06-10-2009, 12:13 | #1 |
AHU GÖZLÜ CEYLAN
Köşeyi döndüğümde anlamıştım yokluğunu ama daha ne kadar olmuştu ki ne ara kopmuştu ellerimiz birbirinden, bu sondu bir tekrarı olmayacaktı insan bir kez ayrılırdı herhalde. Oysa tarif edemezdi bu sevgiyi kimse, hatta Napolyon un Josephine yazdığı mektuplar bile anlatamazdı. “Mısır ı aldım sevgilim al sana Kahire nin anahtarları ama sen yanımda olmadıktan sonra bunların bir anlamı yok” demişti Napolyon. Bende öyle hissediyorum şimdi yenik düşmüş bir Napolyon gibiyim. Oysa sen hep bir adım uzağımdaydın, çok gerçektin, rüzgarlarda hissediyordum seni, her poyraz esişinde başımı okşuyordun sanki, kırkikindi yağmurlarında göz yaşların geliyordu aklıma ve bir ceylan gördüğümde ahu gözlerin.. Efendimizin Hz Hatice ye sığındığı gibi sığınmıştım sana, ört beni demiştim. Bu kördüğüm hiç açılmasın istemiştik ikimizde. Sınırlarımızın dikenli tellerine takılan başörtün kalmıştı bana , hala kan gülleri kokan al yazman. Takvimlerden gün tutmuştum bizim için, hani beraat gecesine rast gelmişti ve tövbelerimize karışmıştı ahu vah sesleri. Tolstoy un Annası kadar uzaktın bana, Mecnun`un Leyla`sı kadar yakın. Bir hayal kadar sahte, bir serap kadar gerçektin. Aslında bizim hatamızdı her şey. Aşkla ördüğümüz sevgi duvarı şimdi ağlama duvarımızdı bizim. Şairin dediği gibi Peygamber çiçeğinin aydınlığında arıyordum bana doğru uzanan çaresiz ellerini. Ama mesafeler engeldi bize aslında, dünya ve güneş gibiydik, birbirine çok yakın ama birbirine asla değmeyen bir hassas dengede yaşıyorduk..Bir adım ötesi yanmak bir adım gerisi donmaktı aslında. Kısacası Rus ruletinin kazananı olmayanındandı bu sevda. Mona Roza nın dile gelmiş şekline benziyordu. Kaldırımlar kadar öksüz, Rüveyda kadar nahif ve Sakarya kadar hırçın yaşıyorduk hayatı. Ağlayan bir coğrafyadan insanlığa seslenen bir gür sevdaydık aslında . Hayırlısı diyordu ya herkes evet her şeyin hayırlısıydı ”Hayır”demekte de vardı bir hayır. Ayın Hilal e dönüşmüş şekli anlatıyordu bizi. Güneşin tutulmadan önceki hali gibi. Bekleyeni olmayan bir yolcuydum ben aslında ardımdan el sallayan yoktu.Hatta kıyıya yanaşınca karşılayacak biri de . Neden di bu çırpınışlar o zaman? Niye hızlı yaşıyorduk hayatı? Gideceğimiz yer belliydi neden acı çektiriyordu insanoğlu birbirine. Bir tutamlık sevda neden hançer gibi saplanıyordu ciğerimize, neden hep efsaneler kavuşamayan sevdalardan devşiriliyordu. İlla kavuşamayınca mı aşk oluyordu? Oysa efendiler efendisi kavuşmuştu sevgilisine. O da bir aşktı ve o aşkın şahidi çoktu ama tarifini yapacak kimse yoktu. Hani birkaç saatlik ömrü olan kelebekler vardır, her sene ışığa doğru uçarak ölüme giderler aşkı en güzel onlar anlatır aslında.Pervane böceğinin mum alevine sevdası gibi. Ateşler içinde kalıp da yanmamak, Hz .İbrahim gibi. Bir dilber kalesinin burcundan uçurumlara bakmak gibi ,ölüm ve yaşam arsında ki hayati çizgiye benziyorduk . Ana rahmi kadar güvenli, baba kalbi kadar kalender , kardeş gibi vefalıydı bu sevda .Bir zaman sonra sonbahar çöktü ve ayrılık vakti geldi. Ardına bakmadan gittiğin o gün ahu gözlerinde beni de götürdüğün gündü yaşanılası bir ömür kalmamıştı ardımda .O günden sonra dağlarda ahu gözlü ceylanlar arıyorum ve eğer bir gün o ceylanı bulursam ahu gözlerinde kaybolan seni ve beni bulacağımı ümit. ediyorum
Konu Al@@tt!n tarafından (06-10-2009 Saat 12:18 ) değiştirilmiştir.. |
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|