Birinci Dünya Savaşı döneminde ve akabinde oluşan işgal yıllarında Türk Milleti, tarihinde benzeri görülmemiş karanlık bir döneme girmişti. Hele 1919’lu yıllara varıldığında Türk Milleti varlık–yokluk sınırlarına dayanmıştı artık. Vatanın bütünlüğünün ve milletin bağımsızlığının tehlikeye düştüğü bu yıllar; aziz vatan toprağının her köşesinin düşmanlarca bilfiil işgal edildiği, zorla ve hile tüm memleketin tüm kalelerinin zaptedildiği, bütün ordularının dağıtıldığı, milletin tüm kaynaklarına el konulduğu mezalim yıllarıydı… Ve fakat bu yıllar, aynı zamanda düşmana karşı onurlu bir direnişin başladığı, milli uyanış ve şahlanışın millet fertlerinin gönüllerinde tutuştuğu, vatanın bütünlüğünü ve milletin istiklalini kurtarmayı amaçlayan Kuva–yı Milliye ruhunun da filizlendiği yıllardı...
Kuva–yı Milliye Yurdun Dört Bucağında
15 Mayıs 1919'da İzmir'in, 27 Mayıs 1919'da Aydın'ın, 29 Mayıs 1919'da Ayvalık'ın ve 1 Haziran 1919'da Ödemiş'in Yunan kuvvetlerince işgal edilmesi, Batı Anadolu'da savunma ruhunun uyanmasına ve Kuva–yı Milliye bilincinin yurdun dört bucağına yayılmasına neden olmuştur. Batı Anadolu'da Kuva–yı Milliye adı ile kurduğumuz milli oluşumlar, Yunan işgal ve istilasına karşı millet fertlerinin ruhunda yarattığı vatan, bayrak, sancak mücadelesinin bir belirtisi idi; ve bu Milli Mücadele, ilk zamanlar düzenli askerî birliklerle değil, kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, kalbinde iman taşıyan her Türk evladının fedakârlıklarıyla veriliyordu. Kuva–yı Milliye'nin özellikle kadın kahramanlarının ortaya koydukları gayret ve hizmetler, Milli Mücadele'nin zaferle taçlanmasında önemli rol oynamıştır.
"Ya Şehit Ol, Ya Gazi"
Hep minnetle yad edeceğimiz muhterem validelerimizin katkıları, yalnızca cepheye silah, mermi, ilaç, yiyecek ve erzak sevkıyatıyla sınırlı kalmamıştır; bizzat Kuva–yı Milliye saflarında erkeklerle birlikte kahramanca çarpışarak gücümüze güç katmıştır onlar...
Müslüman Türk kadını, Milli Mücadelede, daha ziyade teşvik edici bir göreve sahipti. Yavrusunu, "Ya şehid ol, ya gazi" ninnileriyle kundaklayıp büyütmekle başlayan bu kutsal vazife, onu davul zurna eşliğinde askere uğurlamakla devam ediyor; şehadet haberi geldiğinde ise ####net ve iftihar duygularıyla karşılamakla son buluyordu... Şehadet şerbetini kaderin elinden içmek, erkekler kadar, kadınlar için de bir şerefti. Evladını, "Vatan sağolsun", "Ezan dinmesin, bayrak inmesin" inanç ve temennisiyle cepheye yollayan Kuva–yı Milliyeci annelerimiz, bizzat cephede de aktif görev almış, göğsünü gere gere savaşmış, ve nihayet onlar da ya şehid olmuştur ya da gazi...
Milli Uyanışın Öncüleri
Mustafa Kemal Atatürk, Kurtuluş savaşımızın mimarları olan Kuva–yı Milliyeci Türk kadınlarını şu sözleri ile övmektedir:
"Milleti ölümden kurtararak kurtuluşa ve istiklâle götüren azim ve faaliyette, her vatan evladının mesaisi, gayreti, himmeti, fedakârlığı geçmiştir. Bu meyanda en ziyade tebcil ile yâd ve daima şükran ile tekrar edilmesi gereken bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvî, çok yüksek, çok kıymetli fedakârlıktır.Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu köylü kadınının fevkinde kadın mesaisi zikretmek imkanı yoktur.Ve dünyada hiçbir milletin kadını, 'Ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar himmet gösterdim' diyemez".
