![]() |
#1 |
![]() Bugün İslâm dünyası Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e gereği gibi uymakta mıdır? Bu soruya “evet” cevabını vermek mümkün değildir. Çünkü Müslümanlar O’na gereği gibi uymuş, dinini ve sünnetini hakkıyla anlamış ve hayata tatbik etmiş olsalardı şu perişan, zelil ve feci durumda bulunmazlardı.
Kur’an-ı Kerim’de Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in yüksek bir ahlâka sahip bulunduğu ve O’nun insanlar için güzel bir örnek ve model olduğu beyan ediliyor. ALLAH Teâlâ şöyle buyuruyor: “Şüphesiz sen, yüce bir ahlak üzeresin.”1 “Ândolsun ki ALLAH Teâlâ’nın Resûlünde, sizin için, ALLAH’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve ALLAH’ı çokca zikredenler için güzel bir numûne vardır.”2 Âyet-i kerimede Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in, ALLAH Teâlâ’nın rızasını kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örnek, en büyük fazilet numûnesi olduğu anlatılmaktadır. Bugün İslâm dünyası başta olmak üzere insanlık âlemi dehşetli krizler içindedir. Bundan kurtulmanın tek çaresi ALLAH Teâlâ’ya itaat etmek, O’nun emir ve yasaklarını hayata uygulamaktır. ALLAH Teâlâ’ya itaat etmek de Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e itaatle olur. Said b. Hişam, Hz. Aişe (Radıyallâhü Anhâ)ya diyor ki: - Ey Mü’minlerin annesi! Bana, Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in ahlâkını anlat! dedim. Hz. Aişe (Radıyallâhü Anha): - Sen, Kur’an-ı Kerim okuyorsun değil mi? dedi. - Evet okuyorum! dedim. - İşte Peygamber Efendimiz’in ahlâkı, Kur’an-ı Kerim idi, dedi. Sevgili Peygamberimiz yaşayan bir Kur’an-ı Kerîm idi. İslâm’ın nasıl yaşanacağını gösteren canlı bir örnekti. Kur’an-ı Kerim’de anlatılan bütün ahlâkî değerlerin hepsi O’nda vardı. Bugünkü İslâm dünyası Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e gereği gibi uymakta mıdır? Bu soruya evet cevabını vermek mümkün değildir. Çünkü Müslümanlar O’na gereği gibi uymuş, dinini ve Sünnetini hakkıyla anlamış ve hayata tatbik etmiş olsalardı şu perişan, zelil, feci durumda bulunmazlardı. İslâm Dini; ahlâka pek büyük bir kıymet ve ehemmiyet vermiştir. Zaten İslâm Dini; bir ahlâk, bir fazilet, bir hikmet dinidir. Ebû Hureyre (Radıyallâhü Anh)dan rivâyete göre Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “Ben ancak güzel ahlâkı, ahlâkî faziletleri tamamlamak için gönderildim”3 buyurmuştur. İslam dininde insanların manevî kıymetleri, sahip oldukları ahlâk ile ölçülüdür. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)dan rivâyete göre Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “Mü’minlerin imanca en mükemmel olanı, ahlâkça en güzel olanıdır.”4 buyurmuştur. İnsan, kendisini batıl inançlardan temizlemeye çalışmalı, ahlâkını da düzeltmeye gayret göstermelidir. Kimi insanlar: “Ahlâk denilen rûhi melekeler yaratılıştan gelmektedir; bunları değiştirmek mümkün değildir.” derler, fakat bu fikir doğru değildir. Ahlâk; ister yaratılıştan gelsin ve ister kimilerin dediği gibi insandaki gelişimin neticesi veya kabiliyetinin bir eseri olsun, herhalde