09-16-2009, 19:24 | #1 |
İyi ki başörtüsü yasakları var! (Hidayet Tuksal)
Hidayet Şefkatli Tuksal - Star [email protected] İyi ki başörtüsü yasakları var! Bu cümleyi benim ağzımdan duyduğunuz için şaşırdınız değil mi? Şaşırmayın, gerçekten böyle düşünüyorum. Hatta uzun bir süredir böyle düşünüyorum: İyi ki, başörtüsü yasakları var! Tabi böyle düşünmem mazoşizm illetiyle malul olmamdan kaynaklanmıyor, gayet aklı başında sebeplerim var. Zaman Kürt açılımı, diğer bir deyişle demokratik açılım zamanı. Hükümet tabiri caizse kelleyi koltuğa aldı ve bu ülkedeki en riskli işlerden birini gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu iş, daha önce de yazdım, arkasındaki kendi tabanının desteğini bile sıkıntıya düşürebilecek bir iş. Bu yüzden, iktidarın en samimi, en yüz akı girişimlerinden biri bana göre. Ama ne kadar zorlu bir süreçte yol alındığını hepimiz görüyoruz. Bu ülkede insanların en az yüzde sekseni başörtüsü yasaklarına karşı, bunu yapılan pek çok anketten öğrendik. Peki, bu yüzde seksenin kaçı, başörtüsü yasaklarıyla beraber tüm yasaklara ve antidemokratik uygulamalara karşı, işte bunu tam kestiremiyoruz. Başörtüsünün din ile, gelenekler ile, geleneksel kadınlık hali olan uyumu, pek çok vatandaşı doğrudan bu yasaklara karşı tavır almaya sevk edebiliyor. Çünkü resmi ideolojinin gücü, dinin gücünden zayıf çoğu zaman. Bu sebeple resmi ideoloji ile dindarlık karşı karşıya geldiğinde, görünüşte ve geçici olarak resmi ideoloji tarafı galip gelse de, her zaman daha derinden güçlü olan taraf dindarlıktır, bu yüzden asıl galip de genellikle odur. Ama ya resmi görüş ile dindarlık karşı karşıya gelmezse ne olur? Lafı dolandırmayayım, sorun şu: Dindar/muhafazakâr insanlar din ile ilişkisi çok net kurulamayan konularda, mesela Kürt açılımı gibi bir konuda ne yaparlar? Nasıl bir tavır gösterirler? Cevap, çok şükür ki tek değil. Ama bu çeşitlilik içinde, resmi ideolojinin etkisindeki cevap ve tavırların yoğunluğu gerçekten endişe verici boyutlarda diye düşünüyorum. Bu bağlamda, açılımla ilgili haberlere yapılan vatandaş yorumlarını, tabandan sansürlenmeden gelen birer veri olarak ele aldığımızda, karamsarlığa düşmemek elde değil. Resmi ideolojinin tamamen kurgusal ulusalcı tezleriyle yıllardır yıkanan ve hala yıkanmaya devam eden beyinlerimiz, doğrudan bizi hedef almayan mağdurlaştırma operasyonlarında kolayca pragmatizmin, ırkçılığın, hegemonyacı söylemlerin etkisi altına girip tutuklaşıyor. Hatta daha da kötüsü, aktif işbirlikçiliğe kalkışabiliyor. Biz dindar/muhafazakâr insanların içlerinde güçlü bir şekilde yer etmiş bulunan “devletin asıl sahibi” olma duygusu böyle zamanlarda daha bir depreşiyor. Vatana sahip çıkma hamaseti, yıllardır resmi ideolojiyle çatışıyor olmamızın yarattığı tezattan, tuhaflıktan, parçalanmışlıktan kurtulmanın bir çıkış noktası bile olabiliyor. Ama bu çıkış noktası resmi tezlerin aşılmasıyla değil, bu tezlerde buluşulması, ortaklaşılmasıyla oluyor ne yazık ki. Bu yüzden, (çok sevdiğimiz “sahiplik” retoriği içinden konuşursak) devletin dönemsel sahiplerinin (bürokrasının), devletin asıl sahiplerine (halka) karşı mesafesini, pozisyonunu ve hegemonyasını en belirgin bir şekilde açık eden başörtüsü yasaklarının devamının, zalimlerin eliyle gerçekleşen ilahi bir takdir olduğunu düşünüyorum. Ödediğimiz bütün bedellere rağmen, hala bu ülkenin demokratikleşme meselesinin taraflarını çoğaltan bu sorun, “Hepimiz özgür olmadan asla!” demeyi öğretme potansiyeline sahip. Başörtüsüne özgürlük isterken, Kürt açılımına tavır koyanların çoğalmaları ihtimaline karşı, “İyi ki başörtüsü yasakları var” diyorum. 16 Eylül 2009
|
|
|
Sayfayı E-Mail olarak gönder |
Etiketler... Lütfen konu içeriği ile ilgili kelimeler ekliyelim |
açılım, başörtüsü yasakları, demokrasi, hidayet tuksal, insan hakları, kürt açılımı |
Konuyu Toplam 1 Üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
|
|