Türk Kadınının Kahramanlık Sembolü: NENE HATUN
Kuva-yı Milliye'nin kahraman kadınlarının önde gelenlerinden Nene Hâtun, 1857 Erzurum doğumludur. Tarihe ismini altın harflerle yazdıran Nene Hatun, Azîziye Tabyası'nın savunulması sırasında tanınmış ve şöhret bulmuştur. Yaşadığı yörenin tabiri ile henüz "taze gelin"dir ve düşmanın Aziziye bölgesini ele geçirdiğini duyduğunda 20 yaşlarındadır Nene Hatun. Rus askerlerinin, Ermeni çeteleriyle işbirliği yaparak Aziziye Tabyası'nı işgal ettiğini öğrendiği zaman; can ve namus emniyetinin kalmadığını anlamakta gecikmedi. Evet, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslar; Erzurum halkının tabiriyle “Moskof gavuru”, Erzurum'a kadar gelmişti. Dahası, Ermeni çeteleri, Ruslara kılavuzluk ederek, onların bölgeyi işgal etmelerini kolaylaştırmışlardı... İş başa düşmüştü; vatan savunmasının, ırz , namus, bayrak, sancak savunmasının kadını erkeği olmazdı; yaşlısı genci olmazdı; bunu çok iyi biliyordu Nene Hatun. Çünkü böyle bir ahlak ve anlayış ile, Osmanlı kültürü ile yetişmişti o... Ve onun gibi nice muhterem annelerimiz...
Aziziye Yolunda Çiçeği Burnunda Bir Gelin
Erzurum'a kara haberler gelmeye başlamıştı. 7 Kasım 1877'de Ermeni çetelerinin Erzurum'un Aziziye Tabyası'nı bastıkları ve Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdükleri haber alındı. Arkadan gelen Rus askerleri ise, hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirmişler. Tüm olayları Erzurumluya ulaştıran yiğit ise, Ermeni baskınından yaralı olarak kurtulmayı başaran bir Mehmetçik idi... Sabah ezanından hemen sonra minârelerden şehir halkına duyuru yapılır: "Ermeni çeteleri Aziziye Tabyasını basmış, Türk askerleri şehit olmuş, Moskof gavuru ise Aziziye Tabyası'nı ele geçirmiş". Bu haberi duyan Erzurum'un kahraman evlatları hemen toplanırlar. Hepsinin yüreğinde müthiş bir milli his şahlanır. Gün, namus günüdür; gün, vatanı savunma günüdür; gün, millet uğrunda canları feda etme günüdür artık. Hepsinin dilinden ve gönlünden, "Ya şehit olurum ya gazi" sözleri dökülerek düşman üzerine yürürler... Peki ya kadınlar?.. “Gün namus günü” deniyor, gün kurtuluş günü deniyor, onları evlerinde durduracak hangi güç olabilir ki!.. Silâh bulan silâhını, silahı olmayanlar; balta, satır, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Aziziye Tabyası'na doğru koşmaya başlarlar. Onlar da Erzurum erkeği ile beraber yollara dökülürler...
Tabya'ya koşanlar arasında öyle bir kadın vardı ki, o daha körpe bir hanımdı. Hani, Anadolu'da yaygın bir tabir vardır, "taze gelin" diye; işte o henüz çiçeği burnunda yeni bir gelindi, taze gelindi... Nene Hatun'du o. Bu mübarek kadın, üç aylık bebeğini emzirdikten sonra gözyaşını içine akıtır ve "Seni bana Allah verdi; ben de seni O'na emânet ediyorum" diyerek bebeğini son kez bağrına basar ve kendisi de sokağa fırlar...