düzeltilmesi mümkündür. Bilindiği üzere bir meyve çekirdeğinin büyük bir kabiliyeti vardır. Bu çekirdek, nice ağaç ve meyve verme gücüne sahiptir. Bu çekirdek yetiştirildiği takdirde nice ağaçlar elde edilir, o ağaçlar yeşil yapraklar, rengârenk çiçeklerle bezenir ve çeşit çeşit meyveler verir. İşte insanda da tohum halinde ahlâk kabiliyeti vardır. İnsan çalışır, nefisle mücadelede bulunursa kendisindeki bu kabiliyet açığa çıkar, güzel ahlaklar meydana gelir ve kötü ahlaklar yok olup gider veya pasif halde kalıp aktif hale geçmez. Düşünmelidir ki, bir takım vahşi hayvanlar bile terbiyenin tesiriyle adeta tabiatlarını değiştiriyorlar ve evcil hayvanlar arasına giriyorlar. Bir takım yabani bitkiler dahi terbiye sayesinde başka bir renk ve canlılık ile bahçelerimizi süslüyorlar. Yine bazı adi taş parçaları da kapkara bir halde iken, yapılan işlemler sayesinde parlıyor. Birer pırlanta ve elmas olarak gözlerimizi kamaştırıyor. Öyleyse en seçkin varlık olan insanın ahlakı, niçin düzelmeye müsait olmasın? İnsanların ahlâkı değişebilir. Çirkin huyları güzel huylara değiştirmeye “tehzibi ahlâk” denir. Bu değiştirme mümkündür. Mümkün olmasaydı Nebiyyi Zişan Efendimiz: “Ahlâkınızı güzelleştiriniz.” diye emretmezdi. Nefisleriyle mücadele eden bir nice zatların ne güzel huylar kazandıkları daima görülmektedir. Riyâzet, terbiye; hayvanlara, otlara, çiçeklere, hatta taşlara tesir edip dururken insanlara tesir etmez mi?. “Huy canın altındadır, can çıkmadıkça huy çıkmaz” sözü her yönüyle doğru değildir. Gerçi bazı huyları değiştirmek güçtür, fakat imkansız değildir. Tedavi sayesinde bazı hastalıklar tesirsiz bir hale geldiği gibi, terbiye ve mücadele sayesinde de bazı huylar, hiç olmazsa tesirini gösteremez bir hale gelir, güzel huyların karşısında siner kalır. Ebu Zer (Radıyallâhü Anh) der ki: Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) bana şöyle buyurdu: “Nerede ve nasıl olursan ol, ALLAH Teâlâ’dan kork, takva sahibi ol! İşlediğin kötülüğün, haramın hemen arkasından iyilik yap, tevbe-istiğfar et ki, o kötülüğü yok etsin, silip süpürsün! İnsanlarla da güzel geçin, insanlara iyi ahlakla muamele et.”5 Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in özlü sözlerinden biri olan bu hadis-i şerifte üç önemli hususa tenbih ve ikaz buyrulmaktadır. 1- Her yerde ve her halde takva üzere olmak: ALLAH Teâlâ’nın azabından korkup, bütün emirlerini yapıp yasaklarından kaçınmak suretiyle kişi, ancak muttaki olabilir. 2- İşlenen haramların ardından hemen tevbe-istiğfar etmek, iyilik yapmak: Takva, günah işlemeye, günah işlemek takva sahibi olmaya engel olmadığı için, insanlık gereği işlenecek günahların peşinden iyilik yapmak, o hata ve günahın sonuçlarını ve hatta bizzat günahın kendisini ortadan kaldırmak gerekmektedir. 