ve mahkûm edilen yüzlerce aydını hangi devlet cezaevine atmış, işkence yapmıştır? Bu konuda özeleştiri yapılması gerekmiyor mu? En başta da Genelkurmay’ın bunu yapması gerekmiyor mu? Cumhuriyet tarihinde gayrimüslim azınlıklara yapılanları unutabilir miyiz? Birkaç tanesini hatırlayalım: Varlık Vergisi ile gayrimüslimleri toplama kampları benzeri yerlerde angarya ile çalıştırıp, mülksüzleştirmek etnik ayrımcılık değil midir? 6-7 Eylül’de azınlıklara yönelik vahşi saldırıyı kim yapmıştır ve kim yaptırmıştır?

Ayrıca kimlik siyaseti demokratik bir haktır. Toplumun bir kesimi kendi kimliğinin kabulü için demokratik bir ortamda siyasi mücadele veremez mi? Örneğin Bulgaristan’daki Türklerin partisi etnik bir temsili ifade etmiyor mu? Burada sınır şiddettir. Etnik siyaset demokratikleşmenin bir parçasıdır. Başbuğ’un bu yaklaşımı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın DTP’ye yönelik ‘kimlik üzerinden siyaset yapıyorlar’ değerlendirmesinin benzeridir ve doğru değildir. Kimlik için siyaset meşru bir siyasettir. Bu yaklaşım, ‘Kürt yoktur’dan gerilemiş bir tutumun demokratik olmayan başka bir mevzide tutunmak istenmesi değil midir?." diyor.


Radikal gazetesinin Ankara temsilcisi Murat Yetkin de Başbuğ'un yeni bir yol haritası çizdiğini savunanlardan.

Yetkin yazısında, "Başbuğ, dört önemli konuda TSK’nın 1980 askeri darbesinden bu yana giderek katılaşan ve artık TSK’yı temsil etmez hale gelen görüşlerini revizyona tabi tutmaktadır" diyor ve şöyle sürüdürüyor:

Bunlardan ilk başlık olar sivil-asker ilişkilerini zaten biraz önce inceledik; TSK’nın demokratik bir ülkenin ordusu olduğu vurgusu öne çıkmaktadır.
İkincisi, terörle mücadele başlığı altında, ama kapsam olarak onun çok ötesinde önem taşıyan bir açılımdır. Genelkurmay Başkanı’nın “Terörist de
bir insandır”, “Onların ailelerini de düşünmek zorundayız”, “Kürt kökenli vatandaşlarımız”, “İkincil kimlik” demesi, PKK ve Kürtçü terör eylemlerinin bir nedeni olarak da yerel yetkililerin gücü istismar etmesini göstermesi az değişim değildir. Atatürk’ün ‘Türkiye halkı’ kavramının ‘Türk halkı’ olarak söylenmesinin etnik çağrışım yapacağını söyleyen, bundan yirmi beş yıl kadar öncesine dek “Kürt yoktur, kart kurt diye yürüyen dağ Türkleri vardır” diyen bir ordunun, bugün o ordunun başına geçmiş bir üyesidir. Değişim bu değilse, başka nedir?


Üçüncü açılım, laiklik ve demokrasinin birbirine karşıt değil tamamlayıcı olduğu vurgusudur.

Bu yeni değildir. Ancak Başbakan Tayyip Erdoğan’ın AK Partisi’nin iktidarı almasından bu yana, şu anda kısmen Ergenekon soruşturmasına konu olan bazı eğilimler karşısında TSK’nın tutumunun vurgulanması açısından önemlidir.

Dördüncüsü, laikliğin din karşıtlığı olmadığı, toplumda dinin rolünü tartışmanın dahi abes olduğu, laiklik ve demokrasinin birbirini güçlendireceği temelinde yükselen, aslında Batı tipi demokrasi anlayışının vurgulanmasıdır.

Israr, dinin siyasi ve şahsi amaçlarla istismarı ve dini cemaatlerin bu amaçla TSK’yı hedef almaları üzerine kurulmuş görünüyor. Burada isim verilmeden Fethullah Gülen hareketi de kastediliyor mu? Muhtemelen bu varsayım doğru.

