![]() |
#1 |
![]() Üniversite harçları popülist politikanın en gözde konularından biridir.
Her yıl üniversite harç miktarları açıklandığında aynı vaveyla kopar; eğitimin devletin anayasal görevi olduğu hatırlatılır; harç parasını ödeyemediği için okulu bırakacağını söyleyen gençlerden söz edilir. Gerçekte hiç kimse harç ödeyemedi diye okulu bırakmak zorunda kalmaz; çünkü ödeyemeyecek durumda olduğunu ispatlayan öğrenciye zaten Kredi ve Yurtlar Kurumu kredisi sağlanır. Ama itiraz yine bitmez; bu defa da bu kredinin geri ödemeli oluşundan yakınılır; işsizlik diz boyuyken, mezun olan genç nasıl olacak da iş bulup bu krediyi geri ödeyecek denir. Ağdalı bir yoksulluk edebiyatı sürer gider. Oysa, gerçekler hiç de öyle değildir. Parasız yükseköğretim, özellikle bizim gibi fakir ülkelerde, "mutlu azınlığa devlet sübvansiyonu" olmaktan başka bir anlam taşımaz. İstatistikler ülkemizde yükseköğrenim yaşına gelmiş 18-24 yaş grubu içinde yer alan gençlerin sadece yüzde 5 kadarının yükseköğrenim görme ayrıcalığına kavuşabildiğini gösterir. Bu şanslı yüzde 5'in hangi sosyo-kültürel gruptan, Türkiye'nin hangi bölgelerinden ve ne tip okullardan geldiği ise hepimizin malumudur. Nitekim, Dünya Bankası'nca yapılan birçok araştırma da "yükseköğretime yapılan devlet katkılarından en çok üst gelir gruplarının yararlandığını ve ülke fakirleştikçe bu faydalanma oranının daha da belirgin hale geldiğini" belirtir. Ama bu ülkede ne zaman ağzınızı açıp paralı yüksek öğretim diyecek olsanız; paralı yüksek öğretimi bırakın, zaten sembolik olan harçların biraz yükseltilmesini savunsanız hemen saldırıya uğrarsınız: "Vay, sen yoksul çocuklar okumasın mı demek istiyorsun!" Gerçekte bu tam bir demagojidir. DİE tarafından Türkiye genelinde üniversitede çocuk okutan ailelerin gelir durumlarını ölçmek için yapılan araştırmalar, bu ailelerin yaklaşık yüzde 15'inin düşük gelir grubundan, yüzde 70'inin orta gelir grubundan, geri kalan yüzde 15'inin ise yüksek gelir grubundan geldiğini ortaya koymaktadır. Bir başka deyişle, ailelerin yüzde 85'i bu harçları ödeyebilecek durumdadır. Ama büyük çoğunluğu oluşturan bu kesim, yüzde 15'lik azınlık olan yoksulların arkasına saklanarak kendi bedavacılığını sürdürmeye çalışır. O yoksul kesim avantacıların vitrinidir. Bu vitrin kullanılarak "sosyal adaletten" bahsedilir. Ve bu yolla, Türkiye'nin en büyük sosyal adaletsizliği gerçekleştirilir. Çocuğunu iyi liselerde okutabilmiş, milyarlar harcayıp üniversiteye hazırlamış olan imtiyazlı bir azınlık için parasız öğretim yapılır. 70 milyon insanın ödediği vergilerle bir avuç hali vakti yerinde, en azından orta halli ailenin çocuğuna bedava yüksek öğrenim verilir. Çocuğunu üniversiteye sokmak ne kelime, ortaokulu bile okutamayan milyonlarca vergi mükellefinin ödedikleriyle bu çocuklar okutulur. İşte asıl sosyal adaletsizlik budur. Bunun Türkçesi, fakirden alıp zengine vermektir. Küçük bir şanslı azınlığın faydalandığı bir hizmeti bütün topluma ödetmektir... Aslında yapılması gereken, o yüzde 15'lik kesimi bursla desteklemek, diğer kesimlerden ise -öyle sembolik değil- mümkün olan katkı payını almaktır. X x x Gelelim dillere pelesenk edilen şu "parasız eğitimin vatandaş açısından temel bir hak, devlet açısından da temel görev" olduğu meselesine... Burada, açıkça "hak" kavramının yozlaştırılması ile karşı karşıyayız. Eğitim hakkı, her vatandaşın hiçbir kısıtlama olmaksınız, istediği kurumda ve istediği düzeye kadar özgürce eğitim yapabilme hakkına sahip olmasıdır. Devletin görevi de, vatandaşın bu hakkını garanti etmek, yani eğitim hakkını özgürce kullanmasının önündeki engelleri kaldırmaktır. Ama işte bu kadar... Devletin, bütün vatandaşlarını istedikleri son sınıra kadar bedava okutmak diye bir görevi olamaz. Tıpkı, vatandaşların konut edinme hakkının, devlete, bütün vatandaşlarına birer konut sağlama görevi yüklemeyeceği gibi... Tıpkı, çalışma hakkının, devlete, bütün vatandaşlarına iş bulma yükümlülüğü getirmeyeceği gibi... Bedava yüksek öğretimi devletten bir "hak" olarak değil ama bir "hizmet" olarak bekleyebilirsiniz. Yani, devletin ödenen vergiler karşılığında ve imkanlar ölçüsünde size bedava üniversite eğitimi sağlamasını talep edebilirsiniz. Ama artık bu, bir "bütçe öncelikleri" tartışmasıdır. Oysa hak dediniz mi, akan sular durur. Çünkü haklar kutsaldır; ne bütçe imkanları dinler, ne öncelikler sıralaması... Hiçbir şekilde kısıtlanamaz, şarta bağlanamaz. Ve zaten kimseden de istenemez. Çünkü "hak" zaten bizde olandır. Bizim sahip olduğumuz ve başka birine veremediğimiz, devredemediğimiz bir şeydir. Haktan farklı olarak, hizmetin ne ölçüde verilebileceği ise ülkenin imkanlarına, toplumun önceliklerine göre tartışmayla belirlenir. Bu tartışmada bazıları "daha az silah, daha çok eğitim" derken, bazıları da jeopolitik kaygılarla milli savunma harcamalarına öncelik isteyebilir. Demokrasilerde, bütün bu tartışmaların serbestçe yapıldığı ve sonuçta ortaya çıkan bütçenin toplumsal konsensusu yansıttığı varsayılır. Bundan yıllarca önce bir kez daha yazdığım gibi, eğer tartıştığımız bu olsaydı, ben oyumu, eğitime yapılan harcamaların artırılması yönünde kullanırdım. Ama o vakit bile, bütçeye konan ek kaynağın, üniversitelere değil, zorunlu olduğuna göre, mutlaka parasız olması gereken temel eğitimin kalitesinin yükseltilmesine harcanmasından yana olurdum. Nüfusun küçük bir yüzdesinin yararlandığı yüksek öğretimin ise mümkün olduğu kadar bu hizmetten yararlananlar tarafından finanse edilmesini savunurdum. bugün
![]() |
|
![]() |
![]() |
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
![]() |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|