3- İnsanlarla güzel geçinmek: İnsanlara güzel ahlâkla muamele çok farklı şekillerde olabilir, yerine göre tatlı dil, güler yüz, müsamaha, bağışlama, kusurlarını görmeme, hatasını yüzüne vurmama, ayıbını teşhir etmeme, eza ve cefasına katlanma, iltifat, hediye vs. Bunu yapabilen, hem dünyada hem ahirette mükafaatını görecektir. Dünyada felah, başarı, sıhhat, takdir ve sevgi, ahirette Cenâb-ı Hakk’ın mağfiretine mazhariyetle necat ve kurtuluş. Güzel inanç ve güzel ahlâktan mahrum olmak ne büyük bir felakettir! Beşeriyetin saadeti, güzel inanç ve güzel ahlâkla ayakta durur. Beşeriyetin felaketi de güzel inanç ve güzel ahlaktan mahrum olmanın kaçınılmaz bir neticesidir. Evet olgun bir Müslüman başkalarının mallarına, canlarına ve namuslarına tecavüz edemez. Herkesin emniyet ve huzur içerisinde yaşamasını ister. Halbuki ALLAH Teâlâ’yı inkâr eden birisi, kendi nefsinin isteklerine uyar, bu sebeple de her türlü kötülüğü mübah görür; insanların malına, canına ve mukaddesatına el uzatmaktan geri kalmaz, kendi alçak duygularını tatmin etmek için her türlü ahlaksızlığı meşrulaştırır. Çevrenin saadet ve selametini düşünmez. Onun yegane gayesi kendisinin hayvanca yaşamıdır. Böyle bir kimse, dinden ve ahlaktan mahrum olduğu için bütün insanları da kendisi gibi bu mukaddesattan mahrum görmek ister. Bu alçak, hedefi uğrunda insanlık aleminde bir arsızlık devri başlayana, namus ve fazilet kalkıp mukaddesattan eser kalmayana dek didinip durur. Dünya tarihi gösteriyor ki, hangi millette böyle sapıklar, ahlakî değerlerden mahrum olanlar türediyse o milletin ahlakı ve birliği bozulmuş, kuvveti ve direnci kırılmış ve sonunda da yok olup gitmiştir. Sonuç olarak, dinsizlik ve ahlaksızlık akımı, bütün beşeriyet için bir felâket ve en büyük beladır. Bu zararlı akımın önü alınmadıkça, insanlık âlemi için kurtuluş ümidi yoktur. İnsan güzel inanca ve güzel ahlaka sahip olmalıdır ki, hem dünyada hem de ahirette felaha ve kurtuluşa erişebilsin. Bu da kuru laf ile değil, dinin talimatı gereğince ciddi bir şekilde çalışmakla elde edilir. Gerekeni yapmak ve doğru yolu takip etmek lazımdır. Dolayısıyla selamet ve saadet sahiline kavuşmak isteyenler, hak dine, üstün ahlaka sarılmalı ve bunların gösterdiği yoldan ayrılmamalıdır. İslâm esaslarını ve insanî olgunlukları ihtiva eden âyet-i kerimelerden birinde ALLAH Teâlâ şöyle buyurdu: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki; ALLAH Teâlâ’ya, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. ALLAH Teâlâ’nın rızasını gözeterek yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır.”6 Bu âyet-i kerime, İslâm’ın en mühim hakikatlerini öğretmektedir. Âyet-i kerimeden anlaşılıyor ki; bir insan yalnız abdest almak, yalnız şöyle-böyle bir namazı kılmak ve oruç tutmakla imânını kemâle erdirmiş, tam Müslüman olmuş sayılmaz. Tam ve hakikî bir Müslüman olmak, imânın ve insanlığın kemâline ermek için her şeyden önce sahih ve sağlam bir imâna, mükemmel ve sarsılmaz bir i’tikada sahip olacak, bütün itikad esaslarına imân edip inanacak. ALLAH Teâlâ nasıl emretmiş, Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) ne suretle kılmış ise namazını öylece kılacak, orucunu tutacak, varsa malının zekâtını verecek, daha sonra ahlâkî vazifelerini de tamâmıyla yapacak. İşte bu suretledir ki, bir insan tam Müslüman sayılır. En büyük İslâm düşmanlarının da itirâf ettikleri gibi bu