Bu yaklaşım kendisini Genelkurmay’ın şimdiye dek düzenlediği bu en geniş yelpazedeki toplantının davetli listesinde dahi kendisini gösterdi. Davetli listesi, Gülen’e yakınlığı atfedilen medya kuruluşlarını kapsamıyordu.

Toplumsal barışa katkı sayılabilecek bu dört önemli açlıma rağmen bu konudaki ısrar, Başbuğ’un haftaya yapmayı (şa anda yalnızca) ‘düşündüğü’ güncel açıklamalar öncesi Başbakan Erdoğan’a gönderilmiş bir arzuhal niteliğini de taşıyor mu acaba? Göreceğiz."

Akşam gazetesinin genç yazarlarından Mehveş Evin ise, Başbuğ'un "Teröristler de insandır" sözlerini önplana çıkarıyor. Evin, 'İrtica' kelimesi out" başlıklı yazısında, "Kültürel yaşamda ortak noktalarımız daha çok… Niye bunu görmüyoruz?’ diye isyan eden, ‘etnik çatışma olsaydı Doğu’dan Batı’ya göç olur muydu’ diye soran, ‘Terörist de insandır’ diyen Başbuğ, ‘üst ortak kimlik’ kavramını kullanarak ‘Türkiyeli olma’ vurgusu yapan, herhalde ilk Genelkurmay Başkanı oldu.." diyor.

Akşam gazetesinin bir başka yazarı Oray Eğin de, "Genelkurmay'ın hedefinde Cemaat var" diyor ve yazısını şöyle sürdürüyor:

"Genelkurmay Başkanı'nın basından 190 kişinin de yerinde izlediği konuşmasındaki vurgulardan biri Cemaat üzerineydi.

Bu tercihi bir gün önceki gözaltlarından nasıl bağımsız değerlendirebiliriz?

Peki Fethullah Gülen'in son günlerde birbiri ardına yaptığı çıkışlar, hatta en son ağladığı bir kaydın bir yayınlanması tesadüf mü?
Başbuğ, son derece serinkanlı bir tonda, entelektüel bir metin hazırlamıştı. Metinleri zekice hazırlanıyor ve ince mesajlar içeriyor. Batı dünyasının düşünürlerine referanslar, herkesi kucaklayan bir üslup ve beklenenin aksine 'sakin güç' tonunda konuştu.


Başbuğ, konuşmasının başlangıcında sıcak gündeme değinmeyeceğini söyledi ama bir açıdan da aslında gündemin en önemli aktörüne, Cemaat'e karşı Silahlı Kuvvetleri'n kesin tavrını açıkladı. En çok üzerinde durulması gereken de budur."

Yeni Şafak yazarlarından Ali Bayramoğlu, "Yeni bir dönem mi?" başlıklı yazısında, "Org. İlker Başbuğ "olumlu, uzlaşmacı, demokratik vurguları olan, hepsinden önemlisi askeri otoritenin doğal alanı dışına taşmayan, siyasi meselelere güvenlik üzerinden değinen" bir konuşma yaptı.

En azından alışıldığı üzere askerin, cumhuriyeti koruma ve kollama işlevini diline dolamadı, bu açıdan iktidarı uyarma ya da dikkate davet etme işine girişmedi, özetle bir kriz konuşması yapmadı.

Konuşmanın analizini nasıl yapmak gerek?

İki soruya yanıt vermek önemli…

Nelerin altını, nasıl çizdi Genelkurmay Başkanı?

Bunun yeni döneme ilişkin anlamı ne?

(...)

Genelkurmay Başkanı'nın konuşması "asker ile değişen dünya arasındaki ilişki"yi, bu çerçevede "askerin sistem içindeki yerini, sorunlara bakışını, tanımlarını, politikası"nı konu alıyordu. Konuşma bu açıdan bir yönüyle "değişim"e, diğer yönüyle asker gözünde "değişmezler"e işaret ediyordu..

(...)

Ordu görece de olsa değişiyor, değişimin öznesi kadar nesnesi olmaya devam ediyor.

Yeni karargâh politikası siyasi iktidarla çatışmayı veri almayan, imajını tamir etmeye yönelen, uzlaşmacı bir eğilim taşıyacak gibi görünüyor. Genelkurmay Başkanı'nın sıcak siyasi konularla ilgili yapacağı basın toplantısı bu açıdan tamamlayıcı ve belirleyici olacak. Ancak, ordunun kendi iç restorasyonu kadar yeni yapıya ayak uydurmaya çalışacağı gerçeğinin değişeceğini sanmıyoruz.

