05-25-2009, 20:32 | #1 |
Yavuz Bahadıroğlu "Yürek Mektuplar "
Burak Türkan; “Yazılarınızı takip ediyorum. Sizin gerçekleri yazdığınızı ve konuştuğunuzu biliyorum. Kitaplarınızla büyüdüm diyebilirim. Sizi lise üçten bu yana okuyorum. Radyodaki günlük yorumlarınızı hiç kaçırmadan dinlemeye çalışıyorum. “Sizi bir öğretmen gibi gördüm ve sizden çok şey öğrendim. Öğrendiklerimi yazdım. Sizi gerçekten takdir ediyorum. Siz bu milletin imanına ve irfanına hizmet ediyorsunuz. Ben de bir kitap yazdım. Gerçi deneme gibi bir şey oldu, ama olsun. Bu kitapta siyaseti analiz ettim. Siyasi sorunlara çözüm yolları önerdim. “Sanırım ilginç oldu. Biraz siyasi oldu, biraz da eleştiri var. Şimdi bunu basmak istiyorum, fakat nasıl yapılacağını bilmiyorum. Şuna inanıyorum ki, kitabımın reklamı iyi yapılırsa en azından maliyetini çıkarır. Acaba bu işe ne kadar yatırmak gerekiyor? Eğer çok pahalı ise, ileriki yılları beklemek zorunda kalacağım. Çünkü ben öğrenciyim. Benim için para büyük sorun. “Kitabı hizmet amaçlı yazdım. Milletime faydalı olmak istiyorum. Umarım cevabınız olumlu olur. Pişman olmayacaksınız emin olun. Bana bir şans verin. Kitabım sadece 50-60 sayfa kadar, ama zaten okumayan bir milletiz. Az sayfa olunca belki okuyanlar artar.” * Sevgili Burak; sitayişkâr ifadelerin için yürekten teşekkür, ne var ki bugünlerde usta yazarların kitapları bile basım sırası bekliyor. Sanırım bu durumda senin kitabını yayınevleri basmak istemeyecekler. Hem elli sayfa çok az, kalın kitapların arasında kaybolur gider. Üstelik bir sürü siyaset kompedanı tanınmış imza var. Onlarla nasıl rekabet edeceksin? Mademki milletine hizmet etmek istiyorsun sevgili Burak, önce en iyi şekilde bitir okulunu, yüksek lisansını yap, unvan al, ondan sonra hâlâ yazmak istiyorsan yazarsın. Zaten uzman olduğun konuda yazacağın her kitabı yayınevleri kapışır. Basılması için kafa patlatma gereği de kalmaz. Şimdilik yazdıklarını “alıştırma çalışması” olarak düşün. Yine de hevesin kırılmasın. Okuma fırsatın oldu mu bilmiyorum, ama “Yazmak üzerine” birkaç yazı yayınlamıştım. Önümüzdeki günlerde aynı yazıları tekrar yayınlamayı düşünüyorum. Zira bu kabil mektuplar çok arttı. Herkes yazmak istiyor, ama kafayı çatlatırcasına düşünmeye talip olan yok. Anlayacağın herkes ölmeden cennete gitmek istiyor! ¥ Emine Demir/ Zonguldak; “15 yaşındayım. Yaklaşık bir senedir kitaplarınızı okuyorum. Kitaplarınızla tanışmam "Biz Osmanlıyız"ı okumamla başladı. Önceden ‘tarih de neymiş’ diye burun kıvıran ben, şimdi insanların bu konudaki önyargılarını kırmakla uğraşıyorum. “Benim de hayalim ileride sizin gibi bir yazar olabilmek, ancak fen lisesine gideceğim için sanırım sayısal bir bölümü seçeceğim. O takdirde nasıl tarihçi olacağım bilemiyorum. “Ama bunu çok istiyorum. Sizin ne çok şey bildiğinizi görünce bunca bilgiyi nasıl edindiğinizi anlamakta zorlanıyorum. Ben de tıpkı sizin gibi tarihimizi insanlara anlatabilmek isterdim. “Kitaplar yazıp bizi bilgilendirdiğiniz için sonsuz teşekkür ederim. Sanırım gönderilen bazı e-mailleri Vakit’in sitesinden cevaplıyorsunuz. Ama ben bunun için yazmadım. Ne olur, lütfen yazımı okursanız iki satırcık bir şey gönderin. Ayrıca sizinle tanışmayı da çok istiyorum. İnşallah bir gün gerçekleşir bu isteğim. Başarılarınızın devamını dilerim.” * Ben de sana sevgilerimi gönderiyorum Emine, ne güzel yazmışsın. Tarihi sevmene bayıldım. İnşallah sen de yazar olursun. Zararı yok, fen oku; Mehmed Akif de öyle yapmıştı: Veteriner olmasına rağmen şiir yazıyordu. Bu iş ne kadar istediğinle ilgili; çok istersen bir gün ihsan edilir. ¥ Bülent Karakaş; “Bir süre önce Vakit ve kendiniz ile ilgili yazdığınız yazıyı okudum. 13 yıldır Vakit okuyorum ve sizler bu güzelliğinizi ve özelliğinizi kaybetmediğiniz sürece inşallah ömrümün sonuna kadar okuyacağım. İnanıyorum ki Vakit’te yazmak ve Vakit’i okumak ayrıcalıktır, yürek ister. Rabbim size yardım etsin ve sayılarınızı çoğaltsın.” * Amin sevgili kardeşim. Ne güzel duygular bunlar. Vakit adına ve kendi adıma teşekkürler. Allah hiçbirimizi doğrudan ayırmasın. ¥ Nuri İlkatmış; “Yazılarınızı severek okuyan bir okuyucunuzum. Size bir soru sormak istiyorum. ‘Son Osmanlı Yandım Ali’ filmini belki izlemişsinizdir. Orada delikanlı bir şahıstan bahsediliyor. Cesur yürekli bir insan... “Yalnız Osmanlı’nın son dönemi o filmde işlendiği gibi eğlenceye gark olmuş bir durumda mıydı? Filmde dikkat çeken husus boyuna rakı içiyorlar. Ecdadımızın son zamanları gerçekten bu şekilde midir?” * Canım kardeşim, adı üstünde film! Bir sinema filminden söz ediyoruz. Şimdi tutup “Tarihi gerçeklerle bağdaşmıyor” diye eleştirsek şöyle cevap verirler: “Canım o sadece bir film, biz tarih kitabı yazmıyoruz ki. Alt tarafı film çeviriyoruz.” Her çağda iyiler ve kötüler, yanlışlar ve doğrular, hatalar ve sevaplar var sevgili Nuri. Bunlar pek tabii Osmanlı’nın son döneminde de var. İnsanların kimi günahkardır, kimi sevap işlemek için çırpınmaktadır. Nereden baktığınla ilgili bir sorundur bu. vakit
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|