âyet-i kerime beşeri ve insanî bütün olgunlukları toplayıcıdır. Çünkü insanlığın kemâli, özetle üç şey ile kaimdir: Sahih ve sağlam bir i’tikad, nefsini güzel ahlâk ile güzelleştirmek, insanlarla güzel geçinmek. İşte bu âyet-i kerime sarahatiyle, delâletiyle, işaretiyle bunları ihtiva etmekledir. Bunun içindir ki Ebu Meysere (Radıyallâhü Anh)dan rivâyete göre Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem): “Her kim bu âyet-i kerime ile amel eder, bunun gösterdiği gibi olursa imânını kemâle erdirmiş olur”7 buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim ahlâkı ile tam ahlâklanmış bir Müslümanın başlıca vasıfları şunlardır: 1- ALLAH Teâlâ’nın birliğine ve O’ndan başka ilah olmadığına, ALLAH Teâlâ’nın Meleklerine, Peygamberlerine, Hz. Muhammed Mustafa (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in ALLAH Teâlâ’nın kulu ve Peygamberi olduğuna, peygamberlere kitap gönderildiğine, âhiret gününe, öldükten sonra tekrar dirilmeye, hayır ve şerrin ALLAH Teâlâ’nın yaratması ile olduğuna şüphesiz surette inanır, kalbi ile tasdik ve dili ile de bunları ikrar eder. 2- ALLAH Teâlâ’nın emrettiği ve Resûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in gösterdiği şekilde namazını kılar, orucunu tutar, malının zekâtını verir, bundan başka olarak yetimlere, yoksullara, muhtaçlara, hısım ve akrabalarına, yolda kalmışlara mal ile seve seve yardımda bulunur. 3- Mühim ve tehlikeli vaziyetlerde asla sarsılmaz, gevşeklik göstermez. ALLAH Teâlâ’ya tevekkül eder. 4- Felâketleri metanetle karşılar, bunları muvaffakiyetle atlatabilmek için bütün kudretini sarf eder ve nihayet çaresizliğe karşı sabır ve tahammül gösterir. ALLAH Teâlâ’dan ümidini kesmez. 5- Ana ve babaya itaat eder, onların kalplerini kıracak en ufak sözlerde ve işlerde bulunmaz. 6- Sözünde durur, ahdinde sadık kalır. 7- Her ne suretle olursa olsun emanete hıyanet etmez, 8- Üzerine aldığı her türlü vazifelerini en iyi bir surette yapmaya çalışır. 9- Üstünü, başını, oturup yattığı yeri, kabını-kacağını kirden-pastan, kafasını kötü fikirlerden, kalbini fena huylardan, dilini çirkin ve kaba sözlerden temizler. Cismen ve rûhen temizliğiyle herkese örnek olmaya çalışır. 10- ALLAH Teâlâ’nın ve Resûlullah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in emirlerine itaat eder ve ahlâkî vazifelerini eksiksiz olarak yapar. 11- İnsanlar arasında fitne-fesat çıkarmaz, insanları birbirine düşürecek sözlerden ve işlerden sakınır. 12- Kimsenin ayıplarını, gizli hallerini araştırmaz ve ortaya dökmez. 13- Kumarcı, içkici, düzenci, oyuncu, atlatıcı, dalkavuk ve hilekâr değildir. 14- Bilmediği bir şey hakkında hüküm vermez. 15- Başkalarına karşı kibirlenmez, büyüklük satmaz. 16- Kötülüğün, hayâsızlığın her türlüsünden, gizlisinden ve açığından, büyüğünden, küçüğünden sakınır. Halkın iyiliğine çalışır. 17- Özü sözüne, içi dışına uygun ve dosdoğru olur. 18- Her nerede olursa olsun, hatta kendi aleyhinde bile olsa, hak ve adaletten ayrılmaz. 19- Düşmanlarına karşı da adaleti, insafı bırakmaz, onların düşmanlıkları dolayısıyla adaleti çiğnemez. 