Türk Kadınına Has Bir Şeref
Şehrin savunması sırasında Erzurumluların kadınlı erkekli yaptığı mücâdele, tarihin şanlı sayfaları arasındadır. Binlerce şehit pahasına da olsa, Azîziye Tabyasını geri almak için düşmanla gırtlak gırtlağa bir mücadele verilmiştir. Ve neticede, Tabya, düşmandan binlerce canın şehadetiyle geri alınmış, düşman kovulmuştur. Yapılan bu mücadelede kadınların sergilediği kahramanlıkların bir benzerini tarih kaydetmemiştir. Hele, Nene Hatun ve maiyetindeki kadınların ellerindeki kazmalar, baltalar, satırlar ve benzeri gereçlerle düşmana cengaverce karşı koymaları yok mu!.. Bu yiğitlik ve kahramanlık, ancak ve ancak Türk kadınına has bir şeref olup, değme erkeklerin bile gösteremeyeceği bir fedakârlığın eseridir. Öyle ki, Nene Hatun, 1877 Aziziye hatırasını uzun yıllar sonra şu cümlelerle anlatır:
– “Muhârebe gürültüleri ile uyandık. Kocam, baltasını kaptığı gibi dışarı fırladı. Biraz sonra dönerek:
– ‘Hatun, Ruslar tabyalara girmiş, sen çocuğa bak, arkamdan gelme. Biz Rus'u durdururuz. Eğer düşman şehre girerse, siz kendinizi boğun’...
Diyerek gitti. Biz, daha on beş gün evvel Pasinler'in Çepelli Köyü'nden küçük bir çocuğumuzla birlikte köyümüzün Ruslar tarafından istilasına tahammül edemediğimizden dolayı Erzurum'a gelmiştik. Bütün memleketin boşaldığı, herkesin Rus'u karşılamaya, vatanı kurtarmaya gittiği bugün, ben nasıl evde kalabilirdim. Ufak yavrumu Allah'a emanet ederek, evde bulunan satırı aldım ve sel gibi akan kalabalığa karışarak tabyalara doğru koşmaya başladım. Mecidiye Tabyaları'nı aşıp, alçağa indiğimiz zaman düşmanın, kulaklarımızı sağır eden tüfek ateşleri altında, yaralananlara, ölenlere bakmadan ileri atıldık; bazen satırla, bazen taşla vuruyor, önümüze çıkan her Rus'u devirerek tabyalara doğru ilerliyorduk. Asker kardeşlerimiz bir taraftan, biz, bir taraftan tabyalara girdik. Bu arada tabyanın bir tarafında yaralı olarak kardeşim Hasan'ı gördüm. Ağlayarak üzerine atıldım… Kardeşim Hasan,
– ‘Abla ağlama!.. Anamız bizi bugünler için doğurmuştur, ben de dedem gibi şehidlik mertebesine yükselmeyi her zaman istemiştim… Rus'u kovduk ya, gayrısına gam yemem’...
Dedi ve gözlerini yumdu”.
Vatanımız Sağolsun
Nene Hatun, savaştan sonra kendisini ziyaret eden gazetecilerin sorusuna ise şöyle bir yanıt vermişti: "O zaman vazifemi yapmıştım. Bugün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim"...
Nene Hatun o gün evde bıraktığı oğlu Nâzım ve daha sonra doğan üç oğlundan da sonuncusu hâriç, diğerlerini Birinci Dünya Harbi'nde şehid vermiştir. Şehadet haberleri kendisine ulaştırıldığında, gözlerinden sadece birkaç damla yaş akacak kadar güçlü ve dirayetliydi. Dilinden ise sadece şu cümle dökülüverdi:
– "Vatanımız sağolsun"...
Nene Hatun, çok seneler saygı ve itibar görmüş, 1955 senesine kadar hayat sürmüştür. Erzurum'un Rus mezaliminden kurtuluş merâsimlerine hep iştirak etmiş ve kendisine büyük bir sevgi ve hürmet duyulmuştur.
Hakkında bugüne kadar pek çok şey söylenip yazılmış olan bu Müslüman-Türk kadını, günümüzde Kuva-yı Milliye şuuruna sahip kadınlar için parlak bir ilham kaynağı olmaktadır.
Sitemiz bir forum sitesi olduğu için kullanıcılar her türlü görüşlerini önceden onay olmadan anında siteye yazabilmektedir.
5651 sayılı yasaya göre bu yazılardan dolayı doğabilecek her türlü
sorumluluk yazan kullanıcılara aittir.
5651 sayılı yasaya göre sitemiz mesajları kontrolle yükümlü olmayıp, şikayetlerinizi ve görüşlerinizi " iletişim " adresinden bize gönderirseniz, gerekli işlemler yapılacaktır.