06-01-2009, 16:39 | #1 |
Mustafa KARAALİOĞLU "Çözümü kim istemez "
Türkiye’nin Kürt meselesi öylesine derinleşti, öylesine çetrefilleşti ve öylesine kanlandı ki bugünlerde esen muazzam iyimser rüzgarlara rağmen insanın içinden bir ‘acaba’ geçmiyor değil...
Cumhurbaşkanı iyimser, Başbakan iyimser, asker iyimser, MİT iyimserden de öte, sivil toplum zaten dünden razı; en son, yıllardır göğsünü çözüme siper eden CHP bile iyimser ve hepsi birden istekli. DTP ve PKK da bugüne kadar söylemediğini söylüyor. Uluslararası konjonktür de çözümü altın tepsi içinde sunuyor. MHP’nin bilboardlarını görüyorum. Bahçeli, ‘Bin yılda karıldı bu ülkenin harcı, ayrıştırmak kimin harcı’ diyor. Bu sözü de iyimser tarafından alıyorum. Cumhurbaşkanı Gül, bir süredir şifreli konuşmalarında hep ‘Bu fırsat kaçmamalı’ demekteydi. ‘O fırsat nedir’ diyenler de artık sormaz oldular. Belli oldu ki fırsatın içeriğinden çok çözüm arzusunun teşekkül etmesi, herkesin elini taşın altına koyması önemliymiş. Şimdi o hava oluşmuş görünüyor. Başbakan Erdoğan, ‘Çözüm sürecinde tek muhalefet terör örgütü değil. Ankara’dan da tarihi rollerini üstlenenler var. Hangi kronik soruna el atsak bazen siyaset, bazen bürokrasi bazen de Ergenekon gibi yapılar çıktı karşımıza. Ama çözüme çok yakınız. Kanı durdurmak için kararlıyız’ diyerek artık ne pahasına olursa olsun geri dönüş olmadığı anlatıyor. Böylesine kanlı, acılı ve acı hatıralarla dolu geçmişi olan bir sorunu; yıllardır konuştuğunuz dille ve yıllardır uyguladığınız hatalarda ısrarla çözemezsiniz. O dili ve hatalı politikaları terk ettiğinizde ise tereyağından kıl çeker gibi bir çırpıda çözer, halledersiniz. O kadar zor, o kadar da kolay... Kürt sorununun yakın tarihi 25 yılı, uzak tarihi ise 100 yılı aştı. Bu bitmek tükenmek bilmeyen, tükenmedikçe de derinleşen sorunun çözümün sorumluluğu gele gele bugünkü ‘yöneten elit’in omuzlarına oturmuştur. Hem sorumluluğu ve hem de elbette onuru. Sadece bugün bu toprak üzerinde yaşayanları değil, onlardan daha çok yarınki nesilleri mutlu edecek bir görevdir bu. Nesilden nesile kötü bir miras olarak aktarılan bir problemi çözmek, bir sonraki neslin kucağına bırakmamaktan daha büyük bir onur olabilir mi? İşte tam bu yüzden hamaseti, şovenizmi, ‘vuralım-kıralım’ı bir yana bırakıp aklı ve sağduyuyu çağırmak gerekiyor. Neden? Çünkü o politikaların sonucunu ezbere biliyoruz: Daha çok öldürmek ve daha çok ölmek. Ve hepsi de bu ülkenin evlatları. Artık bazı şeyleri gurur meselesi yapmanın vakti geçti. Mesela, Türk ordusunun bu savaşı sonsuza kadar kaybetmeyecek olması gerçektir ama bunun Türk milletine bir faydası yoktur. Nitekim, o ordunun eski ve yeni komutanları da şimdi bu özeleştiriyi yapıyorlar. Öte yandan, yüzü teröre dönen sorunun ülkenin başına giderek terörden daha büyük bir ayrışma ve ötekileşme ve uzaklaşma belası açmakta olduğunu görmemezlikten gelemeyiz. Kürt ile Türk arasında, terörün en azılı olduğu 80’li, 90’lı yıllarda bile yaşanmayan tatsız şeyler yaşanıyor. Varsayalım ki, Kürt sorununun hiçbir aciliyeti yok; sadece bu yüzen bile alarma geçmek gerekir. Neresinden bakılırsa bakılsın mutlaka çözülmesi gereken bir sorun... Neresinden bakılırsa bakılsın yüzleşmesi bir gün bile geciktirilmemesi gereken bir sorun... Neresinden bakılırsa bakılsın çözümü Türkiye’nin gücüne güç katacak bir sorun... Bu şartlarda çözümü kim istemez? Kim, çözümün sunduğu huzur ve büyüme tablosuna karşı daha mantıklı bir öneri getirebilir? Kim, ‘Çözmeyelim, vuralım vurulalım daha iyi olur’ diyebilir? Açık soralım: Kim hala, bu ülkenin Türk ve Kürt evlatlarının hayatı üzerinden bir çözümsüzlüğü çözüm olarak dayatma cesaretini bulabilir kendinde? Rüzgar iyi yönden esiyor. Bir ülke, bir büyük sorununu çözmek için nihayet yerinden doğruluyor. Bu ülkenin insanları ‘yeter artık’ diye isyan ediyor. Bu noktadan sonra çözümü engellemek, ‘görünür/görünmez’ provokasyonlarla yola taş koymak, akan kanın sorumluluğuna ortak olmak gibi tarihsel bir sorumluluğa bulaşmak demektir. star
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|