20- Yalan söylemez, yalan yere yemin etmez, yalan şahitliği yapmaz. Haksızlığa karşı nefret duyar. 21- Alçak ve süfli arzulara uyarak doğru yoldan sapmaz, kötülerle düşüp kalkmaz. 22- İsraftan ve cimrilikten sakınır. 23- Ne eliyle, ne diliyle hiçbir kimseyi incitmez. 24- Komşularını çok sayar ve onları hiçbir suretle gücendirmez. 25- Varlık zamanında da, darlık zamanında da başkalarına elinden geldiği kadar yardımda bulunur. 26- Öfkelerini yenerek kusur ve kabahatleri affeder, intikam sevdasına düşmez. 27- Bir kötülük işlemek ister veya bir haksızlık yapacak olursa, hemen ALLAH Teâlâ’yı hatırlayarak O’ndan af ve mağfiret diler, yaptığına pişman olur. 28- Her iyi işe arka çıkar, maddî ve manevî yardımda bulunur, insanlara iyiliği tavsiye eder, fenalığa ve zulme asla yardımcı olmaz, kötüleri korumaz ve herkesi kötülükten çevirmeğe çalışır. 29- Dargınları barıştırmak için çalışmayı vazife bilir, kin gütmez, kimseye haset etmez, umuma faydalı bir insan olmağa özenir. 30- Kim söylerse söylesin, hakkı kabul eder, ilim ve hüneri, hikmet ve hakikati nerede bulursa alır ve bunda taassup göstermez. 31- Müslümanların derdini kendisine dert edinir ve onların iyiliğine çalışır. Hastalarını arayıp sorar, sıkıntılarını gidermeye özenir, cenazelerine gider, kendisinden büyük olanları, hele ihtiyarları sayar, küçüklere acır ve her canlıya karşı şefkatli olur, azamet ve kibir göstermez. 32- Müminleri ve bütün insanları kardeş bilir ve başkalarının hayatlarını, haklarını kendisininki gibi muhterem tutar. 33- Kimse ile alay etmez. Başkalarına kötü bir lâkab takmaz. Dilini gıybetten, iftira etmekten, yalan söylemekten ve her türlü kaba ve çirkin sözlerden muhafaza eder. 34- Herkesle hoş geçinir, dargınları barıştırmaya çalışır; üç günden fazla dargın durmaz. 35- Sevdiğini ALLAH Teâlâ için yâni bir karşılık beklemeyerek sever, sevmediğini de ALLAH Teâlâ için sevmez. 36- İşlerinde tereddütlü ve evhamlı olmaz, bir işin meydana gelmesi için zaruri olan her türlü sebeplerine yapıştıktan sonra ALLAH Teâlâ’ya tevekkül eder. 37- ALLAH Teâlâ ve Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in sevgisini her şeyden üstün tutar. Tevfîk ALLAH Teâlâ’dandır. ALLAH Teâlâ’nın tevfikini kazanmak için de Kur’an-ı Kerim ahlâkına, Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)in Sünnetine, İslâm ilkelerine, neyin iyi neyin kötü olduğunu bildiren şer’i ahkâma tâbi olmak gerekir. Ya Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e uyarak ahlâklı ve faziletli olacağız yahut zillet ve rezalet içinde sürünmeye devam edeceğiz. Seçim bize aittir. -------------------------------------------------------------------------------- DİPNOTLAR 1 - Kalem sûresi:4 2 - Ahzab sûresi:21 3 - Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 15/252 No:21379; Malik, Muvatta, Husnul-Huluk:8, No:1723, 2/404; 4 - Tirmizî, Radâ:11, No:1162, 3/457; Ebu Dâvud, Sünnet:16, No:4682 5 - Tirmizi, Birr: 55, No: 1987 6 - Bakara Suresi:177 7 - Suyutî, Ed-Dürrül-Mensûr, 1/342 Mehmet TALU hocaefendi.
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|