Başbuğ'un iki kez Obama'yı zikretmesi bile, yeni dille kurduğu ilişkiyi açıklaması açısından anlamlıdır.

Ama şunu söylemekten geri kalmamak gerek:

Demokratik ülkelerde Genelkurmay Başkanları bu tarz törensel, canlı yayınlanan konuşmalar yapmazlar. Genelkurmay Başkanları'nın konuşmaları tüm ülkeyi alarma geçirmez, kamuoyu bu konuşmalara dikkat kesilmez. Ve bu konuşmalar, içeriği, vurguları, hatta her hangi bir sözcüğüyle siyasi dengeler üzerinde etkili olmazlar.

Durum, Türkiye'nin hala askeri rengi koyu bir cumhuriyet olduğunu gösteriyor.

Umarız hızla değişiriz…" diyor.

Fehmi Koru ise, "Doğru bir başlangıç" başlıklı yazısında, "İki saat süren bir konuşmada neler söylendiğini akılda tutmak zordur; Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un dün Harp Akademileri'nde yaptığı uzun konuşmanın ayrıntıları da özeti de herhalde akıllarda kalacak. 'Yeni bir dönem'in başladığı, o konuşmayla, asker ağzından da teyit edildiği için...

(..)

Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ, konuşmasıyla, farklı bir dönemin kapılarının aralandığını ve bunun için köklü bir 'değişime' ihtiyaç duyulduğunu fark etmiş göründü. Asker-sivil ilişkileri demokrasi temelinde yeni bir zemine oturacak bu dönemde; herkes, her kurum, anayasanın çizdiği çerçeve içerisinde yetkilerini kullanacak... Eşitlik temelinde vatandaşlık bağı, kimlikler inkâr edilmeksizin kurulacak; 'asimilasyon' derdine düşülmeyeceği için herkes kültürel kimliğine rahatlıkla sahip çıkabilecek...

“Bunlar zaten oluyordu” diyenleri bu iddiaları üzerinde bir daha düşünmeye davet ederim.

Yeni dönemdeki rahatlık terörle mücadelede kaydedilen başarılardan kaynaklanıyor. Gerekirse yasalarda değişiklik yapmayı da içeren bir tedbirler paketiyle PKK terör örgütünün işini bitirmeyi öngörüyor Org. Başbuğ... Teröristle masum vatandaşı birbirinden ayıracak, hâlâ teröre sapma yanlışlığını sürdürenleri cezalandırırken, masum vatandaşın taleplerine kulakların sonuna kadar açıldığı yeni bir demokratik hava ülkeye egemen olacak..."

Yeni Şafak gazetesinin ve diğer gazetelerin de yazarları arasında Başbuğ'un konuşmasına en net eşleştiriyi getiren isim Hakan Albayrak oldu.

Albayrak, "Başbuğ'un konuşması" başlıklı yazısında, "Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Harp Akademisi'nde, biraz cumhurbaşkanı, biraz anayasa mahkemesi başkanı, biraz diyanet işleri başkanı edasıyla yaptığı konuşmada, üst kimlik / alt kimlik meselesinden demokratik laik hukuk devleti prensibine, dinin sınırlarından cemaatlerin modern dünyadaki konumlarına kadar her konuda bol bol hüküm cümlesi kurdu. Tek soru: Bunlar Genelkurmay Başkanı'nın üstüne vazife mi yahu? Demek hâlâ buralardayız!

'Türk Silahlı Kuvvetleri demokrasiye bağlıdır' ve 'ne yapacaksak hukuk devleti sınırları içinde yapacağız' mealindeki cümleler, tamam. Gerisini unutabiliriz."

(Gazeteport)

 

Necip Fazıl isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Konuyu Beğendin mi ? O Zaman Arkadaşınla Paylaş
Sayfayı E-Mail olarak gönder
Cevapla


Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı





2007-2023 © Akparti Forum lisanslı bir markadır tüm içerik hakları saklıdır ve izinsiz kopyalanamaz, dağıtılamaz.

Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.



Bulut Sunucu Hosting ve Alan adı
webmaster blog çarşamba pasta çarşamba bilgisayar tamircisi