04-17-2009, 17:54 | #1 |
Darbe heveslilerinin yeni taktiği
Alper Görmüş,darbe amaçlı sivil toplum hareketlerini yazdı.
“Modern” darbeler döneminin sonu: 28 Şubat 12 Eylül darbesi, darbecilerin halkın hiç değilse bir bölümünün onayına ve fiili desteğine ihtiyaç duymadıkları; her şeyin ordu ve kısmen de devlet içinde kotarılıp pişirildiği son darbeydi. Bundan yaklaşık 20 yıl sonra (28 Şubat 1997) askerler siyasete müdahaleye karar verdiklerinde can sıkıcı bir sosyal gerçekle yüzyüze olduklarını idrak ettiler: Dünya ve toplum değişmişti, askerlerin sivil siyasete müdahaleleri artık eskisi gibi hoş karşılanmıyordu. Toplumda, darbeyi meşru kılacak bir gerilim de yoktu. 28 Şubat’ın ön hazırlıkları, işte bu “gerilim”i kotarma çerçevesinde gelişti. Büyük bir başarıyla sonuçlanan bu hazırlıktan sonra “sivil toplum”un bir kesimi müdahaleye ikna edildi ve hatta onun bir parçası oldu. Türkiye’deki darbe endüstrisinin “sivilleştirilmesi” sürecinin birinci temel belgesi, o günlerde çok revaçta olan “sıra artık silahsız kuvvetlerde” külliyatıdır. Bu külliyat, Deniz Baykal’ın, ordunun 28 Şubat’ta “adeta bir sivil toplum örgütü gibi çalıştığı”na dair beyanatıyla taçlandırılmıştı. Darbe Günlükleri, “darbenin sivilleştirilmesi”ne ilişkin konsept değişikliğinin ikinci temel belgesi sayılmak gerekir. Hatırlayın, burada da artık klasik (modern) tipte darbelerin mümkün olmadığı bir kez daha teyit ediliyor, Silahlı Kuvvetler’in salt kendi gövdesiyle yaptığı müdahalelerin yarattığı itibarsızlaşmaya dikkat çekiliyor, bu nedenle “Sarıkız”dan vazgeçiliyor ve artık üniversiteler, yargı, sendikalar, medya ve öbür sivil toplum örgütlerinin ellerini taşın altına koymaları gereğinden bahsediliyordu. Sürecin üçüncü ve en “hard” belgesi, Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nca hazırlanan, Nokta’nın yayımladığı 2004 tarihli “Sivil Toplumla İlişkiler” raporuydu. Ben, Günlükler’i okuyup bu belgeyi de gördükten sonra, Nokta’da (5 Nisan 2007) şöyle yazmıştım: “Benim analizim şu: Doğrudan bir darbe tehlikesi içinde değiliz bugün, fakat 14-15 Nisan’daki Anıtkabir’e yürüyüş dahil (sonradan Cumhuriyet Mitingleri olarak anılacak toplantılar –A.G.), örgütlenen kitlesel sivil hareketlerin tümüyle ‘sivil’ olduğunu düşünmek de saflık olacaktır. Şöyle diyebiliriz: Siyasete müdahale ‘sivil’ güçler kullanılarak ve böylece görünürde meşruiyet alanı içinde kalınarak gerçekleştirilecektir önümüzdeki dönemde.” Sürecin son belgesi ise Mustafa Balbay Günlükleri’dir. Orada da gördüğümüz, en veciz ifadesini “sen söyle, bu medyayla darbe olur mu Mustafa Balbay” da bulan “Sivil toplum yoksa darbe de yok” yaklaşımıdır. Ayrıntılara girmiyorum. Demek ki “sivil toplumu müdahaleye dahil etme” çabalarının 10 yılı aşan bir tarihi var. Daha önce, “Bir başarı öyküsü: Ruhu, ‘sivil’de yeniden bedenlenen 28 Şubat...” başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu amaç doğrultusunda çok önemli mesafeler alındı. Diyeceğim şu: Ortada şaşıracak bir şey yok. Asıl, “sivil” kanadı bulunmayan bir darbe girişimi çıksaydı karşımıza şaşırmamız gerekirdi. TARAF
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
04-17-2009, 18:26 | #2 |
2003- 04 darbe girişimlerini ortaya çıkaran ilk gazeteci olan Alper Görmüş herşeyi bir güzel özetlemiş. En son askeri darbe 12 Eylül 1980 darbesidir diyor, ondan sonra artık darbe yapmak için sadece asker yeterli değil, geniş bir kamuoyu gerek, çünkü zamanın şartları böyle emrediyor. 28 Şubat'ta bunun için müthiş biçimde bir irtica propagandası yapıldı ve merkez medya da çok iyi kullanılarak son darbe yapıldı... Bundan sonra artık darbe yapabilmek için medya, üniversiteler, yargı, sivil toplum kuruluşları vb organizayonların faaliyetli çok önemliydi, bu omazsa olmazdı. Bunu yapmaya çalıştılar ama bu sefer karşılarına çok güçlü bir Milli İrade dikildi.
|
|
04-17-2009, 18:39 | #3 |
"İktidar sizsiniz ama Devlet biziz" diyenlerden kurtulmamız yakındır.
|
|
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|