04-17-2009, 17:46 | #1 |
ÖZAL NE ZAMAN ÖLMÜŞTÜ?
Bugün Turgut Özal’ın kaçıncı ölüm yıldönümü? Hemen söyleyeyim: 16.
Peki, on yıl önceye, 1999 yılına geri dönsek. Özal’ın o zamanki 6. ölüm yıldönümü, aynı zamanda genel seçim arifesine denk gelmişti... On yıllık bir zaman yolculuğuna ne dersiniz? O halde buyurun, işte on yıl önceki Türkiye, bakın bakalım değişen ne, değişmeyen ne? ‘Turgut Özal’ın 6’ncı ölüm yıldönümü, bu kez toplumsal çalkantıların daha da büyüdüğü bir sırada, erken genel seçim arifesine rastladı. Süleyman Demirel’in payeleri büyüdükçe artan ‘iktidar boşluğunu’, Turgut Özal döneminde hiç yaşamamıştık. Özal’ın ölüm yıldönümü ile yarınki erken genel seçimi vesile ederek, geçmiş yirmi yıla daha soğukkanlı bakınca, Türkiye’de ‘yerel’ ile ‘evrenselin’ sürekli bir bilek güreşi içinde olduğunu görüyorsunuz. Politikada Turgut Özal ‘evrenseli’ temsil etti. Süleyman Demirel ise hep ‘yerel’ kaldı. Demirel ‘yerel’ kaldığı için, biriken hiçbir toplumsal sorunu çözemedi, çözülmeyen sorunlar yığıldıkça ‘iktidar boşluğu’ yarattı, iktidar boşluğu artınca da o boşluğu ‘askeriye’ doldurdu. 1971 ve 1980 darbelerinde Demirel’in başbakan, 28 Şubat’ta da cumhurbaşkanı olması pek de tesadüf değil. Abdullah Öcalan’ı yakalayıp, Türkiye’ye verdikten sonra, ülke üzerindeki ağırlığı daha da artan Amerika ve çağdaş dünya ise, Türkiye’den çok daha farklı bir yaklaşım bekliyor. Daha ziyade Turgut Özal portresini anımsatan bu beklentinin tanımını, Amerikalılar epey önce şöyle yapmıştı: ‘Siyasette sivil, ekonomide liberal, dış politikada atak.’’ * * * ‘Hálbuki yeryüzüne kulak veren bir Türkiye’nin nasıl şahlanabileceğini, bu yapının iskeletini hiçbir zaman kurumsallaştırmamasına rağmen Turgut Özal hepimize göstermişti. Amerika’nın ‘siyasette sivil, ekonomide liberal, dış politikada atak’ beklentisinin kaidesini de ‘demokrasi ve insan hakları’ oluşturuyor. Bu kaide açısından, Amerika ile Avrupa arasında pek bir fark yok. Fark olmadığı için de hem Avrupa’da hem Amerika’da Ankara’ya yönelik eleştiriler dinmek bilmiyor. Anglo-Sakson dünyanın etkili haftalık dergisi The Economist’in son iki sayısında Türkiye’deki seçimlere yönelik yazılanlar, Amerika ve Avrupa’da söylenenlerin bileşkesini yansıtıyor. Derginin geçen haftaki sayısında haber ‘Susturulmuş Türkiye Kürtleri’ başlığını taşıyor ve Kürt siyasetçilere özellikle de Güneydoğu’ya yapılan baskıları konu ediniyordu. Halbuki dünya her türlü toplumsal talebin, tabii Kürt sorununun da kendini siyaseten rahatlıkla ifade etmesini arzuluyor. Eğer toplumda bir sorun varsa, bunu çözmenin en huzurlu ve akıllı yolu, siyaseten ifade edilebilmesini olanaklı kılmak. Ankara ise bunun tam tersini yapıyor. Öyle ki, PKK’ya açıkça tavır almış Şerafettin Elçi’nin partisi bile kapatılıyor. İngiliz dergisi haberi bitirirken şunları da söylemeden edemiyordu: ‘Her zamanki gibi birçok şey, politikacıları parmağında oynatan popüler ve güçlü orduya bağlı.’’ * * * ‘Amerika’da yürütmenin başı olan Başkan çoğunlukla Cumhuriyetçi Parti’den olmuş. Cumhuriyetçi Parti ise kendine muhatap olarak Türkiye’de sürekli ‘askeriye’yi almış. Cumhuriyetçi Bush ve Turgut Özal’ın istisnai ilişkisi dışında, Amerikan yönetimi ile ‘sivil politikacı’ ilişkisi hiç bir zaman kurumsallaşmamış. Tabii sorunun bir de Türkiye cephesi var. Türkiye’deki siyasetçi, çağdaş demokrasi kriterleri ile bakıldığında ne kadar ‘sivil’ sayılır? Türkiye’nin bugün bunaldıkça bunalıp, kendine çözüm üretememesinin en temel nedeni, devletin hukuksal çatısının ve mevzuatının darbesi 12 Eylül zihniyeti tarafından oluşturulmasında saklı. Refah Partisi’nden Cumhuriyet Halk Partisi’ne tüm siyasi kurumlar 19 yıldır ‘darbeci zihniyet’ ile sarmaş dolaşlar. Rahatsızlık duymadan ve bu garip yapılanmayı değiştirmeden ‘paşa paşa’ geçinip gidiyorlar. ‘Sivil siyaseti’ öncelikle Türkiye siyasetçisi istemiyor. İstese 19 yılda ‘12 Eylül Hukuku’nu kaldırır atardı. Bir de buna, ülkenin ağırlıklı dış paratöneri Amerika’nın sivilleri kaale almayan yanlış tutumu eklenince işler iyice çatallaşıyor. Bill Clinton yönetimi de bu geleneği değiştirmek konusunda, Türkiye’nin ‘yerel’ siyasetçi kadroları nedeniyle zorlanmakta...’ * * * ‘Türkiye’nin siyasal sistemi, Türkiye’yi yeryüzünün gidişatı doğrultusunda ne sivilleştiriyor, ne liberalleştiriyor, ne de piyasa ekonomisinin gereklerini yerine getiriyor. Sorun ‘iktidar’ değişikliğinde değil... Aranan ‘rejimin normalleştirilmesi.’ Ülkenin evrensel düzeydeki ölçülere sahip olması. Onun da talibi yok. Aslında Türkiye ile dünyayı yan yana getirecek formül açık. ‘Siyasette sivil, ekonomide liberal, dış politikada atak.’’ * * * Turgut Özal’ın 6’ncı ölüm yıldönümünde özetle bunları yazmışız... Bugün 16’ncı ölüm yıldönümü... Kendisini hasret ve rahmetle anıyorum... Mehmet ALTAN / Star [email protected]
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|